Kubilay: Bu iktidar geldiği gibi gitmelidir; erken seçimle

Parti Sözcümüz Günay Kubilay genel merkezimizde düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmeleri değerlendirdi. Kubilay şöyle konuştu:

Bugün Ankara’da iki önemli davanın karar duruşması var. İlki 5 Haziran 2015’te HDP olarak Diyarbakır’da düzenlediğimiz mitinge yönelik bombalı saldırının duruşması. Karanlık IŞİD zihniyetinin desteklenmesi sonucu gerçekleşen bu katliamın sorumluları mutlaka açığa çıkmalıdır. Aksi halde, IŞİD’in Türkiye’deki karanlık ilişkileri devam ediyor iddiamızın gerçek olduğu ortaya çıkar. 

JİTEM davasında failler yıllarca korundu 

Bir diğer önemli dava da JİTEM Davası. Türkiye’nin karanlık tarihinin özeti niteliğinde olan bu davada bugün karar çıkması bekleniyor. 1993-1996 yılları arasında Ankara’da zorla kaybedilen 19 kişinin faillerinin yargılandığı bu davada sorumlular yıllarca korundu. Bugün çıkacak kararda da aksini beklemiyoruz. Çünkü zaten bu katliamın ve benzer katliamların failleri belli. Gerçek failler ceza almadığı sürece adalet yerini bulmaz. Biz bu davadan ne karar çıkarsa çıksın devletin dahli olan tüm katliamların sorumlularının cezalandırılması için mücadele edeceğiz. Bunların er geç adil yargı önünde yargılanacaklarına inancımız tamdır.

12 Eylül zihniyetinin katlettiği tüm isimleri saygıyla anıyoruz

Bugün 17 yaşında, yaşı büyütülerek katledilen Erdal Eren’in ölüm yıl dönümü. Konuşmamın başından beri bahsettiğim bu darbeci zihniyetin katlettiği gençlerden biri. Erdal’ı ve 12 Eylül zihniyetinin katlettiği tüm isimleri saygıyla anıyoruz. 12 Eylül’ün ilk idamı olan Necdet Adalı ile 12 Eylül’ün dar ağaçlarında, işkence hanelerinde, mapushanelerinde yaşamını yitiren bütün devrimcileri saygıyla ve minnetle anıyoruz.

14 Aralık kent ablukalarında yaşanan hukuksuzluk, hak ihlalleri tescil edilmiştir

Yarın 14 Aralık kent ablukalarının 4’üncü yılı. Bundan 4 yıl önce AKP iktidarı tarafından ‘Sokağa çıkma yasağı’ adı altında Şırnak, Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Yüksekova, Silvan, İdil ve Dargeçit ilçelerindeki ablukalar sonucunda bu coğrafyadaki en büyük insanlık trajedilerinden biri yaşanmış ve bir vahşet tablosu olarak tarihe geçmiştir. 16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren 11 il ve 49 ilçede uygulanmış olan ‘sokağa çıkma yasakları’ büyük bir yıkıma yol açmıştır. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve birçok uluslararası kurum ve kuruluşun raporları yaşanmış olan insanlık trajedisini, hukuksuzluğu, insan hakları ihlallerini tek tek tescil etmiştir. Adı anılan il ve ilçelerde yıkılan bölgeler TOKİ vasıtasıyla büyük inşaat şantiyelerine ve rant alanlarına dönüştürülmüştür. ‘Yeni kentler’ adı altında kentlerin dayanışma kültürü, kültürel mirası, ortak hafızası mekânsal dönüştürme yoluyla yok edilmiştir. Etnik ve sosyal mühendislik stratejileriyle sadece Sur ilçesinde üç yüzden fazla tarihsel yapı yerle bir edilmiş ve kentin tarihsel hafızası silinmiştir.
 
Ailelerin çocuklarına ait mezar taşları olması talebi bile karşılanmadı 

Aylarca süren ablukaların üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen işlenen ağır insanlık suçlarıyla ilgili açılan davaların hiçbirinde bir ilerleme olmadığı gibi, çoğu dava takipsizlikle sonuçlanmış ve birçok aile cenazesine dahi ulaşamamıştır. Bu kentlerde aralarında çocuk ve kadınların bulunduğu 292 insan yaşamını yitirmiştir. Cizre’de 4 yıl önce sokağa çıkma yasakları döneminde hayatını kaybeden 14 kişinin cenazelerine hala ulaşılamamıştır. Ailelerin tek isteği var, çocuklarına ait mezar taşlarının olması. En insani bu talep dahi karşılanmamıştır. Yüzlerce delil, ses, fotoğraf ve görüntüye rağmen Cizre bodrumlarına dair soruşturmalarda bir arpa boyu yol alınmamıştır. Yargı; yıkım emrini verenler ve bu emri gerçekleştiren kolluk kuvvetleri hakkında tek bir dava dahi açmazken, mağduru daha da mağdur eden hukuk dışı kararların altına imza atmakta bir beis görmemiştir.

İnsanlık onuru Taybet Ana’yı, Cemile'yi unutmayacak 

İnsanlık onuru ve vicdanı olan hiç kimse cansız bedeni çocuklarının gözleri önünde çürütülen Taybet Anayı, kokmasın diye cenazesi annesi tarafından buzdolabına konulan Cemile Çağırga’yı asla unutmayacaktır. Açıkça söylüyoruz ki bu böyle gitmez, bu zulüm ömür boyu devam etmez. Bu yıkımın ve zulmün emrini verenler, insanlık trajedisine yol açanlar bağımsız gerçek bir yargı önüne çıkacaklar ve halklarımıza hesabını vereceklerdir.

Türkiye insan hakları ihlalleri bakımından sicili en kabarık ülkelerden

Bu hafta İnsan Hakları Haftası. Ne yazık ki, Türkiye insan hakları ihlalleri bakımından siyasi sicili kabarık ülkelerin başında geliyor.  2019’un bazı hak ihlalleri tablosuna baktığımız zaman bu dramatik durumu rahatlıkla görebiliriz. HDP’nin kazanmış olduğu; Mardin, Diyarbakır, Van gibi 3 büyükşehir başta olmak üzere, 1 il, 20 ilçe ve 2 belde belediyesi olmak üzere 28 belediyeye siyasi darbe yoluyla el koyulmuş ve kayyım atanmıştır. 20 belediye eşbaşkanı cezaevinde siyasi rehine olarak tutuluyor. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürünün verilerine göre Türkiye’de toplam 286 bin 500 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Cezaevlerinde 3 bin 100 çocuk hükümlü ve tutuklu var, 780 çocuk ise anneleri ile birlikte cezaevlerinde kalıyor. Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet ve benzer gerekçelerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiştir. 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2886 kişi bu müdahalelerde kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ifade etmiştir. 2019 yılının ilk 11 ayında 65 gazeteci gözaltına alınmış, 19’u tutuklanmıştır. 2019’un ilk 10 ayında sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle en az 1784 kişi gözaltına alınmış, 336 kişi tutuklanmıştır.

Kuzey ve Doğu Suriye’de AKP-MHP iktidarının askeri operasyonları sonucunda 300 binden fazla insan göç etmek zorunda kalmış, 478 sivil hayatını kaybetmiş, 1070 sivil yaralanmıştır. 9 Ekim ile 11 Ekim 2019 tarihleri arasında geçen 2 günlük sürede, bu gerçekleri sosyal medyada dile getiren 500’e yakın kişi hakkında İçişleri Bakanlığı’nca işlem başlatılmış, 121’i gözaltına alınmıştır.

Ağrı Tutak’ta bir vahşet yaşandı

Bir başka vahşet de 6 Aralık günü Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Soğukpınar köyünde yaşanmış, sabaha karşı yapılan operasyonda 4 kişi yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitirenler arasında, Antalya’da çalışan ve izin için geldiği köyde, kendi evinde yüzlerce kurşun ile infaz edilen, 3 çocuk babası Murat Kaya da bulunmaktaydı. Kardeşinin anlatımına ve ajanslara düşen görüntülere göre, Murat Kaya’ya yüzlerce mermi sıkılmış… Murat Kaya’nın cenazesi 3’üncü günün sonunda ailesine verilmiş. Gece geç saatlerde asker ablukası altında defnedilmiştir. Murat Kaya’nın kardeşleri de aynı gün gözaltına alınmış, bırakıldıktan sonra kardeşlerinin öldürüldüğünü öğrenebilmişlerdir. Gizleyecek bir şeyiniz yoksa milletvekillerini köye neden almadınız? Yaşanan vahşeti yerinde görmek için köye gitmek isteyen HDP heyetine ise izin verilmemiş, köye sokulmamıştır. Neden? Halktan gizleyecek, saklayacak bir şeyiniz yoksa, söyledikleriniz yalan ve iftira değilse neden Ağrı ilinin milletvekillerini köye sokmadınız? İçişleri Bakanı suç işlemiyorsa neden HDP milletvekillerini köye almadı? İçişleri Bakanı, ajitasyonu ve dezenformasyonu bir kenara bırakmalı. Eğer, İçişleri Bakanı yasa dışı işler yapmıyorsa, eğer suç işlemiyorsa, neden Ağrı milletvekillerinin de içinde yer aldığı HDP heyetini zor kullanarak Soğukpınar Köyü’ne sokmadığını açıklamalıdır.

3 çocuk babası bir yurttaşı, ‘çatışmada öldürülen PKK’li’ diye açıklamak iktidarın siyasi iflasıdır

Aslında anne Dilber Kaya ‘bize terörist deyip, yok etmek istediler’ diyerek, İçişleri Bakanı’nın da açığa çıkmasını istemediği bu utanç verici vahşet tablosunun gerçek yüzünü gün ışığına çıkarmıştır. 3 çocuk babası bir yurttaşı, ‘çatışmada öldürülen PKK’li’ diye açıklamak, gerçekler kamuoyuna yansıtılmasın diye o ilin milletvekillerini köye sokmamak, iktidarın siyasi iflasından başka bir şey değildir. Bu iktidar siyaseten iflas etmiş, topluma verebilecek insani hiçbir şeyi kalmamıştır. Bütün politik referans kaynaklarını tüketmiştir.

Kavala da Demirtaş da siyasi kararlarla yargılanmaktadır

AİHM 2. Dairesi’nin 10 Aralık Salı günü açıkladığı kararıyla Osman Kavala dosyası yeni bir aşamaya girmiştir. Karar ironik olarak 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde açıklandı. Osman Kavala, 2 yıldan fazla bir süredir tutuklu. AİHM, Kavala’nın tutukluğunu 3 maddenin ihlali olarak değerlendirerek serbest bırakılmasını istemiştir. AİHM’in ender olarak uyguladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşme’nin 18. Maddesi’nin, Demirtaş kararından sonra Kavala davasında da uygulandığını görüyoruz. Her iki AİHM kararında da Türkiye’de yargılamaların hukuki gerekçelere göre değil siyasi kararlara göre yapıldığı bütün dünya kamuoyu tarafından görülmüştür.

Kavala’nın tutukluluğun sürmesi, bir kişiyi kaçırarak zorla hapsetmekten farksızdır

AİHM, tutukluluğun hukuka aykırı olduğuna karar verdikten sonra, Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerekirdi. Tutukluluğun sürmesi, bir kişiyi kaçırarak zorla hapsetmekten farksız bir uygulamadır. Bu durum, AİHM kararına rağmen serbest bırakılmayan, aksine dosya içinden dosya türetilerek çift dikiş tutuklanan geçen dönem eş genel başkanlarımız Sevgili Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile siyasi rehin tutulan tüm milletvekillerimiz ve seçilmişlerimiz için de geçerlidir. Bir kez daha kendi yandaşı olmayan herkese yargıyı bir sopa olarak kullanan iktidar, gayrimeşruluğunu hem Türkiye halklarına hem de uluslararası kamuoyuna ilan etmiş bulunuyor. Buradan yüksek sesle bir kez daha yineliyoruz ve iktidarı uyarıyoruz: Türkiye’nin altında imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve AİHM kararlarını çiğnemekten ve suç işlemekten vazgeçiniz. Büyük bir nefret duygusuyla bilenmiş düşmanlık hukukuna son veriniz ve Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün seçilmişlerimizi derhal serbest bırakınız.

Erdoğan’ın Nobel Ödülü ile ilgili sözleri bilinçaltının dışavurumudur

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dünya İnsan Hakları Günü kapsamında Bilkent Üniversitesi'nde düzenlenen etkinlikte soruları yanıtlarken adını anmadan Orhan Pamuk'u ima ederek, Nobel Edebiyat Ödülü'nün Türkiye'den bir 'terörist'e verildiğini savundu. 2019 Nobel Edebiyat Ödülü’nün Yugoslavya İç Savaşı sırasında savaş suçlusu Miloseviç'e desteği nedeniyle eleştirilen Avusturyalı yazar Peter Handke'ye verilmesine tepki gösterirken, Erdoğan şu cümleye kuruyor:‘… Türkiye’den de kalkmışlardır teröriste ödül vermişlerdir.’ Bu sözleri daha sonra Fahrettin Altun düzeltmeye çalışsa da ok yaydan çıkmış, bilinçaltı dışa vurmuştur. Erdoğan, saray çevresi dışındaki herkesi ‘terörist’ diye yaftalama yaklaşımı Orhan Pamuk'a kadar genişlemiş, kendisinden farklı olanı, yazanı, çizeni, düşüneni düşman görmeye devam etmektedir.

İnsani değerlere bağlılık ve duyarlılık konusunda hiç konuşmayacak kişi Erdoğan’dır

Ne var ki, bu bağlamda bir noktanın altını çizmek önemlidir. Uluslararası prestijli ödüllere layık görülen isimlerin becerileri ve üretimleri kadar insani değerlere bağlılıklarının da dikkate alınması gerektiği doğrudur. Ancak, söz konusu insani değerlere bağlılık ve duyarlılık olunca, bu konuda hiç konuşmayacak biri varsa, o da Erdoğan ve temsil ettiği iktidardır. Bu konuda herkesin kendi siyasi topoğrafyasına bakması çifte standardı görmesi için yeterlidir. 

Erdoğan Fransa’daki şiddetten bahsederek Türkiye’deki şiddeti meşrulaştırmaya çalışıyor

Erdoğan'ın aynı çifte standardı Fransa polisinin göstericilere yönelik şiddetini eleştirmesinde de görmek mümkün. Erdoğan’ın baskı ve şiddet politikasını meşrulaştırmak için, organik bir parçası olduğu kapitalist dünyadaki en kötü örnekleri bulmasında ne kadar mahir olduğunu biliyoruz. Aslında Fransa'daki polis şiddetini göstermesinin gerçek nedeni, polis şiddetine karşı olduğu için değil, Türkiye'de sürekli ve sistemli bir biçimde uyguladığı baskı ve şiddet politikasını meşrulaştırmaya, "dünyanın her tarafında bu işler oluyor" diyerek normalleştirmeye çalışıyor.

Hapishanelerde adı sanı bilinmeyen pek çok hasta tutsak var

Geçen günlerde geçen dönem eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş sağlık durumuna ilişkin yaptığı açıklamada, “Sağlığım çok iyi değil maalesef. Zaman zaman göğsümdeki sancı nüksediyor, nefes alışverişimi zorluyor. Tetkikler devam ediyor. Henüz bir teşhis konulamadı” biçiminde bir açıklama yapmıştı kamuoyuna. Demirtaş, demokratik kamuoyunca tanınan, bilinen ve sevilen bir siyasi şahsiyet olduğu için sağlık sorunu dışarı yansır yansımaz, çok geniş bir kamuoyu tepkisi oluştu ve hızla bu tepkinin karşısında hastaneye sevk edildi. Ne var ki, hapishanelerde adı sanı bilinmeyen pek çok hasta tutsak var ve hapishanelerden sadece ölü bedenleri çıkabiliyor.

Hasta tutukluların en temel hakkı olan tedavi hakkı ellerinden alınmış durumda

Hapishanelerde 457’si ağır olmak üzere 1333 hasta tutuklu bulunuyor. İHD’nin geçen yılki açıklamasında, hasta mahpus sayısı 1154’tü. Adalet Bakanlığı’nın Şubat 2017 tarihli verdiği bilgiye göre Adli Tıp Kurumu raporuyla ağır ve sürekli hastalığı belgelenen tutuklu ve hükümlü sayısı 841’di. Hatırlanacağı gibi hasta tutuklular sorunu çözüm sürecinin de en önemli başlıklarından biriydi. Ancak Adalet Bakanlığı da hükümet de bu konuda hiçbir adım atmadı. Hasta bir tutuklunun en temel haklarından biri tedavi hakkıdır ve bu hak ellerinden alınmıştır. Doktor takibi altında olması gereken hasta tutukluların ne ilaçlarını düzenli alabilme ne de doktora kontrol için zamanında gidebilme imkanları var. İmkanların sağlanıp sağlanmayacağı bütünüyle idarenin veya kolluk kuvvetlerinin inisiyatifine bağlıdır.

Adalet Bakanlığı kendi yasalarına uymalı, hasta tutukluları serbest bırakmalıdır

Hasta tutuklular, ya koğuştaki diğer tutukluların bakımına muhtaç hale getirilmekte, tek kişilik hücrede kalanlar ise öz bakımlarını bile yapamaz durumda yaşam mücadelesi vermektedir. HDP olarak Adalet Bakanlığını her şeyden önce kendi yasalarına uymaya, düşman hukukuna son vermeye ve hasta tutukluları derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz.

AKP yanlısı siyasetçilerin bürolarının işe alım komisyonu gibi çalıştığı ortaya çıktı

Eski AKP milletvekili Abdurrahman Kurt, Diyarbakır'da işçi ve memur alımlarında kadroların satıldığını söyledi. Özellikle Kürt illerinde halkın iradesinin gasp edilerek belediyelere el konulması aynı zamanda büyük bir yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlük çarkının oluşmasına sebep oldu. 2016 yılında Kürt coğrafyasında neredeyse el konulan bütün belediyelerden benzer haberler yansıdı kamuoyuna. Diyarbakır'da AKP yanlısı siyasetçilerin bürolarının birer işe alım komisyonu gibi çalıştığı, her kadro için belirli bir ücret tarifesinin ortaya çıktığı ve işe usulsüz alımlarla ilgili kayyum ile AKP’li yetkililerin birbirlerine girdikleri yine basına yansıdı.

Yolsuzluk ve rüşvet çarkına çomak sokacak ve durduracak olan yegane parti HDP’dir

Memur ve işçi alımlarında güvenlik soruşturmaları ile mülakat sisteminin getirilmesi defalarca örneğini gördüğümüz üzere sınavlarda en üst sıradaki başarılı olan kişilerin torpil ve rüşvet çarkına ulaşamadıkları için atanmadığı, torpil, kayırma ve rüşvet çarklarından geçenlerin ise atandığı bir memur ve işçi alım rejimi oluşturuldu. Abdurrahman Kurt’un ifade ettiği üzere Diyarbakır’da kayyım rejiminin oluşturduğu atmosferle hayat bulan rüşvet ve yolsuzluk çarkının devlet kurumlarında ne kadar yaygın bir uygulama olduğunu gözler önüne sermiştir. Kayyım rejimlerinde sistemli bir biçimde işleyen yolsuzluk ve rüşvet çarkını döndürenlerden insani etik değerlere uygun bir temiz gelecek beklemek ham bir hayaldir. Bu yolsuzluk ve rüşvet çarkına çomak sokacak ve durduracak olan yegâne parti HDP’dir.

Bu iktidar geldiği gibi gitmelidir; erken seçimle

Bırakınız başka nedenleri, sırf kayyımların deşifre olan bu kirli işleri dahi, temiz bir siyasi oksijen almak isteyen, bu ülkenin onurlu ve dürüst yurttaşları olarak yaşamak isteyenler için bu iktidardan kurtulma nedeni olmalıdır. Bu iktidardan ebediyen kurtulmak için bir erken seçim çağrısını yükseltmek yaşamsal düzeyde önemlidir. Bu iktidar, başta Kürt sorunu olmak üzere, toplumun birikmiş sorunlarına çözebilecek kapasiteden ve siyasi ufuk çizgisinden yoksundur. Bu iktidar gitmelidir. Bu gidişin en rasyonel yolu ise, geldiği gibi gitmesidir, bir erken seçimdir.

13 Aralık 2019