HDP Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora’nın üniversiteler bütçesiyle ilgili konuşması

32. Birleşim
17 Aralık 2014-Çarşamba

2015 yılı üniversitelerin bütçesi üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yükseköğretim sisteminde nicel anlamda gözlenen ani ve hızlı değişiklikler, üniversitelerin öğretim elemanı ve altyapı gereksinimleri karşılanmadan ve üniversiteden beklenen bilimsel faaliyet ve kalite hedeflerinin geri plana itildiği bir anlayışla gerçekleştirilmiştir. 2002’de toplam üniversite sayısı 76’yken, bugün 104 tane devlet, 71 tane vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 175 üniversite bulunmaktadır. Ancak, artan nicelik karşısında üniversitelerin niteliklerinin sürekli düşüyor olması önemli bir handikaptır.

Değerli milletvekilleri, EĞİTİM SEN’in raporlarına göre ikinci öğretimde okuyan öğrenci sayısının toplam öğrenci sayısı içerisindeki yüzdesi, 2002 yılı için yüzde 14 iken, 2013 itibarıyla bu oran değişmemiştir. AK PARTİ dönemindeki “Harçlar kaldırıldı.” söylemine rağmen 4,5 milyon üniversite öğrencisinin, ikinci öğretimde okuyan öğrencilerle birlikte yaklaşık 3 milyonu paralı okumaktadır. Üniversitelerdeki ticarileşme süreci artarak devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, yükseköğretim sistemi bir bütün olarak düşünüldüğünde harçların yanında sistemin kendisine çeşitli finans kaynakları yaratmış olması, üniversitelerin kâr amacı güder hâle getirildiğini göstermektedir. Örneğin, 2012-2013 dönemi için uzaktan eğitim sistemi dâhilinde 79 ön lisans ve 29 lisans programı mevcuttur. Uzaktan tezsiz yüksek lisans ücreti 4 binle 20 bin TL arasında değişmektedir. Yine aynı dönemde yaklaşık 100 bin öğrenci paralı tezsiz yüksek lisans programlarına kayıtlı bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, üniversitelerde denetim mekanizması önemli bir sorundur. YÖK, YDK, ÖSYM ve rektörler ciddi birer denetleme kurumu durumundadır. Nitelikli eğitim, eleştirel düşünce ve yaratıcı araştırmanın yolu standartlaştırma ve dışsal denetimden değil, demokratik katılım ve kamusal denetimden geçmektedir. Bu bağlamda, üniversiteler özerk yapılar olmalıdır. Akademik özerkliğin amacı, üniversitelerin kendi stratejik planları uyarınca diğerlerinden farklı olabilmesinin gerçekleşmesidir. Dolayısıyla, demokratik olan yöntem, eğitim programlarını, araştırma ve inceleme politikalarını üniversitenin kendi demokratik kurulları ve bileşenleriyle tespit etmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yükseköğretimin o sorunlarından biri de yoksul öğrencilerin barınma sorunudur. Barınma sorunu, üniversite okuyup okumama kararını aldırtacak kadar önemli bir sorun özelliğindedir. Barınma hizmetleri devlet yurtları, üniversite yurtları, özel yurtlar, kiralık evler biçiminde karşılanmaktadır. Bu açıdan barınmanın tümden ticaret konusu hâline geldiği açıkça görülmektedir.
Bazı üniversiteler ise barınmayı tamamen gelir getiren bir faaliyet olarak görmekte, yüksek ücretli üniversite yurtları yine parası olanların hizmetine sunulmaktadır.
Büyük kentlerde özel yurtların aylık 600 liradan başlayan fiyatlar talep etmesiyle, sadece barınma maliyeti yıllık 7 bin lira civarında gerçekleşmektedir.

Değerli milletvekilleri, bütün üniversite emekçileri, öğretim üyelerinden hizmetli personele kadar esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerine mahkûm edilmek istenmektedir. Sözleşmeli ve ders ücretli öğretim üyeleri ve öğretim elemanları sayıları 2002 yılında 5 bin civarındayken bu rakam 2011’de 13 bini bulmuştur. Yine özellikle temizlik, güvenlik, yemekhane ve yurt gibi hizmet alanlarındaki taşeronlaştırmayla güvencesiz ve esnek istihdam temel istihdam biçimi hâline dönüşmüştür. Kamu yükseköğretim kurumlarında çalışanlar arasındaki sendikalaşma oranı oldukça düşüktür. Vakıf yükseköğretim kurumlarında ise en küçük sendikalaşma girişimi yönetimlerce işten çıkarmayla sonuçlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, araştırma görevlilerinin iş tanımlarındaki muğlaklıklar çoğu zaman angaryaya maruz kalmalarıyla sonuçlanmaktadır. Bunun yanında, akademik yükselmeler statükocu, hiyerarşik bir düzene dönüşmüştür. Bunun en bariz örneği doçentlik unvanının alınması sürecidir. Üniversitelerarası Kurulun doçentlik başvuru ve jüri oluşturma sistemi sağlıklı işlememektedir. Yardımcı doçent, doçent ve profesör kadrolarında kişiye özgü uygulamalar yapılmakta ve haksızlıklar artmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ Hükûmetinin polisi üniversiteye yerleştirmesi, üniversite bileşenlerinin ifade özgürlüğünden akademik ve bilimsel özgürlüklere, örgütlenme hakkından yaşam hakkına kadar en temel hak ve özgürlüklerini tehdit eden bir uygulamadır. Kaldı ki bugün son düzenlemelerle önleyici gözaltı, makul şüphe gibi olağanüstü yetkilerle donatılması yüzlerce yıllık tarihiyle insanlığın kültür mirası sayılması gereken üniversitelerin Türkiye’de düşürüldüğü ibretlik durumun vesikası niteliğindedir. Özellikle, Kars Kafkas Üniversitesinde öğrenciler yürüyüş ve basın açıklaması yaptıklarından dolayı haklarında davalar açılmış, yedi yıl ile sekiz yıl arasında cezalara çarptırılmışlardır. Diğer kalan öğrenciler hakkında da her gün soruşturmalar açılmakta ve öğrenciler üzerinde bir baskı oluşturulmaktadır. Özellikle üniversiteler özgürlüklerin, düşünce ve ifade özgürlüğünün etkin olması gereken yerler olması nedeniyle bu tür uygulamaları kabul etmemiz kesinlikle mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, bu çerçevede, hâlihazırdaki üniversite disiplin yönetmeliklerinin de özgür ve demokratik üniversiteyle bağdaşan bir tarafı yoktur. Bu disiplin yönetmelikleri derhâl kaldırılmalı, yerine tüm üniversite bileşenlerince oluşturulacak olan ortak yaşam ilkeleri hayata geçirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, üniversitede mali özerkliğin, idari özerkliğin temel amacı, akademik özerkliği, akademik özgürlüğü koruyup geliştirmektir ama bir ülkenin siyasal sisteminde ifade özgürlüğü kurumsallaşmamışsa akademik özerklik, akademik özgürlük kavramları yüzeysel bir söylem düzeyinde kalmaktadır. Bu çerçevede, geçtiğimiz ay Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde yürütülen yolsuzluk operasyonları kapsamında Rektör Yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü olan Profesör Doktor Sayın Kadri Yıldırım’a yönelik keyfî gözaltı kararlarıyla bu kirli ilişkilerin içerisindeymiş gibi gösterilmeye çalışılması ve itibarsızlaştırılmak istenmesine ibretle tanıklık ettik. Bilmekteyiz ki bu girişim Sayın Kadri Yıldırım şahsında, sistemin, kendisi gibi düşünmeyen bilim insanlarına vermek istediği bir göz dağıdır. Özellikle Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Başbakan olduğu 2013 yılında gerçekleştirdiği Mardin ziyaretinde “Artuklu Üniversitesi Kürdoloji bölümünde yapılanlar başlı başına bir devrimdir.” değerlendirmesi elbette ki önemli ve olumlu bir bakışı yansıtmaktaydı. Bunun yanında, bu ülkenin halklarınca konuşulan farklı dil ve lehçelere yönelik bilimsel faaliyet çabalarını artırması yönünde yine bu bölümlerden mezun olmuş Kürtçe öğretmen adaylarının bir an önce görevlerine atanması yönünde toplumda bir umut havası oluşmuşken bu tip kirli komplo girişimleri demokrasi ve ifade özgürlüğü adına ve özellikle de üniversiteler ve bilimsel faaliyet adına endişe vericidir.

Bu noktada değinmek istediğim bir diğer konu, atamaları bir türlü gerçekleştirilmeyen Kürtçe öğretmenleridir. Bu tür bölümlerden yaklaşık 1.500 öğretmenden sadece 18'i göreve atanmıştır. Buradan Sayın Millî Eğitim Bakanını bu konuda daha duyarlı olmaya çağırıyorum.

Değerli milletvekilleri, neoliberal iktisat politikaları birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de üniversiteleri serbest piyasanın etkisine almış ve üniversitenin, piyasanın ve küresel sermayenin ihtiyacı olan bilgi ve elemanların üretilmesi hedefine kilitlenmiştir. Toplumsal sorunlara kulaklarını, gözlerini kapamış bir üniversite ve bilim insanı tipolojisi kabul edilemez

Üniversiteler ve bilim insanları, evrensel bilgi birikiminin toplumsal yarar bağlamında uygulanabilmesinde önemli bir role sahiptirler, ancak Türkiye'deki üniversiteler ve bilim insanlarının çok büyük bir kısmı bu rolü oynayamaz duruma getirilmiştir. Bu resmi görüşün, düşün hayatı üzerinde, bilim hayatı üzerinde bu kadar ağır baskısının olduğu bir yerde, üniversitelerin ifade özgürlüğü konusunda bu kadar kaygısız olması, şaşırtıcı ve aynı zamanda ciddi eleştirileri hak eden bir konudur.

Değerli milletvekilleri; üniversitelerin toplumsal sorunlarla ilişkileri üniversite-sanayi işbirliğinin ötesine geçmeli ve kamu kesimi yanında, yerel yönetimler, işçi sendikaları ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla diğer toplum katmanlarını da kapsayıcı bir nitelik kazanmalıdır. Türkiye'de de üniversiteler insan, toplum ve doğa yararına yeniden kurgulanmalı, özerk yapılara dönüştürülmeli ve öğretim üyeleri ve öğrencileriyle birlikte dünya bilim ailesinin üretken bir ferdi hâline gelmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle tekrar Genel Kurulu selamlıyor, saygılar sunuyorum.