Demirtaşın tutuklu olduğu davanın ikinci duruşmasında yaptığı savunmanın 3.bölümü

İddianamenin hazırlandığı dönemin siyasi atmosferini, alt yapısını anlatmaya çalıştım. Çünkü iddianame benim siyasi faaliyetlerimi kapsıyor, fakat birbirinden bağımsız fezlekelerin içeriği itibariyle de o dönemin siyasi atmosferi çok daha geçmişe uzanan bir süreçtir. O dönemle hem yakın hem geçmiş döneme ait alıntılardan yararlandım. Birazdan kovuşturma aşamasının da detaylarına girdiğimde farklı bir durumla karşılaşmadığımızı ifade edeceğim.

İddianameye konu 31 fezlekenin 12’si şu anda FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla tutuklu olan savcılar tarafından hazırlandı. Aralarında başsavcıların da olduğu bu 12 savcı tutuklu. 8 fezleke ise hakkında erteleme kararı verilen fezlekeler. Yani 20 fezlekenin bir kısmı erteleme, bir kısmını hazırlayanlar FETÖ’den tutuklu.

Bu fezlekeler niye hazırlandı? Bu fezlekelerin hazırlandığı dönem hangi siyasi ilişkilere gebeydi, altında yatan saik nedir? Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcı vekili mal bulmuş mağribi gibi atladı da, bu FETÖ savcılarının hazırladığı fezlekeleri niye ince eleyip sık dokumadan iddianameye koydu, onu da tartışmak lazım. Çünkü her fezleke ayrı ayrı değerlendirildiğinde, tanıklarla birlikte, iddia ediyorum ki, iki çözüm sürecini de bitiren FETÖ’nün faaliyetleridir, AKP’nin de işbirliğidir.

Bizim de Fethullah Gülen Cemaati ile hiçbir zaman kanımız ısınmadı. Terör örgütü ilan edilmedikleri dönemlerde de cemaate kanımız ısınmamıştı. Bunu da defalarca dile getirdiler. O nedenle şahsıma ve partime karşı husumetleri vardır.

Ergenekon davasında, Balyoz davasında, şike davasında kumpaslar tespit edildi. Ne güzel. Adil yargılamanın gereği yapıldı. Peki, bu KCK Ana Davasını hazırlayan başsavcılar nerede? Bugün iddianamede okuduğunuz dinlemeyi yapan, dinleme kararını alan, iddianameyi hazırlayan emniyet görevlisinden savcısına, başsavcısına kadar hepsi FETÖ’den tutuklu. Hepsi kumpas. Türkiye’nin esas kumpas davası KCK davalarıdır. Çünkü ortada fol, yumurta yokken yasa dışı dinleme kararlarıyla, dinlemelerin içeriği çarpıtılarak, ortada olmayan dinlemelerle belge üreterek, bana ait olmayan konuşmalar bana aitmiş gibi gösterilerek başlatılmıştır.

“KCK sorumlularından talimat aldı” diye okuduğunuz isimlerin büyük kısmı burada, milletvekilleri. Ben grup başkanvekiliyken genel başkan yardımcısıyla konuşmuşum; KCK sorumlusundan talimat aldığımı yazmış savcı. Kamuran Yüksek’in, Selma Irmak’ın, Nadir Yıldırım’ın o dönem görevi ne? Araştırmamış. Bunların hepsini KCK sorumlusu olarak kodlamış, resmi görevi, benimle parti içi ilişkisi var mı hiç bakmamış. Bazısı milletvekili, bazısı genel başkan yardımcısı. Ben o dönem örgütsel hiyerarşi açısından onların altındayım. Örgütten sorumlu eş genel başkan yardımcım, “şurada miting var, milletvekili gönder” der. Bunların hepsi kumpas, komplo.

FETÖ darbe davalarını gören bir mahkemesiniz, ana davalar sizde. Bu konuya hakimsiniz. Paralel devlet dediğimiz yapılanmanın önemli bir kısmı deşifre edildi, yargı karşısında hesap veriyor. İyi, güzel. Peki, FETÖ yargısının bize yönelik husumeti niyeydi? Bunu niye yargı tartışmadı? Niye bize yapılan komplo olarak sayılmıyor? FETÖ’nün açtığı bütün davalar gözden geçiriliyor da, KCK adı altında yapılan siyasi operasyonlara niye kimse şüpheyle bakmaz? Yani FETÖ ne yaptıysa yanlıştır, Kürtlere yaptığı her şey doğrudur. Bu kadar basit. Bu davada bunu da sorgulamalısınız.

Bakın yıl 2010, bizin boykot ettiğimiz referandumda, HSYK’da ideolojik yapılanmaya yol açar eleştirimiz vardı, dinlemiyorlardı. 2010 HSYK düzenlemesinden sonra, HSYK’da ağırlıklı bir Cemaat yapılanması gerçekleşti. Yargının önemli kısmını ele geçirdiler. Yargı aleni bir şekilde Cemaate teslim edildi. Kim tarafından? İktidar tarafından. O dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan şöyle diyordu: “Dünyanın dört bir yanından, okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum. Okyanus ötesinden mesajlar olduğuna göre, bizim de bu mesajı verenlere mesajımız olmalı. Kampanyanın en büyük destekçisi olarak Cemaati kutluyor, desteğinin devamını diliyorum.” Bakın 17-25 Aralık henüz olmamış.

Benim Cemaat’le ilgili konuşmalarımı parlamentodan da isteyebilirsiniz. 2013, 12. ay: “KCK operasyonlarında biz insanların ne yaptığını biliyorduk. Hem hukukçu olarak hem siyasetçi olarak biliyorduk. İş adamları geliyor yaşadıklarını anlatıyordu. Her bölgenin bir Cemaat bölge sorumlusu vardır. (Bu sözler 2013’te, ortada darbe yok, paralel diyen yok, sular seller gibi gözyaşları akıyor, Pensilvanya’yı yıkamalar, yağlamalar) Ve bu bölge sorumlusu, kendine bağlı Cemaat elemanlarını gizli toplantılara davet eder. Bazılarında valiler, emniyet müdürleri, başsavcılar, rektörler, akademisyenler vardır. MİT’in, Emniyet’in bundan haberi yok mu? Gizli toplantılar bilinmiyor mu? Bu toplantılarda o bölgede o ay yürütülecek faaliyetler tartışılıyor. Cemaat’in bölge sorumlusu yeri geldiğinde valiye talimat veriyor. Rektöre şunu doçent yapacaksınız, şunu profesör yapmayacaksınız, şunu tutuklayacaksınız, şunu tahliye etmeyeceksiniz diyecek kadar detaylı meseleler tartışılıyor.”

TBMM 03.12.2013 tarihli grup toplantımda söylüyorum bunları. Bitmiyor. Ondan iki önceki grup toplantımda söylediklerim: Paralel devlet, barış ve çözüm sürecinde önümüzü en fazla kesen, AKP’nin de çok da rahatsız olmadığı, zaman zaman kullanmak istediği ya da yargı veya bürokrasi eliyle paralel devleti işlettiği çözüm süreçlerinde çok daha net ortaya çıkıyor. Eğer paralel devlet anlayışı tasfiye edilmiş olsaydı özel yetkili mahkemeler olmazdı. Özel yetkili mahkemeler paralel devletin yargı organıdır.” Grup toplantısında söylemişim.

Yani böyle Türkiye’de sanki her şey gizli saklı oldu, kimse bilemedi, engelleyemedi. Yahu Selahattin Demirtaş söylemiş bunu. 50 bin konuşmama soruşturma açmışlar da niye buna açmamışlar. Çünkü bu konuşmanın yargı konusu olmasını istemiyorlar. Ya da bir tane savcı niye beni tanık olarak çağırmamış. “Bunu söylüyorsun da bildiğin bir şey mi var” dememiş.

2012, 7. ayda yaptığım grup konuşmam: Cemaat’in izni olmadan nefes alamayanlar, Pensilvanya’dan talimat gelmeden hareket edemeyenler çıkmış bize, “bunların iradesi yok” diyor.

2011, tam 7 yıl önce yaptığım konuşma: “Bizimle ilgili paralel devlet iddiasında bulunanların kendisi paralel devletin ta kendisidir. Cemaat örgütlenmesi paralel devletin ta kendisidir. Emrinde polis gücü vardır, medya vardır, yargı gücü vardır. Devlet içinde devlet haline gelmişlerdir. (7 yıl öncesinden bahsediyorum, ben kahin değilim.) Cemaat’in lideri bellidir, seçimle iş başına gelemezler, kimse Cemaat’in söylediğinin dışına çıkamaz. Kimin nereye atanacağına Cemaat karar verir.” İsmini koymuşuz; paralel. 7 yıl önce söylemişim bunları.

Yine 2012, 6 yıl önce: “Ben merak ediyorum, mesela Türkiye’de Fethullah Gülen’i sorgulayabilecek savcı var mı? Kendisi 12 Eylül darbesini desteklemiş, övmüş, darbeye zemin hazırlamıştır. Aynı şekilde 28 Şubat darbe girişiminin zeminini hazırlamıştır. ABD’de yaşayan Fethullah Gülen darbecidir.”

Şimdi, bu adamların bana hazırladıkları fezlekeleri iddianameye koymuşlar. Siz de bana okuyorsunuz oradan. Bir milletvekilini tutuklamadan hiç değilse şu 12 FETÖ’cü savcı tarafından hazırlanan fezlekeler boyutuyla bir inceleseydiniz. Bir milletvekilini tutuklamadan, onuruyla, itibarıyla, siyasetiyle oynamadan önce bir baksaydınız, biz yargının adil bir yargılama yaptığına ikna olabilirdik.

2012’de yaptığım konuşma: “Gülen’in ekibi, kadroları vali, polis, savcı, milletvekili, bakan, öğretmen olur. Her yerde Gülen’in zihniyetinde hareket ediyorlar. Gülen’in talimatıyla kurdukları hücre örgütlenmeleriyle her yeri yönetiyorlar. Sanıyor musunuz ki, Diyarbakır Valisi tek başına karar alabiliyor. (Hüseyin Avni Mutlu Diyarbakır Valisi, o dönem)”

2013, 29 Kasım konuşmam: “Vali, rektör ve kaymakam Cemaat’in yereldeki gizli çekirdek kadrosuna danışmadan karar alamıyor. Merak ediyorum, kendinde bu gücü görebilen kaç tane vali var. Emniyet müdürlerinin çoğu bu Cemaat’in kentlerdeki yarı gizli yapılanmasına danışmadan karar alabiliyorlar mı?”

Bunları ben konuşurken Cemaat’in savcısı, emniyeti izliyorlardı. Benim basın açıklaması yaptığım yerdeki kameralardan biri emniyet kamerasıydı. O kamerayı tutan bile Cemaatçi’ydi. Onu savcının önüne koyuyorlardı. Hükümet bize hakaret üzerine hakaret sayıyordu biz bunları söylerken.

2010’da HSYK’da yapılan değişiklikle birlikte şekillenen yapı aleni bir şekilde çözüm süreçlerini hedefledi, AKP’yi de kandırarak diyeceğim ama suçlarını hafifletmek olur, teşneydiler kandırılmaya. Savcıların birçoğu “talimat almayız” diyor, ama benim yanımda Adalet Bakanı bir tane başsavcıyı aradı. Bir problem vardı. Eş Genel Başkanım, milletvekiliyim; şu anda Türkiye’de tanımadığım, ilişkide olmadığım siyasetçi yok. Bir soruşturma sürecinde ihlal var, benim yanımda başsavcıyı aradı, “Nasılsın canım iyi misin? Filan dosya var, onu bir getir de biz de bakalım” dedi. Hayretler içerisindeydim.

Öyleydi. Şimdi yapılıyor mu bilmiyorum. İnşallah yapılmıyordur. Bakan başsavcıyı arayıp, canımla cicimle inceledi, iddianameyi öyle hazırlattı. Bunlar bitti mi? Bilemem. Fakat dolaylı baskının haddi hesabı yok. Yargı içindeki bu durumu ortaya koymazsak, iddianamenin yüzüme okunduğu dönemde nasıl bir faciayla karşı karşıya olduğumuz anlaşılamaz. Şu anda görevden ihraç edilen hakim ve savcıların listesi beş bine yaklaştı. Tüm hakim ve savcıların yüzde 45’i FETÖ’cü olmaktan açığa alındı.

Yarı yarıya üyesi terörist olmaktan açığa alınmış bir yargı fezlekelerle bizi terörist olmakla suçladı. İroniye bakın. Aynı yargı. Onların tamamı görev başındaydı. Dokunulmazlığımız kaldırıldığı günde de görev başındalardı. Hepsi bizi bekliyorlardı. Ellerine düşsek de gereğini yapsalar diye bekliyorlardı. Sizin elinize düştük, onların hepsi içeride. Ama dokunulmazlığımız kalktığında hepsi görevdeydi. Benim 7 yıldır teşhir ettiğim ve bir türlü gereğinin yapılmadığı yargı tamamıyla görevdeydi. Biz diyorduk ya, “yargıya güvenmiyoruz, bu yargıya ifade verilmez, bağımsız tarafsız değil.” Siz misiniz bunu söyleyen diye hakaret yağdıranlar 3-4 ay sonra 5000’ini görevden aldı. Çok sürmedi de, Mayıs-Temmuz. Ben Mayıs’ta bu yargıya güven olmaz diyordum, nasıl ifade verelim, Cemaat’in elinde diyordum. Aynı Cumhurbaşkanı, aynı Başbakan Türk yargısına hesap verecekler diyordu. Ortaya çıktı ki, tırnak içinde söylüyorum, Türk yargısının yarısı teröristmiş. Bu nasıl iş?

Atmosferi çarpıtmanın, yokmuş gibi davranmanın alemi yok. Bizim karşı olduğumuz sürecin gerçekleriyle bugünkü aynı. Kim savunabilir. Çıksın savunsun, Cumhurbaşkanı desin ki, ”15 Temmuz öncesinde yargı bağımsızdı. Selahattin Demirtaş da o yargıya ifade vermem diyerek hakaret etti”, diyebilir mi? Diyenin alnını karışlarlar, FETÖ’den içeri atarlar. Ama diyebiliyorlar. Biz gerçekleri konuşurken onlar kamuoyunu aldatma peşindeler.

Cemaat - AKP limoniliği dershaneler tartışmasıyla başladı. Anayasa Mahkemesi’nin tutuklamayı devam ettiren kararlarında, ifadeye vermeye gitmemiş olması diyorlar. İfade vermeye gitseydi tutuklamazlarmış. Fakat bu ülkenin Cumhurbaşkanı oğlunu 17-25 Aralık’ta ifade vermeye göndermedi. Abdullah Gül, “Hakan Fidan’ı ifadeye ben göndermedim” dedi. Hakan Fidan Cemaat yargısı tarafından ifadeye çağrıldığında gitmedi, yasa çıkarıldı. Kim göndermedi. Gül diyor ben göndermedim, Erdoğan diyor ki, ben göndermedim. Payeyi paylaşamıyorlar. Hangi yargıya güvenmiyorlardı, bizi göndermek istedikleri yargıya. Bizim, ifade vermeye gitmeyiz dediğimiz yargıya. Kimse de kendilerine “Sen nasıl Türk yargısına kafa tutarsın, seni ensenden tutar içeri atarız” diyemedi. Neydi bunun nedeni? Bugüne kadar yargı buna cevap verebildi mi? Anayasa Mahkemesi dahil. Benimle ilgili tarihin en skandal kararlarından birini verdi. Bir asliye ceza mahkemesinin sahte belgeleriyle, olmayan delilleriyle skandal bir karar verdi.

Erdoğan AYM’nin Can Dündar kararıyla ilgili, “ben bu kararı tanımıyorum, saygı da duymuyorum” dedi. Şimdi ben muhalif bir milletvekiliyim, tavrımı söylerim anlaşılır. Fakat bu kadar muktedir birinin bu sözlerine karşı yargının bir şey demesi lazım. Gücü Selahattin Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a, İdris Baluken’e yetti. Siz misiniz yargıyı tanımayan, ki biz de yargıyı tanımıyoruz demiyoruz… Buna rağmen bu linç kampanyasını yürütenler bizatihi yargıyı tanımayanlar, hukuku katledenler, Anayasa’yı askıya alanlardır. Sizler bunların talimatıyla bir yargılama kampanyası başlattınız.

Bakın yıllara göre hakkımda hazırlanan fezleke istatistiği: Erdoğan’ın “dokunulmazlıkları kaldırılmalıdır” dediği günden bu yana artmıştır. 58’i Erdoğan’ın bizimle ilgili kampanyayı başlattığı günden sonra hazırlanmıştır. Bu da tutuklu olduğumu dosyanın yıllara göre fezlekeleri. Yine 21 tanesi son 1,5 yılda alelacele, bir kısmı ise Cemaat savcıları tarafından hazırlanmıştır. Şike davasında, Ergenekon’da kumpas vardı da bunlarda da olmuş olabilir mi diyen bir kişi çıkmadı. Yahu bu yargı bizim de yargımız. Niye benim arkadaşlarım, niye binlerce HDP’li bu haktan yararlanamıyor? Neden bir tane onurlu bir karar göremiyoruz?

Bütün gücü elinde tutan “Anayasa kararına uymuyorum, kabul etmiyorum” diyemez. Bunu söylediği anda Anayasa bitmiştir. Bu ülkede bir tek onun eleştiri hakkı var, geri kalanını da hapse atın.

Bakın Anayasa Mahkemesi Can Dündar kararını açıkladığında, AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan önce “AYM kararı sevindiricidir” demiş. Sonra Erdoğan konuşmuş, karara uymuyorum demiş. 2 gün sonra Bülent Turan hemen kameraların karşısına geçmiş: “AYM’nin yaptığı yargı gaspıdır” demiş.

Adalet Bakanı aynı şekilde yargıyı yönlendirmeye çalışmış. “Anayasa Mahkemesi büyük baskı altında” diye uzun bir demeç vermiş.

Grup konuşmamda şunu demişim: “Hakikaten yargılanmaktan korkan insanlar değiliz. Öyle mahkeme, cezaevi görmemiş milletvekilleri değiliz. Biz ülkemizde adil bir yargı olsun diye çok uğraşıyoruz. Anayasa değişiklikleri döneminde, referandum döneminde çok uğraştık. Tarihimizde tek bir bağımsız mahkeme yoktur maalesef. Cumhuriyet tarihinde örneği yoktur. (Politik mahkemelerden bahsetmişim burada). Bunların döneminde kötü oldu demiyorum, hep böyleydi. Başka ülkelerin örneklerine bakıyorsunuz, üst yargı organları özellikle Anayasa Mahkemeleri, siyasetin tıkandığı yerde, demokrasinin işlemediği yerde, siyasilerin ele geçirdiği güçle hukuk düzenini altüst ettiği yerde, totaliter diktatörlük rejimini inşa etmeye çalıştıkları yerde, Anayasa Mahkemeleri devreye girmiştir. Çünkü düzeni korumakla sorumludurlar aynı zamanda.

Biz mahkemeleri tanımıyoruz demiyoruz. Bizler adil ve bağımsız yargı olmadığını söylüyoruz. Sorumsuzluk yönünden gözden geçirilmeden hakkımızda soruşturma yapıldı. Anayasa Mahkemesi bile cımbızladı konuşmalarımızı. Mahkeme karar verirken konuşmanın bütününe bakar. AYM sahte delil üretti hakkımda, ‘sırf haksız tutuklama yoktur’ demek için. “Bizi normal bir yargılamaya davet etselerdi asla çekinmezdik. Ama bu süreçte Saray’ın talimatıyla çalışan yargı, parlamento, hükümet ve medya var. Sanki adil yargılama olacak gibi bir aldatmacaya figüran olmayacağız.” Açıklamamız budur. Yargıyı tanımıyoruz, efendim biz yargılama yetkisini tanımıyoruz. Bunların hepsi gerekçeydi. Tutuklamalar bunların üzerine kuruldu.

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ‘Mehmet Altan kararını tanımıyorum’ dedi. ‘Benim görevime kast etmiş’ dedi. Aynı AYM sizin de görevinizi gasp etti, sesiniz çıkmadı. Sahte delil üretti, esasa girdi, ‘kaçma şüphesi var’ dedi ya. Sizin dosyanızla ilgisi yok. Bu yüzden tutuklanmamışım. Ama AYM dedi ki, ‘bunun kaçma şüphesi olduğu için tutuklanması normaldir.’ Bir şey demediniz. Benim dosyamda esasa girdiler. İnfazı bitirdiler. Siz çıkıp demediniz ki, içeriğe giremezsiniz.

Kulislerde konuştular. Kendi aralarında ‘Altan kararına bu kadar itiraz ediyorsunuz da, Demirtaş kararı da aynısıydı, ona neden sesiniz çıkmıyor’ diye AYM üyeleri sitem ettiler. Niye? Onun da cevabını siz vereceksiniz, siz benim mahkememsiniz, benim hakkıma sahip çıkmadınız. Sizin yetkinizi gasp etti AYM, bir şey demediniz. ‘Sahte karar ürettin’ diyemediniz. Velhasıl dokunulmazlıkların kaldırıldığı dönemde nasıl oluşturulduysa, aynı algı yandaş yazarlarca oluşturuldu. Neden tutuklandığımızın gerekçeleri günlerce yazıldı. Herkes aynı konuyu her gün yazıyorsa şüphelenirsiniz, kumpas var dersiniz. Ahmet Kekeç, Hüseyin Gülerce, Yakup Köse, Aydın Ünal, Kurtuluş Tayiz, Kurtuluş Tayiz, Kurtuluş Tayiz… Bu çok çalışmış! Emin Pazarcı, Kurtuluş Tayiz…

Neden tutuklanmamız gerektiğini yazmışlar. ‘Terör destekçisi bedelini’ öder. Cumhurbaşkanı Erdoğan. Biz tutuklanmışız, grup toplantımıza çok sayıda yabancı heyet gelmiş. Güneş Gazetesi manşeti, ‘PKK’nin üst aklı Meclis’te.’ Milletvekilimiz Nihat Akdoğan’a bizimle aynı gece operasyon yapılıyor, evinde bulunamadı. Birkaç gün sonra gözaltına alındı. Güneş Gazetesi, ‘İnine kaçarken yakalandı’ dedi. Kendisi gidip savcıya ifade verdi, tutuklandı. Bunlara inandı insanlar. Şaka değil böyle kurdular hakkımızdaki kumpasları, AKP de Cemaat de. Şaka değil, böyle yaptılar. Sürekli bu algıyı güçlendirmek istediler. Bunların bir kısmını aktarmıştım dokunulmazlıkların kaldırılması döneminde. Aynı algı  iddianame hazırlık sürecinde de yaşandı. AKP Milletvekili Şamil Tayyar’ın iddiası basına yansıdığı için tanık olarak dinletebilirsiniz. “FETÖ’nün bir elamanı nasıl olur da Demirtaş’ın iddianamesini hazırlamakla görevlendirilebilir, şaşıyorum” diyerek, basına demeç verdi. Çağrılması lazım. İddianamemi hazırlayan savcı gönderildi. FETÖ’cü olmakla suçlanan savcı yaranabilmek için elinden geleni yaptı. Keşke başarılı bir hukukçu olsa ve iyi bir iddianame çıkarabilseydi, ama malzeme bu. Baskı altında. Kendini ispatlamanın yolu Demirtaş’a en ağır suçlamaları yöneltecek bir iddianame hazırlamak. O yüzden 31 fezlekeyi toplayıp 50 klasöre çıkartan bir savcı. Şu anda biz sanığız, ama Yargıtay Başkanı az önce benim dosyamı ne kadar yönlendirdiğini söylediğimiz kişiyle çay topluyor. Bu Yargıtay benim dosyamı inceleyecek.

Bizatihi benimle ilgili 2-3 yıldır kampanya yürüten, partimle ilgili algı yaratan Recep Tayyip Erdoğan ile Yargıtay Başkanı ailecek çay topluyorlar. Bu yargının içinde bulunduğu durumun vahim görüntüsüdür. Recep Tayyip Erdoğan’ın oturduğu koltuk Parlamento Başkanı’nın koltuğu. Parlamento Başkanı, muavin koltuğu gibi yan tarafta oturuyor. Parlamento Başkanı’nın koltuğu kimsenin malı mülkü değildir. Milli iradenin temsilidir. Erdoğan’ın koltuğu değildir. Dosyam yarın AYM Başkanı’nın önüne gittiğinde, şu fotoğrafta yürütmenin önünde başını eğen AYM Başkanı tarafından incelenecek bu dosya. Danıştay Başkanı’nın kızı Saray’da işe alınmış. Bunlar üst yargı kurumlarının başkanları. Bir hukukçu olarak insan utanıyor.

Biz tutuklandık. Parlamentonun üçüncü büyük partisiyiz. Protokolde yerimiz var. Biz tutuklanır tutuklanmaz Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay sitesinden ismimizin çıkartılmasına karar verdi. Arkadaşlarım yazı yazdı Yargıtay’a. Resmi görevi olarak halen Eş Genel Başkan olduğumuzu. Yargıtay’dan halen cevap yok. Yargıtay bizimle ilgili hükmünü kesinleştirmiş. Suçlu ilan etmiş. Tutuklanmamızın hemen birinci ayında. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi’nde AKP’nin seçim müziği çalıyor. Aynı mahkeme bizim milletvekilimizin cezasını 15 gün içinde onayladı. Nasıl güveneceğiz. Yargıçlar Sendikası Başkanı Karadağ’ın uzun bir yazısı çıktı. Son derece önemli yerlere değindi ve sürgün üstüne sürgün oldu. En son emekli oldu.

Arkadaşlarım bana bir müjdeyi verdiler de; sayın Başbakan Binali Yıldırım, gazeteci Deniz Yücel ile ilgili “Bir iki güne kadar iyi haber çıkacak” demiş. Ben o mahkemenin yargıcı olsam yerin dibine girerim.

Ben soruşturma aşamasında bile kendimi savunamamışken, yargı neler yaptı. Benim kendi fotoğrafımın ilçe binamızda asılı olmasına ceza vermiş. Benim ile Figen Yüksekdağ’ın fotoğraflarına el konuldu. Şanlıurfa 4. Sulh Ceza Mahkemesi, “Selahattin Demirtaş ve vekilliği düşürülen Figen Yüksekdağ’ın resminin bulunduğu, resminin yanında ‘Hayır’ ibaresi bulunduğu tespit edilen billboardun yasaklanmasına, görüldüğü yerde el konulmasına.” Tutukluluğumun beşinci ayı. Daha karşınıza çıkmamışım, siz daha suçlu muyum bakmamışsınız dosyaya. Mersin Valiliği aynı şekilde. Diyarbakır Valiliği, ‘yasaklanmasına.’

Sulh Ceza Mahkemesi’nin tutuklanma kararını okumak istiyorum. Tutukluluğumuzun birinci ayı. İstanbul’da operasyon yapılıyor. Sulh Ceza Hakimliği tutukluyor. ‘Yapılan değerlendirme sonucunda şüphelilerin savunmalarından ve dosyadaki tüm delillerden anlaşıldığı üzerine, şüphelilerin HDP üyesi ve yöneticisi oldukları, HDP’nin halen meşru bir siyasi parti olmasına karşın genel başkanları ve bir çok yöneticisinin silahlı terör örgütü olan PKK/KCK ile hareket ettiği, bu örgütten gelen talimatlar doğrultusunda hareket ettiği, şüphelilerin de HDP üyesi olarak PKK üyesi gibi hareket ettikleri dosyada mevcut delillerde değerlendirmek suretiyle tutuklanmaları.’ Bu bir Sulh Ceza Hakimliği kararı. ‘HDP’nin Eş Genel Başkanları terör örgütü yöneticiliğinden tutukluğu olduğuna göre ve bunlar da HDP üyesi olduğuna göre, bunlar da terör örgütü üyesi olmuş’ demiş hakim. Yargının bize yaklaşımı buydu.

Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı, Selahattin Demirtaş’ı övmekten soruşturma başlattı. Böyle bir ortam. Bize bu şekilde davranan yargı, genelde böyle miydi, yoksa bize mi denk geliyor? Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldıranlar insanlık suçu işlediler. Peki bunu yapanlar bizim gibi gece yarısı evi basılarak mı alındı. Yapılmaması lazım insan haklarına aykırı. Onlar milletvekili, HDP’li değil ki! Emniyete davet edildiler. Gözaltı yapılmadı, zorla getirme kararı alınmadı. Herkesin avukat hakkı vardır, onların İçişleri Bakanı hakkı varmış. Sosyal medyada gördük. Peki bunların büyük bir kısmına tanık sıfatı verildi. Sanık sıfatı küçük bir kısmına verildi. Duruşmaya çıkmadan tahliye edildiler. Bir HDP’liye Eş Genel Başkanı fotoğrafı nedeniyle tutuklama veriliyorsa, hiç değilse birkaç ay da bunlara tutuklama yapabilselerdi, onu da yapamadılar.

Sedat Peker, kendisini mafya lideri olarak tanıtıyor. Akademisyenlere, ‘akan kanlarınızla duş alacağız’ dedi. 11 yıl ceza istendi. Peki evi basılıp mı ifadeye götürüldü? Ne gerek var, Sedat Peker HDP’li değil ki! En son savcıya bir ifade gönderdi. Duruşmaya gelmiyor. Hastadır, yorgundur. Zorla getirme kararı bile çıkarmıyor. Bu kadar hoş görülü olan bir yargı bir önceki Eş Genel Başkanımız Serpil Kemalbay’a aynı hoşgörüyü göstermiyor. İfade vermek için savcılığa gidiyor, ‘Hayır Emniyet’te kalacaksın 7 gün, sonra savcı’ diyorlar.

Böyle bir ortamda iddianamem hazırlandı, böyle bir ortamda sorgumu yapıyorsunuz. Tabii bir de benim kayınbabam etkili bir AKP’li değil. Damat kontenjanı da var. Konyaspor Başkanı’nı FETÖ’den ifadeye çağırdılar, serbest bıraktılar. Tutuklansın demiyorum. Bunlar eşitsiz, adaletsiz örnekler olduğu için söylüyorum. Davutoğlu’nun arkadaşı, tabii ki tutuklanmaz. Biz Davutoğlu’nun arkadaşı değiliz, ne yapalım muhalifiyiz.

Burdur’da dövülerek öldürüldü bir kadın. Tutuksuz yargılanıyor sanık. Döverek öldürüldü kadın. Kadının yüzüne kezzap atıp tecavüz girişiminde bulundu, yargı tutuklamadı. Yüksekova’da bir güvenlik görevlisi 4 kişiyi öldürdü, tutuklanmadı. Diyarbakır Newroz’unda Kemal Kurkut, öğrenci, arkasından ateş edilerek öldürüldü, zanlının polis olduğu tespit edildi, maktulün silahsız olduğu bir basın çalışanın fotoğraflarıyla netleşti, tutuksuz yargılanıyor polis. Tek bir gün gözaltı bile görmedi.

Bizler parti binamız yakılırken suç duyusunda bulunduk. Kayseri binamız bir grup tarafından sarıldı. Taşladılar ve ateşe verildi. Orada hak biter. Güvenlik güçleri müdahale etmedi. Güvenlik güçleri, ‘biz halledeceğiz’ deyip sessiz sedasız gönderdiler. Parti Genel Merkezi avukatları suç duyurusunda bulundu güvenlik güçleri hakkında. Kayseri Emniyet Müdürü, hakkında soruşturma yapılmasına gerek yok diye izin vermiyor. Soruşturma açılamıyor.

Anormal olan kısmı şu; soruşturmaya gerek yok ve izin alamadım diyen savcı benim ile ilgili fezleke düzenliyor, Kayseri Emniyet Müdürü’ne iftira atmaktan. Figen Yüksekdağ ile birlikte biz sanığız. İftira suçu işlemişiz. Asliye Ceza Mahkemesi’nde sanığız, yargılanıyoruz. Fezleke Meclis’e geldi. Şaka gibi. Bu yargı bizi yargılıyor.

Birisi sinkaflı küfür ediyor, twit atıyor. Melih Gökçek de bu küfürü retwitliyor. Doğrudan ismim geçiyor. Suç duyurusu yapıyor avukatlarımız, takipsizlik kararı veriliyor şahısla ilgili. Takipsizlik kararına itiraz yapılmasına rağmen, itiraz kesinleşmiş gözüküyor. Buraya kadar Türkiye’de olur diyebilirsiniz. Fakat anormal olan şu: Melih Gökçek’e hakaretten bana fezleke hazırlanıp Meclis’e gönderildi. Böyle bir yargı bizi yargılıyor. Bu ülkenin siyahileri olarak görülüyor HDP’liler. Gücü eline geçirdiği her an bize baskı yapıyor.

Ben yargıyı eleştiriyorum, ama güzel kararları yok mu? Güzel kararlarından birini okuyayım, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararı: Şikayet edilenler Aydın Ünal, Leyla Şahin Usta, ikisi de AKP milletvekili. Bize hakaret etmişler. Partimizin avukatları suç duyurusunda bulunmuş. O kadar güzel bir karar verilmiş ki. Bugün iddia makamının sorumsuzlukla ilgili ne düşündüğünü pek duyamadık, ama buradan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın sorumsuzlukla ilgili ne düşündüğünü öğrenelim.

Uzun uzun anlatmış yasama sorumsuzluğunu. Bu nedenle bu milletvekilleri bu sözleri parlamento içinde söylediği için kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş. Selahattin Demirtaş’ın dosyasına sıra gelince neden yapmıyorsunuz. 15 aydır bu duruşmada bile taleplerimizi reddediyorsunuz. Biz nasıl yargıya inanacağız. Parlamentodaki konuşmamla fezlekelerdeki ifadeleri karşılaştırmadan sen sanıksın diyorsunuz.

Benim dosyama bakan 5’inci heyetsiniz. Niye size verdiler onu da bilmiyorum. Neden buraya geldi bilmiyorum. Neden 2’ye zorla getirildi, 2 kabul etmedi bilmiyorum. Biliyorum da, şu aşamada bilmiyorum diyeyim. Birazdan detaylarıyla anlatacağım niye olduğunu.

Çünkü sizler parlamentoyu bombalamış adamları yargılıyorsunuz. Aynı heyet parlamentonun üyelerini de yargılıyor. Bu nasıl bir ironidir. Darbe yargılaması yapan bir heyet nasıl parlamentonun darbeye muhatap olmuş, bombalanmış bir üyesini yargılar, onu da anlamakta güçlük çekiyorum. Ayhan Bilgen, milletvekili arkadaşım. Bizim dokunulmazlığımız kalktıktan sonra çok sağlam bir bilgiyle benim ve Gültan Kışanak’ın darbe ana davasına dahil edilmemiz için AKP tarafından baskı yapıldığını söyledi. Bakmışlar, ‘efendim zor, nasıl birleştireceğiz bu davaları’ demişler. Onlara dedim ki, ‘‘Bir de bir şekilde FETÖ’ye bulaştıralım derseniz, darbe davasını sulandırırsınız, ona yazık olur bize değil’’. Bizim zaten 100 tane fezlekemiz var, ne yapacaksanız orada yapın, bari şu darbe davasını sulandırmayın. Darbe sanığı olarak karşınıza çıkarmak için komplo başarısız oldu, ama darbeyi yargılayan heyetin sanığı olduk. Bu başarıldı. Bu ilginç.

Şimdi bütün bunlar, yargı üzerinde baskı oluşturup algı yaratılırken, her şeyin bir siyasi süreci vardı, siyasi bir ajandası vardı iktidarın. Buna uygun yargıyı dizayn etme süreci vardı. Ergenekon, Balyoz davaları buna uygun yürüdü. İçeriğine ilişkin tartışmalıdır. Onu tartışmıyorum. Fakat savcısı da yine Erdoğan’dı. Arkasında duruyordu. KCK davalarının savcısı benim diyordu. Hepsi de FETÖ’nun açtığı davalardır. Aynı kişi şimdi benimle ilgili bir algı yaratmaya çalışıyor, benimle ilgili mahkeme önüne çıkmadan bir baskı yaratmaya çalışıyor. Tıpkı dokunulmazlık sürecinde yaptığı gibi.

Cumhurbaşkanı’nın, yürütme, yargı, basın üzerinde etkili bir gücü var. Açıklamalar yaptığı zaman etki yaratıyor. G-20 Zirvesi’nde. Tutukluyum, suçlu muyum belli değil. ‘O şahıs teröristtir’ diyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı Almanya’da. Bütün gazetelerde manşet oluyor. Ben mahkemeye çıkmak, savunma yapmak istiyorum, ama ortada mahkeme yok. 15 aydır ben iddialara karşı cevap veremiyorum. Ben de ‘tarih kimin terörist olduğunu gösterecek’ demişim.

Atatürk’e hakaretten yakın zamanda bir şahıs tarafından işlem yapıldı, tutuklandı. Erdoğan’a bir gazeteci Atatürk Havalimanı’nda soruyor, ne diyorsunuz? Şunu diyor: “Olay çok çirkin, şüphesiz ki, annelerin bu işe karıştırılması son derece çirkin. Ama olay yargı sürecine girdiği için kendimi yargı yerine koymak suretiyle değerlendirmem doğru olmaz.’ Çok hassas yargı konusunda. Atatürk’e  hakaret konusunda. Muhtemelen ideolojik olarak da kendisine yakın bir şahsiyet yargılanıyor. Zaten tahliye oldu. Dosya şu anda sürüncemede.

Kavurmacı ile ilgili soru soruyorlar, ‘Tamam da’ diyor, ‘Bu konu yargıyla alakalı bir konu, yargı süreci devam ediyor, ben buna bir şey diyemem’ diyor. Kavurmacı dosyası. Demirtaş sorulduğunda ‘terörist’ diyen AKP Genel Başkanı, nedense bu tür dosyalarda yargıya müdahale edilmemesi konusunda mesaj veriyor.

Beni yargılayacak mahkeme netleşmiyor bir türlü. Netleşiyor, siz beni çağırmıyorsunuz. Avukatlarımla talepler iletiyorum. Yeni Şafak gazetesi, AKP’nin yayın organı, ‘Hem katil hem şovmen’ diye olmadığım duruşmada manşet atıyor. Sen misin bu taleplerde bulunan. Çünkü algı yaratma ve algıyı yönetme bir süreçtir. Bu süreci yönetmezlerse üzerinizde baskı oluşturamazlar. Olur da bu algıdan sıyrılır, özgürce karar verirseniz, Demirtaş konusunda adil yargılama yaparsanız diye korku ve panik içindeler.

14 Şubat 2018