HDP grubu adına Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun Milli Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine konuşması

34. Birleşim
19 Aralık 2014-Cuma

2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla ilgili Millî Savunma Bakanlığı bütçesi hakkında Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Ancak sözlerime başlamadan önce Maraş katliamıyla ilgili yapılan bu katliamı nefretle kınıyorum. Bu katliamı yapanlardan hesap sorulmasını talep ediyorum.

Değerli milletvekilleri, devlet bütçeleri çok önemli siyasi, ekonomik ve yönetsel belgelerdir. Aynı zamanda hükûmetlerin emek, demokrasi, sosyal hak ve özgürlükler konusundaki duruşlarının en önemli göstergeleridir.

Bütçeyi değerlendirirken, doğal ve toplumdaki olay ve olguların derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıktığı, bunların altyapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumları olduğu bir gerçektir.

Bütçe ödeneklerinin kurum bazında fonksiyonel dağılımına bakıldığında, 2015 yılı bütçesinin yüksek derecede güvenlik algısıyla hazırlanmış bir militarist bütçe ve son yıllarda ağırlığı giderek artan bir muhafazakârlaşma ve otoriterleşme bütçesi olduğu gün gibi açıktır.

Dünyanın en fazla silahlanan devletleri arasında olan Türkiye, her geçen yıl savaşa olan bütçesini artırmakta ve savaş bütçesine harcanan paralar emin olun ki barışa harcanmış olsaydı daha olumlu sonuçlar alınabilirdi.

Göstermelik denetim ve raporların olduğu, görüşülen, konuşulan ama denetlenmeyen, ne yaptığı bilinmeyen, tek başına bütçedeki toplam ödeneklerin yaklaşık yüzde 5’ini kullanacak olan Millî Savunma Bakanlığının bütçesinin yüzde 57’si personel, yüzde 35’i tüketime yönelik mal ve hizmet alımları oluşturuyor.

Merkezi bütçenin dışında örtülü ödenekten, kamu kurum ve kuruluşlarından, vakıf ve dernek adı altında Millî Savunma Bakanlığına milyarlarca kaynak aktarılmaktadır.
AKP Hükûmetinin hazırladığı bütçe halkı soymaya, yoksullaştırmaya, işsiz bırakmaya, Türkiye’nin geleceğini karartmaya ve güzel yarınlara ipotek koyma bütçesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi AK PARTİ Hükûmeti 2015 yılı bütçesini antidemokratik bir bütçe hazırlamıştır. Halktan topladığı ağır vergileri, kendi otoritesini pekiştirmek ve sömürü alanını genişlettirmek, ve aslan payını da yine TSK ve Millî Savunma Bakanlığına ayırdığı gün gibi ortadadır. Emekçilerin kazanımlarına, halkların birikimlerine ve yaşam alanlarına göz dikildiği net bir biçimde görülmektedir. Başka bir ifade ile, yağma, talan bütçesidir aynı zamanda savaş bütçesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Orta Doğu’da adı konulmamış bir üçüncü dünya savaşı yaşanmaktadır. Çünkü vahşi kapitalist modernite nasıl birinci ve ikinci dünya paylaşım savaşlarında halkları birbirine boğazlatmışsa, maalesef, bugün aynı işi Orta Doğu coğrafyasında yapmaktadır. Orta Doğu’yu yeniden dizayn etmek isteyenlerin senaryoları sahnededir. Birinci dünya paylaşım savaşında çıkarlarına uygun toprakları elde edemeyince, isteklerini, ikinci dünya paylaşım savaşında milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur ve bir o kadar da engelli bir yaşama mahkûm edilmiştir ve bu sonuçtan sonra amaçlarına uygun bir biçimde yeni haritalar çizmişlerdir. Bununla da yetinmemişlerdir. Doğayı yaralamışlardır, ekolojik dengeyi yerle bir etmiştir.
Orta Doğu coğrafyası jeostratejik ve jeopolitik, jeoekonomik açısından dikkat çekici bir alandır. Bu alan yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları nedeni ile tarih boyunca savaşlara, istilalara, işgallere, yağma, talan, katliamlara, sürgün ve göçlere neden olmuştur. Bu duyguyu anlayabilmek için kadim Mezopotamya topraklarında Kürt halkının büyük acılar dolu bir tarih yaşadığını göreceksiniz ve hâlen DAİŞ denilen bir belayla karşı karşıyadır. Bu acıların en canlı tanığı kuşkusuz Rojava’dır, en bariz örneği Kobani’dir. Bu kesintisiz zulüm ve baskıya, inkâra, imhaya, yok sayılmaya karşı bu mazlum halk gücü oranında her zaman direnmesini bilmiştir.

Yaşadığımız bu coğrafyada, yaşanan savaşların, sömürülen halkların, işkencelerin, gözyaşıyla büyüyen çocukların artık bu kirli politikalara ve oyunlara gelmeyeceği herkesçe bilinmelidir.

İnsanca, özgürce eşit yaşamanın ilkelerinden biri de, sosyal devlet anlayışı, sosyal hukuk ve adalet anlayışı olmalıdır. Halktan alınan vergiler rantçıların cebine aktarılmamalıdır. Her alan denetlemeye açık olmalıdır. Kimse kendini yasaların üstünde görmemelidir.
Demokratik haklar ve özgürlükler için mücadele eden insanlara ve halklara, TOMA, biber gazı, cop, gözaltı, tutuklamalar olmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada sınırların kaldırılması tartışmaları sürerken yaşadığımız bu coğrafyada hâlen yüzyıl önceki düşünceyle karşı karşıyayız. Son zamanlarda Rojava’da yaşananlar ortadayken, maalesef, AKP Hükûmeti, DAİŞ gibi vahşi bir örgüte karşı oportünist bir politika geliştirmektedir. Bu politikaları, hem askerî açıdan hem siyasi bazda yanlış olarak değerlendiriyoruz ve söylüyoruz. Kürt halkının yüzyıllar önce emperyal devletler tarafından paylaşılan ve 4 parçaya bölünen bu halkın umut ediyorum ki 21’inci yüzyılda bu paylaşma ve bu parçalanmaya son vereceği umudunu hâlen canlı tutuyorum ve diyorum ki o günler yakındır.

Bu tarihsel, sosyolojik ve siyasal gerçeği kabul etmeyen AK PARTİ Hükûmeti ve iktidarı DAİŞ çetesi aracılığıyla Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarına göz dikmiş bulunmaktadır.
El Nursa, El Kaide, Ahura Şam ve diğer gruplara gönderilen yardımlar, başta Kürt halkına ve diğer halklara gözyaşı, bomba ve kurşun olarak döndüğünü ifade etmekte yarar buluyorum.

Bu kapsamda, bugüne kadar, tüm dünya kamuoyunun da tartıştığı üzere, Türkiye’nin neden koalisyon güçlerine yeterli desteği sunmadığı ortadadır. IŞİD zihniyetini Kürt özgürlük hareketiyle bir tutmaya çalışmak, bu anlayışı yanlış buluyoruz. Böylesi tarihsel sürecin yaşandığı bugünlerde DAİŞ’i özgürlük mücadelesi verenlerle aynı kefeye koymak tarihî bir yanılgıdır, günahtır ve büyük bir vebaldir.

Aslında Suriye’de yaşanan iç savaştan dolayı Türkiye’nin çetelere birçok alanda yardımda bulunması, sınır kapılarını bu gruplara açması, çetelerin sınırdan giriş ve çıkışlarına izin vermesi, onlarla saatlerce toplantı yapması kabul edilir bir durum değildir.

AK PARTİ Hükûmeti Türkiye topraklarına havan topu düşmelerinden, Suriye’deki çetelere el altından yardım etmekten, çetelerin sınırın sıfır noktasında geliştirdikleri bu geçişlerden; bir sanatçı, aktivist Kader Ortakaya’nın sanatçılarla barış zincirini oluştururken kafasından vurularak öldürülmesinden rahatsızlık duymadı. Bu Hükûmet bununla ilgili bir açıklamada da bulunmadı, hatta suspus oldu ama atılan küçük bir taşta karşı tarafa karşı topyekûn bir koro hâlinde tepki göstermesini bilmiştir.

Türkiye'nin Suriye sınırında Kürt coğrafyasını bölen sınırlar bir korkunun yansımasından başka bir şey değildir. Kürtleri ayırmak amacıyla sınırda tel örgüleri çekmekle kalmamış, devasa büyüklükte bir tampon bölge oluşturarak mayınlı bir bölge oluşturmuştur. Bugün 1.300 kilometre kara mayınlarıyla döşenmiş bulunmaktadır. Bu döşenen mayınların hiçbirini sökmemektedir. Ancak, bu savaş dolayısıyla göç eden halk bu mayın tarlalarında ne yazık ki canlarını yitirmektedirler.

Bunun en somut göstergeleri, hâlihazırda bölgedeki aktif şekilde devam eden askerî faaliyetlerin yapımı süren kalekolları, karakolları, güvenlik barajları, devam eden koruculuk sistemi, mayınlı araziler, yeni silah ve füze alımları ve dolayısıyla hâlen Millî Savunma Bakanlığına ayrılan devasa bütçe ortadadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün çözüm süreci içerisinde çatışmalar durmuş olabilir fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok yakın bir geçmişte nasıl bir savaş yürüttüğü, uluslararası savaş kurallarına uyup uymadığını şüphe ile karşılıyoruz. Zira Kazan Vadisi’nde 1999 yılında Silopi’de kimyasal silah kullanarak 20 ARGK’linin hayatını kaybettiği iddiaları hâlen açığa çıkmamıştır.

Bunları araştırmak için hakikatleri araştırma komisyonlarının kurulması şarttır. Biz her yıl sağa sola saçılmış mühimmatlar nedeniyle yaşamını yitiren Kürt çocuklarının ölüm haberlerini artık almak istemiyoruz. Ama şu çok açık ki ne Türk Silahlı Kuvvetleri ne Millî Savunma Bakanı bu sorunların hiçbirinin çözümü adına bir adım dahi atmış değildir. Hâlen de bununla ilgili bir açıklama yapmaları da söz konusu değildir.

Bunun gibi sorunların çözümü adına Millî Savunma Bakanlığı herhangi bir çözüm girişiminde bulunmaması nedeniyle güven verici bir kurum olmaktan oldukça uzaktır. Millî Savunma Bakanlığı suç üreten ve hak ihlal eden bir kuruma dönüşmüştür. Bakanlık üzerindeki tüm bu ithamlarla ilgili özeleştiri vermesi gerekir. Bakanlık içinde yapılanlarla ilgili olarak kamuoyunu aydınlatması gerekir.

Millî Savunma Bakanlığı hakkındaki iddialarla yüzleştiği zaman tüm gerçekleri kamuoyuna açıkladığı zaman, bu kurumun bütçesi elbette görüşülebilir ve tartışılabilir. Aksi hâlde, bu kuruma aktarılacak para, bu ülkeye kan ve gözyaşı olacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir diğer yapısal sorunu hepinizin bildiği gibi zorunlu askerliktir. Zorunlu askerlik, devletin vatandaşa eziyetine dönmektedir. Zorunlu askerlik, gençler ve aileleri için çok büyük bir azaba dönüşmüştür ve bu zorunluluk kaldırılmalıdır. Türkiye’de insanların askere gitmek istemedikleri açıkça ortadadır.

2014 yılı itibarıyla yaklaşık 600-700 bin bakaya ve yoklama kaçağının bulunması, 2 milyon kişinin askerliği tecil ettirmesi, bu ülkede insanların askerliğe sıcak bakmadıklarının ve askerlik yapmak istemediklerinin açık ve net bir göstergesidir. Sık sık tekrarlanan bu bedelli askerlik yasasının çıkarılması bunun açık ve net bir göstergesidir. Sık sık tekrarlanan bu bedelli askerlik yasasının çıkarılması bunun bir göstergesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin sürekli cezalandırma hafızası, vatandaşlarını sadece asker olarak görmesi, askerlik yapmak istemeyen vatandaşlara vermiş olduğu cezalar, 296 liradan başlayarak 22.286 TL’ye kadar çıkan kaçak tarifesi bir işkenceye dönüşmüştür. Zorunlu askerliğin kaldırılması hepimiz için elzemdir. Bunun için atılması gereken en önemli adım vicdani ret hakkının anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Hiç kimse iradesi dışında, zorla, baskıyla hizmet yapmaya mecbur bırakılamaz. Bu, demokrasi normlarına tamamına aykırı bir durumdur ancak Türkiye Avrupa Konseyi üyesi olmasına rağmen vicdani reddi reddeden nadir ülkelerden biridir. Vicdani reddini açıklayanların ise herkesin gözleri önünde ne kadar aşağılandıklarını, ötekileştirildiklerini hepiniz biliyorsunuz.

Zorunlu askerlik görevi yapılırken karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de askerdeyken şüpheli şekilde hayatını kaybeden vatandaşlardır. Şu an Türkiye’de askerlik yapan hiçbir yurttaşın kendi can güvenliğinden emin olduğu söylenemez çünkü bu konuda askerlik görevi için askere alınan yurttaşlar askerlik şubelerinde yapılan muayeneler sonucunda “Ruh sağlığı elverişlidir.” raporu almaktadır ama ne yazık ki Millî Savunma Bakanı yaptığı açıklamada intiharın bir hastalık olduğu yönünde raporlar vermektedir, yapılan açıklamalar oldukça gerçek dışıdır ve bu konuda ciddiyetten uzaktır.

Ancak, son on iki yılda 1.036 askerin şüpheli bir şekilde intihar ettiği açıklanmıştır. 2014 Kasım ayından itibaren 27 şüpheli asker ölüm vakası bulunmaktadır. Askerlerin sırtlarından vurularak öldürüldüğü olaylar ailelere intihar diye aktarılmaktadır. Gerçekten askerlerin intihar ettiğini farz edersek Bakanlığın bu intiharların nedeniyle ilgili herhangi bir çalışması var mıdır, merak ediyoruz ve soruyoruz. Gerçekten intihar etmiş olsalar bile bunun nedeni, niçini, bir kere aileye bu konuda bilgi verilmesi gerekir ama maalesef bu konuda herhangi bir bilgi verilmiyor. Bakanlık, kesin bir şekilde, bu askerî ölüm nedenlerini tüm çıplaklığıyla kamuoyuyla paylaşmalıdır.

Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığının bu konuya oldukça duyarsız davrandığı, halkın verdiği vergiler sonucu Millî Savunma Bakanlığına verilen milyarlarca liradan, yapılan bu harcamalardan halkı öldürme, katletme gibi sonuçlar çıkmaktadır. Bunun en bariz örneği, 34 yurttaşın savaş uçaklarıyla katledildiği Roboski katliamıdır. Ardından geçen bunca zamana rağmen hâlen failleri açıklanmamıştır. Ancak, Roboski katliamını unutmadık ve unutmayacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Savunma Bakanlığı bütçesi görüşülürken, elbette ki ana tartışma konularından bir tanesi de Ergenekon davalarıdır. 1990-2000’ler arasında Kürdistan coğrafyasında siyasi hak talep edenlerin -güçlere karşı- insanların zor kullanılarak katledildikleri iddia edilmektedir. Bu zor ve baskı aygıtlarının devreye girmesi, beraberinde insanların yerinden edilmesini, insan hak ihlallerini, binlerce insanın yaşamını yitirmesini toplumumuzun önüne koymuştur. Söz konusu dönemde 6 milyon insan göç ettirilmiştir, 17 bin insan faili meçhule gitmiştir, 60 bin insan yaşamını yitirmiştir, 4 bin köy boşaltılmıştır. Ergenekon davalarında yargılanan birçok askerin söz konusu dönemde Kürdistan’da görev aldığı bilinmesine rağmen, deyim yerindeyse, Ergenekon davaları Fırat’ın doğusunu geçmemiştir. Bu da göstermektedir ki, sistem kendi içinde bir iktidar kavgasını vermektedir ve bu iktidar kavgasının sonucu olarak, Ergenekon davalarının hâlen ne durumda olduğunu kimse bilmemektedir ve şeffaf da değildir, “Ne için, neden?” soruları hâlen askıdadır. Ergenekon davalarının sonucu, hâliyle bir yüzleşmeden çok, iktidar grubunun düellosunu yansıtan bir arena olarak vücut bulmuştur.

Bir diğer konu ise, Türkiye'nin Türk Silahlı Kuvvetlerinin tekrar bir siyasi aktör olarak meydana çıkmasıdır. AK PARTİ döneminde her ne kadar siyasi alanda müdahale yaklaşımlarından vazgeçildiği söyleniyorsa da Türk Silahlı Kuvvetleri, Kobani’deki savaş durumundan kaynaklı her gün açıklama yaparak bizatihi kendilerini Millî Savunma Bakanlığı ve yargı yerine koymuşlardır.

Genelkurmayın Millî Savunma Bakanlığına bağlamasını talep ediyorum ben. Özellikle, geçen süreçte de söylemiştim, Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına bağlanması gerekir, demokrasiyle idare edilen ülkelerde durum bundan ibarettir fakat Türkiye’de bunun tersidir. Başka ülkelerde kimse Genelkurmayın adını bilmez, Genelkurmay Başkanı siyaset yapmaz, herkes kendi görevini yapar ama ne hikmetse Türkiye’de bunun tersi olduğu hepinizce malumdur. Bu kapsamda, demokratik hukuk devletinin tesis edilmesi için yapısal çözümler bulunmak zorundadır. Bulunmaz ise Türkiye’de darbe mekaniğinin sürekli devrede olma kuşkusu olacaktır, bu inkâr edilemez ve kaçınılmazdır. Bu nedenle, tekrar ediyorum, eğer biz demokrasiden, insan haklarından, hukuktan, insanlıktan, adaletten söz ediyorsak Genelkurmay Başkanlığının mutlaka ve mutlaka Savunma Bakanlığına bağlanması gerektiğini ifade ediyoruz.
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.