Şırnak Milletvekilimiz Ferhat Encü'nün Şırnak 2. Ağır Ceza Mahkemesi 2016/64 E. sayılı dosya için savunması:

Milletvekili sıfatım devam ediyor olmasına rağmen Kocaeli 1 Nolu F Tipi Cezaevindeyim. Yaklaşık 1500 kilometre uzaktan, video aracılığı ile mahkemenizi, orada bulunan avukatımı, duruşma salonunu görmeye çalışıyorum. Şu anda yargılanmakta olduğum davalar gibi burada olma nedenim de siyasi bir karara dayanmaktadır. Açıklayacağım nedenlerle adil yargılanmadığıma inanıyorum.

3 Kasım’ı 4 Kasım’a bağlayan gece, 5 ildeki savcılıklar, aynı anda harekete geçmiştir. Bu savcılıklar arasında Şırnak Savcılığı da bulunmaktadır. Ben de eş zamanlı olarak Eş Genel Başkanlarımız ve milletvekili arkadaşlarım ile birlikte gözaltına alındım. Hakkımızdaki farklı dosyalardan yine eş zamanlı olarak tutuklandık. Gözaltına alınmamız ve tutuklanmamız bir plan dahilinde olmuştur. Mahkemenizde görülen dava bunun en önemli kanıtlarından biridir.

3 Kasım sabahı, bu davadaki esas soruşturma dosyasından hakkımda yurtdışı çıkış yasağı konulmuş. Sonra bu karar gösterilerek milletvekili olmam nedeni ile taşıdığım diplomatik pasaportuma el konuldu. Hakkımda hukuka aykırı böyle bir tedbir varken, diplomatik pasaportuma el konulduktan 12 saat sonra tutuklandım.

Bu dosyada birbiriyle hiçbir ilgisi olmayan beş ayrı fezleke birleştirilmiş ve sürreal bir kurgu yaratılmıştır. Bu sürreal kurguda benim propaganda sınırını aşmak suretiyle örgüt üyesi olduğum iddia edilmektedir. Savcı, bakmış bakmış, sonunda “sen o kadar çok propaganda yaptın ki artık terör örgütü üyesisin” demiştir. Bu, sadece ve sadece savcının kendi yorumudur. Bu konuda somut hiçbir delil yoktur. Savcı bu sonuca ulaşırken benim özgür bir irademin olduğunu, muhakeme yeteneğimin olduğunu, kendi kararlarımı alabilecek yetişkin bir birey olduğumu hiç düşünmemiştir. Benim varlığımı hiçe sayıp bana ‘sen örgüt üyesisin’ demiştir.

Ben özgür irademle şimdi KHK ile kapatılan Roboski-Der ve milletvekili olduğum HDP’ye üyeyim. Bunların dışında hiçbir üyeliğim yoktur. Eğer var olduğu söyleniyorsa bu tamamen benim iradem ve bilgim dışındadır. Ben Şırnak ilinden yüzde 85.5 oy ile seçilmiş milletvekiliyim. Bizler, seçilmiş halk temsilcileriyiz. Şahsımızı değil, bizleri seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz.

Şu anda da TBMM’nin dokunulmazlığa sahip bir üyesiyim. Milletvekili sıfatı ile karşınızdayım. Tutuklu Eş Genel Başkanlarımız, Grup Başkanvekillerimiz ve milletvekili arkadaşlarımla birlikte burada değil, Meclis’te olmamız gerekmektedir. Ancak bizler, Meclis’te olmayalım, bir bütün olarak muhalefet yapmayalım diye burada rehin tutuluyoruz. Yaptığımız güçlü muhalefet nedeniyle buradayız.

Siyasetçilerin siyaset arenasındaki muhatapları yine siyasetçilerdir. Bu ülkenin en temel meselesinin siyasal düzeyde ve siyaset kurumu aracılığıyla çözülmesi gerekirken yargı kurumuna havale edilmesi sorunu çözmeye değil, daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına hizmet etmektedir. Dokunulmazlığımın kaldırılması, gözaltına alınmam ve tutuklanmam siyasi bir karara dayanıyor. Bu nedenle adil yargılanmadığıma inanıyorum.

Ben insan hakları savunucusuyum. 2012 yılında Barış ve Demokrasi Partisi’nde siyaset yapmaya başladım, Parti Meclisi üyesi olarak görev aldım. 2014 yılında HDP’ye katıldım. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri sonucunda yüzde 85.5 oranında oy aldım, Şırnak ilinden milletvekili seçildim.

İddianamede “giriş” başlıklı kısımda sayın savcı şöyle demektedir: “Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanması sonrasında, silahlı faaliyetlerden ziyade siyasi mücadelenin ön plana çıkartılması talimatı doğrultusunda, terör eylemlerinin yanı sıra, özellikle örgüt güdümünde legal görünümlü yan kuruluşlar vasıtasıyla siyasi zeminde kamuoyu oluşturma...”

İddianamede gösterilen şüpheli benim. Savcı iddianamede beni şöyle tanımlıyor: “Şüpheli Ferhat Encü’nün halen 26. Dönem HDP Şırnak milletvekili olarak görev yaptığı...” Sayın savcı iddianamede bana isnat ettiği tüm suçlamaları, sözlerime dayandırmaktadır. Bunların tamamı, 7 Haziran seçiminde milletvekili seçilmem sonrasında yasama faaliyetim kapsamındaki sözlerimdir.

Bu nedenle, iddianameyi hazırlayan sayın savcıya sormamız gerekir: HDP, örgüt güdümünde legal görünümlü yan kuruluş mudur? HDP, Kürt sorununa barışçıl bir çözüm getirilmesini savunan, Türkiye’de yaşayan farklı kesimleri, azınlıkları, kadınları ve ezilenleri temsil eden, yasal bir siyasi partidir. HDP, tüzüğünde kendisini demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi parti olarak tanımlamıştır. Kurulduğu 15 Ekim 2012 tarihinden itibaren de tüm politika ve eylemleri bu yönde olmuştur. Barış mücadelesi HDP’nin önündeki en acil gündemdir.

HDP çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Tüm bu hedefler doğrultusunda HDP, barışa ulaşabilmek için, çözümün gerçekleşmesi için müzakerelere dönülmesini ısrarla savunmakta, bunun sağlanması için mücadele etmektedir.

Kalıcı barışın da köklü demokratik çözümün de adresi HDP’dir. Çünkü HDP, toplumsal ve tarihsel sorunlarımızın çözümü için konuşmanın, müzakere etmenin tek yol olduğunu düşünmektedir. Gerçekleşen son seçim sonuçları da, HDP’nin bu konumunun seçmende karşılığı olduğunu göstermiştir. HDP, yüzde 10’luk seçim barajını aşmış, 7 Haziran seçimlerinde yüzde 13.12 ve 1 Kasım seçimlerinde yüzde 10.76 oranında oy almıştır. Bizler görünmezmişiz gibi partimizin adı telaffuz edilmese de, yasama süreçlerine dahil edilmesek de, HDP parlamento aritmetiğine göre Meclis’teki 3. büyük partidir; Meclis’te 59 milletvekili bulunmaktadır.

Sayın savcının hazırladığı iddianame, daha giriş kısmında çürümüştür. Giriş kısmında çürüyen bu iddianamede arka arkaya bazı olaylar sayılmıştır. Bu olaylar arasında bir nedensellik bağı yoktur. Bu olaylar birbiri ile bağlı olmadığı gibi tekil olarak da bir bütünün içinden seçilmiş, cımbızlanmış olaylardır. Sayın savcı bu beşi bir araya gelmez olayı örgüt üyeliği suçu için bir araya getirmek adına sürreal bir kurgu oluşturma çabasına girişmiştir. Bu olaylar arasında bir bağ olmadığı için savunmamı her olayı ayrı ayrı değerlendirerek yapacağım. Ama önce ise şunu ifade etmeliyim:

İddianamede savcı, “Şüphelinin kayıtlı adresine ifadesinin alınması için talimat yazıldığı ancak şüphelinin ifade vermeye gitmediği, bunun üzerine şüpheli hakkında 04/11/2016 günü hakkında gözaltı ve yakalama kararı çıkartıldığı ve bu karar üzerine şüphelinin yakalanarak aynı gün ifadesine başvurulduğu ancak şüpheli üzerine atılı suç yönünden savunma yapmadığı, ancak neden savunma yapmayacağını belirtir ifade verdiği ...” demektedir.

Burada çok fazla yanlış vardır: Gözaltı işlemini uygulamak için 3 Kasım gecesi 4 Kasım gecesine bağlanırken saat 01’de kaldığım eve gelinmiştir. Hakkımdaki gözaltı ve yakalama kararının 4 Kasım günü alınmış olması mümkün değildir. Eve geldiklerinde kararı görmek istedik. Karar tarihi 3 Kasım 2016 idi. Bundan çok eminim, çünkü o gün sabah diplomatik pasaportuma da el konulmuştu. Bu nedenle pasaportuma el konulmasının üstünden 12 saat geçmişken yakalama kararı nasıl olur diye sormuştuk gelen polislere. Tüm bu kararları veren savcının, iddianameyi hazırlayan aynı savcı olduğuna dikkat çekerim.

Bir diğer yanlışlık, ifade vermeye gitmemem ile ilgilidir. Tutuklanmamız, Adalet Bakanı ve Başbakan tarafından ifadeye gitmediğimiz gerekçesi ile açıklanmıştır. Ancak, hakkımdaki 17 fezleke için bana gönderilen tebligatlarda ifadeye gitmezsem zorla getirileceğim yazılı değildir. Bana yapılan tebligatların örneği dosyada olmalıdır.

Tutuklanmama gerekçe olarak gösterilen ifadeye gitmemem ve üzerime atılı suç yönünden savunma yapmamam kesinlikle soruşturma mercilerine yönelik bir tavır değildir. Bu, soruşturmaların siyasi saik ile başlatıldığını ve devam ettirildiğini düşündüğümden dolayı siyasi nedenledir. Bunu o gün de hem savcılıkta hem de sulh ceza hakimliğinde açıkladım.

Yukarıda belirttiğim kısımdaki tek doğru bölüm de neden savunma yapmayacağımı belirtir ifade verdiğimdir. Bizim soruşturma mercilerine yönelik bu yönde bir tavrımız yoktur. Siyasi iktidar bize ve partimize karşı ayrımcı, bizleri hedefleştiren tutumlar sergilemiştir. Siyasi çalışmalarımızı akamete uğratacak şekilde bizi, bir takım hukuksuz düzenlemeler ve uygulamalar ile yargısal süreçlerle muhatap kılmıştır.

İddianameye baktığımda ben şunu gördüm: Savcı, benim hakkımdaki tüm dosyaları almış, incelemiştir. Bu incelemenin de nereden bir şey buluruz da terörle ilişkilendiririz diye yapıldığı çok açıktır. Fezlekelerde olduğu gibi iddianameler de tutuklanmam için alelacele, özensiz hazırlanmıştır. Bu dosyada yer alan 5 fezlekenin tamamında bir suç unsuru yoktur. Böyle olunca yaratılmak istenen örgüt üyeliği suçu için dikiş tutmamaktadır.

Bir araya getirilen fezlekelerdeki sözlerim, kriterlerinin ne olduğunu bilemediğimiz, sadece iddianameyi hazırlayan sayın savcının zihninde var olan bir elekten geçirilmiştir. Bu öyle bir elektir ki, bu elekten geçen her şey kendi gerçekliğini kaybetmekte ve yeni bir gerçeklik kazanmaktadır.

Örneğin savcının deyimiyle Olay 1’de derneğimizin adı Roboski Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak geçmektedir. Böyle bir dernek yoktur. Derneğimizin adı ‘Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği’dir. Şırnak’ta kurulan derneğimizin adının, bizlerin her adımını izleyen savcılık makamınca bilinmemesi hayatın olağan akışına aykırıdır.

Eleğe giren derneğimiz de, kendi gerçekliğini kaybetmiş ve yeni bir ad almıştır. Biz, adalet ve barış amacımızı ifade etmesi için derneğimizin adını ‘Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği’ koymuştuk. Elekte derneğimiz maalesef “adalet” ve “barış” kelimelerini kaybetmiştir. Bu arada artık bu dernek de yok. 6 Ocak’ta çıkartılan son KHK’ler ile kapatıldı. İçişleri Bakanı’nın “Vurduk kilidi, gitti. Hadi bakalım, açın da görelim” dediği dernekler arasında şimdi.

Roboskili aileler olarak her ayın 28. günü Şırnak Valiliği önünde toplanırız. 28 Aralık 2011 tarihinde TSK uçaklarınca bombalanan yakınlarımızın faillerinin yargı makamları önüne çıkarılmamış olmasını protesto ederiz. Protestomuz, basın açıklaması okumaktan ibarettir. Barışın elçisi sayın Tahir Elçi’nin öldürüldüğü 28 Kasım 2016 tarihinde son protestomuzu gerçekleştirdik. Gerçekleştirdiğimiz bu protestoların tamamı barışçıl bir şekilde başlamış ve bitmiştir. Neredeyse her protestoya müdahale edilirken, bizim yıllardır her ay yaptığımız bu protestoya kolluk hiçbir zaman müdahale etmemiştir. Müdahale edebileceği bir durum da yaşanmamıştır.

Olay 1 olarak bahsedilen konuşmamı, 28 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirdiğimiz barışçıl protestomuzda yaptım. Milletvekili seçilmiş olmam nedeniyle basın açıklaması sonrası bana da söz verildi. Konuşmam ağır insan hakları ihlallerinin cezasız kalmasına, cezasızlığın bir politika olarak sürdürülmesine ilişkindi. Çünkü bu cezasızlık politikasının mağdurlarından biri de biz Roboskili aileleriz.

Konuşmamda öz kardeşim dahil 34 yakınımın TSK uçaklarınca bombalanarak öldürülmesine ilişkin soruşturma sürecinin takipsizlikle kapandığını, Anayasa Mahkemesi’nin de bir yıldır başvurumuz hakkında işlem yapmadığını söyledim. Sonra, Medeni Yıldırım’ın öldürülmesine ilişkin olarak açılan kamu davasının da cezasızlıkla sonuçlanabileceğine işaret ettim ve cezasızlığa rağmen adalet arayışı için vazgeçilmemesini, adalete erişmek için mücadele edilmesini belirttim.

Hak aramanın anayasal bir özgürlük olduğunu biliyorum. Bu konuşmamda cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösteren veya öven veya teşvik eden hiçbir ifade bulunmamaktadır. Benim bu konuşmamı duyan, okuyan kimse de şiddet yoluna başvurmamıştır. Ancak, iddianameyi hazırlayan sayın savcı, bu konuşmamı kendi eleğinden geçirmiş ve terör örgütü propagandası suçunu bulmuştur.

Peki, ben bu suçu nasıl işlemişim? Medeni Yıldırım’ın adını anmışım. Peki, Medeni Yıldırım kimmiş? Sayın savcı iddianamenin 7. sayfasında aynen şöyle diyor: “...şeklindeki konuşmasında operasyonlar sırasında öldürülen bölücü terör örgütü mensubu teröristin silahlı mücadele eylemlerini meşru görerek övdüğü...”

Okuyunca gözlerime inanamadım. Keşke sayın savcı google’a Medeni Yıldırım yazsaydı. Medeni Yıldırım, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kalekol yapımlarının protesto edilmesi sırasında karakoldan açılan ateş sonucunda öldürülmüştür. Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi ile ilgili olarak Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştır. Davanın tek sanığı o dönem zorunlu askerlik görevini yapan bir erdir. Kamu davası sanığın olası kastla öldürme suçunu işlediğinden bahisle açılmıştır.

Ama savcının eleğinden geçince Medeni Yıldırım terör örgütü üyesi olmuştur. Bu mantıkla Medeni Yıldırım’ın adını anan ben de Medeni Yıldırım’ın silahlı mücadele eylemlerini meşru göstererek övmüşüm.

28 Aralık 2011’de öz kardeşim dahil 34 akrabam TSK uçaklarınca bombalanarak katledildiği günden beri her gün adalet ve barış için nefes alıyorum. İddianameyi hazırlayan savcının gerçek adını söyleyemediği ‘Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği’ni biz bu nedenle kurduk. Bu adı özellikle seçtik.

İddianamede sıralanan olaylar o kadar birbiri ile bağlantılı değil ki, bir bütün olarak onlar hakkında konuşmam mümkün değil. Bir sonraki olaya geçtiğimde, şimdi Olay 2 mi demeliyim bilemiyorum.  

İddianameyi hazırlayan savcı, 25 Eylül 2016 tarihinde yaptığım paylaşımlara bakarak olmayan bir suç bulmuştur. 25 Eylül 2016 tarihinde Şırnak ilindeydim. Milletvekili seçilmem dolayısıyla halkı ziyaret edip kendilerine teşekkür ediyor ve sıkıntılarını dinliyordum. Beytüşşebap ilçesinde çatışma çıktığı, evlere havan topunun isabet ettiği, telefonların kesilmiş olması nedeniyle ilçeden haber alınamadığı söylendi. Bunun üzerine Şırnak milletvekilleri Faysal Sarıyıldız ve Aycan İrmez ile görüştüm. Hepimiz farklı yerlerden ilçeye doğru gittik.

Olay yerine vardığımızda çatışma sona ermişti. Askerler yolu kesmiş halkın çatışmanın yaşandığı yere geçmesine izin vermiyordu. Ancak halk da barikatı aşmıştı. Askerler ile halk arasında bir gerilim vardı. Ben hem halk, hem de askerlerle görüşmeler yaptım ve bu gerilimin kalkmasını sağladım. Tüm bu yaşananlardan ve gerginliğin kalktığından kamuoyunun haberi olması amacı ile de Olay 2 olarak adlandırılan kısımdaki twitter paylaşımlarını yaptım. Herkes neler olduğunu merak ediyor. Ben oraya gittiğim için de beni arıyordu.

O paylaşımlarım aldığım haber üzerine gittiğim Beytüşşebap’taki olayla ilgili olarak kamuoyunu bilgilendirmek amaçlıdır. Çünkü kimse ilçeden haber alamıyordu. Başka bir amacım yoktur. Ama savcı o gün yaptığım paylaşımlar içinden sadece bu paylaşımları cımbızla seçmiştir. Olay 2 ile ilgili fezlekeye bakarsanız, fezlekede daha fazla paylaşım olduğunu göreceksiniz. İddianame hazırlanırken bu paylaşımlar çıkartılmış. Çıkartılmasının nedeni, benim propaganda yaptığım algısını oluşturabilmek içindir.

Çünkü sadece fezlekede yer alan paylaşımlarıma bakılınca böyle bir amacımın olmadığı anlaşılmaktadır. Bu paylaşımlarımda önce Cumhuriyet Gazetesi’ndeki bir haber hakkındaki görüşümü paylaşıyorum, sonra Beytüşşebap’taki olayla ilgili sadece 3 paylaşımda bulunuyorum. Sonra yine Cumhuriyet Gazetesi’ndeki haberle ilgili görüşlerimi açıklamaya devam ediyorum.

Söylemek istediğim şudur: Savcının suç kanıtı olarak sunduğu paylaşımlarım bir bütün içerisinde yer almaktadır. Bu bütüne bakıldığında savcının iddia ettiği gibi operasyonlar sırasında öldürülen bölücü terör örgütü mensubu bir teröristin silahlı mücadele eylemlerini meşru görerek övmek amacımın olmadığı da açıktır. Bu paylaşımları yapmakta tek bir amacım vardır: Kamuoyunun Beytüşşebap’taki olayla ilgili olarak son durumun ne olduğunu öğrenmesidir.

İddianameyi hazırlayan savcı, niyet okuması yapmış ve kendi kişisel görüşüne göre Beytüşşebap’taki olaya ilişkin yaptığım paylaşımlardaki fotoğrafları, içerikleri itibari ile operasyonlar sırasında öldürülen bölücü terör örgütü mensubu teröristin silahlı mücadele eylemlerini meşru görerek övmek olarak değerlendirmiştir. Nasıl bu sonuca ulaşmıştır sorusunun cevabı iddianamede yoktur. Bilemiyoruz. Öyle bir iddianame ki, neresini tutsak elimizde kalıyor.

Benim gibi kendisi de 4 Kasım’da tutuklanan milletvekili arkadaşım Leyla Birlik’in sizin mahkemenizde geçen günlerde dediği gibi, ben de bu iddianamede tanığı olduğumuz olayların sanığı yapıldığımızı görüyorum.

Olay 3’e geçecek olursak... Biliyorsunuz, 16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren başta Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Hakkari olmak üzere toplam 9 il ve en az 35 ilçede sokağa çıkma yasakları uygulamaya başlandı. Bu yasakların, bazı sokaklardaki hendeklerin kapatılması ve suç işleyenlerin yakalanması amacıyla ilan edildiği söylendi ve İl İdaresi Kanunu’nun 11 C maddesine dayanıldı.

İlk günden beri biz bu yasakların yasal dayanağı olmadığını söyledik, hala da söylüyoruz. Hukuki dayanağı olmayan bu yasaklar, süresiz ilan edildi ve aralıksız uygulandı. Yasak ilan edilmeden önce ilçelere yoğun bir askeri sevkiyat başlıyordu. Sokağa çıkma yasağı süresince tüm kamu kurumları ile işyerleri kapalı oluyordu. Bu şartlarda temel ihtiyaçların giderilebilmesi imkansızdı. Ne zaman biteceği belli olmayan bir sokağa çıkma yasağı için ne kadarlık gıda stoku yapabilirsiniz? Vücudunuza hastalanma diyebilir misiniz? Reçeteye bağlı ilaç kullanıyorsanız, daha fazla ilacı nasıl stoklayabilirsiniz?

Silopi’de 14 Aralık 2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde ben ve  Şırnak milletvekili Aycan İrmez ilçedeydik. İlçede bulunma nedenimiz bu süreçte halkın yanında olmak, yaşanabilecek ihlalleri engelleyebilmek, sorunlarına çözüm bulabilmekti. O günlerde Silopi’deki durum diğer sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerden farklı değildi. Ana caddelerdeki sokak başlarına polis panzerleri, zırhlı araçlar; kente hakim tepelere veya yüksek binalara da keskin nişancılar yerleştirilmişti. Hiçbir ayrım gözetilmeden yaşam alanlarına toplar atılıyor, ateş ediliyordu.

Herkes elini vicdanına koymalıdır. Yaşam alanlarına böyle ağır silahlar giriliyorsa ve operasyonlar bittikten sonra bu yaşam alanları molozla kaplı arazilere dönüşüyorsa bu mahallelerde neler yaşanmış olabilir? Biz bu soruyu defalarca sorduk. Darbe girişimi gecesi Meclis bombalanırken Genel Kurul’da bulunan milletvekilleri kamuoyu önünde dile getirmese de bizleri anladıklarını söylediler. Meclis’i bombalayan uçakları kaldıranlar ile Şırnak’taki operasyonları düzenleyenler aynı komutanlardı.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın açıkladığı bilgilere göre Silopi’de 37 gün devam eden bu sokağa çıkma yasağı süresinde 28 sivil yaşamını yitirmiştir.

Milletvekili sıfatımızla Aycan İrmez ile birlikte Silopi’deydik. Başbakan’dan Meclis Başkanı’na, İçişleri Bakanı’ndan Şırnak Valisi’ne kadar herkes Silopi’de olduğumuzu, nerede kaldığımızı biliyordu.

2000’li yılların başında bir çok sözlü tarih çalışması yapıldı. 90’larda neler olduğunu mağdurlar anlattı. Bunlar konuşuldu. Sayısız kitaba dönüştü. Akademik çalışmalar yapıldı. Konferanslar düzenlendi. Gerçeklerin konuşulabilmeye başlandığı o tarihlerde Ergenekon davasında tutuklanan Jitem elemanları toplu mezarların yerini söyledi. O yerlere gidildi. Toplu mezarlara ulaşıldı. Cemal Temizöz, Musa Çitil sanık koltuğuna oturdu.

Ancak, Türkiye kalıcı bir barışa doğru evrilirken müzakere masası devrildi ve onlar sanık koltuğundan sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde göreve atandılar, operasyonları yönettiler. Bir de adına huzur operasyonu, kardeşlik projesi dediler. Huzur, kardeşlik getireceklerini söyledikleri yerler şimdi dümdüz arazidir. Örneğin Şırnak merkezde, Adliyenizin yanı başı şimdi üstü moloz kaplı çorak bir arazidir. Adliyenizin yanı başında yaşam, insan sesleri sönmüştür.

Ne olursa olsun 90’ların gerçekleri artık gün ışığını gördü. Bakmayın şimdi üstünün örtüldüğüne. Gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Silopi halkı, 90’ları bizzat yaşadığı, o operasyonlar sırasında neler olduğunu, sonrasının ne demek olduğunu bildiği için sadece kendilerine ses verilmesini istiyordu. Çünkü yine tanklar ilçe sokaklarındaydı. 1992 Cizre Newrozu’nda halkın nasıl tarandığı youtube’da izlenebiliyor.

Silopi halkı bize, ‘kardeş olduğumuzu söyleyenler nerede?’ diye soruyordu. ‘Silopi bu ülkenin bir ilçesi değil mi?’ diyordu. ‘Siz milletvekilisiniz, bizi duymuyorlarsa sizi duyarlar’ diyordu. Terör örgütü propagandası yaptığımın iddia edildiği konuşmamda ne diyorum ben?  “maalesef herkes kör ve sağır oluyor” diyorum. İradelerini temsil ettiğim halkın sesini dillendiriyorum.

Ama savcı, bu konuşmamda “Kırk yıldır bu halk direniyor” cümlemin altını çizmiş. Bir de “Burada uygulananlar tam bir vahşet, daha neyi bekliyorsunuz” cümlemin altını çizmiş ve şöyle demiş: “... Şüphelinin yine operasyonlar sırasında ölü olarak ele geçirilen bölücü terör örgütü mensubu teröristin silahlı mücadele eylemini övdüğü...” İddianamedeki konuşmamı defalarca okudum. Acaba ben mi göremiyorum dedim. Öncelikle bu konuşmamda silahlı mücadeleyi övmek söz konusu değildir. Daha da önemlisi bu konuşmamda tek bir kişinin adı geçmektedir. O da kimdir? Taybet ana.

Taybet ana, operasyonlar sırasında ölü olarak ele geçirilen bölücü terör örgütü mensubu terörist midir? Pes, gerçekten pes. Taybet ana... Taybet ananın cansız bedeni Silopi’de evinin önünde 7 gün kaldı, 7 gün!

Silopi, Şırnak ilinin bir ilçesidir. Şırnak savcısının, Silopi’de yaşanan bu insanlık ayıbını bilmemesi imkansızdır. Mahkeme salonunda bulunan avukatlarım aracılığı ile savcının iddianamede “operasyonlar sırasında ölü olarak ele geçirilen” dediği Taybet ananın fotoğrafını sunuyorum. Dosyanıza kabul edilmesini istiyorum.

Ben o 7 günün tanığıyım. Ben o 7 gün boyunca sayısız telefon görüşmesi yaptım. Taybet ana evinin önünde vurulduktan sonra yanına gitmek isteyen kayınbiraderi Yusuf da vuruldu ve kan kaybından hayatını kaybetti. Savcılık ve polis ile yapılan görüşmede Taybet ananın eşine beyaz bayrakla hem Taybet ananın hem de vurulan kardeşi Yusuf’un cenazesini alabileceği söylendi. Taybet ananın cenazesini almak için sokağa çıkan eşi Halit de vuruldu. Ailesi, mahkemeye sunduğum Taybet ananın kanlar içerisindeki cenazesini izlemek zorunda bırakıldı.

Ben bu iddianamede yer alan her bir iddiayı okurken utandım. İnsanlığın değeri, insan onurudur. İnsan onuru insan haklarının temelidir. İnsan hakları belgelerinin hepsi insan onuru ve barış hakkı ile başlar. Anayasamız da bunu kabul eder. Ben milletvekili olarak Silopi halkının duygularını dile getirdim. Sözlerimi Silopililere değil, Silopi’de yaşananları görmezden gelenlere hitaben söyledim. Bu sözlerim şiddet çağrısı değildir, bu sözlerimi duyan kimse de şiddete başvurmadı. Eğer bu konuşmam propaganda ise ancak ve ancak insanlık onurunun ve barış hakkının propagandasıdır.

Açıktır ki buradaki yaklaşım, ne yaparız da Ferhat Encü’ye cezası ağır bir suçlama yüklerizdir. Bu olay için aslında Silopi Savcılığı fezlekesini ben ve Aycan İrmez için birlikte  hazırlamıştı. Suçlama da İl İdaresi Kanunu’na aykırılık, 2911 sayılı Kanuna aykırılıktı. Ama ne olduysa oldu, Silopi Savcılığı ayırma kararı verdi. Ben, Meclis’e gönderilen fezlekede olmadığı şekilde terör örgütü propagandası ile suçlanıyorum. Aycan İrmez ise İl İdaresi Kanunu’na aykırılık ile.

Savcı ayrıca bu basın açıklamamız için ‘izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne dönüşen’ demiş. Anayasa’ya göre toplantı ve gösteri yürüyüşü için izin almaya gerek yoktur. Anayasa’da bildirim yer alır.

Ben ya da diğer milletvekili arkadaşlarım bir ilde, bir ilçedeysek mülki amirlerin, emniyetin bunu bilmeme ihtimali sıfırdır. Onların araştırmasına bile gerek kalmadan biz zaten bilgi veririz. Yerleşim yerlerinde operasyonların devam ettiği bir dönemde, ben neredeyse 24 saat kaymakamla, valiyle, savcıyla, emniyet müdürüyle, İçişleri Bakanlığı ile görüşmeye çalışıyordum. O gün de Aycan İrmez ve diğer seçilmişlerle basın açıklaması yapmak için dışarı çıkmadan önce emniyete haber verdik. Hangi yerden çıkıp hangi yere gideceğimizi, güzergahımızı, kaç kişi olacağımızı, hepsini söyledik. Sokak başlarında tankların olduğu bir ilçeden bahsediyoruz. Yaptığımız basın açıklaması da biliniyordu.

Sayın savcı bu iddianameyi yazarken acaba şu soruyu sormadı mı: Sokağa çıkma yasağı var ve bu kadar insan dışarı çıkıyor, yürüyor, basın açıklaması yapıyor, sonra tekrar evlerine dönüyor. Bir emniyet mensubu da bunlara çıkamazsınız, evinize girin demiyor. Şurası kesin ki, iddianameyi hazırlayan savcının benim algılayabileceğim sınırları aşan bir yorum gücü var. Niyet okumanın bu kadarı olur!

Olay 4 denilen konuşmamda, ‘bugün kıştır yarın bahardır’ demişim. Bir de ‘Botan’ demişim. Meğerse ‘bugün kıştır yarın bahardır’ sözü ile Botan kelimesinin patent hakkı KCK’ye aitmiş. Ben de KCK’ye ait bu söz ve kelimeyi kullanarak örgüt propagandası yapmışım.

Botan kelimesi tarihsel bir anlama sahiptir. Bahar, dünyanın neresine giderseniz gidin doğanın yeniden doğuşunu anlatır. Kışın sert koşullarından sonra baharda doğa kendini yeniler, yeniden canlanır. Okullardaki mevsimler tablosunda bile bu şekilde tasvir edilir bahar. Sayın savcı iddianamede “söz konusu örgütün genelde bahar aylarında silahlı eylemleri gerçekleştirdiği, şüphelinin açıkça bu hususu belirttiği” demektedir. Benim konuşmamada böyle bir şey yoktur! Savcı böyle bir yorumu nasıl yapabilmiştir?

Ben, böylesi bir niyet okuma nedeniyle 4 Kasım tarihinden beri tutukluyum. Kişi özgürlüğü hakkımdan mahrumum. Milletvekili olarak yasama faaliyetlerimi yerine getiremiyorum.

Benim KCK sözleşmesinden de, yapılan açıklamalardan da haberim yoktur. Önceden de yoktu, o konuşmayı yaparken de yoktu, şimdi de yoktur.

O gün orada diğer 3 milletvekili arkadaşımla birlikte bir cenazeye katıldım. Cenazeye katılmak örf ve adetlerimizde bir insanlık görevidir. Neyse ki, cenazeye katılmayı suç saymamış sayın savcı. Beni, insanlık görevimi yerine getirdiğim için suçlamıyor. Cenazesine katıldığım Ahmet Tunç ve Mehmet Kaplan’ın hastaneye kaldırılması için AİHM tedbir kararı vermiştir. Tedbir kararına rağmen ambulans ulaşmamış ve her ikisi de hayatını kaybetmiştir.

Abdülhamit Poçal ise Belediye Meclis Üyesi’dir ve cenazeleri almak için giden halka dönük saldırıda hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybettiği bu saldırı, o sırada orada bulunan İMC kameramanı tarafından da kaydedilmiştir.

Buradaki konuşmam, bir haberden alınmış, internet sitesinde yer alan habere dayanılmıştır. Çünkü emniyet, o gün tuzaklama ihbarı var diye yanımıza yaklaşamamış. Emniyetin tuzaklama olduğu ihbarı nedeniyle yaklaşamaması, ama cenaze defin işlemlerine engel olmaması da bana ilginç geldi. Orasının kamuya açık mezarlık olduğu düşünülürse, emniyetin halkın güvenliği için önlem alması gerekmez miydi? Neyse... Emniyet tuzaklama var diye mezarlığı hakim tepeden izlemiş. Kamera kaydı almış. Mesafe uzak olduğu için de sesleri kaydedememişler. Bir haber sitesinde haberi bulmuşlar. Bu haberde benim konuşmam diye bir konuşma verilmiş. Benim söylediğimin söylendiği bir haberin yalancısıyız yani.

İşte bu haberde yer alan konuşmamda “bugün kıştır yarın bahardır” diyerek KCK’nin genelde bahar aylarında silahlı eylem gerçekleştirdiğini açıkça belirtmişim.

Cenaze töreni Cizre’de ambulansa ulaşamadıkları için hayatını kaybeden 3 kişiye aittir. Ben bu konuşmamın içeriğini şimdi tam olarak hatırlamasam da, o günler Cizre’de ağır yaşam hakkı ihlallerinin yaşandığı, bodrumların konuşulduğu bir dönemdi. Ben de olsa olsa cenaze töreninde yaşanılan bu acı günlerin, ölümlerin, çatışmaların geçeceğini anlatmak için bugün kış, yarın bahar demişimdir. Çünkü bahar umudun, güneşin, barışın simgesidir. Bunca acıyı yaşayan bizlerin tek umudu barıştır. Bahar bizim için barıştır.

Bir de Botan dediğim için suçluymuşum. Bunun için de savcı KCK ile ilgili bir sürü açıklama yapmış. Bende nefes tükendi, ne diyeceğimi artık bilemiyorum. Savcının bu mantık yürütmesini uygularsak, o zaman Cizre’deki Botan Hastanesi de KCK’nin hastanesidir.

Bu şekildeki niyet okumalarının kendisi, birlikte yaşama ve barışa zarar vermektedir. Ben bu iddianamedeki konuşmaları milletvekili sıfatıyla yaptım. Bir halkın iradesini temsil ettiğim için yaptım. Bu konuşmalarımın, sözlerimin muhatabı buradaki halk değildir. Ağır insan haklarına sebep olan politikaların karar vericileridir, burada halka kör sağır olanlardır. Her sözümde uygulanan hükümet politikalarını eleştirdim. Burayı görmeyenlere, duymayanlara burada neler olduğunu söyledim. Eğer Botan kelimesini kullandığım için ben yargılanıyorsam. Tamamen barışçıl bir protestoda o gün müdahale edilmeyen basın açıklamam için bugün yargılanıyorsam, burada yargılanan ben değil, benim şahsımda bana oy verenlerdir.

Düşersiniz, düşmenin sıcaklığı ile nerenizin ağrıdığını hissetmezsiniz ya. Ama sonradan o acıyı hissetmeye başlarsınız. Bu dosya ve yargılandığım diğer dosyalar. Hepsinde iddianameleri okudukça yaşadığımız günleri tekrar hatırlıyorum. Sokağa çıkma yasaklarında biz öyle şeyler yaşadık, öyle şeylere tanıklık ettik ki... Şimdi hepsi bu iddianamelerde suç olarak karşımızda.

İddianamede en uzun yeri sokağa çıkma yasakları devam ederken İdil ilçesinde attığım twitler kapsıyor. 4. sayfanın ortasından başlıyor ve 6. sayfanın sonunda bitiyor. Uzun yer kaplıyor, ama bu twitlerim ile ilgili savcının suçlama gerekçesi ise sadece 3 satır. Her sayfa için bir satır gibi bir oran var.

Olay 5 de diğerleri gibi ilginç. Ben sosyal medyayı sık ve etkin kullanan biriyim. İdil ilçesinde o dönemde sokağa çıkma yasağı devam ederken kaldım. Yasak 44 gün devam etti. Yasak ilan edilmeden önce, öğretmenler ve kamu personelinin ilçeyi terk etmesi istedi. Sonra basın mensupları da ilçeden çıkartıldı.

Bu dönemde ben, basın mensuplarının da ilçeden çıkartılmış olması nedeniyle basın mensubu gibi halkın haber alma hakkını da yerine getirmeye çalışıyordum. Bunu da sosyal medya aracılığı ile yapıyordum. Twitter ve periscope sistemlerini kullanıyordum. Tıpkı, benim bulunamadığım Genel Kurul’da halkın haber alma hakkını periscope yayını ile yerine getiren CHP Milletvekili Ali Şeker gibi. CNN Türk bile onun yayınlarından bahsediyor. Trajik.

Sokağa çıkma yasağı 44 gün sürdü ama savcı, bunların arasından galiba kura çekmiş, sadece 16 Şubat ile 1 Mart tarihlerini almış. İddianamede yer alanların hepsi İdil’de ne olduğuna ilişkin. Bir gazeteci gibi hareket ettim. Hatta iddianamedeki paylaşımlarımdan biri şöyle: “Bilsinler ki, her birimiz gerçekleri yazan, kötülükleri ve hukuksuzlukları deşifre eden birer gazeteci, muhabir olmaya devam edeceğiz.”

Kimi zaman bana gelen haberleri paylaşmışım. Kimi zaman doğrudan benim başıma gelen haberleri paylaşmışım. Kimi zaman da başka paylaşımlardan kamuoyunu haberdar etmişim. Benim bu paylaşımlarımı okuduktan sonra İdil’de veya başka il ve ilçelerde şiddete başvuran mı olmuş?

“İdil’de izin belgeleri olmadığı halde kaldığım eve aramaya gelen jandarma talebimizden sonra belgeyi almaya gittiler. Hukuk mukuk hak getire.” Şimdi bu paylaşımım benim başıma gelen bir olayla ilgili. Jandarma eve gelmiş. Arama yapacağını söylemiş. Biz de arama kararını sormuşuz. Arama kararı olmadığı için de jandarma arama kararını almak için gitmiş. Bir kişi paylaşımında bir yer için halk arasında bilinen adı olan Cehennem Deresi demiş. Ben de bu yerin İdil Yeni Mahalle olduğunu söylemişim. Güvenlik kuvvetlerince darp edildiğim için HDP kamuoyu açıklaması yapmış. Onu retweet etmişim. Burada ne gibi bir suç unsuru var?

Çünkü Olay 5’teki paylaşımlarımın tamamının suç olduğuna dair savcının yazdığı gerekçe sadece şu: “İdil ilçesinde retweetleyerek ya da atmış olduğu twit içeriklerine bakıldığında bölücü terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik ettiği”. Cümle biraz düşük ama iddianamede böyle yazıyor. Peki, hangi içerik, hangi cümle, hangi bölücü terör örgütü, hangi yöntem? Yok. Aslında Olay 5’te işlediğim suç ne biliyor musunuz? Kamu görevlilerince gerçekleştirilen ağır insan hakları ihlallerine tanıklık etmek. Tanıklık ettiklerini kamuoyuna duyurmak.

İddianameyi hazırlayan savcı, Olay 5 diye isimlendirdiği kısımdaki paylaşımlarıma bakmış ve arama kararı olmadan jandarmanın arama yapmak istemesini hukuka uygun bulmuş. Bir milletvekilinin silahla tehdit edilmesini, yere yatırılıp darp edilmesini de hukuka uygun bulmuş. Bir kişinin gözaltı kararı olmadan zorla polis aracına bindirilip, saatlerce dolaştırılmasını ve kayıt bile tutulmamasını hukuka uygun bulmuş.

Ama, tanıklık ettiklerini kamuoyuna duyurmak suç. Şahit olduğunu anlatmak bir sorumluluktur. Suç değildir.

Bana tebliğ edilen iddianame 9 sayfa. 9 sayfada bu 5 olay ve suçlandığım örgüt üyeliği arasında nasıl bir ilgi kurulduğu sadece 2 paragrafta anlatılmış. Bu paragraflar da toplamda yarım sayfadan az yer kaplıyor. Bu iki paragraflık kısım şöyle başlıyor: Örgüt üyesi olmak, örgütün amacını bilerek ve bu amacı benimseyerek örgüte girmektir. Sonra örgüt üyeliğinin aşama aşama geliştiği söyleniyor. Organik bağdan, kasttan bahsediliyor.

Bu sayılanların benim açımdan hangi somut gerekçelerle gerçekleştiği ise yok. Zaten olamaz da. Çünkü bu eylemlerimin hiçbiri suç değil. Hepsi yasama faaliyetim kapsamında milletvekili olarak söylediğim sözler. Sözlerin içeriğinde hükümetin eleştirisi var, tanıklıklarım var, halkın kamuoyuna duyurulmasını istediği duyguları var.

Mesela diyor ki savcı, ben terör örgütü toplantısı haline gelmiş olaylara katılmışım. Acaba bu toplantı ile hangi toplantıyı kastediyor? İddianamede 3 tane basın açıklaması yaptığım olay var. Acaba hangisi?

Bu iddianame, Ferhat Encü çok suçlu, hakkında onlarca fezleke düzenlendi diyebilmek için hazırlanan fezlekelerden 5 tanesinin ya tutarsa mantığıyla birleştirilmesinden ibaret. Ortada savcının sübjektif değerlendirmelerinden ibaret hukuken geçerli olmayan bir iddianame vardır. Dikişi tutmamakta, iddianame neresinden tutarsanız elinizde kalmaktadır. Tarihi bir vesikadır.

Ancak burada vahim olan, iddianamenin yok hükmünde olması değil. Bu iddianameye dayanarak benim tutuklu olmamdır. Suçlamaların tamamını reddediyorum.

 

Etiketler: #ferhat encü , #savunma