Günay: İktidarın saldırıları bizi yolumuzdan vazgeçiremeyecek, AKP’yi gidici olmaktan kurtaramayacaktır

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Diyarbakır’da haftalık olağan basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. Partimizin DEDAŞ ile ilgili hazırladığı raporu da açıklayan Günay şöyle konuştu: 

Demokrasi Buluşmaları kapsamında bugün Diyarbakır’dayız. Türkiye’nin dört bir tarafında bu buluşmaları gerçekleştiriyoruz. 

Erkek şiddeti konusunda affımız yoktur: Mensur Işık kesin ihraç talebiyle Disiplin Kuruluna sevk edilmiştir 

Önce bir başka konuya değinmek istiyorum. Dün basına maalesef bir haber düştü. Muş Milletvekili Mensur Işık’ın eşine şiddet uyguladığına yönelik. Dün de söyledik bugün de söylüyoruz; bu konuda hiçbir koşulda, hiçbir şekilde affımız yoktur. Tavrımız açık ve nettir; bizim için erkek şiddetinin fakatı, aması, lakini yoktur. Asla da olamaz. Bu nedenle Kadın Meclisimizin (Mensur Işık hakkında) kesin ihraç talebiyle Merkez Disiplin Kurulumuza başvurusu oldu. Bugün itibariyle MDK’mız Kadın Meclisimizin talebi üzerine kesin ihraç istemiyle işlemleri başlatmıştır. MDK’mızın kararı da daha sonra sizlerle paylaşılacaktır.  

Demokratik Mücadele Programımız kararlılıkla sürüyor 

Haziran ayında başlattığımız Demokratik Mücadele Programımız tüm engellemelere rağmen büyük bir kararlılıkla sürüyor. 8-12 Temmuz aralığında AKP-MHP iktidarının hukukun tabutuna son çiviyi çakmak için getirdiği Çoklu Baro düzenlemesine karşı Genel Kurul'da etkili bir muhalefeti yaparken, sokakta barolarla, avukatlarla birlikte direndik. 

AKP’nin Esat Oktay’ın ruhunu yaşatan işkencelerine karşı sesimizi yükselttik 

14 Temmuz’da, 12 Eylül darbesinin işkence merkezleri olan Amed ile Ulucanlar Cezaevinin önündeydik. Hapishanelerde, mahkemelerde, sokaklarda, karakol ve emniyet müdürlüklerinde, yaşamın her alanında insan hakları ihlallerine, AKP’nin Esat Oktay’ın ruhunu yansıtan işkencelerine karşı sesimizi yükselttik. İktidar da, polis gücüyle, bütün engellemeleriyle Ulucanlar ve Amed Cezaevinin önündeydi. Tıpkı 12 Eylül’de işkence edenler ile direnenlerin karşı karşıya gelmesi gibi bizler de onlarla karşı karşıyaydık. 

Dün Urfa’da bugün Amed ve İstanbul’da buluşmalar gerçekleştiriyoruz 

Dün bereketli toprakların merkezi olan Urfa’da, DEDAŞ mağduru olan çiftçilerle, tarım işçileriyle, halkımızla Emek Buluşması gerçekleştirdik. Bugün ise “Hep birlikte savaş ve yoksulluğa hayır” demek için Amed ve İstanbul’da eş genel başkanlarımızın katılımıyla buluşmalar gerçekleştiriyoruz. Savaşa ve yoksulluğa hayır diyen tüm kesimlerle bir araya geliyoruz, iktidarın savaş politikalarına, Kürt sorunundaki çözümsüzlük ısrarına karşı yaşadığımız coğrafyada barışa giden yolu örmeye çalışıyoruz bunun mücadelesini yürütüyoruz.  

İzmir’de Demokrasi Kürsüsü ile final buluşmamızı gerçekleştiriyoruz 

Demokratik Mücadele Programımız bundan sonra da bütün kararlılığıyla devam edecek. Demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesini yükseltmek için bütün toplumun da bizim de çok fazla gerekçemiz var. 18 Temmuz’da Hatay’da Halklar ve İnançlar Buluşması, 20 Temmuz’da İstanbul’da Suruç Katliamı Anması, Ankara’da Adalet Buluşması, 21 Temmuz’da Kocaeli Dilova’da Emekçilerle Buluşma, 22 Temmuz’da İstanbul’da Gençlik Buluşması, 24 Temmuz’da İstanbul’da Kanal İstanbul Projesine Karşı Ekoloji Buluşması, 27 Temmuz’da İzmir’de Temmuz ayının final etkinliğini yaparak Demokrasi Kürsüsü ile programımız sürecek. 

Mücadele Programımız 1 Eylül’e kadar sürecek 

Bu programımız 3 aylık bir program. Bu çerçevede Ağustos ayında yapacağımız eylem ve etkinliklerin çalışmaları ise devam ediyor. 

Demokrasi Mücadelesini yükseltmek açısından biz ne ilkiz ne de son olacağız. Dünyanın her yerinde baskıcı rejimlere, diktatörlere, otoriter sistemlere karşı ezilen halkların, emekçilerin, gençlerin isyanı tarihten bugüne devam etmektedir. Demokrasi gelene dek, halklarımız nefes alana dek, derelerimiz özgür akana dek, buğdayımız, mısırımız özgürce yeşerene dek hepimiz hep birlikte özgürleşene dek, bu mücadelemiz sürecek. 

AKP’nin saldırıları bizi yolumuzdan vazgeçirmeyecek, AKP’yi de gidici olmaktan kurtaramayacaktır 

Biz bu mücadeleyi yürütürken AKP-MHP iktidarı da toplumun bütün kesimlerine karşı saldırılarını sürdürüyor. İktidarın kadın düşmanı politikaları sonucu 14 Temmuz günü Amed ve Antep’te yapılan ev baskınlarında  Özgür Kadın Hareketi (TJA) Sözcüsü Ayşe Gökkan’ın da aralarında bulunduğu 24 kadın gözaltına alındı. Aynı gün Antep’te HDP yöneticisi ve üyesi 33 kişi gözaltına alındı. Antep İl Eş başkanımız Musa Aydın’ın da aralarında bulunduğu birçok arkadaşımız sadece seçim çalışmaları yürüttüğü için tutuklandı. Partimize, mücadele edenlere karşı her gün gözaltı saldırıları yapılıyor. Özellikle kadınların hedefte olduğu bu siyasi soykırım dalgaları bize KCK kumpaslarını hatırlatıyor. Geçmişte AKP-FETÖ ortaklığıyla yapılıyordu bu kumpaslar, bugün AKP-MHP ortaklığı ile gerçekleştiriliyor. AKP kendi kumpasçı davalarını yaratarak içinden geçtiği krizi örtbas edip, zamana yaymaya çalışıyor esasında. 70-75 yaşlarındaki annelerimizi tutukluyor. 10 günlük bebekleri anneleri ile beraber gözaltına alıyor, bebekleri tutukluyor. Tüm arkadaşlarımızın alnı ak, kimse size diz çökmedi, çökmeyecek! Akıl dışı ve gülünç suçlamalarınız bizi bu haklı yolumuzdan, sizi de gidici olmaktan kurtaramayacak. 

Selçuk Mızraklı kararı AKP’nin isteği üzerine jet hızıyla onaylandı 

Aynı zihniyetle hareket eden İçişleri Bakanlığı’nın görevden alarak yerine kayyım atadığı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanımız sevgili Selçuk Mızraklı hakkında, asılsız ifadeler doğrultusunda “Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası, Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Bu karar siyasallaşmış yargının AKP’nin isteği üzerine jet hızıyla verdiği kararlara yeni bir örnek olarak eklendi. 

Mızraklı, suçlarını teşhir ettiği için cezalandırıldı 

Bu ceza Selçuk Mızraklı’ya, kamunun malını, devletin imkânları, devlet adına çarçur eden kayyım zihniyetini teşhir ettiği için verildi. Devlet, bu israfı yapan, milyonları kadayıfa yatıran kişileri cezalandıracağına, bunu ortaya çıkaran bunu teşhir edenleri cezalandırıyor. 

Bağımlı yargıçlar tarafından terfi almak için verilen bu kararların er geç bozulacağına ve yasalar ile bu kadar oynayıp keyfi karar verenlerin de bir gün yargılanacağına inanıyoruz. İktidar halka hizmet edenleri cezalandırmaya devam ettikçe, biz de mücadele etmeye devam edeceğiz. 

Kanal İstanbul projesi asrın talan ve peşkeş projesine dönüştü 

Bildiğiniz gibi Erdoğan tarafından “çılgın proje” olarak açıklanan Kanal İstanbul’un çevresinde kurulacak yeni şehrin uygulama imar planları onaylandı. Katar Emiri’nin annesi Moza’nın aldığı 44 dönümlük arsa turizm-ticaret alanı ilan edildi. Berat Albayrak'ın Kanal İstanbul gürezgâhındaki arazisi de konut ve ticaret alanı oldu. Vatan millet hamaseti yapanlar imar planlarını parsel parsel akrabalara, eşe dosta satmaya devam ediyor. 

Bölgede en büyük arazisi olan ilk 3 şirket de yabancı şirkettir. Katar Emiri’nin annesinin aldığı 44 dönümlük devasa arazi imara açıldı. Kanal İstanbul’da arazi kapatan kapatana. Hepsi de yerli ve milli! Kalyon’un 115 bin metrekare, Ege Kimya’nın 202 bin metrekare, Sabancı’nın 600 bin metrekare, Koç Grubu’nun ise bundan daha fazlasını aldığı söyleniyor. Kanal İstanbul için harcanması planlanan 20 milyar dolar ise bütünüyle yurttaşların cebinden çıkacak. Şimdi anlıyoruz ki aslında, asrın projesi dedikleri aslında doğayı talan ederek asrın peşkeş, yandaş kayırma projesiymiş. 

Rant politikalarının etkilerini halkımız canıyla ödüyor 

Bu rant politikalarının etkilerini toplum, yaşanan her doğal olayda canıyla ödüyor. Rize’nin Çayeli ve İkizdere ilçelerinde şiddetli yağışın ardından meydana gelen sel ve heyelanda 2 yurttaşımız hayatını kaybetti. Artvin'in Yusufeli ilçesinde Yusufeli Barajı şantiyesinin bulunduğu alanda sel ve heyelan meydana geldi. 4 yurttaşımız hayatını kaybetti. Karadeniz'de yaşananlar kader değil. Bölgede her yıl şiddetli yağışlar olur, bu yağışların felakete dönüşmesi Karadeniz’deki ekolojik yıkımın sonucudur.  Doğa intikam almaz. Rantçı iktidarların yarattığı kötülüğün sonuçlarını yaşıyoruz. Taş ocaklarının, dereleri kurutan HES’lerin, sahil yollarının doğaya verdiği zararın bedelini ödüyoruz. Yeşile düşman AKP iktidarının kötülüğüdür söz konusu olan. 

Yaşananlara kader demek siyasi aymazlıktır 

Yaşananlar; bütün sahilleri taşla doldurmanın, Karadeniz’in her vadisini taş ocağına çevirmenin, dere yataklarının istinat duvarları çekilerek işgal edilmesinin, dolgu alanlarının plansız yapılaşmaya açılmasının ve tüm bunlar için yapılan orman kıyımlarının sonucudur. Bu “suçlar” işlendikten sonra yaşananlara kader demek siyasi aymazlıktır. 

Doğaya, tarihe ve kültüre ihanet etmeye devam ediyorlar 

Doğaya karşı suç işliyorlar. Birkaç gün önce Danıştay tarafından iptal edilen, “Yeşil Yol Projesi” kapsamında yapılan asfalt yollar yaşananların ve yaşanacakların habercisidir. Erdoğan, İstanbul için “bu şehre ihanet ettik” demişti. Çok yakında “Karadeniz’e ihanet ettik” diyecektir ama doğaya yaptıklarının bu ihanetlerinin bir sonu yok. Kanal İstanbul üzerinden, HES projeleri üzerinden doğaya, tarihe, kültüre ihanet etmeye devam ediyorlar. 

Rojava Devrimi'nin 9'uncu yıldönümünü kutluyoruz 

Değerli basın emekçileri; 19 Temmuz günü Rojava Devrimi’nin 9. yılına giriyoruz. 2012 yılında Kobanê’de BAAS rejimi ve selefi grupların dayatmasına karşı halklar kendi yolunu seçerek 3. yolu inşa etmişlerdi. Bu 3. yol hem Esad rejimine karşı, hem DAIŞ çetelerine karşı bütün Suriye halklarının umudu oldu ve olmaya devam ediyor. Bu vesileyle Rojava Devrimi’nin yıl dönümünü kutluyor ve Ortadoğu’daki halklara kalıcı barış getirmesini diliyoruz. 

Türkiye dış politikası Suriye iç savaşından kısa bir süre sonra adeta Milli Savunma Bakanlığı’nın bir alt birimi haline gelmiş ve bütün faaliyetler militarist enstrümanlarla yürütülmektedir. Suriye’ye yönelik sürdürülen askeri faaliyetlerin, Suriye’de siyasi çözüme katkı sunmayı bırakın, oradaki savaşı Libya’ya kadar taşımaktan başka bir işlevi olmadı. Bugün Libya’da gelinen nokta ise tıpkı İdlib’de, Afrin’de ve Kuzey Suriye’de olduğu gibi Ortadoğu halkları için oldukça tehlikeli ve vahim bir hal almıştır. 

Libya’da konvansiyonel savaş tehlikesi büyümüştür 

Dışişleri Bakanlığı Libya’da siyasi çözüm üretmek yerine Libya’da başka kentlere askeri operasyon yapmakla tehditlerde bulunması, emperyalist hayallerinin sonucudur. AKP-MHP’nin Libya’da yürüttüğü vesayet savaşını “ulusal çıkarlar” yalanı altında Türkiye halklarına mal etmeye çalışmakta. Son dönemde AKP-MHP savaş iktidarının Libya’ya yönelik yayılmacı politikaları, ülkeye yeni güçlerin dahil olmasına neden olmuştur. Libya Parlamentosu’nun Mısır’ı davet etmesi bölgede konvansiyonel savaş tehlikesini arttırmıştır. Suriye’de olduğu gibi Libya’da da tüm yabancı güçlerin Libya'dan çıkarak çözümün halklara bırakılması gerektiğini savunuyoruz. Aksi takdirde çok daha geniş kapsamlı bir savaşın, sadece Libya’da değil bütün Kuzey Afrika’ya yayılma riski bulunmaktadır. AKP-MHP iktidarının yaşadığı krizleri aşmak adına dışarıda yeni savaşlara girişmesi bir çıkmaz ve bataklıktır. Suriye ve Irak’ta olduğu gibi Libya’da girişilen savaş macerası, halklar için büyük bir insani ve maddi kaynak kaybının ötesinde bir sonuç vermeyecektir. Bir an önce bu savaş kışkırtıcılığı ve yayılmacı politikalardan vazgeçilmeli, diplomatik seçenekler öncelenmelidir. 

Azerbaycan ve Ermenistan meselesinde Minsk Grubu inisiyatif almalıdır 

Libya’da bu gelişmeler yaşanırken, AKP iktidarı “yurtta savaş cihanda savaş” politikasını Ermenistan-Azerbaycan geriliminde de sürdürmek istiyor. Yine Dışişleri Bakanı ve AKP sözcüsü gerilimi dindirmek yerine, barışçıl çözümler üretmek yerine savaşta taraf olduğunu açıkça beyan etmekten çekinmedi. Buradan tarihi görmezden gelen AKP iktidarına hatırlatmak isteriz, Azeriler gibi Ermeniler de bu coğrafyanın kadim halklarındandır. Türkiye halklarının özlem duyduğu toplumsal barışa Azeri ve Ermeni halkları da hava ve su gibi ihtiyaç duymaktadır. Soğuk savaşın bitiminden bu yana Kafkasya’da devam eden çatışmaların son bulması ve kalıcı barışın sağlanması için Türkiye dahil bütün komşu ülkeler diyalog ve müzakereyi teşvik etmelidir. Bu sorunun siyasi çözümü için AGİT tarafından kurulan Minsk Grubu daha fazla inisiyatif alabilmelidir. Fakat AKP sözcüsü, misillemeden ve had bildirmekten bahsederek halkların birbirini katletmesinin siyasi zeminini ve söylem hattını kurmaktan çekinmemektedir. Türkiye’den binlerce km uzaktaki Filipinler gibi ülkelerde çatışmayı durdurmak için arabuluculuk yaptığını savunan iktidar yanı başındaki Suriye’de, Kıbrıs’ta, Libya’da, Ermenistan’da ve Azerbaycan’da ‘arabozucu’ rolünden vazgeçmiyor. 

AKP’nin savaş politikalarına karşı Ortadoğu’da ve Kafkasya’da barışı inşa edeceğiz 

AKP nerede çatışma ve savaş kokusu alsa büyük bir coşkuyla olaya müdahil olmakta ve ateşe benzin dökmektedir. Çünkü bunlar savaştan, ölümden besleniyor. HDP olarak şunu açık bir şekilde yeniden ifade ediyoruz, AKP’nin savaş ve tehdit politikalarına karşı Türkiye’den başlayan ve Ortadoğu’ya Kafkasya’ya yayılan bir barışı inşa edeceğiz. Önce binlerdik, bugün milyonlar olduk. Yarın barış isteyen ve onu inşa eden on milyonlar, yüz milyonlar olacağız. 

Şırnak Valiliği'nin açıklaması cinsel istismar ve saldırıyı örtbas etmeye yöneliktir 

Savaş politikalarının toplumda yansımaları da oluyor. Şırnak Merkez’de TSK personeli A.A isimli uzman çavuşun 10 yaşındaki bir kız çocuğunu taciz ettiği haberi ile Kürt kentlerinde son zamanlarda yoğun olarak yaşanan asker ve polisin işlediği istismar suçlarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Sadece son bir hafta içinde Şırnak ve Silopi’de iki cinsel saldırı olayı gerçekleşti. 

Şırnak Valiliği yaptığı açıklama ile yaşanan saldırıyı örtmekten başka bir amaç taşımamaktadır. Taciz ve tecavüzün bu şekilde rutin bir işlem gibi ele alınması devlet kurumlarının cinsel saldırıya ilişkin bakış açısını yansıtmaktadır. Devlet taciz ve tecavüzü örtüyor, tacizciyi koruyor. Sarhoşluk kılıfı Kürt kentlerinde suç işleyen kamu görevlilerinin koruma kalkanına dönüşmüş durumdadır. 2017 yılında evlerinin odalarında uyuyan 6 ve 7 yaşındaki Furkan ve Yıldırım kardeşleri panzerle ezen polisin de sarhoş olduğu iddia edilmişti. Çocukları ezen polis tutuklanmış, iki yıl sonra denetimli serbestlikle görevine iade edilmişti. Kürt kentlerinde cinsel istismar ve saldırılar, sürekli biçimde yaşanmaktadır.

Bu olayın sonuna kadar takipçisi olacağız. Şimdi tutuklanan saldırganın üç gün sonra nöbetçi mahkeme kararıyla apar topar gizliden salıverilmesine izin vermeyeceğiz. İktidarın bu konuda sicili bozuk, buna  niyet ettiklerini biliyoruz. 

DEDAŞ bölge halkını cezalandırmaktadır

Ayrıca elimde Parti Genel Merkezimiz tarafından hazırlanmış önemli bir rapor var. Bu rapor DEDAŞ’ın bölgede çiftçilerin üretim yaptığı alanlarda elektriğin kesilmesi ile ilgilidir. Bu raporu ayrıca basına dağıtacağız, basına servis edilecektir. Yine de burada önemli bulduğum bazı bölümlerini sizinle paylaşmak istiyorum. 

Biliyorsunuz DEDAŞ, bölgede hizmet vermeye başladığından bu yana elektrik kesintileri ve su ile ilgili şikâyetler her yıl katlanarak artmaya devam etti ve çiftçiler büyük mağduriyetler yaşamaktadır. Dün de Mardin’de köylüler elektrik kesintilerine karşı sokakta ve eylemdeydiler. DEDAŞ’ın elektrik kesintileri ile suya erişimleri engellenmiş, ilk ürün hasatlarının yanmasına sebep olarak tarımsal üretimi durma noktasına getirmiştir. Çiftçiler için kritik önemde olan yaz ayları susuzluk içinde geçmektedir. Örneğin bu yaz, elektrik kesintilerinden dolayı ilk ürün hasadı yanmış ve çiftçiler mağdur olmuştur. 

Peki DEDAŞ elektrikleri neden kesiyor? Kendince bulduğu gerekçeler var. Güya çitçi kullandığı elektrik bedelini ödemiyormuş. Peki bir örnek vereyim; 75 günlük bir çiftçinin elektrik bedeli 375 bin TL olabilir mi? Hangi çiftçi iki ayda bu kadar yüklü bir faturayı ödeyebilir? İşin aslı şudur; elektrik faturalarına yüklü miktarda zam yapılıyor, çiftçiler yüksek meblağdaki faturaları ödeyemiyor. 

Bir köyden üç kişi gelen yüksek meblağdaki faturaları ödeyemeyince DEDAŞ da bütün köyün elektriğini kesiyor. Halkı topluca cezalandırıyorlar. Bu uygulamalar ile söz konusu şirket köylüleri birbirine düşman ederek toplumsal barışı da tehdit ediyor. Uzun süren elektrik kesintileri köylerde özellikle tarımsal üretimi ve bütün hayatı felç ediyor. 

DEDAŞ kronik hastaların yaşamını tehlikeye atıyor 

DEDAŞ’ın bu acımasız uygulamaları İnsan ve hayvan sağlığı olumsuz etkileniyor. Elektriksiz ve susuz bir yaşam herkesi etkiler. En büyük mağduriyeti kronik hastalar çekiyor. Buhar makinesini, oksijen tüplerini çalıştıramayan hastaların hayati riskleri var. Susuzlukta hayvanlar telef oluyor. 

Hazırladığımız raporda bu sorunların kesin çözümü için bir dizi çözüm önerilerini de sunuyoruz. Bu bağlamda bir kaçını paylaşmak istiyorum. 

Çiftçinin hak ettiği destek, borçlarına mahsuben elektrik şirketlerine aktarılmamalı, hesaplar üzerindeki blokeler derhal kaldırılmalıdır.

Çiftçilerimizin DEDAŞ’a olan mevcut borçları ya kamu borcu olarak devletçe karşılanmalı ya da büyük oranda karşılandıktan sonra kalan miktar ödenebilir makul düzeyde taksitlendirilmelidir. 

Çiftçiler indirimli elektrik tarifesinden faydalandırılmalıdır. Elektrik faturaları aylık değil dönemsel tahsil edilmelidir. 

Tarımda kullanılan elektrik faturalarda uygulanmakta olan Enerji Fonu payı, TRT payı, KDV bedeli, dağıtım bedeli ve belediye payı kaldırılmalıdır. 

Elektrik kesintilerinden veya standart dışı (Yüksek, düşük voltaj vb) elektrik sunumlarından kaynaklı çiftçilerin yaşadığı zararın tazmin edilmesi gerekmektedir. 

Cengiz Holding’in, Limak’ın vergi borçlarını bir gecede silebilen iktidar çiftçilerin borçlarını silse ne olur? İktidara buradan soruyoruz. Çiftçilerin bu patronlar kadar kıymeti yok mu? 

Gelin bu kanayan yarayı hep birlikte çözelim, çiftçinin derdine derman olalım. Meclis tam da bu sorunları çözmek için vardır. DEDAŞ sorunu hep birlikte çözülmelidir. 

Bi riya DEDAŞ'ê dixwazin ku gelê Kurd bikin neyarê hev 

Pirs: Di vê meseleya DEDAŞ’ê de, xwediyê DEDAŞ’ê kî ye, çi ye, tê zanîn an na? Dibêjin têkiliya wî bi Wezareta Enerjiyê re heye. Hûn ê vê raporê bişînin Meclisê jî? 

Ji xwe me ev rapor ji hemû partiyan re şand. Me ji partiyên ku li Meclisê komên wan hene re şand. Em ê bi raya giştî re jî parve bikin. Lê belê  xwediyê vê şîrketê kî ye, têkiliyên wan bi wezareta enerjiyê çiqas e. Ez di wî warî de nikarim tiştekî bibêjim. Hin tişt tên gotin lê ji ber ku nehatiye zelalkirin ne rast e ez tiştek bibêjim. Ya esas ew e ku li wir polîtîkayeke pir taybet dimeşînin. Polîtîkayek ku dixwazin gelê Kurd bi hev re bibe neyar, bi cîranê xwe re bibe dijmin û di warê çandiniyê de jî berhem zirar bibînin dimeşînin. Di vî warî de xuya ye ku ev polîtîka bi zanetî tê çêkirin. 

17 Temmuz 2020