Günay: Çoklu baro sistemine, nefret diline ve siyasi kumpaslara karşı mücadeleyi yükseltiyoruz

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezinde basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Günay şöyle konuştu:

Bugün 3 Temmuz Çorum Katliamı'nın yıldönümü. Cumhuriyet döneminin insanlık dışı katliamlarından biri 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta yaşandı. Sivas'ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nde bulunan 33 can yakılarak katledildi. 

Sivas, Çorum Maraş… katliamlarda yitirdiğimiz canlarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz

Yine Türkiye tarihinin kara sayfalarından biri Çorum Katliamı'dır. Mayıs 1980 yılında başlayıp Temmuz ayına kadar süren katliamda 57 canımız yaşamını yitirdi, yüzlerce insan yaralandı, ev ve işyerleri tahrip edildi. Maraş, Çorum, Sivas… Bu coğrafyada yaşanan katliamlarla yüzleşilmeden, toplumların ortak ve demokratik geleceğini inşa etmek maalesef mümkün değildir. Halklar ve İnançlar Komisyonumuzun öncülüğündeki heyetimiz dün anma için Sivas’taydı, heyetimiz bugün de Çorum’daki anma programına katılacak. Çorum ve Sivas katliamlarında yaşamını yitiren canlarımızın acısını içimizde yaşıyor anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

DTK yeni dönem nefret konseptine uygun olarak kurban edilmek istenmektedir

Son yıllarda Demokratik Toplum Kongresi’nin kriminalize edilmesine dönük kumpas şiddetlenerek devam etmektedir. DTK; Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözümü için kuruldu. 13 yıldır da bu mücadeleyi veriyor. Kürt sorunu ve Ortadoğu’daki gelişmeler konusunda birlikte tartışıp ortak politikalar belirlemeye çalışan çok bileşenli bir platformdur. DTK, şimdiye kadar bütün çalışmalarını, çalıştaylarını ve kongrelerini kamuya açık yürütmüştür. 

Geçmişte kumpas kuranların hepsi hapiste, bugün kumpas kuranları da yarın kimse kurtaramayacak

Son yıllarda DTK’yı kriminalize etmek için kumpaslar artarak devam ediyor. DTK yeni dönem nefret konseptine uygun şekilde kurban edilmek isteniyor. FETÖ'cüler KCK dosyalarını kumpas olarak kullandı, AKP ise aynı yoldan giderek DTK’yı kendine bağımlı hale getirdiği yargının eliyle kumpasların adresi yapmak istiyor. KCK dosyalarının kumpaslarını organize eden yargı mensuplarının suç örgütü olduğu anlaşıldı ve hepsi ceza aldı, şimdi hepsi tutuklu. Buradan uyarıyoruz. DTK üzerinden Kürtlere yeni kumpaslar kuran yargı üyeleri, önünüze konulan siyasi kararlara göre insanları tutuklamaktan vazgeçin. Sizi suça teşvik edenler emin olun yarın size sahip çıkmayacaklar.  Kadınlara işkence edenler, işkencecileri koruyanlar emin olun ki suçlarınız asla unutulmayacak ve mutlaka hesap vereceksiniz. Bu yüzden bu uygulamalara derhal son verin, çağrımızı buradan bir kez daha yeniliyoruz.

Geçmişte DTK Meclis'e davet edilirken ne oldu da şimdi sözde oldu! 

DTK’ye ve TJA’ya kumpas kurulmasına izin vermeyiz, her şekilde ve yerde bu ikiyüzlülüğünüzü teşhir edeceğiz ve buna karşı direneceğiz. Erdoğan ve kurmayları Diyarbakır belediyesini ziyaret ettiklerinde DTK adına resmi olarak görüşme alındığında sıkıntı yoktu, gazetelerinizde boy boy DTK çalışmaları ve çalıştayları haber olurken sorun yoktu! Şimdi ne oldu? DTK, TBMM’ye davet edilirken görüşü alınırken her şey yolundaydı  ve resmi muhataptı şimdi ne oldu da ‘sözde’ oldu bu kurum? Sizin keyfinize göre kurumlar, kişiler ve yapılar sözde ya da resmi olmazlar. Hep ‘kandırıldık’ demekle de olmuyor bu işler. Tam tersine hep kandırıyorsunuz! Hep yalan söylüyorsunuz! Sizin gerçekliğiniz haline geldi. Tekrardan DTK’ye yönelik operasyonları kınadığımızı belirtiyoruz. 

Kadınlar hakkında neyin doğru olduğuna biz kadınlar karar veririz

Dün yine AKP’li bir erkek konuştu, kadınların en büyük kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye olarak çekileceklerini söyledi. Şunu çok net söyleyelim kadınlar hakkında neyin doğru neyin yanlış olduğuna biz kadınlar karar veririz, siz erkekler karar veremezsiniz. İstanbul Sözleşmesini hedef alıp Sözleşmeden çekileceğini söylemek kadın düşmanlığıdır, kadına yönelik şiddeti teşviktir. Çünkü bu Sözleşmenin tek saiki var! Erkek şiddetinin son bulmasını sağlayarak, kadınların yaşam hakkını korumaya almak ve cinsiyet eşitliğini sağlamaktır. Yalan yanlış bilgilerle kamuoyunu yanıltmaya uğraşsalar da biz kadınlar sözleşmeye yönelik bu saldırıların ne anlama geldiğini biliyoruz. Bakın İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde hazırlanmış 6284 sayılı Kanun etkin uygulandığında kadınlar için şiddet, taciz, tecavüz ve ölüm dışında hayatlar olduğunu görüyoruz. Kadınların mücadele deneyimleri bunu kanıtlıyor. Buna rağmen, Sözleşmenin başarısı bu kadar açık olmasına rağmen, Sözleşmeden çekileceklerini söyleyebiliyorlar çok rahat!

Kadın düşmanı politikalar bu iktidarın sonunu getirecek

Çünkü kadınların eşitlik ve özgürlük talepleri, bugüne kadar mücadelelerle kazanmış oldukları haklarını kendi bekalarına tehdit olarak görüyorlar. Ancak bizim de gördüğümüz bir şey var ki; o da bu kadın düşmanı politikaları bu iktidarın sonunu getireceği. Nasıl ki onlar kendi bekalarını savunuyorlar, biz kadınlar da yaşam hakkımızı, eşitçe var olma hakkımızı savunuyoruz ve savunmaya devam edeceğiz. Tüm kadınların hayali şiddetin, aşağılanmanın, sömürünün ve ölümlerin dışında bir yaşam. 

İstanbul Sözleşmesi biz kadınlar için bir düşün teminatıdır

İktidar için bir kağıt parçasından, bir polemik konusundan ibaret olan İstanbul Sözleşmesi, kadınlar için bu düşün teminatıdır. Bu yüzden iktidarın bu sızlanmaları boşuna, kadınlar haklarına, kazanımlarına yönelik bu saldırılara karşı bugüne kadar hep yaptıkları gibi yine hep birlikte mücadele ettiler bundan sonra da bu saldırıları hep birlikte bertaraf edeceklerdir.

Parti hukuku oluşturmaya yönelik çoklu baro teklifine karşı direnişimizi sürdürüyoruz

Şu sıralarda baroları ele geçirme operasyonu kapsamında düzenlenen yasa teklifi komisyonda görüşülüyor. Partimiz, bu anti demokratik, parti hukuku oluşturmaya yönelik bu düzenlemeye yönelik tam kadro etkin muhalefetini sürdürüyor. Biz Meclis'teki direnişimizi sürdürürken, baroların direnişi de sürüyor. Baro başkanlarının Meclis önündeki bekleyişleri ve nöbetleri de devam ediyor. Baro başkanlarına polis şiddeti uygulayan, itiraz eden herkesi hizaya getirmeye çalışan iktidar, bugün Ankara’da yapılacak olan savunma mitingi öncesinde “15 günlük eylem” yasağı kararı aldı. Yasağa gerekçe olarak pandemi gösterildi. 

Pandemiyi de muhalefeti susturmanın gerekçesi yapıyorlar

Pandemide toplumu sürü bağışıklığına terk eden, Cizre gibi pandeminin kasıp kavurduğu yaşam alanları için parmağını kıpırdatmayan iktidar, salgını da muhalefeti susturmak için gerekçe olarak kullanıyor. Bizim demokrasi yürüyüşümüzü engellemek için 16 kente giriş çıkışı yasaklayan bu zorba ve yasakçı zihniyet şimdi aynı şekilde savunma hakkını engellemek için aynı yöntemi kullanıyor. Bu engelleme ve yasaklama kararı korkularının göstergesidir. Bu yasakçı zihniyeti kınıyoruz. 

AKP’nin çoklu baro teklifi teklik inşasıdır: Baroların yanındayız!

Çoklu baro fikri, Anayasa’nın 135/1 maddesiyle çelişen bir projedir. Çünkü Anayasa’ya göre kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşların teşkilatlanmasında belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarının karşılanması ve meslekte birliğin sağlanması esas hedeftir. Uluslararası mevzuat da avukatların statüsünü benzer şekilde tanımlamış ve koruma altına almıştır. Avukatlar, herkesin hak arama özgürlüğünün temsilcisidir. Bu nedenle Barolar,  meslek odası olmalarının yanında hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve yerine getirilmesine müdahil olmaktadırlar. Kamusal yaşamın her alanında tekliği savunan, bunu zor ve cebirle tüm topluma dayatan AKP iktidarının çoklu baro teklifi şaşırtıcı gelmedi bize. Çünkü esasen bu teklifte üstü örtülen bir teklik inşa söz konusudur. Muhalif olan avukatları sindirmek, onları kriminalize etmek, vatan haini terörist olarak kodladıkları barolara avukatların üye olmasını engellemek gibi yöntemlerle iktidarın yandaş barolarını büyüteceklerini biliyoruz. İlk kurulduğunda küçük bir sendikanın kısa zaman sonra bir milyon üyeye nasıl çıktığını hepimiz geçmişten biliyoruz, bunun tanığıyız. 

O nedenle bugüne kadar hiçbir baroda hayat bulmayan ve demokratik olarak birbirini kollayan avukatlar yerine, barolarla avukatların fiilen ve hukuken bölünmesine hizmet edecek taslaktaki değişikliklere karşı HDP olarak en büyük muhalefeti geliştireceğimizi ve baroların yanında olduğumuzu bir kez daha güçlü bir şekilde dile getiriyoruz.

Sizin trolleriniz sosyal medyayı çöplük haline getirdi

Bir de sosyal medya yasakları gündemde. 15 Temmuz darbesini sosyal medyadan duyuran ve oradan açıklama yapan Cumhurbaşkanı sosyal medyayı kontrol altına almayı planlıyor. Erdoğan daha birkaç gün önce en çok takipçi sayısına kendisinin sahip kişi olarak övünüyordu. Yasakçı bir zihniyete sahip olsak, kapatırdık savunmaları yapıyordu. Söylediklerinin sonuna daha nokta gelmeden 180 derecelik bir dönüşle: "Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Buraları kapatacağız” dedi. Merak ediyoruz, konuşan kimdi? Ne değişti?  2020 başında “sosyal medya tam bir çöplük” dedi. Kesinlikle biz de katılıyoruz. Sizin aktrolleriniz ve siyasi anlayışınız sosyal medyayı Türkiye’de tam bir çöplüğe çevirdi. İronik olan bunu yine AKP’nin resmi olarak kanıtlaması ve kabullenmesi oldu. Başlattıkları ‘yerli milli hesap’ uygulamasında en çok bu hesapların küfür-hakaret-manipülasyon yaptığı ortaya çıkınca paniklediler ve bunu bitirdiklerini duyurdular.

Sosyal medyayı yasaklamak için kadınlara yönelik cinsiyetçile saldırıları gerekçe göstermeleri samimi değil

Yine hatırlayalım, daha birkaç hafta önce Twitter, Türkiye'den 7 bin 340 hesabı manipülasyonu engelleme politikalarını ihlal ettikleri gerekçesiyle kapattığını açıkladı. Twitter, resmi olarak bu hesapların AKP’nin gençlik faaliyetleri ile bağlantılı olduğunun tespit edildiğini bildirmişti. AKP sosyal medyayı yasaklamayı meşrulaştırmak için kadınlara yapılan cinsiyetçi saldırıları gerekçe gösteriyor ancak biz AKP'nin bu konuda zerre samimi olmadığını biliyoruz. AKP'nin, kadınları eve kapatmaya yönelik söylem, pratik ve politikalarından, kolluğun kadın düşmanı tutumundan, cezasızlık politikalarından, yargının erkek yanlısı kararlarından bunu çok iyi biliyoruz.

Asıl dert muhalefetin sesini kısmak, dislike atan gençleri cezalandırmaktır

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medya platformlarını hedef almasının nedeni cinsiyetçi hakaretler değildir. Sosyal medyayı kontrol altına almak istemelerindeki amaç; muhaliflerin seslerini sosyal medyadan duyurmalarının, sosyal medyadan tepkilerini dile getirmelerinin önüne geçmektir. Esas amaçları dislike'ları cezalandırmaktır, "oy moy yok" diyen gençleri cezalandırmaktır. Siz; sosyal medyayı kapatma çalışmaları yapacağınıza gençler için çalışın, gençlerin işsizlikle boğuşmalarını engelleyin, sınavdan sınava koşturduğunuz gençler için özgür ve güvenli bir gelecek sunun. Sosyal medyayı kontrol almaktaki ısrarın sebebi; yasakçı, diktacı zihniyettir. Baş edemedikleri her şeye düşmanca yaklaşmalarıdır. Elinde tuttuğu tüm medyadan hayır görmeyen, ne yapsa ters tepen bir insanın, partinin, ittifakın hezeyanlarıdır, son çırpınışlarıdır bunlar.

Siz önce kendi dilinizi nefretten arındırın, Kürtlere ve kadınlara düşmanlıktan vazgeçin! 

Yapılacak düzenlemeyle nefret söylemine izin verilmeyecekmiş. Siz önce kendi dilinizi nefretten arındırın, on yıllardır Kürtlere yapılan nefret söylemlerini kınayın. Kadın düşmanlığını ortadan kaldırın. Nefret suçlarını yargılayın ve bu suçların önünü alın. 

Sosyal medya Türkiye’de tek haber alma aracı. Çünkü Televizyon kanallarına bakıyoruz, sanki bu ülkede hiç kimsenin sorunu yok, herkes o kadar özgür ve refahta ki sanırsınız bambaşka bir ülke. İktidar bütün medyayı tekeline almış durumda. Dolayısıyla halk gerçekleri sosyal medyadan öğreniyor. Onların da amacı halkın haber alma hakkını özgürlüğünü engellemek, faşizmi her anlamda uygulamak.

RTÜK muhalefete karşı iktidarın sopası haline geldi

Tüm kanalları ele geçirmesi iktidara yetmiyor. Daha iki gün önce RTÜK, bu ülkede muhalif olarak kalabilen Tele 1 TV ve Halk TV ekranlarını 5 gün boyunca karartma cezası verdi. AKP yanlısı kanallardan katliam çağrılarına çıt çıkarmayan RTÜK, iktidarı eleştiren kanallara en acımasız cezaları veriyor. RTÜK bağımsız bir kurum değil artık. Bu kurum muhaliflere karşı iktidarın sopası haline gelmiştir. RTÜK’ün bu kararını kınıyoruz.

Van’daki mülteci faciasının sorumlusu tedbir almayan iktidardır

Biliyorsunuz Van; Afganistan, Pakistan, Somali, İran, Bangladeş vb. ülkelerden Avrupa’ya gitmek için yolculuklarına başlayan göçmenlerin önemli bir geçiş noktasında bulunuyor. Bu göçmenlere İran’dan katılanlar Türkiye-İran sınırındaki dağları aşarak Türkiye’ye geçiyorlar. Her yıl karların erimesiyle donmuş göçmen cesetleri ortaya çıkıyor. Bu, insanlığın utancı ama en çok da tedbir almayan bu iktidarın utancıdır. Önlem alınmıyor Van’da; çünkü Suriyeli mülteciler gibi Avrupa’ya şantaj aracı olarak kullanıyor. Van’da sadece son bir yıl içinde 108 göçmen tekne ve araç kazalarında yaşamını yitirdi. Son olarak 27 Haziran 2020’de Van Gölü’nde batan teknede kilitli bölümde 100 mültecinin bulunduğu belirtiliyor.

Türkiye’de sığınma prosedürlerine ulaşımda yaşanan zorluklar, insan kaçakçılığı konusunda caydırıcı önlemlerin alınmaması, Van’ı adeta “göçmen mezarlığına” çevirmektedir. Dolayısıyla İran sınırında yaşanan insan kaçakçılığı adeta bir endüstri haline gelirken insan kaçakçılarına göz yumulduğu, ihmallerin olduğu da sıklıkla ifade edilmektedir. İran’dan Türkiye’ye geçen göçmenler, yakalandıklarında sınır dışı edilecekleri korkusuyla köşe bucak kaçmak zorunda kalıyorlar. Hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Neden? Çünkü Türkiye iltica taleplerini kabul etmiyor.  

İçişleri Bakanı Van Gölü’nde kurtarma çalışmalarını incelemek yerine Türkiye-İran sınırının, devletlerden ziyade; küresel bir boyutta insan kaçakçılığı yapan suç şebekeleri tarafından kontrol edildiği gibi vahim iddiaları araştırsın, insan kaçakçılığına karşı caydırıcı tedbirler alsın. Belki o zaman sorumluluklarının gereğini az da olsa yerine getirmiş olurlar. 

3 Temmuz 2020