MYK Üyemiz Gülistan Kılıç Koçyiğit'in Jinnews'e verdiği röportaj:
28 aydır PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan haber alınamıyor, görüşler sürekli olarak çeşitli gerekçelerle engelleniyor. İktidarın derinleştirdiği bu mutlak tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son 28 aydır hiç haber alamıyoruz ama ondan öncesi de çok kesintili, kamuoyunun mücadelesi sonucu yapılan küçük küçük görüşmeler vardı ama aslında Sayın Öcalan’ın İmralı’ya getirildiğinden beri tecrit sürecine maruz kaldığını biliyoruz. 99’dan beri tek kişilik ada cezaevinde ve bir işkencehanede tam olarak böyle ifade etmek gerekiyor. Bu anlamıyla tecrit dönem dönem aralanmış olsa da çok uzun süredir devam eden bir tecrit hali var. İmralı Cezaevi özel bir rejimle yönetiliyor ve bu özel rejimin içerisinde bilinci yok etmeye, iradeyi kırmaya ve teslim almaya dönük bir yaklaşımın, işkencenin, dayatmanın olduğunu çok iyi biliyoruz. Ama son 28 aydır hiç haber alınamaması bizleri çok ciddi bir şekilde kaygılandırıyor. Çünkü sağlığına dair bilgi alamıyoruz, sağlıklı mı, yaşam koşulları nasıl, biliyoruz ki. Birçok kronik hastalığı vardı sağlık sorunları vardı, bütün bu sağlık sorunları giderildi mi hiçbirinden haberimiz yok. Bunun da ötesinde bu tecrit, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi anayasasını inkarı anlamına geliyor; bir anayasa devleti olmaktan çıkma halini, hukuki anlamda kendi yasalarını ilga etme, yok sayma halini bize gösteriyor. Sadece kendi anayasası açısından değil, uluslararası sözleşmeler açısından da temel bir ihlal olduğunun, bir işkence suçu, insanlığa karşı bir suç olduğunun özel olarak altını çizmemiz gerekiyor.
Kürt sorunun çözümünde temel aktör
Bu anlamıyla 28 aylık tecridin de onun dışında süre gelen tecrit sisteminin de kabul edilemez olduğunu ve AKP-MHP ittifakının bilerek ve isteyerek bu işkenceyi, hukuksuzluğu Sayın Öcalan’a ama onun şahsında bir bütün Türkiye halklarına ve Kürt halkına dayattığını, bunun bir ölçü olduğunu görmemiz gerekiyor. Bütün hukuksuzluklar oradan kaynağını alıyor. Çünkü anayasa askıya alınmış halde ve bu anayasasızlık hali normalleşmiş oluyor. Şuanda istisnanın normalini yaşıyoruz, istisna hali genelleşmiş durumda, işkence hali, tecrit genelleşmiş durumda. Tabi ki bütün bunların içerisinde Sayın Öcalan’a yönelik yaklaşımın siyasi bir yaklaşım olduğunu, onun Kürt halkıyla kurduğu bağın, özellikle Kürt halkının taleplerinin, Türkiye’nin demokratikleşmesi adına ortaya koyduğu düşüncelerine vurulmuş bir ket, bu düşüncelerin tecridi olduğunu, Türkiye’nin barışının, demokrasinin tecridi olduğunun özel olarak altını çizmemiz gerekiyor. Sayın Öcalan’ı sadece bir kişi olarak ele alamayız sonuçta mevcut pozisyonu, özellikle İmralı’da geliştirdiği demokratik yol önemli. Hem Türkiye’nin Kürt sorunundaki çözüm aklı açısından hem Ortadoğu barışı açısından ortaya koyduğu fikirlerin kendisi, Türkiye kamuoyunda edindiği yer, Kürt halkı açısından bulunduğu pozisyon, Kürt sorunun çözümünde temel aktör, kilit pozisyonda olması nedeniyle tabi ki Sayın Öcalan’a yönelik tecridi başka türlü ele almak gerekir. Bunu AKP’nin Kürt sorununa, Kürt halkına yaklaşımını, AKP’nin bütün Ortadoğu politikalarını bu tecrit üzerinden okumak yanlış olmayacaktır.
Demokrasi güçleri ve halkların bu tecridi ve insan hakları ihlalini sıkça dile getirip çözümde ısrarı vurguladıklarını gördük. Fakat bu sefer karşı taraf bu insan hakları ihlalini dile getirdi. Merdan Yanardağ tecride dair bir fikir beyan etti ve dile getirdi. Bu hakikatin dile getirilmesine dair ne söylersiniz?
Tecrit ve İmralı üzerine verdiğim bütün demeçlerde şunu söylemiştim; İmralı tecridi bu ülkenin turnusol kâğıdıdır. Hem demokrasi güçleri, kendilerini demokratik olarak ifade edenler açısından bir turnusol kâğıdıdır hem de AKP hükümetinin karakterini göstermek açısından öyledir. Örneğin Merdan Yanardağ özelinde baktığımızda, evet daha ulusalcı kimlikte olan bir gazeteci, CHP’ye yakın bir yerden gazeteci kimliğine sahip ama buna rağmen bu hakikati dile getirmiş olması bizim açımızdan çok kıymetli. Çünkü bu bir gerçek. Çok açık ve net bir şekilde karşı mahalleden biri olarak “Kral çıplak” dedi. Daha mesafeli bir yerden durarak aslında bir hakikati dile getirdi ve bu anlamıyla tam da o “Kral Çıplak” dediği yerde kralın yaptığını görüyoruz. Kral bu söze ve hakikate karşı bu hakikati yeniden bastırmak, hakikati toplumun, demokrasi güçlerinin gözünden kaçırmak üzere bunu en uç tedbirle bastırdı. Tutukladı. Normalde bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü, hatta o kapsama bile girmez, hakikattir; 28 aydır sonuçta aile görüşmüyorsa, avukatı görüşmüyorsa ortada bir tecrit vardır. Şimdi bunu söylemenin neresi suçtur? Bunu söyledi Merdan Yanardağ. Fakat görüyoruz ki aslında AKP bütün bir toplumdaki muhaliflerin ya da muhalif olmasa bile kendisine yakın isimler bile olsa gerçekleri dile getirmesine tahammülü olmayan bir iktidar. Zapturapt politikalarıyla, baskı politikalarıyla gerçeği karartmaya, gerçeği ters düz etmeye ve algılar üzerinden toplumu şekillendirmeye ve süreci yönetmeye çalışıyor. Bu en mahir olduğu konulardan birisi, o anlamıyla burada tutuklama kararı verilmesinin hukuki dayanağı ne olacak, şöyle bir şey diyemiyorlar “hayır tecrit yok, her hafta aile gidiyor, avukat gidiyor”, ne diyorlar “suç ve suçluyu övme” meselesine getiriyorlar. Oysa söylediği şey Adalet Bakanlığı’nın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal ve uluslararası tüm yasaları tanımadığına işaret ediyor. Merdan Yanardağ, 1 kişi olduğu için tutuklandı ama burada binlerce, milyonlarca kişi söylese böyle olmayacağını biliyoruz. Buna ihtiyacımız var.
Bu tutuklanmaya ilişkin muhalefetten bir açıklama uzun süre gelmedi, geldiğinde ise tecrit konusu dile getirilmedi. Muhalefetin kendi kanadına bile sahip çıkmama tutumuna ilişkin ne düşünüyorsunuz?
Biz çok uzun süredir şunu söylüyoruz; Türkiye çok kompartlaşmış, ayrı ayrı kutuplar, toplumsal kesimler var ve birbirinden çok uzak siyasi anlayışlar var. Oysaki insanın başka bir siyasal anlayışa uzak olması ona yapılan haksızlığı görmeyeceği, işkenceye, haksızlığa ses çıkarmayacağı anlamına gelmiyor. Türkiye bundan uzaklaşmış durumda. Türkiye’de kamuoyu ve ana muhalefet partisi dâhil muhalefet genel anlamda vicdanını yitirmiş durumda. Çok açık ve net bir vicdansızlık, bir çürüme hali var. Düşünün bu hakikati Merdan Yanardağ dile getirdi, peki Yeşil Sol Parti ve HDP dışında kim ona sahip çıktı? Hangi çevre “bu söz doğrudur Merdan Yanardağ’a yapılan haksızlıktır, yanlıştır” diye kim isyan etti, kim sesini çıkardı? En yakınında duranlar bile sahip çıkamadılar. Şimdi bu yumuşak karnın kendisi, AKP’nin çizdiği sınırlar içinde siyaset yapma bugün bizi buraya getirmiş durumdadır. Hakikati söyleyeni cezaevine koyuyorlar ve buna ortam hazırlayanın da en başta ana muhalefet olmak üzere genel muhalefet olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bu ülkede bir insan cezaevindeyse, tecrit altındaysa bu ana muhalefetin gündemi değil midir, ana muhalefet bu ülkedeki hukukla ilgilenmiyor mu, demokrasiyle, yasaların uygulanmasıyla ilgilenmiyor mu? Bu nasıl bir duyarsızlıktır ki biz anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir gazeteci bu söylediği için tutuklandığında neden tepki verilmez, sonuçta “tecrit var” demiş, evet tecrit var. Başta da dediğim gibi bu bir turnusol. Sayın Öcalan’a yaklaşım da Kürt sorununa yaklaşım da bu ülkede demokrat olmanın ölçüsüdür. Bu kadar açık ve nettir. Hala Kürt sorunu yoktur demekle, ret ve inkar etmekle, AKP-MHP’nin çizdiği sınırlarda siyaset yapmakla bu ülkenin bir milim ilerlemeyeceğini, aksine çok daha geriye gideceğimizi yakın dönem seçimleri bize gösterdi. Aynı sözleri söylediğinizde bu sizi güçlendirmiyor ya da onların çizdiği siyaset sınırlarında söz söylediğinizde bu muhalefeti güçlendirmiş olmuyor aksine aslını güçlendirmiş oluyor. Bugün eğer ırkçılık yaparsanız aslı varken suretine kim bakar. Mesele buna dönmüş durumda. Şunu çok önemsiyoruz, Sayın Merdan Yanadağ’ın söylediği bir hakikattir, bu hakikate kimin söylediğinden bağımsız olarak sahip çıkmamız gerekiyor. Kendisini bu hakikati dile getirdiği ve cesareti gösterdiği için de kutluyoruz. Bu çok önemlidir. Bu ülkede bir değişim, dönüşüm olacaksa, adalet gelecekse, hukukun üstünlüğü tesis edilecekse tam da buradan, gerçeği net ve açık bir biçimde haykırmaktan geçiyor ve yeri geldiğinde bunun bedeline katlanmaktan geçiyor. Amasız ve fakatsız hepimizin bu hakikate sahip çıkması zorunlu, binlerce Merdan Yanardağ olmalı ki bu ülkede bu hakikatler karartılamasın.
HDP olarak geçtiğimiz dönem Meclis önünde bir nöbet başlatmıştınız tecride ilişkin, yürüyüşler yaptınız tecridi görünür kılmak ve kaldırmalarına yönelik. Fakat geçtiğimiz günlerde HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan Wan’da tecrit gündemi konusunda parti olarak eksik kaldıklarının özeleştirisini yaptı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Eksikliği şuradan değerlendiriyoruz, hala tecrit kalkmadıysa demek ki eksik mücadele ediyoruz. Bu konuda eksikliğimiz baki. Sonuçtan yola çıkarak zaten eksikliğimiz yüzümüze vuruyor. 28 aydır Sayın Öcalan’dan haber alınamıyorsa, hala biz bu tecridi aşamamışsak demek ki bu konuda mücadelede bir eksiklik, dile getirmede bir eksiklik olduğu çok açık ve net. Sonuçta biz mücadeleyi sonuç almak ve bu tecridi kırmak adına yapıyoruz. Sırf söz söylemek ya da “bunu gündem yapalım bir ara” diye söylemediğimiz için ve sonuç olarak tecrit devam ettiği için bu konuda başarısızız ve özeleştirel pozisyondayız. Tecridin devam ettiği her gün bu özeleştirel pozisyonumuz devam ediyor ama bunu böyle ifade etmenin ötesine geçmek durumundayız. Evet, eksikliğimiz var, özeleştirel pozisyondayız. Fakat eksikliği aşacak, bunu artık bir özeleştiri olmaktan çıkaracak bir yönteme, bir yaklaşıma, eylemsel sürece de ihtiyacımız olduğu açık ve nettir. Tabi bunu geçmiş dönem açısından HDP üzerinde bugün de Yeşil Sol Parti üzerinden tarif ediyoruz. Fakat bu meselenin sadece siyasi partilere bırakılmayacak kadar da yaşamsal olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü bu ülkenin bütün sorunlarının temelinde, bugünkü bu faşist iktidar anlayışının kendini tahakküm etmesinin temelinde aslında Kürt sorununda çözümsüzlük meselesi var. Şöyle düşünün, 14 Mayıs seçimlerinin bütün kampanyası Kürt karşıtlığı üzerinden yürütüldü, iki tarafın da kampanyası neredeyse böyle yürütüldü. Bu ülkede iktidarda kalmanın yolu Kürde vurmak, Kürt karşıtı olmak, Kürt özgürlük hareketini ya da Kürt siyasal hareketin tasfiye etmek üzerine kurulmuş durumda. Kürt halkının ret-inkarı üzerine kurulmuş bir siyaset aklı var ve bu akıl sürekli kendisini buradan yeniden üretiyor. Onun için toplum öncelikle mevcut iktidara pragmatik bir yerden baktığında bile iktidarın değişmesini istiyorsa Kürt sorununda inisiyatif almak zorunda. Sayın Öcalan’ın tecridi konusunda her birimiz inisiyatif, sorumluluk almak, söz almak zorundayız. Gerçekten bu ülkenin değişmesini istiyorsak, bu ülkede mutlu, özgür barış içinde yaşamak istiyorsak bu bir ön koşuldur. Sayın Öcalan’a yönelik tecrit kalkmadıkça Kürt sorununa ilişkin bir adım atılamaz, bir adım atılamazsa Türkiye’de demokratikleşme konusunda bir adım atılamaz. Atılan her bir adım kadük kalır, sakat bir yaklaşımla hayata geçirilmiş olur. Biz meseleye buradan bakıyoruz. Hâlihazırda tecrit devam ettiği, Sayın Öcalan’ın bir sesini duyamadığımız, mesaj alamadığımız, sağlığıyla, güvenliğiyle, yaşamıyla ilgili herhangi bir bilgi sahibi olmadığımız için tabi ki eksiğiz, mücadelede, gündemleştirmede eksik kalıyoruz.
Hem derinleşen bu tecride ilişkin hem de temelde Kürt sorununa ilişkin parti ve milletvekilleri olarak izleyeceğiniz yol ne olacak yeni dönemde bunun çözümü için neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Bunu yeni dönemde aşmak açısından bütün ilçe örgütlerimizle, halkımızla beraber bir irade koymak üzere bir çalışma yapmak durumundayız. Bu hepimiz açısından yaşamsal zorunluluk. Yeni dönem açısından tecrit meselesi bizim en temel en üst başlıklarımızdan biri olacak. Tecrit, tecride bağlı Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi ve Türkiye’de demokrasi mücadelesinin yükseltilmesi olacak. Barış demiyorum çünkü barıştan çok çok uzağız. Türkiye’de demokratik bir iklimin inşa edilmesi için mevcut rejimle kıyasıya bir mücadele etmek ve bunun mücadelesini geliştirip paydayı büyütmek bütün demokrasi güçleri, toplumsal muhalefetle yan yana gelmek gibi tarihi bir rolümüz var ve bu rolümüzü oymak da bizim boynumuzun borcu. Yakın dönemde seçim sürecini de değerlendireceğimiz halk toplantılarımız olacak, yine il ilçe örgütlerimizle toplantılarımızı aldık. Bu toplantılarda seçim sürecini değerlendirmekle beraber mücadelenin hangi ayağında eksik kaldığımızı da tartışıyoruz. Hangi mücadele başlığında eksik kalıyoruz, hangi mücadele başlığını toplumsallaştıramıyoruz ya da buluşturamıyoruz bunda nasıl zaaflarımız ve eksikliklerimiz var bunları da tartışacağız. Nihayetinde topluma öncülük etme sorumluluğumuz var ve bunun bilincindeyiz. Bunun gereğini yapmak üzere bütün örgütsel yapımızı yeniden organize edeceğiz; büyük kongre, il ilçe kongrelerimiz gerçekleştirilecek ve bütün bu yenilenmeyle beraber yeni dönemin yeni yol haritasını, mücadele programını da açığa çıkarmış olacağız. Hem konferanslarımız hem büyük genel kurulumuz bir yol haritası çizme, mücadele hattımızı ortaya koyma açısından çok tarihi önemde. Bu konferans ve kongrelere giderken çok geniş halk toplantılarında halkımızı dinleyeceğiz. Tabi ki parti meclisinde, MYK’de bütün kurullarımızda yaptığımız bütün tartışmalarda bir temele başlık olarak tecridi bütün arkadaşlarımız ifade ediyorlar. Bu anlamıyla mücadele programının ilk başlığı tecride karşı mücadele, tecridi kırmak, Kürt sorununun demokratik yolla çözümü için sorumluluk almak ve mücadele bayrağını yükseltmek geliyor.
Türkiye’nin tutumunu ve tecridi ağırlaştırmasına karşı diğer yandan uluslararası bir sessizlik söz konusu. Tüm hak ihlallerinin karşısında Avrupa Konseyi ve kurumları, en başta CPT sessizlik yemininde. Sessizliğin altında ne yatıyor?
Kürt sorunu çok komplike bir sorun ve uluslararasılaşmış bir sorun. Avrupa’nın da Avrupa Konseyi’nin de ve bütün bu uluslararası kurumları kendi ülkelerini ve Avrupa Birliği’nin çıkarlarını gözettiklerini çok açık ve net ifade edebiliriz. Bugün Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün temel nedenlerinden bir tanesi uluslararası kurumların ve güçlerin gerçekten yapıcı bir rol oynamamasıdır. Kürt sorunundaki çözümsüzlük sadece AKP iktidarını, Türkiye’deki belli çevreleri beslemiyor. Buradan beslenen, bütün bu çelişkilerden faydalanan, Kürt halkının statüsüzlüğünü, dört parça ülkede ayrışmış ve bölünmüş olmasını kendi Ortadoğu politikaları açısından kullanışlı gören çok ciddi bir şekilde uluslararası güç ve kurum var. Uluslararası kurumların sessizliğini bu temelde ele almak gerekiyor. Yüzyıl önce Lozan’da Kürtlerin kaderini nasıl tayin ettilerse ve Kürt halkını yüzyıllık bir statüsüzlüğe mahkum ettilerse ikinci yüzyılında da Türkiye’nin benzer bir rolü oynadığını ve Kürt halkının statüsüzlüğü konusunda bir konsensüs olduğunu görüyoruz. Bugün Başûr Kürdistanı’nda bir statü var ama statünün ne hale geldiğini, nasıl araçsallaştırıldığını, ülkelerin her birinin o statü üzerinden kendilerini yaşatmaya çalıştığını ve yeni bir işgal girişimi başlattıklarını görüyoruz. Rojava’da belki koalisyon güçleri bugün Demokratik Suriye Güçleri’ni destekliyor gibi görünebilir ama bunun nedeni ödenen çok büyük bedeller ve orada IŞİD’i yenen muazzam gücün, tek gücün Kürt halkı ve onunla beraber mücadele eden halklar olması gerçeğinden doğuyor.
Menzil kaybeden bir Avrupa Birliği var
Bu anlamıyla uluslararası kurumlar pragmatik kurumlardır, ne yazık ki insanlığın binlerce yıldır süzüp, orada cisimleşmiş ortak değerlere de sırtını dönmüş durumda. Bugün AB’ye bakalım, Türkiye ile AB arasındaki göçmen anlaşması Türkiye’yi bir göçmen deposuna çevirdi ama bununla beraber anlaşmanın karşılığında Türkiye’deki bütün insan hakları ihlallerine göz yuman, rıza gösteren, sessiz kalan bir AB gerçeği var. Her bir AB üyesinin kendi çıkarlarını gözettiğini açık ve net görüyoruz. Rojava’ya işgal girişimi oldu, Kobanê’ye saldırı oldu. Serêkaniyê, Girê Spî, Efrîn işgal edildi. Bu işgal saldırıları kimin silahlarıyla yapıldı, AB’nin sattığı silahlarla yapıldı. AB’nin bugünkü konumunu iyi değerlendirmek gerekiyor. Fakat bizim Avrupa’da, AB’de, AK’de de gerçekten çok iyi dostlarımız var ve dostlarımız Türkiye’nin demokratikleşmesi, daha otoriter bir rejime yönelmemesi için ciddi bir mücadele içerisinde. Biz orayı refarans ve esas alıyoruz, bu mücadelenin büyütülmesi gerekiyor. Çünkü gün geçtikçe menzil kaybeden, bütün dünyadaki otoriter eylemelere rıza gösteren, kendi çıkarları için bunlarla işbirliği yapan bir AB gerçeği var. Kendi hukukları gereği yapmak zorunda oldukları görevleri hatırlatmak istiyoruz. Türkiye’deki otoriterlik sadece Kürtleri tehdit eden bir şey değil, aynı zamanda Ortadoğu’yu ve tabi ki bütün Avrupa ülkelerini tehdit eden bir otoriterlik olduğunu, herkesin hayatını, herkesin hakkını gasp etmeye dönük bir yaklaşım olduğunu görmemiz gerekiyor. Demokrasi neredeyse herkesin ona sahip çıkması ve otoriterlik, faşizanlık neredeyse herkesin ona karşı durması ve söz söylemesi gerekiyor ama ne yazık ki mevcut pozisyon bunun çok çok uzağında.
Hem Türkiye ve Kürdistan’da hem Ortadoğu’da çetin bir savaş Kürtlere karşı yürütülüyor. En son Rojava’da suikast yaşandı. Temelde savaşın durdurulmasında tecridin kaldırılmasının rolü ve Sayın Öcalan’ın tekrar çözüm için rol almasının önemi nedir?
Sayın Öcalan’ın en temel misyonu Türkiye’deki barış aklını geliştirmek istemesidir. Kendisi de bunu “ben devlette çözüm aklını geliştirmek istiyorum” diye ifade etmekte. Gerçekten çok uzun bir süre devlette çözüm iradesi gelişmesi için, o çözüm iradesinin güçlenmesi için de çok ciddi mücadele ettiğini biliyoruz. O anlamıyla neye sahip çıktığına çok iyi bakmak gerekiyor. Bugün Sayın Öcalan barışa sahip çıkan, Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü isteyen, sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkaların eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşaması için değil bütün dünya halklarının, Ortadoğu’nun özgürleşmesi için çözüm aklı sunan bir yerde duruyor. Tersine bakalım AKP-MHP neyi temsil ediyor; savaş kampını temsil ediyorlar ve Kürt sorununun yok sayılması, Kürt halkının tüm temel haklarının yok sayılması üzerine bir konsensüsleri var. Bugün Misak-ı Milli dedikleri bütün coğrafyayı işgal etmek üzere bir politika yürütüyorlar. Musul, Kerkük’ten tutalım bütün Rojava’nın işgal edilmesi planları var. Aynı zamanda savaş ihraç eden bir ülkeden bahsediyoruz; Libya’da, Karabağ’da savaşan, bütün çevre ülkelerde bir savaş gücü ihraç eden, ordusu dışında paramiliter güçleri eğiten, donatan, silahlandıran bir iktidardan bahsediyoruz. Bu iktidar varlık koşulunu savaşa bağlamış durumda, savaş dursa AKP gidecek, Kürt sorunu çözülse AKP gidecek denklem bu kadar basit. Sayın Öcalan’a yönelik tecridin temeli AKP’nin iktidarda kalma tutkusu yatıyor. Sayın Öcalan’ın sesinin duyulması demek Kürt halkının da onun önderliğinin de barış iradesini ortaya koyması demek.
Çözüm gücün olacak tek kişi
Bu bir gösterge; kim barış istiyor kim savaş istiyor noktasında çıplak gerçekliği görmüş olacağız. Gördük ama yeniden hatırlamış olacağız. Çünkü çok zaman geçti insanların bunu duymaya ihtiyacı var. Sayın Öcalan’ın iradesini, nerede durduğunu, Kürt sorununun çözümü konusunda ne düşündüğünü yeniden bütün toplumun ve Kürt halkının duymaya ihtiyacı var. Tecridin kırılması çok kritik bir yerde duruyor. Çünkü yeni dönemin nasıl şekilleneceği, nasıl bir rol oynayacağını geçmiş döneme bakarak anlayabiliyoruz bu anlamıyla orada bir barış iradesi tutsak, tecrit altında, Kürt sorununun demokratik çözümü tecrit altında ve bütün bu tecridi yapanın kendisi Kürt sorunu üzerinden kendini yaşatmaya çalışan AKP-MHP ittifakıdır. Kürt sorunu çözülmeden Ortadoğu sorunu çözülemez, barış gelemez. Bütün ülkeyi tutsak eden bir sorundan bahsediyoruz ve bu tutsaklığı çözecek, Türkiye’yi özgürleştirecek tek kişinin de Sayın Öcalan olduğunu söylüyoruz. Evet, Türkiye tutsak edilmiş bir durumda, Kürt sorunu üzerinden esir alınmış bir durumda bu esaret zincirlerini çözecek, çözüm gücü olabilecek, esaret zincirlerini kıracak yegane kişinin de Sayın Öcalan olduğunu açık ve net belirtelim.
8 Temmuz 2023