Kubilay: Çeteler yarın Türkiye’ye yöneldiğinde savaşa destek veren CHP ve muhalefet ne diyecek?

Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki konuları değerlendirdi. Kubilay şöyle konuştu: 

Her basın toplantımızı ne yazık ki üzücü haber ile başlamak zorunda kalıyoruz. Bugün sabaha doğru Van İpekyolu Belediye Eşbaşkanlarımız Azim Yacan ve Şehsade Kurt evleri basılarak gözaltına alındı. Sabah saatlerde belediye ablukaya alındı ve kayyum atanan kaymakam belediye geldi. Kayyımcı zihniyeti kabul etmiyoruz, bu zihniyeti en sert şekilde kınamaya devam ediyoruz. Diğer yandan bugün sabah saatlerinde HDK Eş Sözcüsü Sedat Şenoğlu evi basılarak gözaltına alındı. 2911 sayılı gösteri ve yürüyüşlerine muhafleteten haknıda bir soruşturma olduğu gerekçesiyle evi basılarak gözaltına alındı. bu çok utanç verici. Arkadaşlarımız telefonla arayıp ifadeniz var denilseydi arkadaşlarımız gidip ifadelerini verirdi. Diyarbakır’da da il yöneticilerimizin ve belediye meclis üyelerinin olduğu 5 kişi de bu sabah gözaltına alındı. Artık kayyımların bir yönetme biçimi, bir rejim olduğunu söylüyoruz ama kayyımlar artık siyasi iktidarın yönetemediğinin üstünü kapatamıyor. Gözaltılar, baskılar, tutuklamalar HDP’yi mücadelesinden alıkoyamayacaktır. Yılmayacağız, vaz geçmeyeceğiz, mücadeleye devam edeceğiz. Halkların Demokratik Partisi, demokratik mücadele çizgisine yılmadan devam edecektir. 

Suriye’de Kürtsüzleştirme talan ve yağma devam ediyor

Kuzey Suriye’de son bir hafta içerisinde uluslararası kamuoyuna yansıyan gelişmelere bakıldığında Türkiye destekli MSO adını verdikleri çetelerin işgal edilen bölgelerde Kürtsüzleştirme, talan, yağma ve gasp suçlarına devam ettikleri görülmektedir. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de bu iddiaları doğrulayan raporlar yayınlamaya devam ediyor. İşgal edilen Girê Sipî ile Serêkaniye arasındaki bölgeden itibaren M4 karayolu çevresinde işgal girişimlerinin devam ettiği ve bu sebeple zaman zaman Suriye ordusu ve Suriye Demokratik Güçleri’yle çatışmaların yaşandığı haberleri de gelmeye devam ediyor.

Türkiye savaş ve işgale son vermeli askeri güçlerini çekmelidir

Yerel halkın işgale karşı öfkesi büyük ve gösterilen kitlesel tepkilerden açıkça görülüyor. Türk-Rus askeri konvoyunun geçtiği Kobanê ve Dirbesiye köylerinde askeri araçları taşlayan halk, Rusya’ya da Türkiye’ye de sizi burada istemiyoruz demiştir. Suriye’de halklar demokratik bir siyasi çözüm istiyor. Esad Rejimi ve Suriye Demokratik Meclisi yeni Suriye’nin inşasında anlaştıkları zaman Kürtlere parmak sallamaların, namlu göstermelerin, böbürlenmelerin hiçbir bir anlamının olmadığını ve iki ülke halkları arasına nifak tohumları ekmekten başka bir sonuç doğurmayacağını görecektir. Tekrar etmeye devam edeceğiz. Türkiye savaş ve işgale son vermelidir. Suriye topraklarından askeri güçlerini çekmelidir.

Türkiye uluslararası hukuku ihlal ediyor, savaş suçu işliyor

Türkiye Suriye’de bir başka ülkenin toprağına askeri müdahalede bulunmakla ve o toprakları işgal etmekle uluslararası hukuku ihlal etmiş ve savaş suçu işlemiştir. Bunu biz değil, Cenevre Sözleşmesi söylüyor. Ancak bunun kadar daha vahim olan bir diğer konu ise şudur: Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını ortadan kaldırmak amacıyla Milli Suriye Ordusu adı altında Türkiye tarafından kullanılan ÖSO çetelerinden oluşturulan 100 bin kişilik bu suç makinesinin ne olacağı sorusudur? Erdoğan’ın Türkiye’nin bu çetelerle komşu olmasında bir beis görmediğini, bir hicap duymadığını biliyoruz. Ancak, bu konuda evdeki hesap çarşıya uyacak gibi görünmüyor. Altını kalın çizgilerle çizerek söylemek gerekir ki, AKP-MHP iktidarının bu çetelere ihtiyacı kalmadığı ve posa gibi bir kenara fırlatıp attığında bunlar, bütün kin ve nefretini Türkiye’ye yönelteceklerdir. İşte o zaman Türkiye bu çetelerin öncelikli hedefi haline gelecektir.

Çeteler yarın Türkiye’ye yöneldiğinde savaşa destek veren CHP ve muhalefet ne diyecek?

“Biz Suriye’de tezkereye evet demekle doğru yaptık” diyen CHP merkezi dahil, Kürt karşıtlığından gözüne sis perdesi inmiş ve bir adım ötesini dahi göremez hale gelmiş parlamento içi muhalefet, Suriye’de savaş sona erdiğinde Türkiye’nin başına büyük yeni belalar açacak, Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları gibi yeni katliamlara kapı aralayacak olan bu vahim duruma ne diyorlar? Bu nedenle AKP-MHP iktidarı yalnızca Kürtleri yaşadığı topraklardan sürerek silah zoruyla demografiyi değiştirmek gibi bir insanlık suçunun altına imza atmakla kalmayacak, IŞİD ve türevi çeteleri Türkiye’nin başına bela ederek yeni katliamların da yolunu açmış olacaktır. Bu bakımdan Türkiye, Suriye topraklarından derhal çıkmalı ve Türkiye halklarının aşından, ekmeğinden kesilen paralarla beslenen, büyütülen ve Kürtlere karşı kullanılan bir süre sonra da Türkiye için büyük bir tehlike olacak ÖSO çetelerinden oluşan bu suç makinesi lağvetmelidir. Bu 100 bin kişilik silahlı yapılaya bütçeden ne kadar para aktarıldığını hiç birimiz bilmiyoruz. Çünkü bunların yasadışı yollarla ve bütçeden finans edildiğini biliyoruz.

Bütçede halkın ihtiyaçlarından çok iktidarların ihtiyaçlarına göre hazırlanmış 

Bütçe, iktisadi olduğu kadar siyasi bir olgudur. Matematiğin en fazla politikleştiği bir  olgudur bütçe. Siyasi iktidarın siyasi tercihlerini yansıtan ve ulusal gelirin nasıl pay edileceğini, kimlere ne kadar kaynak aktarılacağını gösteren en önemli ölçüttür bütçe. 2020 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’nın TBMM’ye sunulmasının ardından iki aylık bütçe maratonu Çarşamba günü Komisyon görüşmeleri ile başladı. Bütçe büyüklüğü ülke tarihinde ilk kez 1 trilyon TL’yi aşmış olmasına rağmen, 2020 bütçesi de tıpkı öncekiler gibi, halkın ihtiyaçlarından çok iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda hazırlandığı anlaşılıyor. 

İktidar ülkeyi de ekonomiyi de yönetemiyor

2020 yılı için Merkezi Yönetim Bütçesi’nin öngörülen bütçe açığı hariç 1 trilyon 96 milyar TL olması öngörülüyor. 2019 yılı için 81 milyar TL olarak hedeflenen (Eylül 2019 itibariyle 85 milyar TL’ye ulaştı) bütçe açığının 2020’de yüzde 72 artışla 139 milyar TL olması bekleniyor ki 2020 yılında da bu rakamın çok üzerine çıkılacağı ortadadır. Bu rakamlar, AKP’nin ülkeyi olduğu gibi artık ekonomiyi de yönetemediğinin açık bir kanıtı. İktidarın Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) adı altında yürüttüğü ‘müşteri garantili’ projelere 2018 bütçesinde 6.2 milyar TL, 2019 bütçesinde ise 9.7 milyar TL ayrılmıştı. 2020 bütçesinde ise ‘garanti ödemesi’ olarak ayrılan miktar iki yıl öncesine göre 3 kat artarak 19 milyar TL’ye çıkarılmış. Bu miktarın 10.5 milyar TL’si şehir hastanelerine, 8.3 milyar TL’si ise köprü ve otoyolları işleten şirketlere aktarılacak. Halkın büyük bölümünün kullanmadığı köprüler, tüneller ve havalimanları ile şehir merkezlerine çok uzak olması nedeniyle kullanmadıkları şehir hastaneleri için müteahhitlere hizmet karşılığı olmayan milyarlarca lira bütçeden ayrılmış durumda. 

Rakamlar bütçenin adaletsizlik ve eşitsizlik bütçesi olduğunu gösteriyor

AKP, işçi ve kamu emekçilerine zam vermemek için enflasyon rakamlarıyla dahi oynarken, 2020 bütçesinde sermayeye her türlü kolaylığı sağlamış. Patronlara vergi kolaylıkları getirmiş. İstisnalar dışında 44.4 milyar TL doğrudan teşvik verileceği görülmektedir. 2020’de patronlara doğrudan teşvikler dışında, 25.2 milyar TL de sosyal güvenlik prim desteği adı altında kaynak aktarılması hedefleniyor. Bu rakamlar dahi 2020 bütçesinin önceki AKP bütçeleri gibi eşitsizliğin ve adaletsizliğin bütçesi olduğunun göstergesi.

Bu bütçe savaş bütçesidir

2020 bütçesi aynı zamanda savaş, kayyım ve tecrit bütçesidir. Bu bütçeden sadece Kürtler değil ülkenin tüm yoksulları, emekçileri, kadınları, gençleri, çocukları, yaşlıları, engellileri de zarar görecek. Savaşın toplumsal ve ekonomik maliyeti artacak, bu süreçten sadece AKP’nin yanında saf tutmuş kesimlerin dışında herkes zararlı çıkacaktır. Bütçeden silahlanmaya, askeri ve güvenlik harcamalarına ayrılan pay büyük oranda artırılırken, savaş ve silah sanayiine büyük iktisadi kaynakların ayrıldığını görebiliyoruz. Bu tablo, 2013-2015 arasındaki çatışmasızlık sürecinin verileriyle büyük oranda çelişmektedir. 

2013-2019 arasında güvenlik ve savaş bütçesi yüzde 145 artırıldı

Bu sayısal büyüklüğün yanı sıra ‘güvenlik’ harcamalarının oransal artışı da sıçrama yapmış durumda. Ateşkesin yürürlükte olduğu 2013 yılından savaş politikalarının hayata geçirildiği 2016 yılına gelindiğinde toplam güvenlik ve savaş harcamaları yaklaşık yüzde 53 oranında artış gösterdi. Ateşkesin yürürlükte olduğu 2013 yılından 2019’a gelindiğinde güvenlik ve savaş bütçesi yaklaşık 1,5 kat (yüzde 145) arttı.

Savaş hükümeti, savaş bütçesi söylemleri kanıtlanmıştır

Devletin savunma ve güvenliğe ayırdığı pay çeşitli kalemlere dağılmış olduğu için net olarak görülemese de Millî İstihbarat Teşkilatı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Millî Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve İçişleri Bakanlığı payına ayrılmış pay bulunan bütçe 2017 yılında yaklaşık 65 milyar TL, 2018 yılında yüzde 40 artarak yaklaşık 92 milyar TL’ye çıkmış bulunuyor. 2019 yılı için ise bu rakamlar yüzde 21 daha artarak yaklaşık 111 milyar liraya ulaşması hedefleniyor. Bu durumda son iki yıl boyunca (iki yılda 70’lik artış var) sürekli dile getirilen savaş hükümeti, savaş bütçesi söylemleri, bir anlamıyla, kanıtlanmış durumdadır.  ‘Güvenlik’ ile ilgili 7 kurumun toplam bütçesinde son iki yılda 38 milyar 91 milyon 477 bin lira artışa gidilmiştir.

2002-2018 yılları arasında günde ortalama 8 kişi hayatına son veriyor

Sonuç olarak bu bütçe AKP iktidarının utanç vesikasıdır. Bu utanç vesikası EYT’lilere, KYK borcu olan öğrencilere, kadınlara, emekçilere, yoksullara, 8 milyon işsize hakaret etmekte, onlarla dalga geçmekte, çare olarak ölümü göstermektedir. Tıpkı 2 gün önce Fatih’te 4 kardeşe gösterdiği gibi. İstanbul Fatih'te 4 kardeşin parasızlıktan, yoksulluktan, çaresizlikten intihar etmesinin sorumlusu, yoksulluğu bu topluma kader olarak empoze eden AKP iktidarıdır. 4 kardeşin intihar etmesinin sorumlusu daha cenazeleri yerden kaldırılmadan elektriklerini kesme cüreti ve ahlaksızlığını gösteren elektrik dağıtım şirketi ve kamusal hizmet adına ne varsa özelleştiren, yandaş sermaye gruplarına aktaran bu iktidardır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2002 - 2018 yılları arasında Türkiye’de günde ortalama 8 kişi hayatına son verdi.

Görüldüğü gibi bu bütçede işçi yok, emekçi yok, yoksul yok, kadın yok, genç yok, emekli yok, ekoloji yok… Yandaş sermaye gruplarına teşvik ve destek, savaş ve silah harcamaları hepsi bu kadar.

Gıda zehirlenmeleri münferit değil denetim süreciyle ilgilidir

Son günlerde ıspanak tüketimi sonucu yaşanan gıda zehirlenmelerinde, 196 kişi zehirlenme şikâyetiyle hastanelere başvurmuştur. Bu konuda İstanbul Tarım Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada "Ispanak demetleri arasına karışan yabancı otların zehirlenmeye neden olduğu, nitrat ve nitrit kalıntısı yönünden yapılan analizlerde herhangi bir bulguya rastlanmadığı söylenmiştir. Vatandaşların, yurttaşların gönül rahatlığıyla ıspanak tüketebilecklerinin özellikle altı çizilmiştir.  Ancak Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Zafer Şenyurt zehirlenme olayının münferit bir vaka olmayıp denetim süreci ile ilgili olduğunu ifade etti. Şenyurt Bakanlığın, ıspanak üretimi yapılan toprak üzerinde ve kullanılan zirai ilaçlara ilişkin bir inceleme ve analiz gerçekleştirmeden zehirlenmelerin doğrudan ıspanakların içine karışmış yabancı otlardan kaynaklandığını ifade etmesi doğru etmek değildir. Çünkü Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre, Bakanlığın elinde bu sonuca ulaşabilmesi için pestisit veya başka kimyasallara ilişkin tespitlerin de yer aldığı bir analiz sonucu da olmalıdır” demiştir. 

Ot açıklaması Çernobil sonrası ‘çayda radyasyon yok’ açıklamasından farksızdır

O halde zehirlenen yurttaşların tıbbi teşhisi de paylaşılarak zehirlenmelerin bakteriyel bir durumdan mı yoksa karışan otun etken maddesinden mi olduğu açıklanmalıdır. Aksi takdirde bu açıklamanın Çernobil faciasından sonra “Çayda radyasyon yok” açıklamasından bir farkı olmayacaktır. Türkiye’de gıda güvenliğine dair benzer sorunlar ve tartışmalar sürekli olarak yer almaktadır. Çünkü tarımsal üretimin her aşamasında olduğu gibi üretimden sonraki aşamada da etkin bir gıda güvenliği yapılamamaktadır ve işletmeleri denetlemekle görevli kişi sayısı da çok yetersizdir. 

Tarımla ilgili pekçok kurum kapatıldı, denetim yapacak kurum yok

Bugün yaşananlar tarımı çökerten yıkıcı politikaların bir sonucudur. Köylü ile ona destek sunması gereken devlet arasındaki bağlar kopartılmıştır. Hatırlanacağı gibi Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü vardı Türkiye’de bir zamanlar. Üretime dair bilgiler verir, köylüyü bilinçlendirir ne yapağı ne zaman yapacağı nasıl yapağı konularında bilgilendirir, üretimin her aşamasını kontrol ederdi. Ama Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü kapatıldı. Zirai Mücadele, Karantina Genel Müdürlüğü vardı. Tarımsal üretimde haşere ve zararlılarla zirai mücadelede yol ve yöntem gösterir, ilaç kalıntı ve kontrol işlerini yapardı. O da kapatıldı. Gıda İşleri Genel Müdürlüğü vardı. Tüketilen gıdanın içeriği, sağlıklı ve temiz olması için kontrol ve denetimini yapardı. Gıda İşleri de kapatıldı. 

Sağlıklı ve temiz gıda temel bir insan hakkıdır

Tarımla ilgili pek çok kurum kapatıldı ve bu işlevleri görecek kurumlar da yok artık. Örneğin 650 bin gıda işletmesinin olduğu ülkemizde 6500 gıda denetmeni var. Gıda denetmeninin yetersizliği bile siyasi iktidarın gıda denetimleri konusundaki aymazlığını ortaya koymaktadır. Sağlıklı temiz gıdaya ulaşım temel bir insan hakkıdır. Halkın sağlıklı ve temiz gıda tüketmesi için gerekli önlemler acilen alınmalıdır. Yanı sıra ıspanak üreticilerinin de mağdur olmaması için gerekli işlemlerin açık ve şeffaf bir şekilde yapılarak nerede, hangi ıspanağa ne karışmıştır konusunda doyurucu gerçek bilgilerin verilmesi bir zorunluluktur.

KHK tartışması: Savcıları göreve çağıranlar cemaati öven kişilerdir

Bülent Arınç’ın KHK ile ilgili açıklamalarına gelince, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç’ın KHK’lar ile ihraç edilenlerle ilgili açıklamalardan sonra tartışma alevlendi. Bu konuda açıklamalar şöyle: Bülent Arınç: “KHK uygulamaları bir faciadır.” İbrahim Kalın: “Bir faciadır dediğinizde, 15 Temmuz faciasını gölgeleyen bir tutum gibi algılanır.” Erdoğan: "Esefle karşıladım, şık bulmuyorum.” Fahrettin Altun: “Yüksek İstişare Kurulu toplantısında 15 Temmuz hain darbe girişiminin faili FETÖ'ye karşı yürütülen kararlı mücadeleden asla taviz verilmeyeceğinin üzerinde hassasiyetle durulmuştur” gibi açıklamalar yapmışlardır. Buna karşılık Bülent Arınç: “KHK mağdurlarının uğradığı haksızlığı dile getirmenin FETÖ'yü aklamak olduğunu iddia edenlerin akıl ve izandan yoksun olduğunu söylerim” demiş. Ne hazindir ki, savcıları göreve çağıranların geçmiş yıllarda FETÖ övgüleri halen elden elde dolaşmaktır.

Arınç, Kurt ile yiyip kuzuyla ağlayan, timsah gözyaşı döken kişidir

Ünlü meseldir: Cinayet mahalline ilk olarak azmettiren gelirmiş. Arınç, kurt ile yiyip kuzuyla ağlayan siyasi bir kişiliktir ve kendisi timsah gözyaşları dökmesiyle ünlüdür.  Arınç’ın ve AKP’lilerin KHK ile haksızca, hukuksuzca, ihraç edilenlerle ilgili söyleyebilecekleri tek söz yoktur. KHK’yle ihraç edilenlerin kayıkçı kavgasına değil, işlerine iade edilmeye ihtiyaçları var. AKP iktidarının yapması gereken tek şey, haksızca, hukuksuzca ihraç ettiklerini bir an önce işlerine iade etmektir. Barış Akademisyenler örneği var. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü dedi. Mahkemelerden beraat ettiler. Neden duruyorsunuz? Görevlerine iade etmiyorsunuz? Zulmünüzü büyütüyorsunuz. Çok ilginçtir darbenin siyasi ayağı dışarıda… Damatlar tek tek beraat ediyor. Binlerce insan ise mağdur ediliyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor. KHK zulmüne son verin. Haksızca, hukuksuzca ihraç edilenleri işlerine iade edin çağrısını yapmak istiyoruz.

Kadınlara yönelik saldırı özgür kadın iradesinden korkunun göstergesidir

Açıklamamızın başında da ifade ettiğimiz gibi HDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklamalar hız kesmeden devam ediyor. Hatırlanacağı gibi geçen hafta Van’da 15 kadın gözaltına alınmış, 2’si tutuklanmıştı. Önceki gün de her türlü baskıya rağmen geri adım atmayan ve meşru direniş çizgisinden ödün vermeyen HDP Kadın Meclisi üyesi ve TJA mensubu kadınlara yönelik yoğun gözaltılar yapıldı. Ankara ve Mersin’de sabah saatlerinde yapılan operasyonda Ankara ileski yöneticimiz Derya Bakır, Ankara eski il eşbaşkanımız Ayşe Merve Aytemur, Çankaya ilçe yöneticimiz Hanım Binici, Kadın Meclisi üyemiz Meryem Kiraz, Demokratik Alevi Derneği (DAD) üyesi Sevgi Sazan Kişin ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) çalışanı Newroz Kırkaya gözaltına alındı. İktidarın borazanları günlerdir HDP Kadın Meclisi ve TJA’ya yönelik bir karalama kampanyası yürütüyorlardı. TJA’yı ve HDP Kadın Meclisini kriminalize ederek kadın özgürlük mücadelesini bastırmak ve kadınları susturmak istiyorlar. Kadınlar, kadın düşmanı bu zihniyeti kayyımlardan, eşbaşkanlık sisteminin hedef gösterilmesinden, İstanbul Sözleşmesi ve nafaka hakkının gasp edilmesinden biliyorlar. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne sayılı günler kala, gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla kadınlara şiddet uygulanması örgütlü kadın iradesinden ve özgür kadın pratiğinden korkunun bir ifadesidir. 

Kadınlara yönelik saldırıyı sert bir dille kınıyor reddediyoruz

Kadınları, bu tür sindirme ve yıldırma operasyonlarıyla eve kapatmayı amaçlayan AKP-MHP erkek iktidarı, kadınları siyaset yapmaktan vazgeçiremez. HDP olarak kadınları eve kapatmaya çalışarak, örgütlü kadın iradesini ve özgür kadın kimliğini yok etmek isteyen AKP-MHP iktidarına sesleniyoruz :Kadınlar, kadın düşmanı politikalarınıza boyun eğmediler, eğmeyecekler. Kadın iradesi olan TJA, HDP Kadın Meclisi ve diğer örgütlü kadın yapılarını kriminalize etme, karalama ve hedef gösterme girişimlerini sert bir dille kınıyor ve reddediyoruz. Ve gözaltına alınan kadınları serbest bırakılması çağrısı yapıyoruz. 

HDP susmadı susmayacak, tarihin akışını kimse durduramaz

HDP bu topraklara kök salmış ezilen halkların, yağmalanan, talan edilen doğanın sesi, soluğu, temsilcisi ve vicdanıdır. O kökü sökeceklerini zannedenlere söylüyoruz: HDP her türlü zulmünüze rağmen bu topraklarda haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe uğrayan, emeği sömürülen, alınteri çalınan, ezilen, katledilen, şiddete uğrayan kadınların, gençlerin, işçilerin, köylülerin ve yoksulların partisidir. HDP’nin sesi geleceğin sesidir. HDP susmadı, susmayacak. Tarihin akışını durdurmaya kimsenin gücü yetmez. 

Ekim devrimini bizlere armağan edenleri selamlıyoruz

Bundan 102 yıl önce, 7 Kasım 1917’de dünyaya yeni bir çığır açan büyük Ekim Devrimi gerçekleşmişti. Ekim devrimini bizlere armağan edenleri selamlıyor, saygıyla anıyoruz. Adeta ezilen halklar hapishanesi olan Rusya’da, Rusya işçi sınıfı ve ezilen halkları, kenetlerek çarlık otokrasisinin ağır baskılarına, şiddetine ve zulmüne rağmen ekim devrimini dünyanın bütün ezilenlerine armağan etmeyi başardılar. Ekim devrimine öncülük edenler, insanlığın nihai kurtuluşuna giden yolda hepimize birer meşale oldular. 

Ekim devriminin izleri bugün Rojava devrimindedir

Bugün büyük bir övünçle söyleyebiliriz ki, büyük ekim devriminin izini sürenler ve ondan ilham alanlar, Suriye’de süregiden iç savaş ve işgal koşullarında Ortadoğu halklarına yol gösteren ve özgürleşme umutlarını büyüten Rojava devrimini hepimize armağan etmiş bulunuyorlar. Dün nasıl ki ekim devrimini boğmak isteyen çarlık otokrasisi yok olduysa, bugün Rojava devrimini boğmak isteyen saray otokrasisi de er ya da yok olacaktır. Kalacak olan devrimler, gidecek olan otokrasilerdir. 

8 Kasım 2019