Ertuğrul Kürkçü: Hanedan savaş ve yolsuzluktan besleniyor

İzmir Milletvekilimiz Ertuğrul Kürkçü, Meclis Genel Kurulu'nda partimizin, yolsuzluğun devlet bürokrasisinde gelenek haline gelmesinin engellenmesi amacıyla verdiği araştırma önergesi üzerine konuştu:

Türkiye'nin yolsuzluk görünümünün giderek kötüleşmesi dolayısıyla Hükümetin bu konudaki sorumluluğunun ortaya çıkartılması amacıyla verildi. Bu kaygımızı haklı gösterecek gerçekler şunlar: Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütünün 1995'ten beri sürdürdüğü bütün ülkeleri kapsayan araştırmaları kapsamında, bu yıl 180 ülke arasında yolsuzluk algısı, yolsuzluk görünümü bakımından 80'inci sırada, 100 üzerinden de puanı 40. Bu puanlar 1995'te 90 ülke arasında 50 ve 10 üzerinden 3,8'di, 2000'de 158 ülke arasında 65'di, 2012'de 176 ülke arasında 54'tü.

Durumun 1995 ve 2000'den daha iyi fakat 2012'den daha kötü olduğu apaçık. Daha iyi olması belli, Türkiye'nin tamamen siyaseten ve devlet idaresi bakımından çöktüğü bir dönemin arkasından gelen reformları yansıtıyor iyi sayılar. Ama 2000'den beri durumun daha iyiye gitmediği, daha kötüleştiği açık ortada. Bunları destekleyen olgular var mı? Evet, var. Özellikle iki uluslararası araştırma; Malta belgeleri ve Panama belgelerinin analizinden Türkiye'nin iktidar doruklarının, hem Cumhurbaşkanının damadı ve onun yakınları hem Başbakanın oğullarının aslında offshore bankacılığı sistemi içerisinde büyük operasyonlar yürüttükleri ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan yakınlarını korumaktadır

Offshore bankacılığının kendisi otomatik olarak yolsuzluk sonucunu vermese de offshore bankacılığının esasen vergi kaçırma maksadıyla kurulmuş bir uluslararası çürümüşlük rejimi olduğu apaçık ortadadır ve Türkiye'yi yöneten Hükümet, hangi ülkelerin offshore bankacılığının kusurlu olacağına dair liste yapma görevini de bu kanun çıktığından beri yerine getirmemiştir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı ve Başbakan yakınlarını korumaktadırlar.

Alt düzeyde de yolsuzluklar devam ediyor

Bununla sınırlı değil. Daha alt düzeyde tabii ki yolsuzluklar devam ediyor. Örneğin, Üsküdar Belediyesinde Adalet ve Kalkınma Partili üyelerin girdiği ihalelerde diğer kuruluşlar çekilerek, Adalet ve Kalkınma Partili Saniye Karayel'in 2017 yılında toplam 568.548 liralık bir ihale almasına yol açmış olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde, Kayseri PTT Başmüdürlüğünün açtığı ihale, sonuçta ihaleden yalnızca bir gün önce kurulan bir şirkete kalmıştır. Bunun Hükûmet taraftarı bir şirket olduğu apaçık ortadadır.

Ne kadar savaş olursa damat o kadar çok para kazanmaktadır

Daha önemlisi savaştan kazanmakla ilgilidir. Başbakan Binali Yıldırım "Eğer İHA'lar ve SİHA'lar olmasa biz Afrin'de hiçbir başarı kazanamazdık" derken aslında bir sirkat ifade etmiştir. Bu İHA'lar ve SİHA'lar, Cumhurbaşkanının damadının şirketi tarafından tekel fiyatıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine satılmaktadır. Dolayısıyla ne kadar savaş olursa damat o kadar çok para kazanmaktadır.

İlnur Çevik nihayet baklayı ağzından çıkarmıştır

Bu para kazanma meselesi öylesine ifsat hale gelmiştir ki Cumhurbaşkanının Danışmanı İlnur Çevik nihayet baklayı ağzından çıkarmıştır, "Afrin'deki bütün ihaleleri, Suriye'deki ihaleleri bu operasyon sayesinde biz kazandık" diyebilmiştir. Yani savaştan kâr etmek üzerine konuşan bir Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve bu sözlerin hiçbir şekilde tekzip edilmediği apaçık ortadadır.

Meclis’in bir araştırma yapmama lüksü yok

Bütün bu şartlar altında, aslında yolsuzluğun sadece basit yolsuzluk olarak değil, suistimaliâlâ, büyük yolsuzluk olarak devletin en yüksek katlarından aşağıya doğru sürdürüldüğünü ortaya koyan çok önemli deliller, çok önemli kanıtlar var. Bu kanıtlar karşısında Meclis’in bir araştırma yapmama lüksü yok fakat bu araştırmayı yapmayacağınızı biliyorum.

Yolsuzluğa ses çıkarmayan bir Meclis bunun altında kalır

Buna rağmen bu araştırmanın yapılması ihtiyacını dile getirmek gerekir çünkü buna ses çıkarmayan bir Meclis bunun altında kalır. Yarın bütün bunların hepsi sorulacaktır; akıtılan kanlar, yapılan hileler, yapılan dolanlar, kaçırılan vergiler, bunların hepsinin hesabını halk soracaktır çünkü eninde sonunda "devlet" dediğiniz şeyin kendi geliri, kendi kaynağı diye bir şey yoktur. Burası hükümdarlıkla, Osmanoğulları'nın kılıç hakkıyla elde edilmiş, gaza hakkıyla elde edilmiş hazinesiyle yönetilmiyor; halkın mülkü olan şey, bireyler tarafından ve partiler tarafından tasarruf ediliyor ve bu tasarruf hileyle hurdayla gidiyor.

19'uncu yüzyılda Türkiye'nin uluslararası alandaki görünümü buydu; bir hasta adam. Bu tablo bir Kurtuluş Savaşı'nın ardından değişti fakat şimdi Türkiye'nin tablosu şuna daha çok yaklaştı: Yani, savaştan kâr eden, bütün endüstriyel çarklarını fetih ve işgalle sürdüren bir ülke. Ancak yolsuzlukla beslenebilecek ve yolsuzlukla beslendikçe yolsuzluğu yeniden üreten bu rejimle Meclis yüzleşmeyecekse, esasen halkın kendisine verdiği vekaletin hakkını yerine getirmeyecek demektir.

Hülya Koçyiğit'in damadı ne var ne yoksa topluyor

Özellikle savaş ve savaşın etrafında oluşan endüstriyel, askerî kompleks ve bunun yarattığı ağlar o kadar vahim bir durum yaratıyor ki, Afrin'deki savaşı övdüğü için, Türkiye'de bu savaşı eleştirenleri kınadığı için temayüz eden eski bir sinema sanatçısı Hülya Koçyiğit'in damadı ne var ne yoksa topluyor. Sonuç olarak Konyaaltı Sahil Projesi kapsamında yapılan bütün ticari ünite ve tesislerin kiralanması işini tek başına alıyor. Bu kadarına düşmedik, bu kadarına kalmadık. Türkiye böyle bir yönetimi hak etmiyor, Meclis bunu hak etmediğini ispat etmelidir.

Konuşmasına yönelik sataşma üzerine yeniden söz alan Kürkçü, şu ifadeleri kullandı:

TSK’ya İHA tedarik eden bir tane firma var, o da Cumhurbaşkanının damadının

Birincisi, biz Türkiye'nin İHA yapıp yapmadığı, bunların iyi olup olmadığı konusuyla ilgili değiliz. Türkiye'de Silahlı Kuvvetlere İHA tedarik eden bir tane firma var, o firma da Cumhurbaşkanının damadının firmasıdır. Sonuç olarak milli olup olmadığının ne önemi var? Nedir dünyada bugün milli olan? Eninde sonunda bunun bir parçasını, bilginin bir bölümünü, kaynağın bir bölümünü uluslararası piyasadan temin ediyorsunuz. Netice olarak yazılımlarıyla, şunuyla bunuyla kaçınılmaz olarak dünyada herkes bir şekilde uluslararası alandan elde ettikleriyle kendi çıkarlarına uygun işler yapıyor.

Cumhurbaşkanının, Başbakanın yakınları TSK’ya malzeme tedariki işinden el çekmelidirler

Eğer sizin yakınlarınız bu İHA işindeyse siz "Savaşta İHA kullandık" diye konuştuğunuzda, harcanan her şeyden para kazandığınızı itiraf etmiş olursunuz. Yolsuzluk böyle başlar, benim itirazım bunadır. El çekilmelidir bu işten; Cumhurbaşkanının, Başbakanın yakınları Silahlı Kuvvetlere malzeme tedariki işinden el çekmelidirler. Ben bundan rahatsızım, millet bundan rahatsızdır.

Akrabalık ilişkilerini devlet ilişkilerine sokarsanız "hanedan" suçlamasını hak edersiniz

Hiçbir cumhurbaşkanının damadı Silahlı Kuvvetlere tedarik malzemesi, silah satamaz, satarsa aralarında savaş bağı olduğu çıkar. Dünya buna karşı tedbir almıştır. Alın tedbiri, asla ve asla akrabalık ilişkilerini devlet ilişkilerine sokmayın. O zaman "hanedan" suçlamasını hak edersiniz, haklı olarak size "hanedan" deriz.

İkincisi: İlnur Çevik'in sözleri Türkiye'nin bütün yayın organlarında şu ya da bu şekilde yayınlandı. İlnur Çevik apaçık oradaki müdahaleden, oradaki savaştan, oradaki işgalden sonra müteahhitlerin oradaki ihaleleri, alacaklarını ve bunun çok faydalı olduğunu söyledi. Bu hiçbir şekilde tekzip edilmedi. Dolayısıyla, bu tekzip edilmedikten sonra yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Ben bunu tekrar ediyorum: Tekzip etsin İlnur Çevik ondan sonra konuşalım.

Hırsız kayyumun yerine bir kayyum daha atamayı bu Hükümet başarabilmiştir

İktidarda olmanın kefareti en ağır eleştiriyle yüzleşmektir ve bunun karşılığı, aslında bu eleştirilerin doğru olmadığını göstermek için hakikatleri, bilgileri Meclisle ve eleştiricilerle paylaşmaktır; laf yarıştırmak değil. "Sen kendine bak önce" demek değil. Kendime bakıyorum ve yalan söylendiğini görüyorum çünkü birincisi, 28 belediyenin hiçbirisi Halkların Demokratik Partisi tarafından yönetilmiyor, Demokratik Bölgeler Partisi tarafından yönetiliyor. Evet, kardeşimizdir fakat hukuken aynı parti değildir. İkincisi, bu belediye başkanlarının hiçbiri yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, suistimal gerekçesiyle görevden alınmamıştır; siyasi kanaatleri dolayısıyla alınmışlardır. Yani Genel Başkanımız niçin hapisteyse belediye başkanları o sebepten görevden alınmıştır ve yerlerine kayyum atanmıştır ve atanan kayyumlar ne ilginç ki hemen hırsızlık yaptıkları için, hırsız kayyumun yerine bir kayyum daha atamayı bu Hükümet başarabilmiştir.

Siz Türkiye'nin en büyük belediyelerini seçilmemiş belediye başkanları tarafından yönettiriyorsunuz. Kendi belediye başkanlarınızı görevden aldınız ve yerine kayyum atadınız, sebebini kimse bilmiyor. Şimdi, bu işler böyle iken -demin söylediğiniz lafı aynen size iade ediyorum- sırça köşkte oturan, sağa sola taş atmayacak. Üstelik attığın da taş olsa bari. Ne atıyorsun? Hava, cıva, gerçek olmayan şeyler.

4 Nisan 2018