HDP Grubu adına Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım’ın Dil Tarih Yüksek Kurumu bütçesi üzerine konuşması

27. Birleşim
12 Aralık 2014-Cuma

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, bütçesi üzerine konuşmamı yapacağım.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 1982 yılının darbe koşullarında Atatürkçü düşünceyi, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini yaymak ve bu konuda bilimsel araştırmalar yapmak için Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuştur. Bizler parti olarak hiçbir dilin, kültürün ve tarihsel gerçekliğin bilimsel olarak araştırılmasına ve yaygınlaştırılmasına karşı değiliz. Fakat bir halklar ve kültürler mozaiği olan bu topraklarda, diğer halkların ve kültürlerin de kendi dillerini, tarihlerini ve kültürlerini araştırabilecekleri ve yaygınlaştırabilecekleri kurumların oluşması için gerekli hukuksal zeminin oluşturulması gerekmektedir.

Partimiz, bütün kimliklerin ve toplumsal renklerin bütün farklılıklarıyla, hiçbir baskı ve ayırımcı uygulamaya maruz kalmadan varlığını korumasını ve geliştirmesini her koşulda savunmuştur ve bunu savunmaya devam edecektir.

Bizler, bu topraklarda yaşayan bütün insanların eşit ve özgür bir yurttaşlık hukuku içerisinde yaşama hakkına sahip olduklarını temel bir ilke olarak kabul ediyoruz.
Türkiye gibi çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı bir ülkede, tekçi anlayışın ortadan kaldırılması, halklarımızın gelecekte de eşit, özgür ve barış içinde bir arada yaşamaları için zorunlu bir koşul hâline gelmiştir. Aynı zamanda, mensup olduğumuz siyasal gelenek, asimilasyon ve inkâra karşı mücadele ederken bu uğurda büyük bedeller ödeyen bir geleneğin sürdürücüsüdür.

Dünyanın her yerinde halkların, inanç ve kültür gruplarının birlikte, gönüllü yaşayabilmeleri ancak eşitlik ve özgürlükle mümkün olmuştur. Egemenlerin halklarımıza yönelik imha, inkâr, sürgün, aşağılama ve asimilasyon politikalarına karşı duran ve bu anlayışları her koşulda mahkûm eden partimiz, geçmişte yaşanan acıların paylaşılması ve karanlık tarihin aydınlatılması için geçmişle yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı her koşulda savunmuştur.

Bu bağlamda, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, birçok resmî kurum gibi toplumsal ve sivil dinamiklerin yapması gereken işi devralmış ve devletin ideolojik bir aygıtı olarak işlev görmüştür. Yüzyılın başında dünyanın birçok yerinde kurulan ulus devletlerin resmî ideolojilerini üretip yaygınlaştırmaları için bu tarz kurumlar bizzat devletin kurucu kadroları tarafından oluşturulmuştur. Bu tarz kurumlar kendi kuruluş amaçlarını açık seçik belirtmeseler de resmî ideolojinin yaygınlaşmasına yönelik araştırma ve projeler yapan birçok kurum gibi kendini kamusal kaynaklarla finanse ederek resmî ideolojiye bilimsel dayanaklar hazırlarlar. Bizler bu kurumların devletin ideolojik ve ekonomik bağımlılık tekelinden çıkarılarak özerk ve sivil akademik yapılara dönüşmesini savunuyoruz.

Onun için, kısa vadede yapılması gereken şey, söz konusu kurumun yapısal bir değişime tabi tutularak yeniden radikal bir biçimde organize edilmesi ve tüm halkları kapsayan gerçek anlamda bir kültür, dil ve tarih kurumu hâline gelmesinin sağlanmasıdır. Çünkü “kendimiz için istediğimiz şeyi başkaları için de istemeliyiz” kuralını işletmek demokrat olmanın asgari ölçülerinden biridir. Bunun yanında, modern demokrasi kültürü çoğulculuğun ve eşitliğin birleştirici, tekçiliğin ve eşitsizliğin bölücü olduğunu binlerce örnekle önümüze sunmuştur.

Benim buradan belirtmek istediğim birkaç husus var: Birincisi, 1982 Anayasası’yla oluşturulan birçok dil ve kültür kurumuna aktarılan kamusal kaynaklar ülkedeki diğer yüzlerce kültür ve dil kurumuna da aktarılıp bu kurumlar desteklenmelidir. Bu ülkede kaybolan her dil, yitirilen her kültür bu toprakların ruhunu çölleştirmektedir. Devletin kültür ve dillere karşı geliştirdiği çifte standart tekçi ideolojilerin alışkanlığı olup eşitlik ve adalet ilkesiyle kesinlikle bağdaşmamaktadır.

HES’lerle ve güvenlik barajlarıyla binlerce yıllık bir tarihsel hafızayı suya gömen, yok olmak üzere olan dillere karşı tek bir önlem bile alamayan bir kültür ve dil politikası aynı zamanda bu toprakların da ruhuna aykırıdır. Kendi dil, kültür ve tarih kurumları ile üniversitelerle ortak çalışma grupları ve araştırma birimleri oluşturan devlet, Mardin Artuklu Üniversitesindeki Kürdoloji Bölümünün başarılı çalışmalarına karşı bölümü yargı kıskacına almakta ve itibarsızlaştırarak çifte standart uygulamaya devam etmektedir. 2012 yılında Millî Eğitim Bakanlığının ve bazı üniversitelerin ortak koordinasyonu ile açılan ve Kürtçe öğretmenliği programlarından mezun olan bine yakın Kürtçe öğretmen adayına sadece 18 kişilik bir kontenjanın ayrılmasını Hükûmetin kültür ve dil politikasının aynası olarak görüyoruz.

Neredeyse yüz yıldır bu ülkede dil ve kültür iktidarların elinde ideolojik bir silaha dönüştürülmüştür. Devletin sürekli toplum üzerinde uyguladığı toplumsal mühendislik uygulamalarının en büyüğü bundan doksan yıl önce yapıldı. “Ülkede Türkçenin dışında hiçbir dilde eğitim yapılamaz.” kuralını dayatan kurucu resmî ideolojinin yerine bugün aynı yol ve yöntemleri kullanarak Osmanlıcayı zorunlu dil dersi uygulamasına almaya çalışan bir Hükûmet ile karşı karşıyayız. Bu ülkede milyonlarca insanın konuştuğu Kürtçe ile ilgili bu denli isteksiz davranan Hükûmetin Osmanlıca konusundaki bu ısrarına dair sadece şunu söyleyebilirim: Osmanlının kültür ve dil politikasındaki çoğulculuğu ile bugün devletin tekçiliği kıyaslandığında bugünkü devlet sistemi, Osmanlı ile kıyaslanmayacak kadar geride kalmıştır.

Tarih, bir demagoji ve propaganda kaynağı olmaktan çok sosyal ve kültürel mirasın ve hakikatlere ulaşmanın bir aracına dönüştüğü zaman anlamlı olur. Dünyanın en büyük devlet arşivlerinden biri olan Osmanlı arşivi sadece bugün ulus devlet sınırları içerisinde yaşayan Osmanlı tebaasını değil Osmanlı devlet idaresi altında yaşayan bütün halkların tarihine dair önemli kaynaklar barındırmaktadır. Örneğin; AKP Hükûmeti Osmanlıca dilini topluma dayatacağı yerde Osmanlı arşivlerini tamamıyla araştırma ve incelemeye açarak bu konudaki samimiyetini gösterebilir. Bir dönemler bu topraklarda yaşayan ve neredeyse bu gün çok az bir kısmı kalan Asuri, Süryani, Ezidi, Rum, Ermeni ve Frenk’lerin tarihine ait zengin kaynaklara ancak bu sayede ulaşılabilir.

Devletin çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli bir toplumsal çoğulculuğu sadece tek etnik kimlik kategorisine indirgemesi ve kültür politikasını böyle bir anlayışın üzerine kurması bu çağın ve insanlık tarihinin ruhuna aykırıdır. Bir devlet eğer kendi egemenlik alanında yaşayan bütün halklara belli görev ve sorumlulukları eşit biçimde yüklüyorsa devletin de bu halklara karşı eşit davranma gibi ciddi bir sorumluluğu vardır.

Bu bağlamda son olarak şunu belirtmek istiyorum: Devletin doksan yıldır asimilasyon ve inkâr politikaları sonucu birçoğu neredeyse yok olmak üzere olan dillerin, kültürlerin ve inançların yok olmaması için bizzat sivil dinamikler tarafından oluşturulacak kültür kurumlarına devlet kamusal bir bütçe ayırmalıdır. Kültür dil ve tarih kurumları ancak böyle bir uygulama ile gerçek işlevlerini yerine getirebilirler.