Günay: İmralı’dan ses geldikçe toplumda sağduyu, diyalog ve aklıselim duygular güç kazanıyor

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde basın toplantısını gerçekleştirerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Tecrit, Pandemi, İstanbul Sözleşmesi, Ekonomi konularını değerlendiren Günay, şunları söyledi:  

Bildiğiniz gibi 4 Ağustos’ta Beyrut’ta korkunç bir patlama yaşandı. Kentin büyük bir bölümünde yıkıma yol açan patlamada yüzlerce insan hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı, 300 binden fazla insan da evsiz kaldı. Bu korkunç patlamadan dolayı derin üzüntü içerisindeyiz. Hayatını kaybedenlere rahmet, ailelerine başsağlığı ve yaralananlara için de acil şifalar diliyoruz. 

Beyrut’taki facia savaşa yapılan yatırımların halklara yıkımdan başka şey getirmediğini gösterdi 

Birçok kültüre, inanca ev sahipliği yapan bu ortak yaşam kenti, direnişi, mücadeleyi on yıllardır yaşamının bir parçası haline getirdi. Beyrut’ta yaşayan halklar bu zor günleri de  elbette aşacaktır. Bu zorlu günlerde başta partimiz HDP olmak üzere, Türkiye halkları olarak bütün imkanlarımızla Lübnan halklarının yanındayız. Bir daha bu tür büyük yıkımlara ve acılara neden olan olaylar yaşamamak için öncelikle bu savaş zihniyetinden, savaş için depolanan mühimmatlardan vazgeçilmesi gerekiyor. Yıllardır savaşın yıkım getirdiğini dile getiriyoruz, Beyrut’taki büyük facia kaza da olsa sabotaj da olsa savaşa yapılan yatırımın halklara yıkımdan başka bir şey getirmediğini bir kez daha gösterdi. Bir kez daha Lübnan halkına başsağlığı diliyoruz. 

CPT, İmralı sistemini açıkça tecrit sistemi olarak tanımlıyor 

Türkiye’yi yaşanılmaz bir ülke haline getiren iktidarın savaş politikasının, çözümsüzlüğün, anti-demokratik yönelimlerin kaynağını iktidarın tecrit politikası belirliyor. 5 Ağustos’ta Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme ve izleme Komitesi (CPT), Türkiye raporunu açıkladı ve bu raporun önemli kısmı Sayın Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevine ilişkin bölümlerdi. 

Rapor, açıkça “İmralı sisteminin” bir tecrit sistemi olarak tarif ediyor bunun asla kabul edilemeyeceğini belirtiyor. Bu rapora göre İmralı’da bulunan tutsaklar haftalık 168 saatten 159 saatini mutlak tecrit koşullarında geçiriyorlar. CPT heyeti 2019 yılında İmralı Cezaevi'ne yaptığı ziyarete ilişkin açıkladığı raporda, 2016'dan bu yana İmralı sisteminde  herhangi bir iyileşme olmadığı belirtilerek cezaevindeki sisteminin “tamamen gözden geçirilmesi” gerektiğini istiyor. Yani bu sistem tamamen gözden geçirilmeli diyor CPT. 

CPT raporu ulusal ve uluslararası hukuku çiğneyen suç halini tarif ediyor 

CPT raporunda, Türkiye hükümetini, İmralı Cezaevi'ndeki tüm tutsakların, istedikleri takdirde, yakınlarından ve avukatlarından etkili bir şekilde ziyaret edilmelerini sağlamak için gerekli adımları atmaya çağırıyor. Bu amaçla, 'disiplin' nedenleriyle aile ziyaretlerini yasaklama uygulamasına son verilmesini istiyor. Ayrıca Komite yani CPT, Türkiye hükümetinden İmralı Cezaevi'nde tutuklu bulunan tüm mahkumların aile üyeleri ve avukat ziyaretleri hakkında aylık olarak açıklama yapmalarını talep ediyor. 

CPT’nin belirttikleri son derece önemlidir, bağlayıcıdır. Bu konu bağlamında biliyorsunuz, Asrın Hukuk Bürosu dün bir açıklama gerçekleştirdi. Bu açıklamada da vurgulandığı üzere rapor, üye devletin onayı ile açıklanmıştır. Oysa CPT, insan hakları hukukuna bağlı olarak devletler üstü bir kurumdur. Öncelikli görevi işkenceyi önleme olan CPT, görevini ihmal eden bir noktadan söz kurmaktadır. Bu durumun kendisi bile adada sürdürülen işkence ve infaz rejiminin boyutlarının, hukuksuzluğunu göstermektedir. Açıklanan rapor tecrit sistemini, ulusal ve uluslararası hukuku çiğneyen suç halini tarif ediyor. 

İmralı’da evrensel bir suç işleniyor ve uluslararası tüm kurumlar sessiz kalıyor

Altını çizerek belirtmek gerekir ki, İmralı’da evrensel bir suç işleniyor ve uluslararası kurumlar maalesef sessiz kalıyor. CPT de üzerine düşeni tam olarak yerine getirmiyor. İmralı’daki tecrit ve işkence konusunda gerekli hassasiyeti yerine getirmeyen CPT, yaptığı ziyaretlerin sonuçlarını da kamuoyu baskıları gelince ancak kamuoyuna açıklıyor. Bu da, İmralı’daki tecrit sisteminin uluslararası bir sistem olduğunun kanıtıdır. Örneğin bir yıldan fazladır avukat ve aile görüşü İmralı adasında gerçekleştirilmedi. 

Pandemi durumu var ve kamuoyu adada ne olduğunu bilmiyor, bu konuda bilgilendirme yapılmıyor. 2020 yılında CPT gitti mi? En son ne zaman gitti? Daha da önemlisi açıkladığı bu raporun gerekliliklerini takip edecek mi? Sistem tamamen gözden geçirilmeli diyor, peki ama sisteme dair ne yapıyor, neyi takip edecek? Önerisi nedir, neden üzerinde durmuyor! Tüm bunlar daha çok soru işareti yaratmakla kalmıyor, tecridin nasıl uluslararası bir karar mekanizmasında işlendiğini gösteriyor. 

İmralı sistemi bütün ülkeye yayıldı; Türkiye İmralılaştı 

İmralı üzerinde uygulanan tecrit, kendine has bir rejim biçimidir ve sistematik bir işkenceye dönüşmüş durumdadır. Bu yüzden; sorun, bir kişinin hukuki haklarından mahrum bırakılması kadar Sayın Öcalan tutsaklığında halklara acı ve gözyaşından başka bir şey sunmayan bölgenin dizayn edilme çabasıdır. 

İmralı sistemi bu haliyle bütün ülkeye yayıldı; Türkiye İmralılaştı, bugün herkesin hakkı ve hukuku tehdit altındadır. İktidarın İmralı’ya karşı takındığı tutum savaş politikası mı barış politikası mı yürüteceğinin işareti oldu. Geçmişte barış masası İmralı’da kuruldu, maalesef barış masasını yine iktidar İmralı’da devirdi. O günden beri ülke nefes alamıyor. İmralı susturulmaya çalışıldıkça ülkedeki kaos artıyor, savaş lobisi yüksek perdeden tek koro halinde harekete geçiyor. 

İmralı’dan ses geldikçe toplumda sağduyu, diyalog ve aklıselim duygular güç kazanıyor 

Tam tersine İmralı’dan ses geldikçe toplumda sağduyu, müzakere, diyalog ve aklıselim duygular güç kazanıyor; çok değil bunu 2013-2015 yıllarında hep birlikte yaşadık ve deneyimledik. 

‘Neden tecrit var’ diye sorduğumuzda çatışmalı süreç ve terörizm yanıtı veriyorlar. Ben de buradan sesleniyorum. Hangi İmralı görüşmesinde Sayın Öcalan savaş çağrısı yapmıştır? Barışı kurmak için çabalamadığı tek bir görüşmesi var mı? Bu görüşmelerin her bir satırını Erdoğan da okudu, devlet yetkilileri de. Hangisinde savaşa, çatışmaya, kavgaya çağrı vardı? Kaldı ki tecridin, hukuksuzluğun, baskıcı yöntemlerin kendisi savaşı ve çatışmayı körükleyen politikalardır. Son 5 yılda iktidar bu politikalarla neyi çözdü? 

Sayın Öcalan, avukatlarıyla yaptığı son görüşmesinde “İmkân verilsin 1 hafta içinde bu sorunu çözerim” diyen, en küçük bir görüşmeyi bile barışın zemini oluşabilsin diye çabalayan bir liderdir. Evet, Beşir Atalay’ın ve devlet yetkililerinin bir zaman önce söylediği gibi, “Beğenseniz de beğenmezseniz de Öcalan Kürtlerin lideri”. Milyonlarca insan kendisini lider olarak görüyor ve öyle kabul ediyor. 

Türkiye’yi şu an içine düştüğü krizler kuyusundan çıkaracak kişi Öcalan 

Türkiye’yi şu an içine düştüğü krizler kuyusundan çıkaracak olan kişinin Öcalan olduğunu bilen güçler tecritte ısrarcıdır. Tecrit kalkarsa barış ihtimalinin konuşulacağı, ona zeminin açılacağını bilen savaş baronları tecrit politikasında ısrarcı ve tecridin sona ermesini istemiyor. 

Krizler içinde debelenen bir ülkenin çatışmaya değil barışmaya ihtiyacı var, sağduyuya ihtiyacı var, bu sağduyu Sayın Öcalan’dır. 

Bu mesele sadece Kürt halkını ilgilendirmiyor, bütün ülkenin her bir ferdini ilgilendiriyor. Bugün ülkede hukuk yok, yasa yok, adalet hak getire, keyfiyet almış başını gidiyor. Biz bunların tamamını 21 yıldır İmralı’daki örneklerden biliyoruz. 

Sorunların diyalog ve müzakereyle çözülmesi yolu herkes için en kazançlı yoldur 

Son 5 yılda bu politikalarla ülkenin gidebileceği yol olmadığı görüldü. Bu savaş, tecrit, hukuksuzluk ve despotik politikalarda ısrar etmek bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. İktidar da kendisini bu politikalarla kurtaramaz. Bu gidişata hep birlikte son verebiliriz. Bizim önerimiz ve çağrımız açıktır; her birimizin bir diğerimizin hakkını ve hukukunu gözeterek daha özgür daha huzurlu daha yaşanabilir bir ülke yaratabiliriz. Bunu çözüm sürecinde deneyimledik. Sorunların diyalog ve müzakereyle çözülmesi yolu herkes için en kazançlı yoldur. 

Hiç kimse İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik saldırı dalgasına sessiz kalmamalı 

İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin tartışmalar ile birlikte bu konuda erkek aklı tarafından kadın kazanımlarına yönelik çok boyutlu bir saldırı kampanyası sürüyor. Sözleşmeden çekilme kampanyası yürütenler, bunun teorisini yapanların tamamı işlenen sistematik kadın katliamlarının, kadına yönelik şiddetin taraftarlarıdır ve aynı zihniyeti savunduklarını açıkça itiraf ediyorlar.

Kadınlar başta olmak üzere bu ülkede özgürlük, eşitlik, bir arada yaşamı savunan hiç kimse bu saldırı dalgasına karşı sessiz kalamaz, kalmamalı da. 

Kadınlar da bu saldırıya karşı her zamanki gibi direnişi ve mücadeleyi yükseltiyor. Sözleşme için önceki gün kadınlar Türkiye’nin birçok ilinde sokaklardaydı. Hakları ve özgürlükleri için seslerini yükselttiler. Dün binlerce, yüzbinlerce kadının katılımıyla ülkenin dört bir tarafında yapılan eylemlerde kadınlar esas olarak “gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz” dediler. 

İstanbul Sözleşmesi biz kadınların yüzlerce yıllık mücadelesinin sonucu elde ettiği kazanımıdır ve bunu hiç kimse elimizden alamayacak. Biz yaşam hakkımıza, emeğimize sahip çıkıyoruz, bizim olanı savunuyoruz. İstanbul Sözleşmesi'ni savunmaya devam edeceğiz. 

İktidar ne pandemiyi kontrol altına alabildi ne de ekonomiyi 

İktidar, geçtiğimiz 5 ayda, önceliğinin insan sağlığı değil para olduğunu gösterdi. Tüm önceliklerini ekonomik göstergelere göre belirledi. Üstelik ne pandemiyi kontrol altına alabildi ne de ülke ekonomisini kontrol altına alabildi. 

Hükümetin iki ayrı bakanlığı nasıl birbirinden bu kadar farklı ve çelişkili vaka sayısı açıklayabiliyor? 

Bu beceriksizlik yetmiyormuş gibi son dönemde valiliklerin açıkladığı verilere göre ortada bir sahtekarlık da var. Sadece birkaç örnek verelim;

Malatya Valisi 100’lü rakamları aşan hasta sayılarına ulaştıklarını söylüyor, Sağlık Bakanlığı Malatya’nın da dahil olduğu 8 ilde 45 vaka sayısını açıkladı. Rize Valisi “40'lı vakaları gördüğümüz gün oldu” diyor, Ancak Sağlık Bakanlığının Rize’nin de dahil olduğu 6 il için açıkladığı en yüksek rakam 25. Erzurum Valisi kentteki toplam vaka sayısının 2511 olduğunu açıkladı. Aynı tarihte Erzurum’un dahil olduğu 6 ilde Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı vaka sayısı ise 2946. Rakamlar arasındaki çelişki çok büyük. Bu bir yana; bu valilikler İçişleri Bakanlığı'na bağlı valilikler. Aynı hükümetin iki ayrı bakanlığı böylesine kritik bir konuda nasıl birbirinden bu kadar farklı ve çelişkili veriler açıklayabiliyor? Hangisi yalan söylüyor? Birbirlerinden bu kadar habersiz olmaları mümkün mü? Eğer bu kadar habersizlerse bu ülkeyi yönetmeye mahirler mi?  

İktidarın derdi asla halk sağlığı değildir; iktidar para ve koltuk peşinde

Tabi bu durum akıllara başka soruları da getiriyor. Biz özelde şu sorunun cevabını acilen bekliyoruz: İçişleri ve sağlık bakanlıklarının açıkladığı vaka sayıları arasındaki büyük çelişkinin sebebi nedir? Bu soruyu sormaya hakkımız var çünkü AKP’de Saray entrikaları bitmiyor. Verilerdeki büyük çelişkinin sebebi elbet ortaya çıkacaktır. Ama şu kesin ki bu iktidarın derdi asla halk sağlığı değildir. İktidar para ve koltuktur peşinde.  

Kendi koltuklarının derdine düşen bakanlar, bilinçli olarak Kürtleri ölüme terk ediyor 

Meselenin başka bir boyutu da Kürt kentlerinde yaşananlar. Kürt kentlerinde kontrol yok, halk kendi haline terk edilmiş. Ne vaka sayısı tespit ediliyor ne de tedavi var. Bütün Kürt illeri kendi kaderine terk edildi. Kendi koltuklarının derdine düşen bakanlar, bilinçli olarak Kürtleri ölüme terk ediyor. Salgının ilk günlerinden beri iktidara seslenen, ortak çalışma çağrısı reddedilen TTB’nin çabası olmasa Kürt illerinde ne yaşandığından kimsenin haberi olmayacak. Ama durum buradan gözüktüğünden çok daha vahim düzeyde. 

Halkımız iktidarın aldığını iddia ettiği tedbirlere itibar etmemeli 

Kürtleri bir kez daha ölüme terk eden bu zihniyetle daha fazla devam edemeyiz. Halkımız iktidarın aldığını iddia ettiği tedbirlere itibar etmemeli. Gereken tüm tedbirlerini kendisi almalıdır. Ve tabi dayanışmayı ihmal etmemelidir. Partimiz, bu yöndeki çalışmalarına hız kesmeden devam edecektir.  

Yine yandaşlar bir gecede milyoner yapıldı, olan yine ülke ekonomisine oldu 

Bu pandemi tedbirlerini gevşetme ve halkı savunmasız bırakmanın gerekçesi yaptıkları ekonomi de tepetaklak. Döviz kuru aldı başını gidiyor. Dolar 7,5 TL’ye tırmanırken, Euro 8.5 TL’yi geride bıraktı. Altındaki rekorların çetelesini tutmak bile neredeyse imkansız hale geldi. Muhtemelen bu hareketlilikle yine yandaşlar bir gecede milyoner yapıldı. Olan yine ülke ekonomisine oldu. Her geçen gün daha fazla borçlanan, alım gücü düşen, emeği değersiz hale gelen bir ülke yarattılar. Enflasyon, tartışmalı TÜİK verilerine göre bile yüzde 12’lerde. İnsanların alım gücü düştü.  

Kuvvetler ayrılığı paramparça edildi, kurumlar çökertildi; krizin bir sebebi de bu

Oysa Erdoğan 24 Haziran 2018 seçimlerinde “Verin kardeşinize yetkiyi, faizle, ekonomiyle nasıl uğraşılırmış göreceksiniz” demişti. Hamasetle halkı aldattılar, sonuç ortada. Biz o zaman yeni sistemin Türkiye’yi uçuruma sürüklediğini söylemiştik. Geçen iki yıllık süreçte kuvvetler ayrılığı paramparça edildiği gibi kurumlar da çökertildi. İçinden geçtiğimiz krizin bir sebebi de budur. 

Bu krizin üstüne bir de tek adamın ve onun yetki verdiği damadın ekonomi yönetimi de eklenince korkunç günlerin geleceği aşikar. Zenginler daha da zenginleşirken yoksullar daha da yoksullaşıyor. Küresel krize kötü ekonomi yönetimi de eklenince ülkemizde ortaya çıkan manzara ortada. 

Hakça adil vergi ve adaletli dağıtım olmadan krizden çıkmak imkansız 

Krizden çıkış yolunu; biz geçtiğimiz günlerde sunduğumuz Halk İçin Bütçe Kanun Teklifimizde açıkça yazdık, önerdik. Halk için bütçe çıkmadan, hakça adil vergi ve adaletli dağıtım olmadan krizden çıkmanın yolu ve imkanı olmayacaktır. 

Anayasal olarak hükümsüz olan bir kurumun bütçesi ile yönetiliyoruz 2 yıldır 

Kurumlar yeniden özerkliğine kavuşmalı. Geçtiğimiz gün Anayasa Mahkemesi bir karar verdi biliyorsunuz. Buna göre bütçeyi yapan Strateji ve Bütçe Başkanlığı, İletişim Başkanlığı gibi 4 kurumun Anayasa’ya aykırı olarak kuruldukları, kanunla kurulması gereken kurumların Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle kurulmayacağına karar verdi. Anayasal olarak hükümsüz olan bir kurumun bütçesi ile yönetiliyoruz 2 yıldır. İşte bu kurumun bütçesi krizin asıl nedenidir. Bu yüzden Saray’ın bütçesi dedik. 

Ekonomideki duruma ilişkin ezan, bayrak, vatan hamasetini yapmadan kullanabilecekleri bir cümle yok 

Şimdi sormak istiyoruz: Toplumu bu kadar rahatsız eden, iflas getiren, ocak söndüren doların bu yükselişine var mıdır diyecekleri bir şey? Ezan, bayrak, vatan hamasetini yapmadan kullanabilecekleri bir cümle var mı? Yok, çünkü zenginleşiyorlar. Ama halk umurlarında değil. 

Meclis krize yol açan tüm sorunların çözülmesi için acilen toplanmalı  

Meclis bu durum nedeniyle acilen toplanmalı ve krize yol açan tüm sorunların çözülmesi temelinde görüşmeler yapmalıdır. İsraf ekonomisine son verilmesi, demokrasinin tam uygulanması gerekiyor. Kürt sorunu çözülmeden, kutuplaşmalar kamplaşmalar sona erdirilmeden ekonomik istikrar hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. 

Felaket û hilweşîna li Berûdê encama siyaseta şer e 

Kedkarên çapemeniyê, ez dixwazim ji bo çapemeniya Kurdi axaftina xwe bi Kurdî jî dubare bikim. 4'ê Tebaxê li Bêrûdê teqînek qewimî û gelek derên bajêr hilweşiyan. Bi sedan kesan jiyana xwe ji dest dan û bi hezaran kes jî birîndar bûn, bêmal man. Em ji ber vê felaketê gelek xemgîn in. Rehma Xwedê li miriyan be, em sersaxiyê ji malbatên wan re dixwazin. Û şîfaya xêrê li birîndaran be.  

Bêrûd gelek çandan û baweriyan di hundirê xwe de dihewîne. Bi deh salan e Bêrûdê, têkoşîn û berxwedan kiriye parçeyekî jiyana xwe. Gelên Bêrûdê wê van rojên xedar jî derbas bikin. Hêvî ye Bêrûd dîsa were ser hemdê xwe. Em jî wek HDP û gelên Tirkiyeyê bi hemû derfetên xwe bi gelên Bêrûdê re ne em ê di van rojên zor de piştgiriyê bidin hev.  

Ji bo ku ev êş û hilweşîn cardin neyê serê tu gelî, divê her dewlet dev ji siyaseta şer berde û muhîmatên şer kom neke. Teqîna li Bêrûdê ev yek dîsa anî ber me ku ji xeynî siyaseta aştiyane tu rê ji bo jiyaneke xweş nîne. 

Rapora CPT’yê pergala Îmraliyê wekî pergala tecrîdê pênase dike 

Kedkarên hêja, sedema mezin a polîtîkayên şer, bêçareserî û helwestên antîdemokatîk a siyaseta tecrîdê ye. CPT 5'ê Tebaxê rapora xwe ya derheqê Tirkiyeyê de weşand û rapor piranî li ser Girtîgeha Îmraliyê bû ku Birêz Ocelan tê de ye.  

Rapor bi awayekî eşkere nîşan dide ku pergala Îmraliyê pergaleke tecrîdê ye û dîsa nîşan dide ku ev yek tu car nayê qebûlkirin. Li gor vê raporê girtiyên li Îmraliyê di 168 saetên hefteyê de 159 saet di bin tecrîda mutleq de tên girtin. Dîsa li gor raporê ji ziyareta 2016'an heta ziyareta din a 2019'an, di pergala Îmraliyê de tu veguhertin nehatiye kirin û daxwaz kirine ku pergala girtîgehê ji nû ve bê nirxandin û ber çavan re bê derbaskirin. 

Li Îmraliyê sûcekî navneteweyî heye 

Divê em bi awayekî hişk cardin nîşan bidin ku, li Îmraliyê sûcekî navnetewî tê kirin û hemû saziyên navnetewî bêdeng in. CPT jî peywirên xwe baş nayne cî û li ser tecrîd û îşkenceya li Îmraliyê, berpirsiyariyên xwe ji bîr dike. Encam û raporên ziyaretên xwe jî bi derengî û ew jî ji ber israra raya giştî parve dike. Ev yek bi tena serê xwe diyar dike ku li Îmraliyê pergaleke navneteweyî heye û tecrîdeke navneteweyî tê meşandin.  Ji salekê zêdetir e hevdîtinên parêzeran û malbatê tê astengkirin. Rewşa  pandemiyê her diçe xerabtir dibe û tu kes nizane bê ka li giravê çi diqewime. Wek mînak, CPT îsal çûye Îmraliyê? Herî dawî kengî çû? Xala herî muhîm, CPT wê pêdiviyên vê rapora xwe bişopîne yan na? Erê di raporê de dibêje divê pergala Îmraliyê ji nû ve bê nirxandin û di ber çavan re bê derbaskirin. Lê pêşniyarên wê çi ne? Divê ev tişt hemû li gor berpirsiyariyan bên ronîkirin û gel bê agahdarkirin.   

Ev yek zelal e ku tecrîda li ser Îmraliyê rejîmeke serbixwe ye û îşkenceyeke pergalî û domdar e. Mirovek ji hemû mafên xwe yên hiqûqî tê bêparkirin. Bi dîlgirtina birêz Ocalan, dixwazin herêmê ji nû ve li gor xwe dîzayn bikin. 

Pergala Îmraliyê belav bû ye, wan Tirkiye kiriye Îmralî! 

Lewma Pergala Îmraliyê li hemû Tirkiyeyê belav bûye. Wan Tirkiye kir Îmralî. Îro mafê her kesî di bin xeterê de ye. Siyaseta şer yan jî aştiyê li gor helwesta îqtîdarê a li Îmraliyê derdikeve holê. Wexta ku berê xwe dan aştiyê çûn li Îmraliyê maseya aştiyê danîn û ew mase ji aliyê îqtîdarê ve dîsa li Îmraliyê hat hilweşandin. Û ji wê rojê ve ye Tirkiyeyê bêhnek fireh nestandiye û xêr nedîtiye.  

Dibêjin ji ber pêvajoya şer û terorîzmê tecrîd heye. Em dipirsin, di kîjan hevdîtinê de Birêz Ocalan banga şer kiriye? Yek hevdîtineke wî heye ku ji bo aştiyê hewl nedabe? Erdoxan jî hemû berpirsên dewletê jî her gotinên wan hevdîtinan xwendin. Di kîjanê de banga şer û pevçûnê hebû? Esas ev polîtîkayên tecrîdê, bêhiqûqiyê, rêbazên tundiyê, şer û pevçûnê çêdikin. Îqtîdar bi van polîtîkayên 5 salên dawiyê çi bi dest xist?   

Pêdiviya me bi aştiyê heye riya wî jî birêz Ocalan e 

Heçku birêz Ocalan di hevdîtina xwe ya dawiyê de jî got, “fersendekê vekin ez di nav hefteyekê de vê pirsgirêkê çareser bikim.” Birêz Ocalan di hevdîtina herî kin de jî hewla aştiyê dide. Erê demek berê  Beşîr Atalay û berpirsên dewletê jî diyar kiribûn “bê hesabê we ya neyê, Ocalan rêberê gelê Kurd e.” Bi mîlyonan kes wî wek rêberê xwe dibînin. 

Pêdiviya me ne bi şer û pevçûnê, bi aştiyê heye. Pêdiviya me bi ferasete xurt heye û ew jî birêz Ocalan e. Rêya diyalogê ji bo her kesî sûdewer e.   

Yên kampanyaya ‘bila Peymannameya Stenbolê be betalkirin’ dimeşinin şirîkê kujerê jinan e 

Kedkarên hêja, nîqaşên li ser Peymannameya Stenbolê û pê re jî êrîşên li ser destkeftiyên jinan hê jî didomin. Ev kesên ku kampanyayên vekişîna Peymannameya Stenbolê dimeşînin, alîgirên qetlîamên jinan in, heman zihniyetê diparêzin. 

Pêşî jin û her kesê ku azadî û pevrebûnê diparêzin divê li hember vê pêla êrîşê bêdeng nemînin. Jin wek her carê li hember vê êrîşê jî têdikoşin û li ber xwe didin.  

Bila bê zanîn ku Peymannameya Stenbolê ji bo me jinan destkeftiya têkoşîna sedsalan e û tu kes nikare wê ji dest me bistîne. Em xwedî li mafê xwe yê jiyanê û li keda xwe derdikevin. Em a xwe diparêzin. 

Di mijara pandemiyê de sextekariya hikûmetê heye 

Îqtîdarê ev pênc mehên dawiyê isbat kir ku ji bo wê tenduristiya mirovan ne muhim e, ji bo wan pere muhim e. Lê belê nekarî pandemî kontrol bikira ne jî ekonomî. Ev bêkêrtî ne bes, li gor daneyên ku walîtiyan van demên dawiyê weşandin, li holê sextekariyek jî heye. Em çend mînakan bidin;  

Waliyê Meletiyê dibêje jimarên nexweşên me ji sedî derbas kirine. Wezîrê Tenduristiyê dibêje Meletî jî tê de di heşt bajaran de 45 waqa hene. Waliyê Rîzeyê dibêje me 40 waqa çêbûne, lê Wezîrê Tenduristiyê ji bo wê rojê dibêje Rîze jî tê de di şeş bajaran de 25 waqa hene. Waliyê Erziromê eşkere dike ku li Erzoromê jimara waqayan bûye 2211 (du hezar û du sed û yanzdeh). Lê Wezîrê Tendurustiyê ji bo heman rojê dibêje Erzirom jî tê de di 6 bajaran de jimara waqayan 2946 (du hezar û neh sed û çil şeş). Nakokî pir zêde ye. Tê fahmkirin ku Wezîrê Tenduristiyê qet ne durist e. 

Pirs gelek in lê em hew yekê bipirsin. Jimarên ku Wezareta Karê Hundirîn û Wezareta tenduristiyê diweşîne çima ji hev cuda ne? Ev çi nakokî ye?

7 Ağustos 2020