
Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2018 yılı Dünya Gıda Günü temasını ‘2030’a kadar dünyada açlığa son vermek mümkün’ olarak belirledi. FAO bu tema kapsamında gıda üretimi, tüketimi, gıda güvencesi sağlanması, sağlıklı gıdaya erişim ve gıda güvenliği, açlığın nedenleri ve mücadele gibi önemli konu başlıklarını ele alıyor. Ne var ki, FAO tarafından ‘2030 kadar dünyada açlığa son vermek mümkün’ olduğu söylense de küreselleşen ve neo-liberal uygulamaların hayatın her alanında egemen olduğu günümüz dünyasında giderek tarım alanları azalıyor, tarımsal üretim daralıyor, tarımsal üretimde bulunan nüfus giderek yoksullaşıyor ve büyük kentlere göç etmek zorunda kalıyor. Dünya genelinde çok önemli oranda nüfus sağlıklı gıdaya erişemiyor ve her yıl 10 milyona yakın çocuk açlıktan ölüyor.
Türkiye ise bir dönem bu konuda kısmen de olsa kendi kendine yeten bir ülkeyken 1980’li yıllardan itibaren toplumun değil, bir avuç büyük sermaye grubunun çıkarlarını eksen alan tarım politikaları nedeniyle bugün lorunu peynirini, otunu samanını, etini buğdayını, pirincini mercimeğini ithal eden bir ülke konumuna sürüklenmiştir. AKP hükümetlerince aşırı kar ve ranta dayalı büyüme modelinin bir sonucu olarak kentlerin çeperindeki tarım alanlarının tarım dışı amaçlarla kullanılması hız kazandı. Sahil bölgeleri ve büyük kentlerin çevreleri başta olmak üzere tarım toprakları betonlaştırıldı. İnşaat sektörü, AKP döneminin başat sermaye birikim modeli olarak görülmesi sebebiyle büyük bir hızla gelişerek tarım topraklarını yok edilmesine ve mera alanlarının yapılaşmaya açılmasına neden oldu. Tarımsal üretim alanlarının daralması ve bu daralan tarım alanlarının yerine TOKİ konutlarının mantar gibi artmasıyla tarım topraklarının %10’undan fazlası yok oldu.
İkincisi, Kürt sorununa yönelik izlenen savaş politikaları tarımda yaşanan krizi daha da derinleştirdi. Yaklaşık 3 bin köyün boşaltılması, yayla ve meraların yasaklanması, sokağa çıkma yasakları, çiftçilik yapan halkın büyük kentlere göç etmek zorunda bırakılması, yüz binlerce hektar alana mayın döşenmesi, yüzbinlerce hektar ormanın ve tarım alanının yakılması bugün ülkenin tarımda ve hayvancılıkta dışa bağımlılığının en önemli nedenlerindendir.
AKP iktidarları döneminde tarım adeta yerli ve yabancı tekelci sermaye gruplarınca kuşatılmış, küçük üretici hızla tasfiye edilmiş, tarım alanları daralmaya başlamıştır.
TÜİK verilerine göre sadece son 3 yıl içinde 5.485.215 dekar tarım alanı daralmıştır. 2015 yılı 239.336.141 dekar, 2016 yılı 237.625.723 dekar, 2017 yılında 233.850.926 dekardır. AKP’nin 16 yıllık iktidarında Türkiye’de tarımsal üretim, üreticinin ihtiyacı veya toplumsal ihtiyaçtan ziyade AKP’nin kendi oluşturduğu yandaş firmalardan oluşan tekellerin kar oranlarının artırılmasına yönelik olarak planlanmıştır. Bu nedenledir ki AKP’nin tarımsal destekleri büyük sermaye ölçekli tarım işletmeleri etrafında kümelenmektedir.
AKP’nin tarım politikası dar gelirliye/yoksula öncelik veren bir politik yaklaşımın ötesinde, Neo-liberal politikaların uygulayıcısı olan büyük sermayeli şirketlerin kar oranlarına öncelik veren bir anlayış çerçevesinde şekillenmektedir. Türkiye’de tarım alanında da etkilerini gösteren kriz doğrudan AKP iktidarının izlediği tarım politikalarının tıkanmasının bir sonucudur. Dolayısıyla AKP, başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’deki bütün ezilmiş kesimleri daha da yoksullaştırıp, sahip oldukları bütün üretim imkânlarını ortadan kaldırarak, siyasal alanda öngördüğü tecrit politikasını küçük çiftçi, üretici ve köylü üzerinde de gerçekleştirmek istemektedir.
Öncelikle AKP eliyle tarımda sürdürülen ‘tarımda siyasal erozyon’ politikasına son vermek ve mevcut tarım alanlarını SİT alanı olarak ilan etmek çok önemlidir. Toplumsal ihtiyaçlara uygun yeni bir tarım politikası geliştirmek, kırsal alandaki çiftçilere ürün alım garantisi verilmesi ve üretim desteklerinin sağlanmasını kapsayan mevcut yapısal sorunların çözülmesiyle mümkündür. Destekleme modellerinin tarım kesiminin özgün koşullarına uyarlanması ve üreticinin iç ve dış tepkilere duyarlılık gösterecek şekilde planlanması da gerekmektedir. Böylece Neo-liberal politikalara karşı tüm tarımsal üretim ve tüketim “üretici kooperatifleri ve tüketici kooperatifleri” eliyle yapılacak, kooperatifleşme desteklenecek ve ürün fiyatlarının belirlenmesinde kooperatifler muhatap alınacaktır.
Emek, Ekonomi ve Sosyal Politikalardan Sorumlu
Eş Genel Başkan Yardımcısı
Günay Kubilay
17 Ekim 2018