Daha fazla “güvenlik”, daha fazla tahakküm ve güvencesizlik getirir

Çarşı ve mahalle bekçilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen kanun teklifine yönelik muhalefet şerhimiz:

2/2555 ESAS NUMARALI ÇARŞI VE MAHALLE BEKÇİLERİ KANUN TEKLİFİ MUHALEFET ŞERHİ

Giriş

Çarşı ve Mahalle Bekçilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen kanun teklifi biri yürürlük, biri yürütme maddeleri olmak üzere toplamda 18 maddeden oluşmaktadır. Bir geçici maddede kanun teklifinin içerisindedir.

Kanun teklifinin genel gerekçesi, bekçilerin Türkiye’deki kolluk mimarisi içerisindeki yerinin tespitine ilişkin ifadeler içermektedir. Bu mimariye göre bekçiler silahlı bir kolluk olarak tanımlanmakta ve yardımcı kuvvet olarak kabul edilmektedir.

Genel gerekçede “halkın problemlerini sahada çözecek yapıların etkinleştirilmesi” ibaresi bekçilerin sokaklar başta olmak üzere her türlü mahalli bölgede muğlak olarak tanımlanan “halkın problemleri” bahanesine sığınarak yürütme erkinin gündemini halkın arasında işletecektir.

Bunun yanı sıra “yardımcı kuvvetlere” ihtiyaç duyulması, İçişleri Bakanlığı kapsamındaki Emniyet güçlerinin kanunla tanımlı görevleri dışındaki amaçlara işaret etmektedir. Elbette ki bu amaçlar AKP’nin kendi siyasal ajandası üzerinden gerçekleştirilmek istenecektir. Yoksa zaten hâlihazırda bahsedilen kuvvetlere büyük bütçeler ayrılmakta, başka devletlerin ordudaki personel sayılarını aşacak büyüklükte kamu görevlisi istihdam edilmektedir.

İçişleri Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 76 milyar TL’dir. Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesi 2020 yılında 5 milyar TL arttırılarak 38 milyar 973 milyon TL’ye çıkarılmıştır. Yanı sıra polis sayısı 242.488’tür. Bekçi sayısı 2017 yılında 4.653 iken 2018 yılında 11.398 olmuştur. Yani toplam polis ve bekçi sayısı 253.886 olmuştur. Bu sayı Almanya, Fransa, Ukrayna, İsrail, Fas gibi ülkelerin asker sayısından bile fazladır. Yani büyük bir iç istibdat ordusu AKP döneminde yaratılmıştır.

Eurostat ve Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi'nin verilerine göre hâlihazırda Türkiye’de son 10 yılda polis sayısı %36 artmıştırve bu sayıya jandarma dâhil değildir. Türkiye’de her 185 kişiye bir polis düşüyorken, bekçilerin buna eklenmesi AKP’nin “toplumla savaş” paradigmasının tahkim edilmesinden başka bir şey değildir.

Bu devasa bütçe ve çoğu ülkenin ordusundan daha büyük miktardaki kolluk sayısına rağmen “yardımcı kuvvetlere” ihtiyaç duyulması, iktidarın açık bir şekilde siyasal programını devreye koymasıdır. Nitekim tarihte sıkça görüldüğü üzere, uzun süreli iktidarlar yıpranmaya yüz tuttuğunda, yardımcı kuvvetlerin oluşturulması ve palazlanmasına zemin hazırlanmış ve toplumsal yaşam bir gerilim sahasına, hak ihlalleri ortamına ve iktidar kaynaklı şiddete sevk edilmiştir.

2017 yılında 4.653 bekçi görevde iken, bu sayının bir yıl içerisinde 11.398’e çıkmış olması belli bir siyasal programın parçası olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü AKP iktidarı 2015 yılı Haziran seçimlerinde “tek başına iktidar” olma yetkisini kaybettiği süreçten sonra demokratik ve meşru halk iradesine saygı duymak yerine gittikçe otoriterleşmiş, hukuk dışına çıkmış, evrensel hukuk ilkelerini ve demokratik hak ve özgürlükleri adım adım yok saymış ve çiğnemiştir.

Kürt Meselesi ve Türkiye’nin demokrasi sorununun tartışıldığı Çözüm Masasının devrilmesi, Dolmabahçe Mutabakatı’nın yok sayılması, MHP ve eski derin devlet unsurları ile kurulan ittifak, çatışmaların tekrar devreye sokulmasına eşlik eden ivme kazanmış bir otoriterleşme artarak devam etmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte rejimin, devletin, toplumun güvenliği “tek adamın” güvenliği içerisinde eritilmiştir. Tüm bunlardan ötürü güvenlik paradigması değişmiş, yardımcı kuvvetler denen “militer” güçler iktidar tarafından devreye alınmıştır.

Böylesi bir “tek adam güvenlik mimarisi”niniçine “bekçiler” denen grup yerleştirilmiştir. Hiçbir liyakat gözetmeksizin iktidar partisi teşkilatlarıve bazı derin iktidar odakları tarafından hazırlanan listelerle işe alınan bekçiler, tek adam rejiminin güvenliğini sağlayabilir. Ama bu tarz bir girişimle iktidarın toplumsal muhalefetten duyduğu güçlü korkudan dolayı bizatihi toplum için büyük bir güvenlik sorunu yaratılmış olur.

Güvenlik paradigması üzerine çalışmaları ile tanınan Mark Neocleous, çalışmalarında, otoriter devletlerin ortaya koyduğu güvenlik paradigmasının esasında halklar için güvenlik sorunu olduğunu ortaya koymuştur.

Otoriter yönetimler, toplumu baskı altında tutmak için devreye koydukları güvenlik paradigması neticesinde hukuk devletinden “güvenlik devleti”ne geçiş yapmaktadır. İtalyan düşünür Giorgio Agamben, güvenlik devletinin korku üzerinden kurulduğunu ve iktidarlar açısından bu korku ile birlikte her ne pahasına olursa olsun ayakta tutulmak istendiğini ifade etmektedir. Agamben’e göre güvenlik devleti baskıcı iktidarını korku üzerinden işlevselleştirmekte ve meşrulaştırmaktadır. Yurttaşlar ise haklarından mahrum edilmektedir.

Agamben, bu durumu şu şekilde ifade eder: “Egemenliğin asıl sahibi kabul edilen yurttaşların ve halkın siyasî statüsündeki değişimgüvenlik devletinde, siyasî yaşama katılımları seçim yoklamalarıyla sınırlı kalan yurttaşların tedrici apolitikleşmesi diye adlandırmak gereken ve önüne geçilmez bir eğilimin yayıldığı görülür. Bu eğilimin endişe vericiliği, halkı, devleti koruma ve büyüme temin etmesi gereken ve özünde siyasî olmayan bir unsur gibi tanımlayan Nazi hukukçuları tarafından kuramlaştırılmış olması ölçüsünde artar. Bu hukukçulara göre, siyasî olmayan unsuru siyasî kılmanın tek bir yolu vardır: Onu yabancıdan ve düşmandan ayıracak olan köken ve ırk eşitliği. Burada Nazi Devleti’yle çağımızdaki güvenlik devletini karıştırmak söz konusu değil: Anlamak gereken, yurttaşlar apolitikleştirildiğinde, ancak kendilerine sadece dışsal olmayan bir yabancı düşmana karşı korkuyla seferber edildikleri takdirde edilgenliklerinden çıkabilmeleridir…”

Nihayetinde güvenlik devleti, hukuk devletinin temel niteliği olan hesap verilebilirlik, suç-ceza diyalektiği ve müeyyide özelliğini yükümsüzlük üzerinden ortadan kaldırmaktadır. Böylece bir polis devletinin kapıları aralanmış olur ve adli erkin sönükleştirilmesi ile kolluk güçlerinden hesap sorulamazlık genel kaide haline getirilir.

Hukuk devletinin bypass edilmesi ile yurttaşlık haklarının aşınması neticesinde Agamben “kamusal ile özelin iç içe geçtiği, sınırları belirlenemeyen müphem bir mıntıkaya yönelindiğini” ifade etmektedir.

AKP-MHP ittifakı gitgide otoriterleşirken, güvenlik paradigması da aynı hızda tüm hak ve özgürlükleri yutacak, ortadan kaldıracak şekilde genişlemektedir. Yurttaşların iktidardan duyduğu hoşnutsuzluk arttıkça, iktidar her gün yeni bir baskı ve denetim mekanizması üretmektedir.

İktidarın tanımladığı güvenlik ihtiyaçları, bugün halkın huzur ve güvenliğini değil otoriter tek adam rejiminin ihtiyaçlarını öncelemektedir. AKP’nin güvenlik paradigması, bugün yurttaşlar için en büyük güvenlik sorunlarından biri halini almıştır. Çünkü devlet içinde ve toplum üzerinde kendi egemenliğini kurmak ve korumak pahasına toplum açıkça militarize edilmekte ve kamplaştırılmakta, silahlanma teşvik edilmekte ve bu bizzat kamu kaynakları kullanılarak yapılmaktadır.

İktidarın güvenlik paranoyası yurttaşların özel hayatlarına ve yaşam biçimine müdahaleyi olağanlaştırmakta, beraberinde kendinden olan-olmayan ayrımı keskinleşmektedir. Asayiş ve güvenlik mekanizmaları iktidar tarafından çok açıkça suistimal edilmekte ve bir siyasi baskı, mekânsal soylulaştırma ve fişleme aracı olarak kullanılmaktadır.

Bu koşullar altında bekçilik müessesesini toplum yararına bir güvenlik mekanizması şeklinde değerlendirmek mümkün değildir. Bunun yerine kimin için, hangi sınırlar çerçevesinde çalışacağı belli olmayan bir silahlı grubun oluşturulmasının yaratacağı tehlikeleri ele almamız çok daha elzemdir.

Parti Kuvveti Olarak Bekçiler: İktidarın Sokaktaki Gözü, Hafiyesi ve Kelepçesi

Bekçiler kanun teklifi ile ilgili gelişmelerin başlangıcı ve devamı, demokratik değerler ve hukukun üstünlüğü ilkesinin hiçe sayıldığı ve parti devleti gerçekliğinin tahkim edilmek istendiği bir örnek olarak cereyan etmektedir. Bekçilik müessesinin ortaya çıkışına neden olan şey, AKP genel başkanının uykudan önceki “hayalleri” ile başlamıştır. İçişleri Bakanının, AKP genel başkanı ile yaptığı konuşmayı aktardığı, 4 Haziran 2018 tarihli konuşması parti kuvveti oluşum sürecini ve bu sürecin hukuk devleti ile demokrasi ilkelerini hiçe sayarak nasıl gerçekleştirildiğini göstermektedir: “Bana bizzat söyledi. ‘Ben yatarken, sokakta bekçi düdüğünü duymak istiyorum. Vatandaşımız evinde yatarken huzur içerisinde sokakta birisinin onu beklediğini, huzurunun emin olduğunu duymasını istiyorum’ dedi. Bunu talimat kabul ettik ve çalışmalara başladık. Eskiden beri varolan bir kolluk gücümüzün kapasitesini arttırıp yeniden işlerlik kazandırıyoruz.” Bu ifadelerin bir mizansen değil de gerçek olduğunu kabul ettiğimizde dahi, tek adamın sözlerinin kanun haline getirildiği bir rejim içerisinde yaşadığımızı görmekteyiz. Nitekim kanun teklifinin içeriğinde yer alan bekçilerin seçilmesi, idare edilmesi, yönetmelik çıkarma yetkisi ve talimat zincirleri ile yardımcı kuvvet olarak tanımlanmasına rağmen asil kuvvet yetkilerine sahip olması bu grubun bir bütün olarak partili cumhurbaşkanlığı sisteminde AKP’ye bağlı olacağını açık ve net şekilde göstermektedir. Bekçilerin İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara göre istihdam edilmesi, Cumhurbaşkanı tarafından kamu görevlisi olarak belirlenen Bakanın imzası ile bekçilerin atanması, bekçilerin uygulamalarının hukuki normlardan uzak, iktidar partisinin politik yaklaşımına göre şekillenmesi açısından “parti kuvveti” olarak kullanılmak istendiklerinin açık bir görüntüsüdür.

Bu kanun teklifi ile oluşturulmak istenen “parti kuvvet”leri hem demokratik hak taleplerine karşı hem özellikle muhalif muhitlerde baskı aracı olarak hem de genel olarak toplumun denetlenmesi için kullanılmak istenecektir. Ayrıca “parti kuvvetleri” yürütme erkine aşırı bağımlı ve bağlı çalışacak şekilde konumlandırılarak her daim sadakatleri sınanacak, partinin işaret ettiği her yere kuvvet uygulamayı kendi varlık-yokluk meselesi olarak görecek; böylece bir şiddet aygıtının, siyasi saiklerle harekete geçirilerek, AKP’ye muhalif herkesi hedef aldığı olaylar vuku bulacaktır.

Toplumu denetleme aracı olarak bekçiler, toplumsal farklılıklara AKP’nin toplum mühendisliği kapsamındakibelli yaşam normları ve AKP’nin çizdiği çerçeveye uygun ahlaki kuralları dayatmak isteyecek, iktidarın sokaktaki gözü, hafiyesi ve kelepçesi olmak üzere işlevsel hale getirilecektir.Her ne kadar AKP kanun teklifinin genel gerekçesinde geçmişin yeniden ihya edilmesi şeklinde ifade ederek bekçilik sistemini Osmanlı dönemine kadar götürse de, söz konusu dönemde olduğu gibi bu dönemde de bekçilik sistemi toplumun denetlenmesi, hizalanması gibi denetim ve baskı politikalarının bir aracı olarak kullanılmıştır/kullanılmak istenmektedir.Osmanlı döneminde gerçekleşen her şeye “iyilik” atfeden AKP yüzü geçmişe dönük bir halüsinasyon yaratmak istese de, söz konusu dönemde bekçilik sistemi genel bir istibdat anlayışının, topluma karşı güvensizliğin ve iktidarın kendi bekasını koruma isteğinin bir parçasıydı. Gerek Abdülhamit’in istibdat rejiminin bir parçası gerekse de İttihatçı yönetimin denetim mekanizmasının bir dişlisi olarak işlev gördüler ama asla toplum yararına bir pozisyonları olmadı. Tarihe referansla genel gerekçesi yazılan kanun teklifine bir de bu gözle baktığımızda bekçilerin yine istibdadın bir parçası, toplumla kuramadığı meşruluk bağlarını telafi etmek üzere devreye koymayı amaçladığı tahakkümün bir şiddet aygıtı ve toplum için bir huzursuzluk/güvensizlik kaynağı olacağını ifade edebiliriz.

Mekânın Politik Baskılanması ve Bekçiler

İktidarın kent politikaları kapsamında kendisine muhaliflerin yoğunlaştığı, iktidarın kurucu kimliğinin ötekisi olan kimliklerin ve yoksullar-işsizler gibi iktidarların ötekileştirdiği, haklarını gasp ettiği toplumsal grupların yoğun olarak yaşadığı mahalleler kriminalize edilmekte ve süreklileştirilmiş bir şekilde baskı altında tutulmaktadır.

2019 yılının Haziran ayında İstanbul’un Esenyurt ilçesinde bekçiler ilçeyi bir bütün olarak abluka altına almıştı. Bu abluka sırasında sokak ortasında işkence başta olmak üzere çok sayıda insan hakları ihlalleri gerçekleşmişti. Esenyurt ilçesinin çoğunlukla yoksullar ve Kürtler’den oluştuğu bilindiğine göre, bekçilerin abluka uygulaması yapması esasında otoriter ve tekçi AKP iktidarının siyasi programının bir yansıması olarak görülmelidir.

Her halükârda bekçilerin görevlendirildikleri yerlerin açıklanmasına ihtiyaç vardır. Bekçi görevlendirmelerinin iktidarın siyasi ve kültürel ideolojik yönelimleri ile doğrudan bağı, bu bağın muhaliflerin yaşadığı yerlerle ilişkisi soruşturulmak zorundadır.

İktidarın Beka Kalkanları Olarak Bekçiler

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 2 Ocak 2020 tarihli açıklamasında “Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız. Yeni fikirler geliştirilmeli” demiştir. Bu açıklamanın akabinde “yardımcı kuvvet” olarak bekçilerle ilgili yasal düzenlemenin TBMM gündemine getirilmesi iktidarın kendi bekasına aradığı kalkanlardan birini bulduğunu göstermektedir.

Elbette ki 2020 yılı itibariyle iktidarın bir beka kalkanına ihtiyaç duyması tesadüf değildir. Çünkü Türkiye halkları AKP iktidarının politikaları sebebiyle ciddi bir ekonomik ve siyasi krizin içerisine sürüklenmiştir. Bir yandan yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımdaki adaletsizlik, geçim sorunu gibi ekonomik krizin göstergeleri; diğer taraftan Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin demokratik hak taleplerine karşı iktidarın her türlü şiddet aracını devreye koyması siyasi krizleri tetikleyerek derinleştirmiştir.

Çoklu krizler içerisinde olduğumuz bu dönemde, iktidar kendi bekasının baskı ve şiddet araçlarını üretmeye devam ederken, bu özgün dönemi açıklayan raporlar ve kamuoyu araştırmaları durumun Türkiye halkları açısından vahametini ortaya koymaktadır.

Kamuoyuna yansıyan ve yalanlanmayan devlet kurumlarının raporlarına göre,  Türkiye’de ciddi toplumsal gerilimler baş göstermek üzeredir. Yoksulluğun yüksek seviyelere yükselmesi, işsizliğin sürekli olarak artması gibi ekonomik nedenler ile kimliklerin reddi üzerinden şekillenen hak talepleri patlama noktasına gelmiştir. Yine çok sayıda kamuoyu araştırmasına göre, Türkiye’de toplumsal gerilim ve ayrışmalar tarihte görülmediği kadar yüksek seviyelere çıkmıştır.

Bu sosyolojik ve politik gerçeklere karşı iktidar demokrasi ve adalet politikalarını devreye koymak yerine, devletin şiddet ve ideolojik aygıtlarına daha fazla sarılmakta, dolayısıyla toplumun güvenliğini, adil yaşamı ve refahını değil, kendi bekasını öncelemektedir.                   

Bu kapsamda AKP, görevi dini hizmet vermek olan Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden, yoksulluk ve şiddetin gündelik yaşamın en yakıcı sorunu olduğu günlerde, “isyan etmeyin” fetvaları verdirmektedir. Öte yandan ise bekçilik sistemini yardımcı kuvvet olarak örgütlemekte ve şiddet aygıtlarını tahkim etmektedir.

Nihayetinde karşı karşıya olduğumuz gerçeklik şudur: Bekçilik sisteminin kurumsallaşması ve yoğunlaşması ile birlikte toplum üzerindeki baskı arttırılmak, iktidarın bekasını korumasının araçları oluşturulmak, Türkiye’de hukuk devleti daha fazla aşındırılmak, toplumsal taleplerin şiddetle bastırılması için zeminler yaratılmak istenmektedir. Dolayısıyla her bir maddesi bu çerçeveye hizmet eden kanun teklifinden ivedilikle vazgeçilmesi ve baskı yerine özgürlük, otoriterliğe karşı demokrasi, haksızlığa karşı adalet, ayrışmaya karşı birlikte yaşam, ayrımcılığa karşı eşitlik, hukuksuzluğa karşı hukuk şiar edinilmelidir.

İktidarın Baskı Dayanağı: “Makul Sebep”

Pek çok muğlak ifade ve tanımla dolu bu teklifle bekçilerin asayiş ve güvenlik yetkilerinin artırılması, Türkiye’deki bu anti-demokratik teamülün daha da derinlere kök salması ve insan hakları ihlallerinin artması sonucunu doğuracaktır. Özellikle kolluk yetkileri konusunda mevzuatta genel ifadelerin bulunması, polisten de bildiğimiz gibi uygulayıcıların takdir yetkilerini olması gerekenden fazla genişletmekte ve keyfiliğe yol açmaktadır.

OHAL altında bir KHK ile oldu bittiye getirilerek hem de Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın ‘gerektiğinde silah kullanmaktan çekinmeyin’ telkinleriyle yeniden hayatımıza giren bekçilerin tam da bu nedenle çok sayıda ihlal ve soruna neden olduğu yargı tarafından da tespit edilmiştir. Teklifin geneline hâkim olan yaklaşım, bu tespitleri hiçe saymakta ve ihlallere kılıf ve hukuksuz uygulamalara yasal zemin oluşturmayı amaçlamaktadır.

Üstelik yargıya intikal etmiş olaylar münferit de değildir. Bekçi uygulaması başladığından beri toplumun farklı kesimlerinden pek çok kişi bekçiler tarafından şiddete ve hak ihlaline maruz bırakılmıştır. Özellikle toplumsal dışlanmanın hedefi olan kesimler, örneğin mültecileri, transları, Kürtleri, romanları bekçilerden kimin koruyacağı büyük bir soru işaretidir.

AKP anlayışına göre kişileri durdurma ve kimlik sorma yetkisini kullanmak için aranan ‘makul sebep’ yoksullar, kadınlar, Kürtler başta olmak üzere tüm ötekilerdir. ‘Makul sebep’, ayrımcılığın ve kötü muamelenin gerekçesi yapılan bir anahtar niyetine kullanılmaktadır.

Otoriter Yönetimlerin Alamet-i Farikası: Önce Uygulama Sonra Yasa

Siyasi tarihte otoriter yönetimler “önce uygulama, sonra yasa” şeklinde bir yol izlemiştir. Yürütme erkinin erkler ayrımını bypass ederek istibdadını derinleştirdiği bu dönemlerde, önce “düşman” bellenen toplumsal kesimler ve muhalifler üzerinde baskılar yaygınlaştırılmakta; daha sonra ise yasal kılıf hazırlanmaktadır.

Özellikle 20 Temmuz OHAL darbesinden sonra Türkiye’de sıkça görülen bu durumun bir örneği olarak bekçilerle ilgili yasal düzenleme önümüzde durmaktadır.

İzmir’de iki bekçinin çok kısa bir zaman zarfı içinde iki kişiye defalarca kimlik kontrolü yapmak istemesi üzerine çıkan tartışma yargıya intikal etmişti ve mahkeme bekçileri haksız bulmuştu. Mahkeme kararında, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun (PVSK) polislere verdiği kimlik sorma yetkisinin bekçilere verilmediğini belirtmişti. Bu olayda bekçiler, yeniden kimlik göstermek istemeyen yurttaşları gözaltına almaya da çalışmıştır.

Mahkeme kararının da açıkça ortaya koyduğu gibi, “Görevi vatandaşın huzurunu sağlamak olan görevlinin, makamını vatandaşın huzurunu bozmak için kullandığı’’ açıktır. Mahkeme kararı sonrasında görevin suiistimal edilmesine hiç takılmayan Emniyet Genel Müdürlüğü ise "Çarşı ve Mahalle Bekçileri Yönetmeliği'nin 16'ıncı maddesine atıf yaparak,  bekçilerin kimlik sorabileceğini belirten bir açıklama yapmıştı.

İzmir’in yanı sıra Mardin’de 3 Aralık 2019 tarihinde iki arkadaşıyla birlikte evine giden bir grup yurttaş, yolda bir grup bekçi tarafından kimlik kontrolünden geçirilmek istendi. Bu kişilerin bekçilere kimlik sorma yetkisinin bulunmadığını söylemesi üzerine olay yerine polisler çağrıldı. Ardından karakola götürülen kişilere Kabahatler Kanunu gerekçe gösterilerek 153 TL idari para cezası kesildi. Karara itiraz edilmesi üzerine, Mardin 2’nci Sulh Ceza Hâkimliği, bekçilerin kimlik soramayacağını belirterek, idari para cezasının kaldırılmasına karar verdi.

Mahkeme kararının gerekçesinde şu ifadelere yer verildi: ‘‘… 772 sayılı kanun gereğince düzenlenen yönetmeliğin 16. maddesinde ise “Bekçiler bölgeleri içinde dolaşan şüpheli şahısları takip eder ve hüviyetlerini araştırırlar. Şüpheli ve diğer şahısların suç teşkil eden bir fiilini gördüklerinde yakalayarak karakola teslim ederler” şeklinde düzenlendiği, madde metninde belirtilen “kimliği araştırırlar” kavramının geniş yorum ile durdurulup kimlik sorma yetkisi anlamına gelmeyeceği karar verilmişti.

Yargı erkinin hukuku gözeterek verdiği bu karara karşın AKP iktidarı kendi güvenlik mimarisinde konumlandırdığı bekçilerin önce kimlik sorma yetkisinin arkasında durmuş ve uygulatmış, yargı aleyhte karar verince de yasal düzenleme çıkarmanın peşine düşmüştür.

Böylece otoriter anlayışın alamet-i farikalarından biri olan yasal düzenlemenin uygulamadan sonra gelmesinin bariz bir örneğini sunmuştur. Bu şekilde yasalaşanın hukuki-meşru olmadığı, ama yine de otoriter anlayış tarafından dayatıldığı başka bir patikaya girilmiş olmaktadır. Otoriter anlayışlar toplumsal gerçeklikten koptukça, yönetim yaklaşımlarını meşruluk ve rıza aramaktan arındırmakta, kaba tahakküme dayalı bir yöne doğru evrilmektedir. Nitekim bekçilik kurumu ve bekçilerin uygulamalarının toplumda kabul görmediği gerçekliğine rağmen, AKP’nin ısrarla kanunun gücüne dayanmaya çalışması, kendisinin rıza alma kapasitesini sıfırlamakta ve meşruluk dairesinin dışarısında konumlandırmaktadır.

AKP’nin Düşman Politikası ve Hukukun Askıya Alınması

Kanun teklifinin komisyon görüşmeleri esnasında, komisyon başkanının bazı beyanları AKP iktidarının hukuk ile insan haklarına mesafesini; insan hayatı ile iktidar kibri arasında kurdukları ilişkiyi net bir şekilde göstermiştir.

Komisyon görüşmelerine katılan Ankara Milletvekilimiz Filiz Kerestecioğlu, başta partililerimiz olmak üzere Türkiye’de hak talep eden, demokratik hakkını kullananlara yönelik gerçekleştirilen insan hakları ihlallerinden bahsettiği konuşması esnasında, AKP’li komisyon başkanı sürekli sözünü kesmiş ve hukuk dışı anlayışını açığa vurmuştur: “Bakın, ben ‘Terörle mücadele konsepti ayrı bir şey’ dedim, yani o konuya girmeyelim isterseniz” ve “bu ülkede, açık söylüyorum, bakın -terörle mücadelede sıkıntı- normal, adi suçlarda polisin vatandaşa tavrı kesinlikle Batılı polislerden daha yumuşaktır, daha insanidir, bunun altını çizerek belirtmek istiyorum” şeklinde ifadeler kullanmıştır.

AKP’ye muhalif olan, hakkını ve hukukunu demokratik yollarla savunan herkesin “terörist” ilan edildiği, hatta soğan ve patatesin dahi “terörist” imasına maruz kaldığı bu iktidar anlayışı açık şekilde kendilerinden olmayan, sessiz kalmayan herkesi hukuk dışı yollarla, insan haklarını ihlal ederek baskı altında tutacağını bizatihi İçişleri Komisyonu başkanının ağzından itiraf etmiştir. İçişleri Komisyonunun TBMM’de ortaya koyduğu bu tutumun, bekçiler aracılığı ile sokaklarda, mahallelerde toplumsal muhalefete şiddet uygulamaları ve hak ihlalleri ile yansıyacağını görmemek mümkün değildir.

Mevcut ulusal ve uluslararası hukukun askıya alınmasına işaret eden bu anlayışın demokrasi, adalet, hak ve hukuk ile arasındaki mesafenin ölçülemeyecek kadar açık olduğu nettir.

Bekçiler ve Hak İhlalleri

Yardımcı kuvvetler üzerinden şekillenen güvenlik devleti yaklaşımının bir yansıması olarak Türkiye’de bekçilerin işledikleri suçlar örnek verilebilir. 2017 yılından itibaren bekçiler çok sayıda insan hakları ihlalleri yapmış ve bu ihlallerle ilgili gittikçe artan şekilde kamu otoritesi tarafından korunmaya çalışılmıştır.

Bekçilerin insan hakları ihlallerinin bazıları şöyledir:

28 Mart 2018 tarihinde Mardin’in Derik ilçesinde Şerif T. isimli mahalle bekçisi,  devletin kullanım yetkisi verdiği belindeki silah ve yanında 3-4 tane yine kendisi gibi silahlı kişi ile birlikte 19 yaşındaki Berfin G. isimli kadını kaçırdı.

18 Ekim 2018 tarihinde basına yansıyan bir bekçi marifeti de İstanbul’da yaşandı. Ataşehirİçerenköy mahallesinde 52 yaşındaki servis şoförü Eray Kemerci yüksek sesle müzik dinlediği gerekçesiyle bekçiler tarafından ciddi şekilde darp edildi. 

9 Ocak 2019 tarihinde evine giderken burada çalışıyorsun diyen bekçilere evine gittiğini söyleyen trans kadın, bekçiler ve polisler tarafından darp edildi.

2019 yılı Haziran ayı boyunca İstanbul Esenyurt’ta mahalleliler, bekçiler tarafından sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldı.

14 Temmuz 2019 tarihinde İzmir Karşıyaka'da 20 yaşındaki genç üç bekçi tarafından darp edilip ters kelepçe takılarak gözaltına alındı.

11 Eylül 2019 tarihinde Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde bekçiler 54 yaşındaki bir yurttaşa silah çekerek sokak ortasında işkence yaptı.

22 Eylül 2019 tarihinde Trabzon’un Hacıkasım Mahallesinde mahalle bekçilerinin iki arkadaşı ile tartışmasının üzerine araya giren Avukat Selim Burak Özdemir bekçiler tarafından ters kelepçe takılarak yere yatırılmış, ardından da ters kelepçe takılı halde hastaneye gidip rapor almak isteyen Selim Burak Özdemir savcının evine götürüldü.

Kanun teklifi komisyondan görüşülüp henüz genel kurula sevk edilmeden bekçiler, gelecekte yaşanacak hak ihlallerinin ipuçlarını verecek şekilde davranmaya devam etmektedir. İstanbul Fatih ilçesi Kocamustafapaşa’da 2020 yılının Şubat ayının ilk gününde bekçiler, henüz yasa çıkmadan dahi üst araması yapmak istemiş; izin vermeyen bir yurttaşı darp ederek park demirlerine kelepçelemiştir. Yine aynı günlerde –kanun teklifi yasalaşmadan- Kızılay başta olmak üzere birçok yerde bekçiler tarafından hak ihlalleri ve sokak ortasında işkence gerçekleştirilmiştir.

Görüldüğü üzere; İstanbul, Mardin, İzmir, Ankara başta olmak üzere birçok kentte bekçiler tarafından insan hakları ihlalleri yapılmıştır. Henüz iki yıldır yoğunlaşan bekçilik uygulamasının şimdiden bunca hak ihlaline sebep olması ve bu sorunla ilgili iktidar tarafından herhangi bir çözüm perspektifinin geliştirilmemesi, söz konusu uygulamaların siyasal programın bir parçası olduğunu ve iktidarın 2015’ten sonra ivme kazanarak devam eden otoriterleşmesinin bir yansıması olduğunu göstermektedir.

Daha Fazla “Güvenlik”, Daha Fazla Tahakküm ve Güvencesizlik Getirir

Geldiğimiz noktada Türkiye’de siyasi iktidar ile Türkiye toplumu arasındaki gerilimler had safhaya çıkmıştır. AKP’nin otoriter politikalarının ivme kazanması siyasi, toplumsal ve ekonomik krizleri derinleştirmektedir. Bu karanlık dönemden çıkışın yolu daha fazla “güvenlik” bahanesine sığınarak militarizasyonu arttırmak değil, aksine demokrasiyi güçlendirmek, özgürlükleri arttırmak ve adaleti tesis etmektir. 

Dolayısıyla parlamentonun asıl konuşması gereken, polisin yetkilerinin sınırlandırılması, OHAL kalktıktan sonra dahi ısrarla başvurulan anti-demokratik uygulamalara son verilmesidir. Çünkü bir paradigma olarak devreye konan “güvenlik” bahanesi, bu ülkede daha fazla güvenliği değil, daha fazla tahakkümü ve güvencesizliği getirmiştir. Yani AKP’nin “güvenlik” bahanesi daha büyük krizleri ve güven sorununu ortaya çıkarmakta; yeni hak ihlallerine, demokrasi ve insan haklarından uzaklaşmaya ve dolayısıyla yeni gerilimlere kapı aralamaktadır.

Madde Bazlı Değerlendirme

Madde 1- Bu kanun, çarşı ve mahalle bekçisi olarak istihdam edileceklerde aranan şartlara, çarşı ve mahalle bekçilerinin atama ve adaylık süreçlerine, görev ve yetkileri ile çalışma şekillerine ilişkin esasları düzenlemektedir.Çarşı ve mahalle bekçilerinin atama ve adaylık süreçlerine ve yetkileri ile çalışma şekillerinin şeffaf ve net bir biçimde açıklanması kanun teklifinin daha iyi bir biçimde anlaşılması açısından elzemdir. Bekçiler başta olmak üzere her türlü kamu görevlisi alımlarında AKP’nin kendi yandaşlarını öncelikli olarak değerlendirmesi, söz konusu maddenin de bu kapsama gireceğini göstermektedir.

Madde 2- Genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak üzere, Emniyet ve Jandarma teşkilatları bünyesinde silahlı bir kolluk olarak çarşı ve mahalle bekçileri istihdam edilmekte, Emniyet ve Jandarma teşkilatlarında istihdam edilen çarşı ve mahalle bekçilerinin amirleri meslek hiyerarşileri içinde tespit edilmektedir. Geçmiş dönemlerde kamuoyuna yansıyan haberlerde bekçilerin yurttaşlara yönelik fütursuzca tutumları ve şiddet uygulamalarını göz önünde bulundurulduğunda, bekçilerin Emniyet ve Jandarma teşkilatları bünyesinde yardımcı kuvvet olarak addedilmesi, bekçilerin yurttaşlara yönelik keyfi ve hukuksuz uygulamalarının önünü açması ve cesaretlendirmesi açısından bir kez daha düşünülmesi gereken bir durumdur. Bilindiği üzere AKP iktidarı,Emniyet güçleri ve ordu mensuplarının işlediği suçlarda cezasızlığı örgütlemektedir. Bekçilerin yardımcı kuvvetler olarak sisteme dahil edilmesi ve bu bekçilerin işlediği suçlar yeni cezasızlıklara sebep olacaktır.

Madde 3- Çarşı ve mahalle bekçisi olarak istihdam edileceklerde; 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48inci Maddesi’nde sayılan genel şartlar ile İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikle belirlenen eğitim, yaş, sağlık ve fiziki yeterlilik gibi özel şartlar aranmaktadır. Ayrıca çarşı ve mahalle bekçisi olarak istihdam edilmek için İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak giriş sınavında başarılı olmak şartı belirtilmektedir. Bu madde kapsam açısından teknik bir boyutta ele alınabilir. Bekçilerin İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara göre istihdam edilmesi, Cumhurbaşkanı tarafından kamu görevlisi olarak belirlenen Bakanın imzası ile bekçilerin atanması, bekçilerin uygulamalarının hukuki normlardan uzak, iktidar partisinin politik yaklaşımına göre şekillenmesi açısından kabul edilemez. Bu ayrıca “parti kuvveti” tartışmalarını da beraber getirecektir.

Madde 4- Bir önceki maddede olduğu gibi bekçilerin İçişleri Bakanlığı onayınca atanması, liyakat usullerinden uzak, kadrolaşmaya giden bir tutum olması açısından değerlendirilmektedir. Bu yönüyle iktidarın Suriye Milli Ordusu adı altında örgütlediği radikal grupların bir kısmına Türkiye vatandaşlığı verilmişti. Vatandaşlık alan bu kişilerin bekçi yapılıp sokaklarda iktidarın muhafızları olarak kullanılacaklarına dair kamuoyunda güçlü şüpheler vardır. Radikal gruplarla organik bağlar kuran AKP’nin bu gruplara verdiği vaatlerin bir kısmını bekçilik sistemine dâhil etmek suretiyle gerçekleştireceğine dair kaygılardan ötürü de kanun teklifinin geri çekilmesi ve bekçilik sisteminin lağvedilmesi gerekmektedir.

Madde 5- Bu maddeye göre bekçiler halkın istirahat, sağlık ve selametini sağlamakla görevlidir. Yolda hastalananlara yardımcı olmak, şiddet mağdurlarına yardımcı olmak, semt/sokak soranlara yardımcı olmak, acil hallerde halka yardımcı olmak, doğal afetlerde mahalle sakinlerini uyarmak, toplum sağlığını tehdit eden bir hayvana rastladığında zarar vermesini engellemek için etraftaki kişileri alandan uzaklaştırmak ve genel kolluk ile belediyeyi haberdar etmekle görevlidir.Maddede, bekçilerin insanlara ve hayvanlara karşı suç işleme potansiyelleri öngörülmemekte ve bu kapsamda bekçilerin suç işlemesini önleyecek tedbirlerin alınmamakta olduğunu görmekteyiz. İlgili maddede insanları ve hayvanları bekçi şiddetinden koruyacak düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Madde 6- (1) Çarşı ve mahalle bekçileri;görev saatleri içinde görevlendirildikleri bölgede devriye hizmeti yürütmek, görev bölgeleri içinde bulunan konut, iş yeri ve araçlar gibi malların korunmasında sahipleri tarafından noksan alınan tedbirleri tamamlattırmak ile yetkilendirilmiştir. 6ıncı Madde ile bekçilerin noksanlık durumunda tedbirler alması öngörülmüştür. Bu noksanlığın tam anlamıyla belirtilmemiş olması, bekçilerin yurttaşlara yönelik yapabileceği fişlemeyi de beraberinde getirebilmesi anlamında kabul edilemez. 6ıncı madde ile bekçilerin muhalif yurttaşları açık bir biçimde fişleyebilmesinin önünü açması açısından kabul edilemezdir.İktidarın toplumsal muhalefetin demokratik tepkisini gösterdiği eylemlere yönelik kriminalize eden söylemleri ortadayken, 6ıncı madde ile bekçilerin yurttaşların demokratik protesto haklarını engellemesinin ve müdahale etmesinin önünü açmasından kaynaklı kabul edilemezdir.

Madde 7- Bu madde ile bekçilere kişileri ve araçları durdurma ve arama yetkisi verilmektedir. Kanun teklifinin en sorunlu maddelerinden biridir. Bekçilerin bugüne kadar işledikleri insan hakları ihlalleri ve devasa bir Emniyet birimi varken yardımcı kuvvet adı altında bekçilere bu tür yetkilerin verilmesi sorunludur. Söz konusu maddenin 2 ve 6ıncı fıkrasında belirtilen ‘‘makul’’ ve yeterli şüphe ifadelerinin çerçevesinin muğlak olması, bekçilerin keyfi bir uygulama içerisine girmelerinin önünü açmaktadır.

Madde 8- Bu madde ile bekçilere şüphelileri yakalama, suç delillerini muhafaza etme, tanıkların kimlik bilgilerini tespit etme, haklarında yakalama veya tutuklama kararı olanları genel kolluk kuvvetlerine teslim etme yetkileri verilmektedir. Kanun teklifinin bariz bir şekilde sorunlu olan bir diğer maddesidir. Bu maddede bekçilere verilen görevler ile bekçilerin aldıkları mesleki eğitim ve siyasi iktidarın yandaşlığında seçilmeleri ile birlikte düşünüldüğünde, bekçilerin bu yetkileri haksız ve hukuksuz şekilde kullanma potansiyeli açık bir şekilde görülür.Söz konusu madde bekçilerin olay yerinde veya sonrasında yetkilerinin arttırılması anlamına gelmektedir. Polise olay yerinde veya sonrasında tanınan yetkiler bu madde ile bekçiye de tanınmak istenmektedir. Daha önce İzmir’de yaşanan olayda, İzmir 35.Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği karara göre, bekçinin kimlik sorma hakkının olmamasına rağmen söz konusu yeni düzenleme ile bekçilere verilen yetkiler çerçevesinde bekçilere kimlik sorma hakkı verilmek istenmektedir. Yani bu yönetmelik, bekçilerin vatandaşa karşı olan görev ve yetkilerinden ziyade, devletin bekçiler ile olan ilişkisini düzenlemektedir.

Madde 9- Bu madde ile bekçilere 2559 sayılı kanun kapsamında zor ve silah kullanma yetkisi verilmektedir. Kanun teklifinin en sorunlu maddelerinden biridir. Bu yetkinin bekçilere verilmesi kabul edilmemelidir. Bekçilerin her sokakta şiddete başvurma potansiyelinin olduğu ve hak ihlallerini olabildiğince arttıracaklarını tahmin etmek güç değildir.Öte yandan söz konusu madde ile bekçi kanunu mevzuatında belirtilen bekçinin silah kullanma yetkisinin haiz olduğu belirtilmektedir. Polislere dahi belirli durumlarda silah kullanma yetkisi verilirken, herhangi bir psikolojik ve hukuki eğitime tabi tutulmayan bekçilere böyle bir yetkinin verilmesi durumunun yeni güvenlik krizlerine gebe olacağı aşikârdır. AKP’nin adeta kendi paramiliter güçlerini silahlandırması, bu kişilerin mahalleleri baskı altına almaya çalışması, bir çeşit ahlak zabıtalığı yapmalarından başka bir şey değildir. Bireysel silahlanmanın artış göstermesi ve açığa çıkan güvenlik sorunları ile hükümetadeta kendisine yeni bir paramiliter güç oluşturmak istemektedir. Nitekim Cumhurbaşkanı, bunu artık sokak güvenliğini sadece kolluk kuvvetleriyle sağlayamadıklarını açık bir şekilde ifade ederek gözler önüne sermiştir.

Madde 10- Bu maddede bekçilerin genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olacağı düzenlenmektedir. Bu maddeye rağmen diğer maddelerde verilen yetkiler ve bekçilerin AKP teşkilatlarında belirlendiğini göz önüne aldığımızda, esasında AKP’nin kendisi için genel kolluk kuvveti olarak çalışacağı açıktır.

Madde 11- Bu madde, bekçilerin kolluk görevi dışında çalıştırılamayacağını düzenlemektedir. Fakat bir sonraki madde ile birlikte bakıldığında, güvenlik ve kamu düzeni gibi her şeyi atabileceğimiz bir sepetten ötürü farklı şekillerde çalıştırılabileceğini görmekteyiz. Dolayısıyla AKP’nin yasa yapma taktiğinin bir örneği olarak, önce norm maddeleri düzenlenmekte, sonra birkaç muğlak kelime ile istisnalara zemin hazırlanmaktadır.

Madde 12- Bu madde, bekçilerin haftalık çalışma sürelerinin kırk saat olduğu ve bir gün istirahat hakları olduğunu düzenlemektedir. Yine bu madde ile bekçilerin akşam ve gece saatlerinde çalışacağı, güvenlik ve kamu düzeni ile ilgili zorunluluk hallerinde Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelik kapsamında çalıştırılabileceklerini düzenlenmektedir.Bu maddede özellikle kamu düzeni ve güvenlik gibi belirsiz iki kavram üzerinden bekçilerin kanun dışında görevlerle çalıştırılmasının zemini hazırlanmaktadır. AKP iktidarının kendisinden olmayan herkesi güvenlik sorunu olarak kabul ettiği gerçekliğinden hareketle, bekçilerin siyasi iktidarın her türlü hizmetinde çalıştırılacağı açıktır.

Madde 13- 772 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’na tabi olan bekçiler, Emniyet ve Jandarma mensuplarının 5757 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nda belirtilen disiplin, ödüllendirme ve performans değerlendirme işlemlerine aynı şekilde tabi tutulabilecektir. Böylece iç hizmet uygulamaları açısından, herhangi bir eğitim sürecinden geçmeyen bekçiler,  genel kolluk kuvvetleriyle tamamen aynı statüde değerlendirilip, bu maddeyle örtülü bir rütbe artırımı gerçekleştirilecektir.

Madde 14, 15 ve 16- Bu madde ile burada belirtilen tüm maddelerin uygulama esasları İçişleri Bakanlığı’nın yönetmeliklerine bırakılmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36’ncıMaddesi’nde yapılan değişiklikle,çarşı ve mahalle bekçileri de, uzman Jandarma mensupları ile beraber “Jandarma Hizmetleri Sınıfı”na dâhil edilmektedir. Ayrıca 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 13. Maddesi’ne eklenen bir fıkra ile Jandarma veya Emniyet teşkilatında istihdam edilecek bekçilerin mali ve sosyal hakları bakımından diğer kolluk kuvvetleri mensupları ile aynı usul ve esaslar çerçevesinde değerlendirilmelerinin yasal zemini hazırlanmaktadır. 1966 yılından bu yana var olan Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu bu madde ile tamamen yürürlükten kaldırılarak, mevzuatta yapılan atıfların ise bu kanuna yapılmış sayılması amaç edinmiştir. 

Geçici Madde 1- Bu kanunla çıkarılacak olan yönetmeliklerin kanunun Resmi Gazete’de yayımı itibariyle 6 aylık bir süre içerisinde gerçekleştirilmesi ve düzenlenecek yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edilmesi öngörülmektedir.

3 Şubat 2020