Demirtaşın tutuklu olduğu davanın ikinci duruşmasında yaptığı savunmanın 4.bölümü

Avukat arkadaşlarıma, izleyici arkadaşlarıma, dayanışma için burada bulunan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Duruşmanın aleniyeti öncelikle kamuya tümüyle açık olmasıyla gerçekleşir. Birkaç ziyaretçinin içeri girmesi kamuya açık olduğu anlamına gelmez. Gazeteciler sarı basın kartı olmadan da içeri girebilir. İzleyiciler içeri girmeye çalışıyorlar, milletvekillerimiz bile duruşma salonuna ulaşmakta zorlanıyorlar. Aslında bu dava 3 yıldır basın üzerinden hazırlanıyorduysa, basına bu kadar güveniliyorduysa keşke duruşma canlı yayınlansaydı, isteyen internetten, televizyondan izleyebilseydi. Beni suçlamaya gelince son derece aleni bir şekilde yapılıyor bu, yargılamaya gelince engellenmeye ve kısıtlanmaya çalışılıyor. Özellikle izleyicilerin buraya ulaşamaması için özel bir tedbir alınıyor iktidar tarafından. Duruşma da Sincan’da görülüyor, güvenlik gerekçesiyle. Asıl mahkemem Diyarbakır’da, güvenlik gerekçesiyle buraya getirildi. Ankara merkezde güvenlik yoksa yeniden duruşmanın nakli istensin dedik. Bu da yapılmadı. Şimdi Sincan’da, başka bir ilçede başka bir yargı çevresinde, başka bir ağır ceza yargı çevresinde duruşma yapılıyor, sizler de buraya gelip beni yargılıyorsunuz. Dolayısıyla mümkün olduğunca kamudan, halktan uzaklaştırılmaya çalışılan bir yargılama süreci izliyoruz.

Benim saklayacak bir şeyim hiçbir zaman olmadı. Görünen o ki, iktidar bu duruşmada konuşulanları ya da konuşulacakları kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. En nihayetinde iletişim çağındayız, teknoloji çağındayız. Türkiye’nin en ücra köşesine kadar burada söylediklerim ulaşacaktır. Hükümetin bugüne kadar muhalefet üzerinde, yargı üzerinde, medya üzerinde, benim dosyam üzerinde yaptıkları teşhir olacaktır.

Dün kaldığım yerden devam etmek istiyorum. İddianamelerin hazırlandığı dönemin, fezlekelerin hazırlandığı dönemin siyasi ilişkilerini, saiklerini, atmosferini anlatmaya çalıştım. Halen bu süreç bitmiş değildir. Kesintisiz devam eden bir siyasi süreçtir. Fakat her fezlekenin hazırlandığı dönemin kendine özgü siyasi ilişkileri de vardır. Hem parlamento açısından hem Türkiye kamuoyu açısından hem de bölgesel açıdan farklı siyasi gelişmeler vardır. İddianame öylesine hazırlanmış ki, 10 yıllık siyasi faaliyetler tek bir siyasi konjonktür içinde değerlendirilmiş. Bir siyasetçinin konuşmaları değerlendirilecekse, konuşmanın yapıldığı siyasi dönemin atmosferi, ilişkileri; bunlar ele alınmadan o siyasi konuşmanın içeriği tam olarak neye tekabül ediliyor bu anlaşılamaz.

İddianame kendince bir kurnazlıkla 31 davayı birleştirerek 10 yıllık siyasi konuşmaları, ki hayatım boyunca yaptığım konuşmalar 31 tane değil, 30 bin tane konuşma yaptım, ama cımbızlama yöntemi ile 31 fezleke seçilerek, birkaç tanesi öne çıkarılarak, bir fezleke üzerinden de kamuoyu yaratılarak, bir algı operasyonu ile tutuklamaya karar verildi.

CEMAAT OPERASYONLARI GÖRMEZDEN GELİNDİ

İddianame hukuk dışı saiklerle, yargının elde etmek istediği amaçtan uzak, AKP’nin elde etmek isteyeceği amaçlara dizayn sürecinden geçti. Bunun bir kısmı Cemaat yargısı tarafından yapıldı. Dün küçük bir kısmına değindim. 12 fezlekem Cemaat başsavcı ve savcılarınca hazırlandı. Onun dışında tutuksuz olduğum dosyalarda da benzer müdahaleler var. Ama özellikle son 1 yıldır hazırlanan fezlekeleri bir yana bırakırsak, ondan önce hazırlanan fezlekelerin tamamında aynı saik var.

Çözüm süreci vardır bir yanda, bizim hükümetle, AKP ile görüşmelerimiz var, Türkiye’de barışçıl yol ve yöntemlerle Kürt sorununun çözümü konusunda bir siyasi irade var. Bu irade her ortaya çıktığı dönemde de Cemaat’in yargı eliyle, medya eliyle müdahalesi vardır. Bunlar birçok alanda soruşturuldu, ortaya çıkarıldı. 17–25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimi somut örnekleridir. Fakat çözüm süreçlerine ve benim iddianameme, davama yansıyacak kadar gerçekleşmiş olan Cemaat operasyonları görmezden gelindi, örtbas edildi. İlginç bir şekilde Cemaat’in yaptığı yasa dışı dinlemeler, bana ait olmayan konuşmalar, ortam dinlemeleri, çarpıtılmış tapeler, üretilmiş tapeler, elde olmayan deliller konusunda yargılamalar yapıldı. Yargıçlar tutuklandı, kaçanlar oldu. Fakat bunlardan hiçbir ders çıkarılmamış gibi Selahattin Demirtaş’ın iddianamesine bunların hepsi konuldu. Hiçbir elemeye tabi tutulmadı.

Belediye eşbaşkanlarımız tutuklandı, kayyumlar atandı. Birçoğunun dosyasına bakıyorsunuz, Cemaat’in hem Emniyet İstihbarat’ta hem de yargıda etkili olduğu dönemlerde topladığı kanuna aykırı delillerle tutuklanıyorlar. Yani yeni bir faaliyetinden, yeni bir icraatından dolayı tutuklanmadılar. Özellikle adına KCK operasyonları denilen, bugün dosyanıza bir kısmı yansıtılan bütün bu algı, kumpas operasyonlarının devamı olarak hala biz bunun sanık olarak muhatabı oluyoruz. Bunlar ne zaman ayıklanacak, bizimle ilgili kısmına dair yargı ne zaman bir cevap verecek, savcılar bu konuda FETÖ’nün ürettiği delillerle dava açmaya ne kadar daha devam edecek. Bu tuzaklar, bu kumpaslar, siyaseti tuzağa düşüren, iktidarı tuzağa düşüren, AKP’yi tuzağa düşüren bütün bunlarla ilgili hiç değilse iç hukuka uygun bir değerlendirme ne zaman yapılacak. İddianame hazırlandı, soruşturma bitirildi, kovuşturma 15 aydır devam ediyor, ama merak ediyoruz. Gülen Cemaati’nin her türlü ilişkisi tüm boyutlarıyla deşifre olmuşken, yargılanıyorken, onların siyasete, yargıya yaptığı müdahaleler sonucunda biz neden hala sanık olarak muhatabız. Olsa olsa benim bu dosyada tanık olmam lazım.

OPERASYONU SİYASİ İRADE KOORDİNE ETTİ

Bize siyasi operasyon yapıldı derken, siyasetçi olarak hamaset yapmak için söylemiyorum. Milletvekillerine nasıl bir gözaltı operasyonu yapıldığını yargıçlar olarak herhalde basından izlemişsinizdir. Biz 5 ayrı Cumhuriyet Başsavcısı’nın soruşturduğu 12 milletvekili, Bingöl, Hakkari, Diyarbakır, Mardin, Ankara ve Şırnak; 6 Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma; örneğin Selma Irmak milletvekilimizle ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma yürütüyor. İdris Baluken Milletvekilimizle ilgili Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma yürütüyor. Bizim usulümüzde koordinatör savcılık yok, merkez savcılık yok. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yerel savcılıkları koordine etmek gibi bir durumu yok. Herkesin ayrı başsavcısı var. Her şehir kendi başsavcılıkları nezdinde operasyon yürütür. Tabii ki, devam eden suçla ilgili birçok şehri ilgilendiren bir takip varsa o suçla ilgili koordine yapılır.

Fakat birbiriyle hiç alakası olmayan suçla ilgili, birbirinden haberi olmaması gereken bu 6 başsavcılık ne hikmetse 4 Kasım 2016’da gece 01:00’da 12 milletvekilinin evine aynı anda polis gönderiyor. Tesadüfe bak. 6 tane başsavcı kendi yürüttüğü soruşturma ile ilgili milletvekillerini gözaltına almaya karar veriyor. Hiç birbirlerinden haberleri yok, tesadüfe bakın, hepsi de 4 Kasım’da, hepsi de gece 01:00’de polisi kapıya gönderiyor. Bu kadar tesadüf inanılmaz iş. Kim koordine ediyor bunu? Daha önce avukatlarım itirazda bulundu. Ben de itirazlarımı ilettim. Kim koordine ediyor? 12 milletvekili, azılı katilleri, kaçmak üzere olan suçluları yakalarmış gibi yüzlerce polisle, kar maskeli polislerle evimizin basılmasını kim koordine etti? Bizler kaçmıyorduk, milletvekiliyiz, bir gün önce parlamentodaydım ben. Ama hayır, ille evimiz basılacak, evimizden alınacağız, hepimiz aynı saatte. Bunu ancak bir irade koordine edebilir. Siyasi irade.. Yargısal bir irade bunu koordine edemez.

Varsa böyle bir şey sormanız lazım. Taleplerimiz arasında olacak. Kimin koordine ettiğini İçişleri ve Adalet Bakanlarına sormanız lazım. Çünkü emniyet güçleri İçişleri Bakanı’na, savcılıklar da Adalet Bakanı’na bağlı. Eğer koordinasyon bakanlıklar üzerinden yapılmışsa, bunun dosyanıza yazılı olarak gelmesi lazım. Bir bakan parlamentonun üyesinin hangi saatte gözaltına alınacağına nasıl karar verir? Bunun sorulması lazım. Açık aleni bir suçtur. Yürütmenin böyle bir görevi yoktur. Yürütme, yargının verdiği bu konudaki kararları yerine getirir sadece. Durup dururken gözaltı, yakalama kararı alamaz. Milletvekilleriyle ilgili evin basılması kararı alamaz. Ama görünen o ki, kararı alan bakanlıklar. Savcılıklar burada sadece pratisyen olmuştur. Onun dışında 12 milletvekili aynı saatte, birbiriyle alakasız dosyalardan, birbiriyle alakasız şehirlerde nasıl gözaltına alınabilir? Bu öyle bizim es geçeceğimiz bir durum değil. Yargılamanın ileriki aşamalarında çok dile gelecek.

Gün gelecek bunlar iktidardan düşecek. Hiçbir iktidar sonsuza kadar kalmamış. Türkiye de, demokrasi aksasa da, demokratik bir hukuk devleti olarak gelişmesini sürdürecek. Ve bugünün bakanları, bugün bu siyasi operasyona imza atmış yargı elemanları günü gelecek bu kumpaslardan Türkiye’de adil yargı karşısına çıkacak. Bu hep böyle olmuştur. Devlet adına hareket edenler kapalı bir işlem yapsa da, devlet onu kendi içinde absorbe eder. Ama devlet adına değil bu, bu Cemaat adına. Bir parti adına, bir kişi adına hareket edenler hesap verirler. Bunun kaçarı yok. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bunun sayısız örnekleri var. Şu anda yargı bir devlet kurumu olarak bizi yargılama faaliyetini yürütmedi, millet adına da bir karar almadı. Siyasi iradenin, yürütmenin baskısı, iktidarın baskısı ile ne tür bir siyasi amaç elde edilmek isteniyorsa, ona odaklanmış bir şekilde faaliyet yürütüldü.

ANLATIKLARIM ERCİYES DAĞI, ULUDAĞ KADAR GERÇEKTİR

Şimdi ben bunları anlatıyorum ya, sanki bilinmez bir şey anlatıyormuşum gibi, hayır. Erciyes Dağı, Uludağ ne kadar gerçekse bu söylediklerim de o kadar gerçek. Sokaktaki insan bunu biliyor.

Benim dosyam da böyledir. Herkes neyin ne olduğunu biliyor. Bir siyasi operasyonla, bir kumpas faaliyeti yürütülüyor. Bize düşen de, bunun mahkeme salonlarında böyle olmadığını anlatmaya çalışmak. Yani, iddia makamı hiçbir iddiasını delillendiremiyor, ortaya koyamıyor; bize düşen de suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışmak. Yaptığımız çalışma bu. Suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz. Çünkü suçluluğumuzu ispatlayacak bir şey yok, ama dışarıda yaratılan algı, medya üzerinden oluşturulan algı, siyasi operasyonun yarattığı algı başka bir dünyaya tekabül ediyor. Dolayısıyla suçsuzluğunu ispatlamak zorunda olan biz oluyoruz. Bu, sanığa yüklenemeyecek bir külfet olmasına rağmen, bu ve benzeri dosyalarda maalesef bu sorumluluk bizim tarafımızdan yerine getirilmek zorunda kalınıyor.

Mahkemeniz bu konuda olabildiğince yardımcı olmalıdır. Suçsuzluğumu ispatlama konusunda demiyorum. Yargının en azından, yürütmenin baskısı altında olamayacağını kararlarıyla göstermelidir. Ara kararlarıyla göstermelidir. Ben buraya merhamet dilenmeye, af dilenmeye falan gelmedim. Türkiye’de bir siyasetçiyim. Bu ülkenin yurttaşıyım, bu ülkeyi de sevdiğim için siyaset yapıyorum, mücadele ediyorum. Bu ülkenin her bir yurttaşının çıkarı benim şahsi çıkarımdan üstündür diye siyaset yapıyorum, bunları göze alıyorum. Ama sizler de yargı olarak kararlarınızda en azından, yürütmenin oluşturduğu bu baskının yargıyı etkilemediğini ve etkilemeyeceğini hissettirmelisiniz. Her ara kararınız bunu göstermelidir.

İşte, başlangıçta ifade ettiğim gibi, kamuya açık yargılama. Bu dosya gizli bir dosya değil. Bu dosyada gizlilik kararı yok, bu duruşmada gizlilik kararı yok. Herkes izleyebilmeli. İzleyici sınırı bile olmamalı. İsteyen herkes gelmeli, izlemeli, görmeli. Ve nasıl bir yargısal faaliyet yürütüldüğünü görmeli. Ve mümkünse sizler de, yürüteceğiniz adil yargılama faaliyetiyle hem şeklen hem içerik olarak, hem usulen hem de görsel olarak şu mesajı vermelisiniz: Türkiye’de yargı bitmedi. (Hakim: İsteyen herkes izliyor zaten Selahattin Demirtaş.)

Sincan’dayız ve isteyen herkes izlese burada en az 500 bin kişi olurdu. 50, yok 20 izleyici var. Ben sadece, 6 milyon oy almış bir partinin Eş Genel Başkanıyım. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, – az önce onu anlatmaya çalıştım - hiç değilse böyle davranmayın. 6 milyon oy almış bir partinin Eş Genel Başkanı’nın duruşmasında herhalde izleyici...  (Hakim: Size bir şeyimiz yok, biz gelen herkesi alıyoruz. Bunu da bilmeni istiyoruz.) Şunu herhalde sizler de kabul edersiniz ki, isteyen herkes buraya gelemiyor. İsteyen herkes gelse bile 50 kişilik koltuk ayrılmış durumda. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Yani bu, çok aleni bir şekilde, mahkemenizin de bütün bu siyasi operasyonların önüne geçmek için herhangi bir tedbir almadığını, almayacağını gösteriyor. Herhalde bunu da söylememde hiçbir sakınca yok, net bir şekilde ortada.

UÇAKLARI SABAHTAN HAZIRLAMIŞLAR

Bizlere aynı gece, aynı saatte operasyon yapanlar, biz daha savcılığa çıkarılmadan, daha mahkemelere, sorgu hakimliğine çıkarılmadan havaalanında uçak hazırlamış. Uçak hazırlanmıştır. Mesela, sizler gerçekten bunu adil, bağımsız bir soruşturma için tehlikeli bulmaz mısınız? Yürütme nasıl böyle bir hazırlık yapar sabahtan? Kardeşim, sen bunun tutuklanacağını nereden biliyorsun? Bir tutuklansın da ondan sonra hazırlığını yap. Hazırlık yapmak zor değil. Bir uçağa koymak ya da karayoluyla cezaevine götürmek. Sabahtan uçak hazırlanmış. Diyarbakır Havaalanı’nda, bir tane THY’ye ait büyük bir yolcu uçağı, yolcusuz bir şekilde, sabahtan apronda bekliyor. Tutuklanacak milletvekillerinin hangi cezaevine götürüleceği belli, Kandıra ve Silivri’de odalar hazırlanmış. Daha biz ifade vermemişiz, sorgu hakimi daha karar vermemiş, savcılık işlemini yapıyor.

Bize haber geliyor, uçaklar hazır, cezaevlerinde de hazırlık yapılmış. Benim ve Figen Hanım’ın Kandıra Cezaevi’ne gönderilmesine karar verildi, tutuklanmamıza karar verildikten sonra. Evrağın üzerine el yazısıyla Kandıra yazıldı. Beş dakika geçmedi, geldiler üstünü bir kalemle çizdiler, Edirne yazdılar. Ekip değiştirildi, Edirne yazıldı, Edirne’ye götürülmeme karar verildi. Havaalanına gittik, tutuklanan diğer milletvekili arkadaşlarım THY’ye ait, yolcu olmayan, sadece onların içinde olacağı şekilde boş bekletilen büyük uçağa alındılar ve Kandıra ile Silivri cezaevlerine gönderilmek üzere yola çıkarıldılar. Ben ve Eşbaşkanım Figen Hanım da önceden hazırlanmış özel bir jetle, küçük bir jetle önce Kocaeli’ye getirildik, Figen Hanım orada Kandıra Cezaevi’ne götürüldü. Kendisiyle vedalaştık, ayrıldık. Ben aynı uçakla Çorlu Havaalanı’na getirildim. Çorlu Havaalanı’ndan helikopterle Edirne Stadyumu’na indirildim. Stadyumdan da cezaevine götürüldüm.

Bunları niye anlatıyorum? Tam 15 aydır duruşmalara ‘güvenlik yok, personel yok, imkan yok’ diye çıkarılmıyorum. Türkiye’nin 20 ayrı şehrinde yargılanıyorum, dün anlattım birkaç örneğini, Kayseri’de, şurada burada. Uyduruk ne kadar şey varsa dava açılmış. Savunma yapamıyorum. Gelmek istiyorum duruşmaya diyorum, “Hayır, ya SEGBİS ile ya da getiremiyoruz.” Mahkeme getirilmeme karar veriyor, Bakanlık cezaevine baskı yapıyor, “güvenlik yok, imkan yok, personel yok, götüremiyoruz” diyorlar.

Bizi tutuklarken özel jetlerle, helikopterlerle cezaevine rahat rahat getirdiniz? Yargılarken niye bu kolaylık gösterilmiyor? Bizi cezaevine o gece, alelacele yetiştirmek için elinizden ne geliyorsa fazlasıyla yaptınız, Bakanlık olarak. Çünkü alelacele hepimizin cezaevine sokulması lazımdı. Alınan karar buydu, operasyon hazırlığı böyle yapılmıştı, yargı sadece bu işlemleri usulî olarak yerine getiriyordu.

BU ÜLKENİN ASLİ UNSURUYUZ, SAHİBİYİZ, PARYASI DEĞİLİZ

Operasyon AKP’nin operasyonuydu. HDP’ye karşı AKP operasyonu. Önceden biriktirilmiş ne kadar kumpas bilgileri de varsa savcılar bunları toplamıştı, gizlilik kararı koydukları için de avukatlarımızın, bizim görme şansımız da yoktu. Hangi fezlekelerden tutukluyuz, 3 ay boyunca iddianame kabul edilene kadar bilemedik. Çünkü soru sorulmasını da kabul etmedim ben. Bilmediğim fezlekelerle ilgili soru soramazsınız. Kısa bir beyanda bulundum; bu siyasi bir operasyondur, siyasi bir soruşturmadır, Erdoğan’ın talimatıyla açılmış bir soruşturmadır dedim ve tutanağa öyle geçirdim. Ki savcı bunu, Cumhurbaşkanı’na ve yargıya hakarettir diye iki ayrı fezlekeden soruşturma hazırlayıp Meclis’e gönderdi, “Sen nasıl böyle ifade verirsin?”

Şimdi isteniyor ki, bize her şey yapılsın, yargı hizmetinden adil bir şekilde faydalanmayalım. Vergilerimizle oluşmuş bakanlıklar, hükümetler hizmet üretirken bize her türlü ayırımcılığı yapsın, ama biz sesimizi çıkarmayalım. Biz kimiz? 6 milyon oy almış, nüfusuyla, çoluğuyla çocuğuyla birlikte belki 15 milyonluk bir nüfusa tekabül eden bir kitleden söz ediyoruz. Bu ülkenin parçasıyız, parçası değil asli unsuruyuz, sahibiyiz. Paryası değiliz.

Bu ülkeye bir günlüğüne turist olarak gelen insanın bile her türlü hakkı hukuku olmalı. Biz bunu savunuyoruz, ama ülkemizin yurttaşları olarak, bu ülkenin sahipleri olarak biz daha savcılıklarda mahkemelerde karakollarda şurada burada vatandaş olduğumuzu anlatmaya, ispatlamaya çalışıyoruz. Bu toprakların sahibi olduğumuzu halen anlatmaya çalışıyoruz.

BİZE DÜŞMAN HUKUKU UYGULAYAMAZSINIZ

Bu ülkenin hiçbir yurttaşı düşman değildir, düşman hukuku uygulanamaz. Ya zanlıdır ya sanıktır. Vatandaş düşman olmaz. Vatandaştan düşman üretemezsiniz. Ülkenin hiçbir vatandaşını düşman olarak göremezsiniz. Bize düşman hukuku uygulanmaya çalışılıyor. HDP’nin görüldüğü yerde düşman görmüşçesine işlem yapın havası yayılmaya çalışılıyor. Bu yargıda böyle, bürokraside, hükümette böyle. Parlamentoda bile böyleydi.

2007’de hatırlıyorum da, parlamentoya ilk girdiğimizde bazı vekiller hayatında ilk defa Kürt görmüş gibi davranıyordu. Kimi kuyruğunuz var mı yok mu… 2007’den söz ediyorum. Sonra aradan birkaç ay geçti, baktılar biz de insanız ve bu ülkeyi seven yurttaşlarız. Siyasi düşüncemiz var, bu kadar. Ve biz bunu ispatlamak için 100 yıldır uğraşıyoruz. 1924’ten beri bizleri inkar eden Anayasa yürürlüğe girdiğinden beri bunu anlatıyoruz. Bunu anlatan herkes düşmandır. Sözle de anlatsa düşmandır, yürüyüşle de anlatsa düşmandır, Meclis’e de girse düşmandır. Şiddet, silah kullanan… Yasalar gereğini yapacaktır, onu hiçbir zaman savunmadık. Ama söz söyleyeni, en sert şekilde de söyleyeni yasalar bile korurken, nasıl düşman muamelesi yapılabilir. Bu ülkenin birliğini o zaman nasıl sağlayabilirsiniz. Bu ülkenin vekillerinin evlerini aynı gece basıp, arkasından bir ay daha geçmeden Anayasa değişiklik paketini Meclis’e sunarsanız, ülkenin önemli bir kısmını yurttaş olarak görmüyorsunuz demektir. Yargı da işlerini kolaylaştırmak için elinden geleni yapıyor, ne itirazlarımızı kabul ediyor. Ne gerekiyorsa, yürütmenin önüne açabilecek ne varsa onu yapabiliyorlar.

Oysa adalet iktidarın değil mülkün temelidir. Partiler, kişiler gelip geçicidir. Başka partiler 10 yıl 50 yıl bilemem, ama bu ülke kalacak, bu toplum burada olacak. Yargı o yüzden hükümetin, kişilerin, dönemin yargısı olamaz, olmamalıdır. Bizim en büyük güvencemiz odur. Parlamento değişir, seçimden seçime değişir. Normaldir, hükümetler değişir. Toplum bunun kararını seçimlerden seçime verir. Yargı değişirken, evrensel adalete doğru yürüyüş içinde olmalıdır.

Parlamento baskı altında, buna itiraz edene de yargı bir sopa ile yaklaşırsa buna kim itiraz edecek. Bunlar önemli meselelerdir. Davamızın da konusudur Çünkü her fezlekede konuşmalarım aşağı yukarı buna tekabül eder. Lehe olan tek bir cümle bile iddianamede yok. Bu iddianameyi alın dünyanın başka bir ülkesine götürün, Demirtaş diye biri var, iddianamesi de budur. Bu kadar da vahşi bir insan olamaz derler. Ama Demirtaş bu değil, yaptığı konuşmalar bundan ibaret değil. Bu konuşmalar suç taşımamakla birlikte partimin ve benim bütünsel görüşlerimizi de ifade etmiyor.

Hiç değilse farklı tarihlerdeki açıklamalar da yansıtılsaydı. Hiç değilse yargı bizi anlamış, ama anlamasına rağmen yargılıyor derdik. Siz bizi anlamamışsınız, bu yüzden kendimizi anlatıyoruz. Bu yüzden iddianame hazırlık sürecinden soruşturma sürecinin alt yapısına kadar uzun uzadıya anlatıyorum. Sanki Demirtaş ve arkadaşları bu ülke için hiç iyi bir şey yapmamışlar. Bu ülke için elini taşın altına koymamışlar hiç bir zaman. Bu iddianamede ibaret olan, bir terör örgütü kurmuş anlayışı anlatılıyor.

ÇÖZÜM SÜRECİ BAŞARISIZ OLDU, HESABINI BİZDEN SORUYORLAR

Biz hükümetten çok daha fazla risk aldık her dönemde. Ülkenin barışı için, demokrasi için, huzuru için. Bunların hiç birini okumadık. Dün bir şey söyledim işte kamuoyunda gündem oldu. İmralı’dan not geldi vesaire. Bunun gibi binlerce şey yaşadık. Binlerce, yüzbinlerce kilometre yol yaptık barış için. İmralı’ya Kandil’e… Hükümetin yürüttüğü çözüm sürecinin başarısı için. Ne reklamını yaptık, ne yorulduk ver yansını ettik. Sırrı bey burada mı bilmiyorum, gelmiş mi? Şunu hep konuştuk. Bir gün çözüm süreci başarıyla sonuçlanırsa madalyayı birine takacaklar. Taksınlar önemli değil. Ama çözüm süreci başarısız olursa hesabını da bizden soracaklar. Bundan emindik. Çözüm süreçleri başarılı olursa devlet barışı ülkesine getiren lider olarak tarihe geçer, çözüm süreci başarısız olursa ilk günah...  (DUYULAMADI)

HDP yöneticileri, meclis üyeleri, belediye başkanları, milletvekilleri… Tutuklananların tam listesi var. 10 binden fazla üyemiz, aktivistimiz, yöneticimiz tutuklandı 2009’dan bu yana. Neredeyse hiç durmadı. Bunun listesi dosyada detaylı bir şekilde var. Bir siyasi partiye karşı sistematik yargı operasyonu kesinlikle yargının bağımsızlığı konusunda tereddüt oluşturur. Sadece son 2 yıl içerisinde bin 778 kişi tutuklandı. Bunlar partimin resmi yöneticileri. Manisa il teşkilatının kongre yapacağı akşam, bir gün sonra seçilecek olan yönetimin tamamı tutuklandı. Yeniden kongre yapıldı, üç gün sonra yine yönetim tutuklandı. Toplamda 4 yönetim 70 kişi tutuklular. 900 sayfa iddianame hazırlamışlar. Kişi başı da 200 TL ödeme yapılırsa iddianameyi tebliğ edecekler. 47 il yönetimimizin ya tamamı ya bir kısmı ya birkaç yönetim ya da yönetimin tamamı… Ve bunlar 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra başladı. Arkadaşlarımın tutuklanma nedenleri, gerekçeleri, Demirtaş ve Yüksekdağ posteri paylaşmak. HDP yöneticisi olmak. Tutuklama gerekçesi. PKK yöneticisi olmayı anladık da, HDP yöneticiliğinden aleni bir tutuklama gerekçesi olmasını görmedik. Mutlaka bir gün bir mahkeme bunları inceleyecek ve sistematik bir tasfiye anlayışının olduğu ortaya çıkacak.

KURUMLARA VE MECLİS GRUBUNA YAZDIĞIM MEKTUPLARA EL KONULDU

Cezaevi koşullarını Bakanlığa yazdım, parlamentoya yazdım, uluslararası kurumlara, CPT’ye, AİHM’e yazdım. Denetlenemez deniyor. Zarfı açıp bakamazlar bile, doğrudan o adrese gönderilir. El koyma kararı verdiler, ulaştırmadılar. Cezaevi koşullarını Bakanlığa yazdım el koydular, Meclis grubuna yazdım el koydular, CPT’ye yazdım el koydular. İtiraz etti avukatlarım Edirne infaz hakimliğine, tek bir satırla reddedildi. Edirne Cezaevi bilmem ne kurumunun aldığı karar uygun olduğundan reddedildi. Sıfır gerekçe. Dolayısıyla o aşamada da ne savunma konusunda bir hazırlık yapabildik, ne dosyaya bir hakimiyetimiz oluştu, ne de cezaevinde avukatlarımla birlikte yapmaya çalıştığımız hukuki müdahalelere izin verildi. Bu da yargı eliyle yönlendi. İdare bunu yapıyordu, yargı da onaylıyordu. Hepsi şu anda AYM’ye götürülmüş durumda.

Vay bu mektup Avrupa Konseyi’ne yazılmış, avukata iletilen, ‘Mektup Okuma Komisyonunca yapılan incelemede el konulmasına’. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na yazdığım mektuplara el konulmasına... Yaptığım itirazın reddine, alınan kararın yasa ve yönetmeliğe uygun olması gerekçesiyle...

Bununla da yetinmediler. Ben parlamenterim, bir siyasetçiyim, bir partinin Eş Genel Başkanıyım. Partimi yönetme, parlamentodaki çalışmalara katılma hakkım var, tutuklu da olsam katılma hakkım var. Bütün imkanları kullanarak hem yasama hem denetleme faaliyetlerine katılma hakkım var. Engellenmesine rağmen ikincide, üçüncüde parlamentoya ulaştırabildim. Şu anda da avukatlarım aracılığıyla parlamentoya yasa teklifi verebilirim. Ama benim parlamento grubuna göndereceğim konuşma metni cezaevi Mektup Okuma Komisyonu tarafından sakıncalı bulundu. Hükümeti eleştirdiğim kısımların tamamı çıkarıldı, kuşa döndü. CHP’ye dönük eleştiriler ve girişteki selamlama kaldı. İtiraz ettim.

Dedim ki, grup konuşmama kimse müdahale edemez. Grup konuşması denetlenemez, hakkında soruşturma açılamaz. İki tane infaz koruma memuru burayı beğenmedik, çizdik diyemez. İtiraz ettim. Tek bir satır cevap geldi, reddedildi. ‘Alınan kararın yasa ve yönetmeliğe uygun olduğundan reddine’. Bunların hepsi yargı kararı. Yani siyasi faaliyetim tutuklu olduğum dönem içinde engellensin diye elinden gelenin fazlasını yaptı. Ben hiçbir şekilde parlamentoya, Meclis grubuma gönderdiğim görüşleri de kamuoyundan saklamadım. Bu görüşlerim yıllardır tekrar ettiğim görüşlerdir zaten. Ama ne hikmetse bir milletvekilinin yazılı olarak konuşma göndermesi engellendi. Yargı da buna sessiz kaldı. Parlamento buna sessiz kaldı. Parlamento diyemedi ki, parlamentonun üçüncü grubunun Eş Genel Başkanları kendi grubuna yazılı konuşma metni gönderiyor, kimse bunu engelleyemez, mutlak dokunulmazlık kapsamındadır. İstediğini söyler, tutukluysa da söyler, dışarıda da söyler.

Düşüncelerimi yazılı olarak da iletebilirim. Engellendi, halen de engelleniyor. Halen tutuklu olmamız sebebiyle siyasi rehine muamelesi görüyoruz. Siyasete müdahale etmemiz, partimizi yönetmemiz, parlamentodaki faaliyetlerimize katılmamız, sadece benim değil tüm arkadaşlarımın faaliyetleri aleni bir şekilde engelleniyor. Dosyada fazlasıyla örneklerini göreceksiniz.

Yargılandığım mahkemelerin neredeyse, siz de dahil tamamı benimle ilgili SEGBİS kararı aldılar. ‘Ne var canım SEGBİS’le yapsın, kameradan savunmasını yapsın’ dediler. Hazırlık aşamasında bir kısmına çıktım, fakat mahkemelere kovuşturma aşamasında bizzat gelmek istiyorum dedim. Bir de madem SEGBİS’le böyle bir imkan var, ben aynı zamanda milletvekili olarak kendi grubumda da SEGBİS’le bağlanıp konuşabilirim. Onun da başvurusunu yaptım, hakkım var. Yargının huzurunda milletvekili olarak konuşabileceksem, kendi parlamentomun huzurunda niye konuşamıyorum. Cezaevinde SEGBİS odasında bağlanıp haftalık grup konuşmamı yaparım. Çünkü Adalet Bakanı AİHM ve AYM’ye yaptığı savunmada Demirtaş ve diğerlerinin hiçbir siyasi faaliyetinin engellenmediğini iddia ediyor. Madem engel yok, hadi tutukluluktan kaynaklı bir engel var, onu anladık, onun dışında aşabileceğimiz engelleri aşalım. SEGBİS yoluyla siyasi çalışmaları sürdüreyim. Parlamento reddetti, mahkeme reddetti. Tabii tahmin edersiniz ki, tek satırlık gerekçeyle.

YARGI HALK İRADESİNE SAYGI DUYMUYOR

Aslında kimi yargıçların da gerekçelerini yazmaları lazım. Sanığın da bunu bilmek hakkıdır. Tam olarak hangi gerekçeyle bu kararlar alınıyor, kişiselleştirmesi lazım. Genel bir kararla bunu geçiştiremez. Selahattin Demirtaş’ın konumu, kişiliği, yaptığı görev, misyonu; bütün bunları birlikte değerlendiren ve o kararın Selahattin Demirtaş’a ilişkin bir karar olduğunu açıkça anlatan bir gerekçe oluşturması lazım. Bugüne kadar tek bir soruşturma veya soruşturmada benimle ilgili bir karar görmedim. Herkesle ilgili şablon karar neyse, katalog suçlar, kanuna uygun gibi gerekçelerle reddedildi.

Yine tutuklu olduğumuz dönemde, Cumhuriyet tarihinin en önemli anayasal değişikliklerinden biri yapıldı. Türkiye’nin hem rejim değişikliğine hem de yönetim değişikliğine yol açabilecek kapsamlı Anayasa tartışması başladı. Biz o dönemde oy kullanmak için parlamentoya başvuru yaptık. Çünkü parlamenterlik görevimiz devam ediyor. Tutuklu da olsak parlamenteriz ve bir tek oy Türkiye’nin kaderini değiştirebilir. Parlamentoda yeterli çoğunluğa ulaşmazsa Anayasa değişikliği kabul edilmeyecek. Tek bir oy bile bu kadar kıymetliyken, 12 milletvekilinin tutuklu yargılanması, 12 oyun kullanılamaması çok ağır bir irade ihlalidir. Oluşacak iradede meşruiyet sorunu yaratır.

Başvuru yaptık, bir yolunu bulun biz oy kullanmak istiyoruz dedik. İsterseniz bizi Ankara’ya götürün, bir imkanını bulun dedik. Gerekçesiz bir şekilde reddedildi. Parlamento başkanı, “tarihimizde böyle bir şey yok” dedi. Böyle bir şey yok tarihinizde doğru da, tarihinizde bu kadar çok milletvekilinin tutuklanması da yok. HEP döneminde tutuklamalar yapıldı, parti kapatıldığı için milletvekillikleri düştü arkadaşlarımızın. Biz milletvekiliyiz. Bu ilk değil. Yargı bize vermedi, yargı alamaz. Kesinleşmiş bir hükümle, yeniden parlamento kararıyla ya da seçimlerin yenilenmesiyle halk geri alabilir. Ama Meclis Başkanı, İçişleri ve Adalet Bakanları, yargı bu iradeyi tanımıyor. Saygı duymuyorlar. Bu iradenin kendini parlamentoda, tutuklu da olsa, ifade edebilme hakkının olabileceğini idrak edemiyorlar.

Halen de burada, bu dosya itibarıyla hem tutuklu olmam, hem yargılanıyor olmam siyasi görevlerime, parlamenterlik görevime ağır bir saldırıdır. Bizler çünkü parlamentoda denetim de yapıyoruz. Kimi? Hükümeti denetliyoruz. Yürütmenin her türlü eylem ve işlemini millet adına denetliyoruz. Yargı nasıl denetliyorsa biz de denetliyoruz. İlk denetim makamı da parlamentodur. Denetimin de birçok yolu vardır, ben şu anda bunların birçoğunu kullanamıyorum. Hükümet, benim ve tutuklu olan milletvekili arkadaşlarımın denetiminden muaf. Denetleseniz ne olur diyebilirsiniz. Bu kimseyi ilgilendirmez. Denetlemeyi kim yapar ona millet karar verir. Ama yargı eliyle şu anda milletvekillerine denetleme faaliyetlerinden men kararı verilmiştir. Yürütmenin rahat hareket edebilmesi için yargı yürütmeye kolaylık sağlamıştır. Bizim etkili bir şekilde muhalefet yapmamızın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Bunların hepsi yargı kararlarının sonuçlarıdır.

DEVLET SİZ DEĞİLSİNİZ, HEPİMİZİZ

Tüm dosyalarda şöyle bir şey yaratılmak isteniyor: Biz devlet adına sizi yargılıyoruz. Hayır, düzeltelim 2 şeyi yargı devlet adına yargılamaz, millet adına yargılar. İkincisi, yargı devleti tek başına temsil etmez. Devleti 3 erk aynı anda, birlikte temsil eder. 3 erk birbirinden bağımsızdır, ama bu üç güçten yasama, yürütme ve yargıdan en etkili olanı yasamadır. Kanun koyucu doğrudan milletin iradesini temsil edendir. Yani devlet dediğiniz siz değilsiniz, hepimiziz. Kimse bize devlet adına bu operasyonu yaptık diyemez, devlet sen misin yahu! Devlet 80 milyondur, onu temsil eden kurumlar da yasama, yürütme, yargıdır; ben de o devleti halkım adına temsil ediyorum. Kimse bize, devletin tokadını falan göstermeye kalkmasın. Devlet kimsenin babasının malı değildir. Devletse, biz de devletiz, hepimiz devletiz. Kimse devlet adına tehdit yöneltmeye kalkmasın. İktidar yaptığı açıklamalarla, yargıyı devletin bizim üzerimizdeki sopası olarak göstermeye kalkmasın. Yargı halkın yargısı olmak zorundadır. Yasada da böyledir, uygulamada da böyle olmak zorundadır. Karar verilirken de devlet adına karar verilmez. Millet adına karar verilir, hüküm kurulur. O nedenle bizler de bu milletin temsilcileri olarak asla devletin yargıladığı halkın temsilcileri olarak kendimizi kabul etmeyiz. Kendini devlet yerine koyanları da devlet olarak görmeyiz. Herkes haddini bilmelidir, biz haddimizi biliyorsak herkes bilmelidir.

15 Şubat 2018