HDP Grubu adına Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerine konuşması

31. Birleşim
16 Aralık 2014-Salı

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 2015 bütçesini konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Partim Halkların Demokratik Partisi adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünyada doğaya yapılan büyük haksızlıklar maalesef insan eliyle olmaktadır. Dünyada yapılan bütün savaşlardan daha fazla yıkıma neden olan, iktidarların kâr hırsıdır. Yaşamı, emeği ve tarihi hiçe sayan salt ekonomiye endeksli yaklaşımın faturasını Soma’da 301 işçinin katledilmesinde gördük. Soma katliamı ekonomik hırsın vicdana ve insanca yaşama kurban edilmesidir. Kapitalist modernitenin dini milliyetçilik, imanı liberalizmdir tespiti sömürü mekanizmasının amentüsünü oluşturmaktadır. İşte, tam da imanı liberalizm olanların işçilere dönük imansızlıklarına ve vicdansızlıklarına Soma’da bir kez daha şahit olduk. Neoliberal sistemin ekonomik ve politik organizasyonun icracısı olan AKP Hükûmetinin neoliberalizmde ve vahşi kapitalizmde ustalığa erişmesinin son adı “Soma katliamı” olmuştur.

Soma katliamı, işçilerin, başta yaşam hakkı olmak üzere, sosyoekonomik ve demokratik hakkını güvence altına alan değil, tam tersine, iktidar ve sermaye sınıfının ali menfaatlerini merkeze alan devlet ve Hükûmet anlayışının kanla ödenmiş bir bedelidir. işçilere kan ve canlarıyla ödetilen bu bedelden başta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Yıldız olmak üzere iktidarın bütün mensupları sorumludur. 301 maden emekçisinin vebali sizin boynunuzdadır. Yüzyılın iş cinayeti bin yıl da geçse alnınızda kara bir leke olarak kalacaktır.

8 Haziran 2011 tarihli, Devlet Denetleme Kurulunun işçi katliamlarının nedenlerini ortaya koyan ve alınacak önemleri sıralayan 600 sayfalık raporunu dikkate almayan Hükûmet, aynı zamanda, Mecliste muhalefet partilerinin konuyla ilgili yasama faaliyetlerini de işleme almasına engel olmuştur. Devlet Denetleme Kurulunun hazırladığı rapora göre, iş cinayetlerine maruz kalan işçilerin yüzde 86,3’ünün, iş cinayetleri sonucu hayatını kaybeden işçilerin ise yüzde 53,56‘sının kömür ve linyit çıkarılması faaliyet kolunda çalışanlardan meydana geldiği tespit edilmiştir. Madenlerdeki iş cinayetleri ve Hükûmetin sorumluluğu bizzat devletin en üst düzeydeki yetkili kurumları tarafından da açıkça itiraf edilmektedir.

Soma katliamı işçi cinayetlerini durdurmak, işçi sağlığı ve güvenliğini kesin olarak sağlamak için ibret olarak alınmalı ve işçi katliamı artık durmalıdır. Ancak bu felaketten gerekli derslerin çıkarılmadığı 28 Ekim Karaman Ermenek’te yaşanan maden katliamında bir kez daha görülmüştür. Çünkü AKP’nin kalkınma modeli emek sömürüsü ve işçi katliamları üzerinden şekillenmektedir. AKP Hükûmetinin övünç duyduğu göklere erişen yüksek kulelerin, kurulan her bir ışıltılı AVM’nin, devasa büyüyen holdinglerin, TOKİ’lerin, HES’lerin altında işçi emeği, işçi kanı ve işçi canı bulunmaktadır.

İş cinayetlerinde birinci dereceden sorumlu olan patronlar ve siyasi sorumlular taksirle ölüme sebebiyet vermek yerine kast ile insan öldürmekten yargılanmadığı müddetçe bu ülkede işçiler cinayete kurban gitmeye devam edecektir. 301 işçinin öldürülmesinden sorumlu olan Soma Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan için yirmi bir yıla kadar hapis istenir iken, molotof attığı iddiasıyla 16 yaşındaki Cizreli Mustafa Acet’e altmış yıl ceza veren adaletinize binlerce kez yazıklar olsun.

Bu ülkede siyasal iktidar ve buna bağlı olarak çalışan yargı, Kürt’e, işçiye, kadınlara, muhaliflere ve bütün ezilenlere ayrı, işçileri katleden patronlara ve ayakkabı kutularına para dolduranlara ise ayrı işliyor.

Cemaate yönelik operasyonlarda da aynı durum geçerli. Ergenekon ve balyozda olduğu gibi Cemaat de, başta Kürtler ve demokrasi güçlerine karşı işlediği suç ve hukuksuzluklardan ötürü yargılanmayacak, AKP’ye dokunduğu için yargılanacak. Bu, bize göre, siyasi tiranların kendi arasındaki savaş ve çıkar kavgasıdır. Yargı da iktidarın gücüne göre konum belirlemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son on iki yılda iş cinayetlerinden 14.455 işçi yaşamını yitirdi. Bunun bir kısmı AVM, yol, köprü, HES inşaatlarında ve madenlerde yaşandı. 2014 yılının ilk on ayında ise 1.600 işçi , 2014 yılının ilk sekiz ayında en az 39 çocuk işçi yaşamını yitirdi. Bunun hızla artacağı aşikârdır çünkü mevcut yasalarda işçilerin sağlığını ve güvenliğini koruyan bir yasal düzenleme yok. Bunu bugün yasalarda mevcut olan “iş sağlığı ve iş güvenliği” kavramından rahatlıkla görebiliriz. İşçinin değil işin sağlığını, işçinin güvenliğini değil işin güvenliğini düşünen bir ideolojik yaklaşım söz konusu. İşçiyi ve onun sağlığını öncelemesi gereken kanunun, tamamen kâr hırsına odaklı işverenin iş sağlığını ve iş güvenliğini korumaya odaklı olduğunu Soma katliamında bir kez daha görmüş olduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Soma'da yaşanan işçi katliamı, taşeronlaştırma, piyasalaştırma, özelleştirme ve rödovans uygulamalarından bağımsız asla ele alınamaz. Olayın yaşandığı ilk günden itibaren Enerji Bakanlığı faciayı teknik eksiklikler üzerinden değerlendirerek, olayın siyasi ve ekonomik arka planını örtbas etmeye çalışmıştır.
Sayıştayın 2012 tarihli Ege Linyitleri İşletmesi Müessesi Müdürlüğü Raporu’ndan anlaşıldığı üzere TKİ’nin Eynez ve diğer maden ocaklarında Soma AŞ’ye verdiği işletme yetkisi muvazaalıdır. Bu muvazaalı anlaşmanın tarafı olan TKİ Genel Müdürlüğü yetkilileri ile 1,5 milyon ton kapasiteli kömür ocağına 3,5 milyon ton kömür çıkarılmasının önüne geçmemiş olan Maden İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri ve bu kurumun bağlı olduğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Soma katliamının sorumlularından biridir. Meclis sıralarında oturan Sayın Taner Yıldız Soma katliamı nedeniyle şu an bu sıralarda değil, mahkeme sıralarında hesap vermeliydi. Ancak, ölen işçiler olunca Türkiye’de her şey teferruat kalmaktadır.

Kömür üretimi TKİ’nin asıl işi olup 4857 sayılı Yasa’nın 2’nci maddesine göre hizmet alımı yani taşeron yöntemiyle Eynez Ocağı’nda Soma AŞ’ye üretim yaptırılmaması gerekirdi. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının yasakladığı bir kural, bizzat devlet kurumları tarafından rant uğruna ihlal edilmiştir.

Dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Soma’daki iş cinayeti için “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde ‘iş kazası’ denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar vardır.” diyerek yüzyıl önceki maden kazalarını örnek göstermesiyle Türkiye başta olmak üzere uluslararası camiada alay ve karikatür konusu olmuştur. “Ölüm madenciliğin fıtratında var.” diyorlar. Ölüm madenciliğin fıtratında yok, öldürmek sizin fıtratınızda var. Roboski’de 33 Kürt’ü öldürdünüz, çünkü fıtratınızda öldürmek vardı. Soma’da 301 madenciyi katlettiniz, çünkü fıtratınızda öldürmek vardı. Berkin’i, Uğur’u, Ceylan’ı, Ali İsmail Korkmaz’ı, Medeni’yi, Uğur Kurt ve daha nice çocuk, genci katlettiniz, çünkü fıtratınızda öldürmek var.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Soma, Ermenek, Zonguldak ve Şırnak’ta iş cinayetlerini gerçekleştiren zihniyet, aynı şekilde doğaya da gaddarca yaklaşmaktadır. Doğada büyük tahribatlara ve doğal dengenin bozulmasına neden olan etkenlerden biri de termik santral yapımları, HES inşaat barajları ve güvenlik barajlarıdır. Bu barajlar sadece doğayı tahrip etmekle kalmıyor, aynı zamanda insanlarımızın geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılık alanlarını da yerle yeksan etmektedir. Baraj yapımları ile bir ülkenin belleği olan tarihi dokusu ve historyası da ortadan kaldırılmaktadır.

Baraj inşasında ısrar nedeni antiekolojik ve antisosyal enerji, tarım ve kalkınma modelidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti 1990'lı yılların sonundan bugüne nehir ve dereler üzerinde kurduğu barajlardan dolayı gittikçe artan bir boyutla, en başta bu projelerden etkilenenler olmak üzere birçok kesim tarafından eleştirilmektedir. Bunun nedeni açıktır: Bu projeler genellikle yereldeki insanlara büyük sosyal ve ekolojik zararlar ve sadece bazı durumlarda sınırlı fayda sağlarken devlete ve projede yer alan şirketlere ekonomik ve siyasi kâr sağlamaktadır.

Devlet tarafından tanımı yapılan “kalkınma” adına ve ulusun ilerlemesi uğruna yerel topluluklara ve halklara göç ettirme, topraklarını terk etme ve öngörülen düşük tazminat bedelini kabul etme dayatılmaktadır.

Türkiye'de yapımı biterek üretime geçen, yapımı devam eden ve yapılması planlanan yaklaşık 2. 500 HES projesi mevcuttur. Bu HES projelerin tamamının 2023'te tamamlanması öngörülmektedir. Bu santrallerin tamamı tamamlanıp üretime geçtiğinde bile ülkemizdeki enerjinin sadece yüzde 5'i karşılanacaktır, üstelik sadece yirmi beş-otuz beş yıl için. Derelerin getireceği alüvyonlara bağlı olarak ömrü biten her bir HES'e yeniden işlev kazandırabilmek için derelerin yönü tekrar değiştirilecek ve eğer şimdiden “Dur.” demezsek bu doğa katliamı, bu ölüm oyunu kurumayan tek bir dere kalmayıncaya kadar devam edecektir.

Türkiye’de iktidarlar, cumhuriyetten günümüze kadar sürekli kötü uygulamalarıyla ilgili konuşulmuştur. Türkiye’nin dünyaya hediye ettiği kötü örneklerden biri de güvenlik barajlarıdır. Yıllardır Kürt sorununa karşı güvenlik konseptiyle yaklaşan iktidarlar her türlü yolu denedi. ABD başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinden, Rusya’dan en ağır silah ve uçakları satın alarak bir halkın özgürlük talebini bastırmak istedi ancak başaramadı. Şimdi de AKP Hükümeti doğayı istismar eden yollara başvuruyor. Bu yollardan biri de güvenlik barajlarıdır. Bu güvenlik barajlarının enerji üretmek adına yapılmadığını, başta bölge halkı olmak üzere, hepimiz çok iyi biliyoruz. Devletin resmî yetkilileri dahi barajların enerji veya sulama amaçlı olmadığını açıkça söylüyor. Bu güvenlik barajları genelde İran ve federe Kürdistan bölgesi sınırlarında yer alıyor. Bu kapsamda, Şırnak sınırında 7, Hakkâri’de ise 4 barajın yapımına, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 2008 yılında başlandı. Bunun adı, PKK’ya karşı yapılan güvenlik barajlarıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güvenlik barajlarının doğaya, tarım alanlarına ve tarihsel dokuya verdiği zararları daha iyi anlamanız için Şırnak’ta yapılması düşünülen Cizre Barajına bakmak bile yeterli. Şırnak’ın Cizre ilçesinde Devlet Su İşleri tarafından yapılması planlanan Cizre Barajı 15 Mayıs tarihinde ihaleye çıktı. Barajın yapılması hâlinde Dicle Nehri kıyısında bulunan ve birçok uygarlığın izini taşıyan tarihî kale, medrese, antik kent, mağaralar, köprüler, yüzlerce höyük, köyler ve tarım arazisi sular altında kalacak. Bu barajla dağlardaki geçiş yollarının kapatılması planlanırken Dicle ve Botan vadileriyle bu vadilerdeki tarihî kalıntılar yok olacak. Kapitalist modernitenin ruhuna uygun olarak, iktidar partisinin ve yandaş sermayenin iştirakiyle bölgenin tüm tarihsel belleği kâr hırsına kurban edilmektedir. Kırk yıldır mücadele veren Kürt özgürlük mücadelesi tüm yöntemler denenmesine karşın tasfiye edilemeyince savaş dışı yöntemlerle bölge halkı ve özgürlük mücadelesine kaybettirme arayışının bir sonucu olarak güvenlik barajları yapılmaktadır. .
Güvenlik barajları bölge halkı tarafından "HPG'nin geri çekilmesini fırsat bildiler." şeklinde yorumlanmaktadır. Ortada bir gerçeklik var. Tank, top ve tüfeklerinizle PKK’yi bitirmeye çalıştınız, olmadı. Bu sevdadan vazgeçin çünkü PKK siyasal ve sosyolojik bir realitedir. Doğru olan PKK’yle samimi bir diyalogu başlatmaktır. Kürdistan’da güvenlik barajlarının yapımına kafa yoracağınıza Sayın Öcalan’ın büyük emek ve sabırla hazırladığı demokrasi manifestosunu hayata geçirmeye kafa yormanızı öneririz.

Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri; enerji, insan yaşamı için hassas ve kamusal bir haktır, bu nedenle kâr-zarar ölçeğinde ele alınamaz. Enerji, hayatımızın en vazgeçilmez ve yaşamsal girdilerinden biridir ve elektrik enerjisinin sürekli sunumunda hiçbir mazeret olamaz. Enerjiye alınıp satılan bir mal gözüyle bakan ve tamamıyla kâra odaklanmış bir anlayış sorunun temel kaynağıdır. Ancak, Hükümet kaçak kullanılıyor diye halkı karanlığa gömüyor. Bölgede baraj çok ama elektrik yok. Bütün barajlar neredeyse bölgede yapılıyor ama halkımıza Ortaçağ koşulları dayatılıyor. Bölgede insanlar isyan ediyor: “Elektrik yok. Bütün kaynaklarımızı kurutacaksınız ama bundan istifade edemeyeceğiz.” Sayın Enerji Bakanına bir çağrıda bulunuyoruz: Halkımızı cezalandırmaktan vazgeçin. Kaçak elektrik kullanıldığını söylüyorsunuz. Bu ülkenin ekonomisini, enerjisini ve doğasını asıl sizler kaçak kullanıyorsunuz. Bin odalı kaçak sarayı görmeyenlerin yoksulun elektriğine göz dikmeye hakkı yoktur. Yoksula bedava elektrik verme yerine cezalandırıyorsunuz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İkinci Dünya Savaşı öncesi Türkiye’nin savaşa girme olasılığı gözetilerek 1939 yılında çıkartılan Acele Kamulaştırma Kanunu’yla savaş koşullarındaki acil askerî ihtiyaçların karşılanması için, Bakanlar Kuruluna yurt savunması gerekçesiyle ihtiyaç duyulan taşınmazlara el koyma yetkisi verilmiştir. Ancak AKP Hükûmeti "yurt savunması" adı altında çıkarılan yasayı "yurdu talan etme" yasasına dönüştürmüştür. Acele kamulaştırma, Türkiye'de kamu mallarını, nehirleri ve doğayı acele talan etme ve acele vurgun yapma yasası hâline gelmiştir.

Savaş hukuku içinde istisnai bir kamulaştırma yolu olarak getirilen acele kamulaştırma uygulaması, AKP Hükûmeti döneminde olağan bir kamulaştırma yolu hâline getirilmiştir. 2004 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesi yok sayılarak Bakanlar Kurulu kararıyla Enerji Piyasası Denetleme Kuruluna acele kamulaştırma yetkisi devredilmiştir. EPDK, enerji, madencilik, doğal gaz ve petrol sektörlerinde bu yetkiyi hiçbir yasal sınırlama ve denetim olmadan kullanmaktadır. EPDK tarafından lisans verilen şirketlerin talebi üzerine acele kamulaştırma yoluna gidilmektedir. El koyma yetkisi, şu anda ilgili sektörlerde faaliyet yürüten ve Hükûmete yakın olan şirketlere tanınmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21’inci yüzyılın en önemli yer altı kaynaklarından biri olarak tanımlanan bor madenine olan talep ve bor madeni ürünlerinin kullanımı gün geçtikçe artmaktadır. Türkiye dünya bor madeni rezervinin yüzde 72'sine sahiptir. Bu özelliğiyle dünya ham bor madeni üretiminde 1’inci sırada yer almaktadır. Öte yandan, tek başına dünya bor talebini beş yüz yıl karşılayabilmesi söz konusudur.

Türkiye'de ve dünyada bor ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımını ve yeni bor ürünlerinin üretimini, geliştirilmesini teminen araştırmalar yapmak üzere kurulan Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünün sürekli olan 28 kişilik kadrosu 2013 sonu itibarıyla sadece 24 kişidir. Bakan ve milletvekili çocuklarına ve yakınlarına birçok nitelikten yoksun olmalarına rağmen kadro tahsis eden AKP Hükûmeti, böylesi önemli bir enstitüye, böylesi önemli bir alana şimdiye kadar 28 kişilik kadro tahsis etmiş ve enstitü Allah’a emanet edilmiş durumda. Kurulduğu günden 2013 yılı sonuna kadar 70 milyon 440 bin 248 TL mali kaynak verilmiş, bunun 59 milyon 220 bin 350 TL'lik kısmı enstitü tarafından personel, cari giderler, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları olarak kullanılmıştır. Enstitü, kurulduğu günden bugüne kadar herhangi bir faaliyet geliri elde edememiştir. Bu durum, enstitünün yaptığı ya da yaptırdığı çalışmaların ve alınan patentlerinin gelir getirici bir özelliği olmadığını açıkça meydana çıkarmaktadır.

Konuşmama son vermeden önce, bugün görülen hukuksuz bir yargılamadan bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi Gezi direnişiyle ilgili olarak Beşiktaş taraftar grubu Çarşı'nın bazı mensuplarının da bulunduğu 35 kişi hakkında sözüm ona darbe suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması bugün görülüyor.

Çarşı grubunu buradan selamlıyor, yanlarında yer aldığımızı ifade etmek istiyoruz.
Teşekkür ediyorum.