Son kırk yılda küresel ekonomik sistem finans sermayenin gereklerine bağımlı olarak biçimlenirken, neoliberal dönemde ulus devletlerin sisteme eklemlenmeleri de yeni birikim rejiminin dolayımında gerçekleşti. Bu, ulus devlet tartışmalarını da beraberinde getirdi. Uzun süre bu konu etrafında süren tartışmalar ulus devletin sonu meselesi üzerinde yoğunlaştı. Oysa ulus devletin birikim rejimiyle olan yapısal ilişkisi onun hem küresel sistemde hem de kendi hükümran sınırları içerisinde nasıl yeniden yapılanabileceğini gösteriyordu. Devletin, toplumsal sistemin özgünlüğü ve siyasetin akışı tüm bu süreçlerin farklı gelişimlerine neden olabiliyordu. Doğal olan da bu. Bir matematik formülü gibi sistemin gelişimini yazıp tarihin sonunu getiremeyeceğiniz gibi, küresel sistemden tamamen kopuk bir yapı da inşa etmeniz mümkün değil.

Kapitalist sistemle eklemlenmenin finans kapital ekseninde olması tüm dünyada belirgin bir biçimde yoksulluğun ve yoksunluğun artışını, adaletsiz gelir dağılımının belirginleşmesini, işsizlik sorununun kronikleşmesini, doğanın tahribatını beraberinde getirdi. Fiktif, yani sanal ekonominin ve yeni sınıfsal ilişkilerin gelişim dinamikleri siyasal ve sosyal alandaki gelişmeler üzerinde en belirgin etkileri yarattı diyebiliriz. Bugün yaşanan gelişmeleri bu eksenden kopuk olarak okuduğumuzda, hem yaşadığımız gerçekliği anlama hem de yarına dair öngörülerin sağlıklı yapılabilmesi konusunda büyük eksikliklerin yaşanacağı kuşkusuz.

Dış politika konusu da bu çerçevede ele alındığında yaşanan gelişmelerin daha anlamlı yorumlanabilmesi olanaklı olabiliyor. Son bir hafta içinde Brexit, İsrail ve Rusya ilişkileri birikimin siyasasını açıklayıcı nitelikte. Özellikle Türkiye’de siyasal iktidarın ekonomi politikten kopuk sığlıkta ve tüccar aklıyla siyasete yaklaşması önümüzdeki dönem gelişmeleri açısından kaygı taşımamıza neden olabiliyor.

Türkiye’nin son yıllardaki dış politikasının Suriye iç savaşının derinleşmesine, Suriyeli mülteci sorununun devasa boyutlara ulaşmasına, Kürt sorununda 90’ları aratacak bir yere sürüklenmesine, savaş ve yıkımlara neden olduğu aşikâr. Türkiye buraya nasıl sürüklendi sorusunun yanıtı zor değil. Bugün kenarda oturan Davutoğlu ile hala sarayda oturan Erdoğan’ın öngörüsüzlüklerinin sonucu sürüklendi. Kürt sorununu çözmek ve güney komşularıyla sağlıklı iktisadi ve sosyal politikalar geliştirmek yerine, kendi sıkışmış birikim rejiminin sorunlarını alt emperyal bir ruhla aşmaya kalkmak, geri teknoloji düzeyiyle ve çarpık finans yapısıyla bu işe soyunmak böyle bir sonucu doğururdu, öyle de oldu...

Şimdi hiçbir şey olmamış gibi sürekli köprü açıp hayatı bayram tadında yaşayanlar yüzünden her gün bu ülkede onlarca insan ölüyor, Suriye’de ise yüzlerce. Tüm bu suçlardan ekonomideki olumlu gelişmelerle kurtulacaklarını sananlar yanılıyor. Dış politika ve ekonomi arasındaki bağ bu hayalin mümkün olamayacağını en kısa zamanda gösterecektir.

Brexit sonucu ne AB dağılacak, ne de İngiliz’ler bugünden çok farklı bir kulvara geçecek. AB ile İngiltere’nin ilişkileri siyasal alanda yeniden biçimlenirken, iktisadi alanda kısa sürede büyük farklılaşmalar yaşanması beklenmiyor. Sermaye yapısı da, dış ticaret ilişkileri de buna fazla olanak sağlamıyor. ABD’nin de İngiliz ulusalcılarının hayalini çabuk söndürmesi buna işaret etmekte. Diğer taraftan Doğu Akdeniz enerji kaynakları üzerinde biçimlenen Rus-İsrail dansının yeni hamlesiyle kendisine uzatılanı dış politika tarihinin en ilkesiz tavrıyla kabul edenler, itibarsız bir dış siyasetin geleceğinin olamayacağının farkında değiller. Bu gelişmeleri siyasi ikbal ve kişisel servet derdiyle okuyan saray şaşkınları şimdiden AB’nin sonunu ilan ettiler. Rusya ve İsrail ile yaşanan son gelişmelerle de yeni bir sayfa açıp hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam edebileceklerini sanıyorlar. Ne gelecek Rus turistler, ne satılacak tarım ürünleri, ne İsrail’in Doğu Akdeniz yatırımları ne de Brexit sizi bu krizden kurtarabilir. Çözüm içeride, ama siz artık çok uzağındasınız...


Sezai Temelli