Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, İstanbul Güneşli’de bulunan Ehlibeyt Alimler Derneğini ziyaret etti.

Demirtaş burada yaptığı değerlendirmede:

Çok üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm. Ülkenin başbakanı çıkıp bize, taziye sizin değil, acıyı sahiplenmeyin diyecek kadar duygudan yoksun bir hale geldiğin görmek çok üzdü bizi.

Taziye Türkiye’deki bütün evlerdir

102 kardeşimizi yitirdik ve Türkiye'nin her yerine cenazeler gitti. Kendini insani olarak kaybetmemiş herkesin, bu taziyeyi yüreğinde hissettiğinden biz şüphe duymuyoruz. İlk günden belirttik. Taziye Türkiye'deki bütün evlerdir. Ne HDP'nin genel merkezidir ne de başka bir partinin merkezidir. Önceki Cumhurbaşkanımızın şahsımızda bizleri araması ve bizler aracılığıyla ailelere taziyelerinin iletilmesini istemesi, son derece normal, insani bir duruştur. Buradan yola çıkarak bir polemiğe girmek, 'taziye yeri o değil, budur demek' insanın ahlaki seviyesini gösterir. Vicdanının oy uğruna, sandık uğruna karardığını gösterir. Çok üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm. Ülkenin başbakanı çıkıp bize, taziye sizin değil, acıyı sahiplenmeyin diyecek kadar duygudan yoksun bir hale geldiğin görmek çok üzdü bizi.

Devlet doğrudan bu katliamın suçlusudur' dedik. Hergün ortaya çıkıyor zaten. IŞİD'i büyüten, destek veren silah sağlayan, koruyan, kollayan bir anlayış var. Bunlar hergün ortaya çıkıyor. Bizim haklı olduğumuz ispatlanıyor. Başbakan olarak ayrıştırma yapmaktan vazgeçsin. Her evimiz yas evidir. Her evimizde bu yas tutulmuştur. Çok şükür ki öyle olmuştur. Bunu bozmaya kalkmasın başbakan. Sayın Gül, haklı olarak şu soruyu sormuştur; 'taziyede acıda birleşemeyeceksek, bu ülkede nasıl birlikte yaşayacağız' diye sormuştur. Cevabını da muhatapları versin bir bakalım. Bu kadar acıya rağmen bir acı etrafında kenetlenemiyorsak, bu taziye neticesiyle gelin devletin etrafında kenetlenin diyenlere sormak istiyorum. Halk mı büyüktür, Devlet mi büyüktür? Biz halkın etrafında kenetlendik. Siz devlete tapar hale geldiniz haşa, Devletten korktuğunuz kadar Allah'tan korkmuyorsunuz. Utandım, başbakanın o söylemi karşısında mahcup oldum. Böyle bir anlayışı hak etmiyor bu toplum. İslami gelenekten geliyorum diyen bir başbakanın taziye kültürünü iyi bilmesi lazımdı. Bir insan taziye dileğinde bulundu diye kamuoyunun huzurunda eleştirilmesi yerden yere vurulması bizim örfümüze, inançlarımıza çok çok aykırıdır.

Siyasallaşmış bir yargıya kimsenin güveni yoktur

Çok hazin, üzücü bir durum. İnsanlar fikirlerini açıklamakta serbest olmalı. Korkmamalı. Ne adli ne idari baskıyla karşılaşmamaları gerekir. Tahir Elçi aynı zamanda benim baromun başkanıdır. Ben Diyarbakır Barosu üyesi bir avukatım. Kendisini çok iyi tanırım. Bırakın PKK üyesi, sempatizanı bile değildir. Bir barış adamıdır. İnsan haklarına inanır ve inandığı şeyleri cesurca söyler. PKK'ye yönelik çok sert eleştirileri olan bir insandır. Fakat terör örgütü olarak görmediğini açıklamıştır. Şiddeti övme anlamında kullanmamıştır bunu. Siz bir organizasyonu terör örgütü olarak tanımlarsanız, onunla mücadele yöntemi başkadır. Bir şiddet organizasyonu, fakat toplumsal temeli olan, halkta bir karşılığı olan bir örgüt gibi görürseniz, o şiddetin çözümünün yolu başkadır. Kendisi görebildiğim kadarıyla bunu anlatmaya çalıştı TV programında. Fakat o fikri önerisine bile tahammül gösterilmedi. Siyasetin emriyle, doğrudan savcılar talimat alarak, siyasetin güdümünde olduklarını göstererek, bir baro başkanının gece yarısı gözaltına aldırıp, İstanbul'a getirttiler. Tahir bey çıkıp ' ben canlı bombayım ' deseydi bu durumda başbakanın tabiriyle ' o zaman sana karışamayız' çünkü henüz kendini patlatmadın, serbest bırakın' derlerdi. Siyasallaşmış bir yargıya kimsenin güveni yoktur.

Tahir Elçi'nin ifadesini almaya çalışan savcılar 2 Kasım'dan itibaren sakın ola ki, ' biz efendim anlayamadık. Yanlış yaptık' demeye çalışmasınlar, 2 Kasım'da artık arkalarında bir tek parti hükümeti olmayacak. Hukuk karşısında hepsinden hesap sorulacaktır. Talimat alan savcılar, talimatla karar veren mahkemeler, hepsiyle ilgili soruşturmaların başlatılması için elimizden geleni yapacağız. Sakın ola ki onlar da, önceki savcılar gibi ülkeyi terk etmeye kalkmasınlar.

Asıl felaket, ayrı inanç, ayrı kimlikte olmak değil. Bu da yaşamın gerçeğidir. Yaradan bizi böyle yaratmış. Ayrı kimliklerimiz olabilir. Ama bugünlerde biz aynı sofra, aynı taziyede bile bir araya gelemiyoruz. Bunu yapanları bile suçluyorlar. Acılarımızı paylaşanlara bile sert eleştiriler getiren bir anlayışla karşı karşıya geliyoruz. Bugünkü ziyaretimizin böyle anlaşılmamasını istirham ediyoruz. Biz her şeye rağmen aynı masa etrafında bir aradayız. Kendi toplumlarımızı birbirine düşman hale getirmeye çalışan politikalara karşı, 'Hayır, biz aynı masa etrafında otururuz, konuşuruz' mesajını birlikte vermek için sizleri ziyaret ettik.

Bir siyasetçi olarak, Türkiye'nin bu durumundan utanç duyduğumu belirtmek istiyorum. Utanç verici bir şeydir. Ülkemizde insanların can güvenliğini sağlayamıyor hükümet.

Devlet soyut bir kavram

Sonuç ne olursa olsun. Ülkemiz için barış getiren bir seçim olsun. Sorunlarımızın çözüleceği umudunun büyüdüğü bir seçim olsun istiyoruz. Ortaya çıkacak sonuca da şimdiden herkesin saygı göstermesini bekliyoruz. Hiçbir partinin ötekileştirilmediği, hiçbir seçmenin hakaret görmediği, yok sayılmadığı, her bir oyun kıymetinin verildiği bir seçim sonucu ortaya çıksın istiyoruz.

Camiamıza ne kadar saygı gösterilirse, camiamızdan da o kadar saygı görür. Devlet ile hükümeti ayrı tutmak lazım her zaman. Eleştirilerimizin, tenkitlerimizin hedefi siyasi muhataplarımız, parti olarak olmalı. Devlet bir soyut kavramdır. İyi insanların elinde iyi yönetilecektir. Kötü insanların elinde kötü yönetilecektir. Kötü kanunlar bile iyi insanların elinde iyileşir. Bilmiyorum bu hakkı bana verir misiniz? Tenkitleriniz siyasi muhataplarınıza olsun. Devletle işiniz yok. Devlet soyut bir kavram. Yarın siz gelirsiniz. Hükümeti siz devralırsınız. Siz öbür türlü yönetirsiniz. Siyasi muhataplarınıza ne diyecekseniz, deyin.

Maalesef ki gönül rahatlığıyla, ülkemizde özgürlükler var, kardeşlik var, barış var diyemiyoruz. Bir siyasetçi olarak, Türkiye'nin bu durumundan utanç duyduğumu belirtmek istiyorum. Utanç verici bir şeydir. Ülkemizde insanların can güvenliğini sağlayamıyor hükümet. İnançlarının, yaşam tarzlarının güvencesi olamıyor bu hükümet. Hiçbir yerde insanlarımızın güvenliği, güvencesi yok. Siyasetin asıl varlık nedeni budur, ama ülkemizde en eksik olanı bu insan hakları uygulamalarıdır. Biz bundan utanç duyuyoruz ama, asıl utanması gerekenler pişkin pişkin sırıtıyorlar. Halen bizi tehdit ediyorlar. Bunlar bizim hak etmediğimiz uygulamalardır. Biz bu ülkenin, bu toprakların, bu vatanın hep birlikte sahipleriyiz. Ortak vatanımıza eşit derece muamele görme hakkına sahip insanlarız. Bu devlet de halkın devletidir. Devlet yarı tanrı değildir, kutsal değildir. Bizimdir. Ve biz kendi devletimizi demokratikleştirmek istiyoruz. Çünkü çok öldük, çok ezildik, çok zulüm çektik, ayrımcılığa uğradık. Ama artık bunlar bitsin istiyoruz. Devlet tek bir kimsenin malı olmasın, hepimizin devleti olsun.

Ülke, vatan, bu topraklar hepimizin ortak vatanı olsun. Keşke öyle olabilseydi. Alevi Kızılbaş kardeşlerimiz 12 gün Muharrem orucunu, Muharrem yasını tutuyorlar. 1400 yıl önce yaşanan Kerbelâ'nın günümüzdeki yansımalarını hatırlamak istiyorlar. Bu yas sadece Alevi toplumunu değil, bütün toplumu ilgilendirmesi gerekirken, bütün toplumun Alevi dünyasının duygularını paylaşması gerekirken, biz ne yapıyoruz? Milyonlarca insan Muharrem orucu tutmuyormuş gibi bir atmosfer var ülkemizde.

Ya AKP bir akrep gibi kendini sokacak, imha edecek ya da bütün insanlarımızın hassasiyetine saygı duyacak.

Gerçek bir halk iradesi ortaya çıkaracağız

Çok büyük bir yalan, iftira kampanyasıyla karşı karşıyayız. Bir kişinin diktatörlüğü için, halkın geri kalan bütün kesimlerini düşman, tehdit ilan etmiş ve halkla mücadele eden bir hükümet anlayışıyla mücadele ediyoruz. Bunlar gidicidirler. Emin olunuz bunlardan kurtulacağız. İçiniz rahat olsun. AKP siyasi bir darbeyle devlete el koyduğunu sanıyor. Ama bitti artık devirleri. 1 Kasım'da bunu tescilleyeceğiz. Daha güçlü bir şekilde, demokrasi ve barış güçleri olarak parlamentoda olacağız ve sorunlarımızı diyalogla, medeni çerçevede, demokrasi ilkeleriyle çözmek için bir kez daha görev alacağız. Ülkemizi, bu güzel insanlarımızı bu tek adam zihniyetine teslim etmeyeceğiz. Ya AKP bir akrep gibi kendini sokacak, imha edecek ya da bütün insanlarımızın hassasiyetine saygı duyacak. Saygı duymayı öğrenecek. Hem de nasıl? Kuzu kuzu öğrenecek. Kuzu kuzu öğrenecek.

Başbakan, 'Biz iktidardan düşersek, caddelerde teröristler, çeteler veya beyaz Toros'lar cirit atacak' diyor. Geçmişteki faili meçhul cinayetleri söylemek istiyor. Şimdi kendisine sormak istiyorum: 13 yıldır devleti yönetiyorsunuz. Siz gidince beyaz Toros'lar ortaya çıkacaksa, demek ki 13 yıldır ülkeye huzur getirmemişsiniz. Demek siz gidince kan gövdeyi götürecek. Siz gidince inşallah biz beyaz Toros'tan da, IŞİD'den de kurtulacağız. Siz gidince nefes alacağız, nefes. Türkiye bunu çözecek. Ve aynı zamanda PKK'nin Türkiye'ye karşı silahlarını bırakmasını sağlayacak tek siyasi güç biziz. Parlamentoda barışı isteyenler güçlü olursa, o zaman kimse terörden ölmez. Bizi tehdit ediyorlar, 'Biz gidersek JİTEM gelecek.' İşte bunlar tehdittir, itiraftır. Sizden ricam, 1 oy neyi değiştirir demeyin. Kullanılmayan her oy AKP'ye gitmiş sayılır. Oylarınıza sahip çıkın. Daha güçlü şekilde sandığa gidin, katılım yüksek olsun. Gerçek bir halk iradesini ortaya çıkaralım.

Aleni, açık bir şekilde IŞİD'e göz yumanlar, getirdiler o çocukları patlattılar. Çok sayıda canlı bombayı etrafa saldılar, şimdi bunları arıyorlar. IŞİD'li olmanın bu ülkede bir güvencesi var. Kim ki IŞİD tehdit diyorsa, AKP zihniyetinden kurtarması lazım ülkeyi. Onları büyüten AKP zihniyetidir. Açık söylüyorum. İktidar değişirse, biz daha çok, daha etkili mücadeleyi yürütebiliriz IŞİD ile. O yüzden hükümet en çok bizi hedef alıyor. IŞID'ın uzantısı olan AKP bizi hedef alıyor.

Toplum çoğulcudur, kültürümüz çoğulcudur, renklidir, zengindir ama devletimiz tek kişidir. Böyle bir anlayışla bu toplumu yönetemezsiniz. O yüzden devlet-toplum arasında sürekli bir gerilim vardır. Bu gerilim zaman zaman çatışmaya, kavgaya dönüşüyor. Zaman zaman kana, gözyaşına dönüşüyor. Bunların hepsi çok rahat çözülebilecek sorunlarken, maalesef inatçı, ısrarcı yanlış politikalardaki tutuculuk nedeniyle, biz bir türlü demokratik bir devlet yapılanmasına kavuşamıyoruz. Bu kalabalıklar 'Türkiye'nin geleceğini biz dizayn ediyoruz' demelidir. Ülkemizin geleceğini hep başkaları dizayn etmeyecek. Ya büyük güçler, devletler Ortadoğu'yu ve ülkemizi dizayn ediyor ya da ülkemizle pek alakası olmayan siyasi anlayışlar geleceğimize yön vermeye çalışıyor. Bu da büyük bir rahatsızlık nedenidir.

Bütün siyasi partiler sorumluluk üstlensin. Ortak çözüm yolları bulalım. Biz bunu dedikçe her şeylerini ellerinden alıyormuşuz gibi sıkı sıkıya sarılıyorlar.

Devlet halkın malıdır. Üstelik ortak hizmetkârıdır

Türkiye toplumunun büyük bir kısmı korkuyor. Bir siyasetçi olarak, devletinden korkan vatandaş tablosu görünce utanıyorsunuz. Devletinden korkanı çok görüyorum, utanıyorum. Zengini de korkuyor, fakiri de korkuyor. Devlet bizi korkutmak için icat edilmiş bir mekanizma değil. Türkiye devleti kurulurken, 'Bir gün başımıza bir ceberrut gelsin ve bizi korkutsun' diye kurmadık. Devlet halkın malıdır. Üstelik ortak hizmetkarıdır. Biz böyle bakıyoruz. Kutsal falan değildir. Eleştirilmez değildir. Gökte değildir. Eleştirilmez değildir. Bu hale getirdiler artık. Devlet birilerinin malına dönüştürüldü. AKP'yi eleştirdiğinizde, aynı zamanda devletin o kutsallığına saldırmışsınız gibi bir linç kampanyasına tabi tutuluyorsunuz. Bugün hükümeti eleştirmek, neredeyse vatan hainliğiyle özdeş hale getirildi.

Toplum partimize büyük teveccüh gösterse ve tek başımıza iktidar olsak, o gücü elde etsek, asla tek başımıza hükümet kurmayacağız. Koalisyon kuracağız. Çünkü toplumu başka türlü rahatlatamayız. Ben biliyorum ki, HDP'nin tek başına iktidar olacağı bugünün Türkiye'sinde, kuracağı hükümette geri kalanlar korkacaktır. HDP'ye oy vermeyenler korkacak, kaygı duyacaktır. Çünkü şu anda onun toplumsal zemini yok. AKP de böyle düşünmeli. Yani tek başına iktidar gücünü elde etse bile, koalisyon iyi bir seçenektir. Tek başına iktidar değiller, yine koalisyonu kabul etmiyorlar. Öyle bir şey olabilir mi? Çünkü ülkeyi malı gibi görüyor. Devlet, hükümet onlara vaat edilmiş şeylermiş gibi ve onlar artık kazandılar, bırakmak istemiyorlar gibi bir tutum var. Toplum da bundan kaygı duyuyor. Biz 2 Kasım'da yeni bir koalisyon seçeneği ortaya çıksın istiyoruz. Parti olarak da buna hazırız. Görev düşerse bundan kaçmayız.

Yoksa oturduğu koltuğun tacı daha büyüktür diye kimse madalya vermiyor. Ya da yaptığın saray büyük olunca büyük olmuyorsun. Demokrasin güçlüyse, ekonomin buna paralel olarak güçlenir. Yüzde 13, Altı milyondan fazla bize oy verildi. Ama Türkiye'nin yarısından fazlası bu siyasi çizgiye evet dedi. Bunu anketlerde de ölçtük, çalışmalarımızda, ziyaretlerimizde de bunu gördük. Biz onu baz alıyoruz. Bizim için önemli olan kabul düzeyidir. Çünkü toplumun ne istediğini sadece oylarla ölçemezsiniz. Dayandığımız zemin o zemindir. Bize umut veren o zemindi. O zemini büyütmeye çalışıyoruz. Bütün siyasi partiler sorumluluk üstlensin. Ortak çözüm yolları bulalım. Biz bunu dedikçe her şeylerini ellerinden alıyormuşuz gibi sıkı sıkıya sarılıyorlar. 'Tekrar seçim yapalım, halk yanlış karar verdi' diye düşünüyorlar. 'O kadar yol yaptık, mutlaka yüzde 50 almalıyız, almadığımıza göre tekrar seçim yapalım, insanlar verdiği karardan geri dönecekler' diye düşünüyorlar. Ama öyle değil. İnsanlar tabii ki yola değer veriyorlar, vermemeliler. Gecikmiş hizmetler vardı. Onları yaptı, saygıyla karşılıyorum. Her doğru iş, kim yaparsa yapsın, doğrudur. Ama bir yandan yol, bir yandan yolsuzluk yaparsanız, yolun kıymeti kalmıyor.