Gülser Yıldırım: Dün çözüm sürecinde barış masasına oturması istenen halka bugün Efrîn’de savaş açılmıştır

Öncelikle karşınızda sanık olarak bulunmamla ilgili söylemek istediğim birkaç husus var. Birincisi bu yargılama hukuki değil, siyasi bir karardır. TBMM’de hukuksuz bir şekilde milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması kararı buna vesile olmuştur. İkincisi ise Mardin’de üç defa milletvekili olarak seçildim ve yalnızca Mardin halkını değil, tüm Türkiye halklarını temsil etmekteyim.

7 Haziran seçimlerinde, barajı geçemez denilen HDP barajı geçti ve bizler Türkiye halklarının iradesi olarak seçildik. Her şeyden önce, demokratik bir Türkiye’ye duyulan özlemin sesi olduk. Halklar kendi rengini kendi kültürünü bir arada barış içinde yaşasın diye bizlere oy verdi. Tüzüğümüzde yer aldığı gibi HDP olarak savunduğumuz ilkeler; Türkiye halklarının barış içinde eşit bir şekilde yaşaması doğrultusundadır. Demokratik şartlarda halkın bu ilkelere nasıl sahip çıktığını da gördük.

Kenan Evren’in mirası olan yüzde 10 seçim barajı, özgür düşüncenin temsil edilmesinde, halen engel teşkil etmektedir. Seçim barajına ve tüm baskılara rağmen son iki seçimde HDP barajı aşmıştır. Ancak 7 Haziran seçimlerinden sonra HDP etrafında bir araya gelen halkların gücü açığa çıkmış ve bu sonuç AKP’nin tek başına iktidar olamayacağını anlamasına vesile olmuştur. Bu andan itibaren ülke şiddet sarmalına girmiştir.

Cumhurbaşkanı tarafından sürekli olarak halkın iradesinden bahsedilmekte ancak konu bizim partimiz olunca temsilden bahsedilmemektedir. Bizler demokratik haklarımızı Anayasa ile elde ettik ama bugün Anayasal haklarımız siyasal iktidar tarafından gasp edilmektedir. Bize karşı yapılan saldırılara karşı çıktığımızda Cumhurbaşkanı tarafından “Kürt halkı bizim kardeşimizdir” denmektedir. Neden Kürt halkı diğer halklarla eşit haklara sahip değildir ve bu yönde çaba sarf edilmemektedir. Neden kendine tanıdığın hakları kardeş halkına fazla görüyorsun. Madem kardeşiz, bize neden kardeş hukuku uygulanmıyor.

Yaşadığımız sıkıntıları anlatabilmem için yeteri kadar zaman olduğunu düşünmüyorum ama ilk defa mahkemeye çıkarıldığım için bunları söylemek istiyorum. Zaten bizleri buraya getiren de inandığımız ilkelerimiz, uğruna mücadele ettiğimiz davamızdır. Sonuna kadar da ilkelerimizi savunacağız. Bu, meydan okumanın ötesinde vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur. Yargılanmama konu olan olaylar da söylemlerimden, konuşmalarımdan kaynaklanmaktadır. Doğruya doğru yanlışa yanlış dediğimiz ve halkımızın meşru haklarını savunduğumuz için bu yargılama yapılmaktadır.

Benim gibi birçok milletvekili ve seçilmiş siyasetçiler tutukludur ve birçok milletvekili arkadaşımın milletvekilleri ellerinden alınmış, bütün belediyelere kayyım atanmıştır. Ancak başımıza gelecek olanların kaygısına kapılmadan mücadelemize devam edeceğiz. Dün de milletvekilleri, siyasetçiler cezaevindeydi. Aynı zihniyetle karşı karşıyayız. Dün çözülmeyen sorun, şimdi aynı yöntemle bir daha deneniyor. Mesele Kürt sorununun ötesinde, tekçi zihniyettir. Sorun Türkiye’deki militarizm ve yükselen faşizmdir. Asıl yargılanması gerekenler de tekçi ve inkârcı zihniyete sahip olanlardır; faşizmin kurumsallaşmasından medet umanlardır. İktidarda kalmak ve iktidarını sağlamlaştırmak dışında bir kaygı taşınmıyorsa, halkın geleceğinin bir önemi kalmamaktadır. Bu açıdan tarihten günümüze bakıldığında bizleri yargılayanların –mahkeme heyetini tenzih ederek söylüyorum- yargılanması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı “Biz vekilliklerinin bitmesini bekleyemeyiz. Bunlar bir an önce hesap verecekler” ifadesini kullanmıştır. Bu yüzden sizin bu mahkemede karar veremeyeceğinizi de biliyoruz. Hâlbuki aynı haklarlara sahip seçilmiş vekillerdik.

AKP iktidarı devletin tüm kurumlarını ele geçirmiş ve emri altına koymaya çalışmaktadır. Basın, akademisyenler, memurlar, sivil toplum, mahkeme her ne olursa olsun tüm kurumlar ve topluluklar iktidar yanlısı ve diğerleri olarak ikiye ayrılmıştır. İktidar yanlısı olmayan tüm kurum ve kişiler hedef alınmakta ve en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Bunun son örneği, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin durumudur. Anne babaların gözbebeği olan ve geleceğin umudu olan gençler Cumhurbaşkanı tarafından hedef haline getirilmiş ve terörist denilerek okuldan atılmaları istenmiştir. Tarihten bugüne Kürt meselesini kim dile getirdiyse hedef olmuştur. Bu durumun çatışma ile bir ilgisi yoktur. Tarihte çatışma içinde olmayan kişiler de hedef haline getirilmiştir. Musa Anter savaştı mı ki hedef oldu. Ben babamı doğru dürüst görmedim. Nedeni yine Kürt olduğunu dile getirmesiydi. Buna benzer birçok örnek vardır.

Cumhurbaşkanı yurtdışında Türkçe üzerinde herhangi bir baskı olduğunda buna en sert şekilde eleştiri getirmektedir ancak söz konusu Kürtçe olunca sessiz kalınmaktadır. Eleştirilse dahi bunun pratikte bir karşılığı olmamaktadır. Maalesef burada küçük bir okula bile tahammül edilememektedir.

Yaptığımız meşru faaliyetler bölücülük olarak addedilmektedir. Size şunu sormak istiyorum: tarihte hangi parti hangi cumhurbaşkanı bu toplumu bu kadar kutuplaştırıp ayrıştırabilmiştir? Bu antidemokratik uygulamaların bir an önce son bulmasını temenni ediyorum. Çektiğimiz bunca eziyete rağmen bu haksızlıkların bitmediğini görmek üzücüdür. Vicdanımı yaptıklarımız değil, aksine yapamadıklarımız sızlatıyor. Bu ülkede yaşayan halkların bu durumda olmasına engel olabilseydik o zaman kendimizi başarılı sayardık.  Kanunları bu kadar açık şekilde çiğneyen Cumhurbaşkanının yaptıkları gözler önündedir. Yargının bağımsız olmadığı, hukuksuzluğun hat safhada olduğu bir ortamda toplum nasıl refaha kavuşacak merak ediyorum. Bir ülkede yargı bağımsız değilse adaletten bahsedemeyiz. Araştırmalar gösteriyor ki, toplumun %75’i adalete duyulan güvenini yitirmiştir. Bunun temel sebebi Cumhurbaşkanının söylemleri, baskısı ve kararlarıdır.

Saatlerce dile getirsek de bitmeyecek ama vicdanımın rahat edebilmesi için şunu söylemem gerekiyor: Dün çözüm sürecinde barış masasına oturması istenen halka bugün Efrîn’de savaş açılmıştır. Dün barış sürecinde muhatap kabul edilen kişiler ile bugün Efrîn’de savaşılan kişiler aynıdır. Dün barış masasında bulunanlar bugün düşman ilan edilmişlerdir. Eğer gerçekte samimi davranılacaksa çatışma ve kavga ile bu sorunun çözülemeyeceği ortadadır.

Bu kavga ülkenin çıkarına değildir. Halka sorulduğunda da kimsenin kavga istemediği görülecektir. Biz de bunu savunuyoruz. Barışın tesisi için çaba sarf ediyoruz. Bir kadın, bir anne ve bir vekil olarak bunları savunuyorum.

Kadın kimliğine ve özgürlüğüne yapılan saldırılar aynı zamanda topluma yapılan saldırılardır. Kadın, toplumun temelidir. Ancak kadın hakları konusunda Arabistan’da dahi gözle görülür adımlar atılmakta iken, AKP iktidarı tarafından tam tersi adımlar atılmaktadır. Bu doğrultuda “kadın eline eliniz değerse cehenneme girersiniz” diyen zihniyet üniversitede dekan olmaktadır. Bizlere karşı bu kadar hızlı şekilde yargı süreci işletilirken neden kadına yönelik şiddet olaylarında yargı bu kadar hantaldır.

18 aydır tutukluyum. Hiçbir zaman yargılanmaktan çekinmedim. Yargılamama sebep olabilecek bir suç işlediğimi düşünmüyorum. Verilecek karar benim suçluluğuma da ispat oluşturmaz. Buraya gelirken bir an dedim ki; mahkeme heyeti kendini Kürt, yargılananları yani bizleri de Türk olarak düşünseydi ne hissederdi. Köyü yıkılan, öldürülen, yok sayılan, sürgün edilen, dili bile kabul edilmeyen biziz. Terörist olan da nasıl oluyorsa yine biz oluyoruz.  Tüm bunları konuşmayalım diye çok büyük baskılara maruz kalıyoruz. Ama bunu söyleyecek birilerine ihtiyaç var. Keşke gerçekleri söylemek sadece bize kalmasaydı. Dün, benim de köyüm olmak üzere 4 bin köy boşaltıldı. Bugün, yine benim evimin de içinde olduğu Nusaybin yıkıldı. Şehirler yerle bir oldu. Dün ne çözüldü ki bugün çözülsün? Bize göre zihniyetin değiştirilmesi ve düzeltilmesi gerekmektedir. Almanya’da Hitler ırkçılık tabanlı bir örgütleme kurdu ve faşizm ile Alman halkını egemen kılmaya çalıştı. Almanlara kalan miras, milyonlarca insanın katline sebep olan kara bir tarih oldu. Faşizmin acı ve utanç dışında bir şey getirmeyeceği ve demokrasinin önemi anlaşıldı. Onca tahribattan sonra demokrasi zihniyeti yeniden oluştu ama halklar birlikte yaşama hakkını kavuşmanın bedelini çok ağır ödemek zorunda kaldı.

Son olarak şunu söylemek isterim: Cumhurbaşkanı, ÖSO ile yapılan ortaklığı Kuvayi Milliye ruhu ile özdeşleştirmiştir.  Ancak ÖSO çeteleri Efrin’e girdiğinde şehri yağmalamıştır. Kürt halkının mitolojik tarihinde özgürlüğün sembolü olan heykelleri yıkmışlardır. Türkiye’nin ihtiyacı ÖSO ile olan kardeşlik mi yoksa kendi halkı ile olan kardeşlik midir? Şimdiye kadar yaşanan tüm baskı ve zulme rağmen Kürt halkı kardeşlik ve barıştan yana olmuştur. Tarafıma yönelik suçlamaların hiç birini kabul etmiyorum.

11 Nisan 2018