Buldan: Kurumsallaşan faşizme karşı tek umut HDP

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan, Mezopotamya Ajansı'na gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, CHP ve diğer muhalefet partilerinin durumu ortadayken, kurumsallaşmaya başlayan faşizme karşı çıkma rol ve misyonunun bugün partilerine yüklendiğini ifade etti. Buldan, bütün umutların HDP’ye bağlandığı bu yeni dönemde halkla birlikte mücade vereceklerini belirtti. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte yeni dönemin politik çizgisi ve mücadele hattını belirlemek üzere Eş Genel Başkanların başkanlığında 20-22 Temmuz tarihleri arasında Van’da kampa giren Halkların Demokratik Partisi (HDP) kurmayları, Türkiye’nin siyasi durumuna ilişkin önemli tartışmalar yürüttü. Bu tartışmalar sonucunda demokratik muhalefetin nasıl yapılacağına ilişkin çıkarılan yol haritası, 28-29 Temmuz’da gerçekleştirilecek olan Parti Meclisi toplantısına öneri olarak sunulacak. 

Partinin Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, 3 gün süren kampta yürüttükleri tartışmaları, partisinin yeni dönemdeki mücadele hattını, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve oluşturulan kabine ile ilgili Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

Buldan, 5 Nisan 2015’te gittiği İmralı Adası’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın savaşa dair bulunduğu öngörüler ile “Çözüm Süreci”nin 24 Temmuz 2015’te iktidar tarafından sona erdirilmesiyle bölgede yeniden başlayan çatışmalı ortamın 3 yıl sonra geldiği noktaya da dair önemli mesajlar verdi.

24 Haziran seçimleri ile birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hayata geçirildi. HDP bundan sonraki dönemde nasıl politik çizgi izleyecek? Nasıl bir mücadele hattı belirlenecek?

24 Haziran seçimleri açıkçası Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir seçimdi. Yaşadığımız bütün olumsuzluklara rağmen, HDP üzerinden yaratılmaya çalışılan kriminalize etme ve hiçleştirme politikalarına rağmen, HDP büyük bir başarı elde etti. 

Yüzde 10 seçim barajını aşarak Meclis’e 67 milletvekili ile birlikte girdi. Bize göre meşru olmayan seçim sonuçlarıdır, çünkü her türlü hile yapıldı. Her türlü baskının olduğu ve OHAL koşullarında yapılan bir seçim sonucunda böylesi bir sistemin hayata geçmesinin kendisinin bile meşru olmadığını özellikle ifade etmek istiyorum. 

HDP de bundan sonraki dönem açısından değişen sistemle birlikte yeni bir politik hat belirlemek durumundadır. Bu politik hat, Van’da 3 günlük kampımızda çok detaylı bir şekilde masaya yatırıldı. Hem kadın boyutuyla hem de genel boyutuyla. Biz burada kadın parlamento grubumuzla bir günlük tartışma yürüttük. Aynı zamanda genel parlamento grubumuzla da yaptığımız toplantı sonucunda çıkan sonuçlar, HDP’nin bu dönemde yeni sistemin hayata geçtiği bir süreçte yeni bir yol haritasına ihtiyacı var.

'MECLİS SARAY’A BAĞLI BİR HALE GELDİ'

Meclis tamamıyla Saray’a bağlı bir hale geldi. Hükümetin, özellikle yeni kurulan kabinenin ticaret ve savaş kabinesi olduğunu ifade etmek isterim. Önümüzde zorlu bir dönem, zorlu bir süreç var. Bu belirlenen bakanlarla HDP’nin yapması gereken tek şey var; toplumsal muhalefeti güçlendirmek ve demokratik siyaseti hayata geçirmek. Dolayısıyla bununla birlikte halkla beraber siyaset yapmakta önemli. Elbette ki parlamento bunun bir ayağı. Orada yağacağımız çalışmalar da önemli ama bunun yanı sıra ağırlıklı olarak halkın içerisinde siyaset yürütmek, halkı örgütlemek ve halkla birlikte bu sürece müdahil olmak… Çünkü kurumsallaşmaya başlayan bir faşizm var. Bu faşizmi ancak halklar bertaraf edebilir.

HDP’yi nasıl bir süreç bekliyor?

HDP’nin bundan sonraki rolünün ve misyonunun çok daha ağır olacağını ifade etmek isterim. Çünkü artık Türkiye’de demokrasiyi, eşitliği savunan bir parti kalmadı. Özellikle CHP’nin durumu ortadayken, diğer partilerin durumu ortadayken, böylesi bir rol ve misyonun HDP’ye yüklenmiş olması, bu anlamda HDP’nin bundan sonraki süreç açısından yapacağı çalışmalarla da birebir bağlantılıdır. 

Bundan sonraki dönem, Türkiye halklarının yan yana durduğu bir dönem. Türkiye halkları ile birlikte Kürdistan’da yapacağımız çalışmalar, halkla birlikte yürüteceğimiz siyaset ve bununla birlikte Türkiye’ye demokrasiyi tekrar kazandırmak, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin daha yoğun bir tempoyla hayatımıza girmesi gerekiyor.

Bu anlamda yeteri gücümüz var. Bu 24 Haziran seçimlerinde açığa çıktı. Bize verilen 6 milyon insanın oy, şu anlama geldi; Bundan sonra HDP’siz bir Türkiye’nin, parlamentonun olmayacağı. Bütün umutların HDP’ye bağlandığı bir döneme girdik. Parlamento çalışmalarının yanı sıra aynı zamanda demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir boyutunun halkla birlikte yürüteceğimiz siyasetle ifade etmek istiyorum.

OHAL kaldırıldı ancak kalıcılaştırılıyor. Sizce Türkiye’yi nasıl bir ‘hal’ bekliyor?

OHAL hiçbir zaman Türkiye’de kaldırılmadı. Türkiye sürekli Olağanüstü Hal dönemini yaşadı. Bu 90’larda da 95’lerde de 2000’lerde de böyleydi. Kürdistan’da OHAL’in kaldırılmadığını, OHAL ile yönetilen bir Türkiye’de de yaşanılan zulüm ve zor politikalarının hayata geçtiğine hep birlikte tanıklık ettik. Geçici OHAL kalktı, kalıcı bir OHAL’e giriş yapılıyor. OHAL’in de aslında Türkiye halklarının birlikte mücadele edebileceği bir zeminle ortadan kalkacağına inanıyorum. 

OHAL dediğimiz şey; valilere verilen yetkiler, belediyelere atanan kayyumlar, parlamenter demokrasiyi ya da demokratik parlamenter sistemi ortadan kaldırma yöntemleri, yine Kürt halkı üzerinde yaşanan yoğun baskı ve inkarın çok daha yoğun yaşanacağı bir döneme giriyoruz. 

Valilere verilen yetkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Valiler zaten yetkiliydi, bu yasayla birlikte bu yetkilerini daha da güçlendirdiler. Bu güçlenen yetkiyi halkın üzerinde kullanma gibi bir yetkiye de sahip oldular. Biz bu anlamda OHAL ile birlikte Türkiye’nin bundan sonra çok daha büyük sıkıntılar yaşayacağını, sadece Kürtler değil, Türkiye halkları, sol-sosyalist kesimlere de büyük bir yönelimin olacağı sinyalini alıyoruz. OHAL ile birlikte sadece Kürtler üzerinde değil, Türkiye’de muhalif olan herkesin üzerinde bir baskı olacak. Bu demokles kılıcı gibi herkesin kendi ensesinde hissedebileceği bir döneme giriyoruz. 

OHAL nasıl kaldırılabilir?

Elbette ki OHAL’le mücadele yöntemi yine Türkiye halklarının birlikte ortak zeminlerde buluştuğu ve birlikte mücadele ettiği OHAL’i bertaraf edebilecek noktalarda buluşabilmeleridir. Bu mücadele elbette anlamlıdır. Bundan sonraki dönem açısından OHAL ile mücadele yönteminde de Türkiye halklarıyla birlikte ortak zeminlerde buluşup, Türkiye’deki OHAL’in kaldırılması ve demokrasi cephesinin her anlamda bir araya geleceği zeminleri yaratabilmeye bağlıdır. Bunu başarabileceğimize inanıyorum. 24 Haziran tarihinde büyük bir güçle ortaya çıktık. Aldığımız oy oranı, çıkardığımız milletvekili sayısıyla, bu anlamda bize biçilen rol ve misyonu da göz önünde bulundurarak, başarabileceğimize inanıyorum. 

Yarın 24 Temmuz. Çatışmalı sürecinin başlangıcı… 3 yıldır devam eden bu sürecin faturası ne oldu? 

Savaş elbette ki Türkiye’de zaman zaman ‘çatışmalı dönem’ olarak adlandırılan ama Türkiye’nin sürekli gündeminde olan bir meseledir ve bütün bu çatışmalı süreçlerin, savaşların en büyük mağduriyetini hep yoksul halk ödedi. Dolayısıyla ekonomik anlamda yaşanan krizler, sosyal anlamda yaşanan krizler, siyasi anlamda yaşanan krizlerin faturasını her zaman yoksul halkımız ödedi. 

‘TÜRKİYE ARTIK YÖNETİLEMEZ BİR HALE GELDİ’

3 yıldır Türkiye’deki çatışmalı süreçten, insanların yaşamını yitirmesinden kaynaklı ekonomik krizin özellikle büyük olduğunu ifade etmek isterim. Ekonomik krizden kaynaklı Türkiye artık yönetilemez bir hale geldi. Aslında erken seçim yapılmasının bir nedeni de buydu. Ekonomik kriz başta olmak üzere yaşanan tüm krizler, Ortadoğu’da yaşanan krizler, savaş meselesi, Efrîn meselesi, bütün bunlar AKP hükümetinin Türkiye’yi yönetememesinden kaynaklı. Bu yönetememe kriziyle birlikte aslında bir şekilde kendi iktidarını tekrar elde etme amacı var. 

Bütün bunların faturalarını da hem Türkiye halkları hem yoksul halkımız hem de kadın cephesinden ödendiğini ifade edebiliriz. Yaşanan krizlerden kadınların çok etkilendiğini ifade etmek gerekiyor. Kadın katliamları, kadınlar yönelik cinsel tacizler, çocuk istismarları, çocuk ölümler, çocuk kayıpları bütün bunlar Türkiye’nin gündeminden hiçbir zaman düşmeyen konulardır. 

Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünün savaştaki etkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Ortada çözülmeyen bir Kürt meselesi var. Kürt sorununun çözülmemesinden kaynaklı yaşanan sıkıntılar var. Çözülmeyen Kürt meselesinin giderek devasa bir sorun haline geldiği ve bütün bu çatışmalı süreçte de ödenen büyük bir bedelin olduğunu da ifade edebiliriz. 

Biz siyasiler olarak savaşa karşı çıktığımızı, demokratikleşme meselesini, Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülme meselesini gündemimize alırız. Bunun yol ve yöntemlerini ifade ederiz, önümüze bir yol koyabiliriz ama burada esas tartışılması gereken ve esas gündem olması gereken mesele, burada acıyı çeken, savaşın faturasını ödeyen kesimlerin bu meseleye daha duyarlı bakabilmelerinden geçiyor. 

24 Temmuz 2015’e öncesinde 5 Nisan 2015’te İmralı Adası’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan ile son olarak görüşen İmralı Heyeti içerisinde yer alıyordunuz. Öcalan’ın bugün devam eden savaşa dair öngörüleri nelerdi? 

Sayın Öcalan’ın aslında sürekli ifade ettiği bir şey var; “Kürt meselesi çözülmezse eğer, Türkiye bir uçuruma girer.” 

Ve darbe tehlikesini her zaman ifade eden, darbe dinamiğinin ya da darbe mekaniğinin devreye girebileceği uyarılarını yapmasına, hem Ortadoğu hem de Türkiye açısından bütün bu uyarıları yapmasına rağmen, siyasi irade ne yazık ki bu meseleye çok duyarlı bakmadı. Çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte Sayın Öcalan ile görüşmelerin kesilmesiyle tekrar bir çatışmalı sürece girildi. Bu sadece Türkiye ile sınırlıda kalmadı. Suriye’de, Irak’ta yaşanan gelişmeler. Öcalan, ifade ettiği çözüm ve müzakere sürecinin devam etmesiyle aslında sadece Türkiye içerisinde bir demokratikleşmeden bahsetmiyordu. Ortadoğu’yu kapsayacak bir demokratikleşmeden bahsediyordu ama bunlar ne yazık ki bertaraf edildi. 

Sayın Öcalan, bu mesele çözülmediği sürece her zaman bir krizin yaşanacağını ifade ediyordu. Bugün yine kendisinin öngördüğü, ifade ettiği şekilde Türkiye aynı krizi yaşıyor. Türkiye aynı sorunlarla boğuşuyor. Sayın Öcalan’ın ifade ettiği görüşler tek tek hayata da geçiyor. 

Öcalan'la görüşmeler olsaydı bugün ne değişirdi?

Elbette ki Sayın Öcalan’ın tekrardan bir müzakere sürecinin içine girmesi Türkiye’ye kazandırır.  Ki hepimiz hatırlarız; o 3 yıllık dönem içerisindeki her anlamda krizin sona ermesi, huzur ve barışın olması, insanların geleceğine güvenle bakması önemliydi. O 3 yıllık süre içerisinde kimsenin yaşamını yitirmemesi önemliydi. Bugün aynı konu gündeme gelirse ve Sayın Öcalan devreye girerse, ben Türkiye’nin yarınları açısından çok daha önemli gelişmelere sahne olacağı kanaatindeyim. Çünkü bunu deneyimledik ve gördük. Belki aynı yöntemlerle olmayabilir, bir şekilde Sayın Öcalan’ın sürece dahil olması gerekiyor. 

Sayın Öcalan bir ağırlaştırılmış tecride maruz şu anda. Kendisinden hiçbir şekilde haber alınamayan, kendisi ile görüşmelerin yapılmadığı ve ağırlaştırılmış bir tecridin yaşandığı bu dönemde aslında öncelikli olarak Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerekiyor. Hukuki ve siyasi anlamda kendisine düşen hakların, hukuken kendisine verilen hakların hiçbir şekilde yerine getirilmediğini de biliyoruz. İnsani olarak yapmak istediği, avukatlarıyla görüşmemesi, ailesi ile görüşmemesi yok. Elbette ki Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Sayın Öcalan’dan bu meselenin ya da Türkiye’nin geleceğine dair görüşmelerin yapılması önemlidir. 

24 Haziran öncesi “HDP baraj altında kalmalı” ifadeleriyle partinize yönelik baskılar, seçim sonrası yine tehdit telefonlarıyla devam ediyor. Bunu neye yorumluyorsunuz?

HDP, her zaman hedef halindeydi. Çünkü HDP Türkiye’nin umudu olan bir partidir. Türkiye’de gerçek siyaseti yapan bir parti olduğu için iktidarın hedefinde olan bir partidir. Yapılan tehdit şahsıma değil, bize oy veren seçmenlerimize yönelik bir tehdittir. Telefon meselesi ile önümüzdeki dönem bize yaklaşım kendisini gösteriyor. Hükümet cephesinden partimizin eş genel başkanına açılan bir telefonun, partisine ve seçmenine yönelik bir tehdit olarak algılanır. 

HDP’nin bundan sonraki dönem hükümet açısından sürekli bir tehdit olarak görülebileceğini tahmin edebiliyorum. Onların istemediği kadar yüksek oranda bir oya sahip olduk. 

Seçim dönemini hatırlayalım. ‘HDP baraj altında kalmalı’ mesajı verildi. Özellikle Cumhurbaşkanı tarafından verildi ve hükümet yetkilileri tarafından da zaman zaman benzer açıklamalar yapıldı. Bütün bunlarla birlikte ben HDP’nin gerçek bir ana muhalefet partisi rolünde olduğu ve Türkiye’nin sorunlarıyla birebir ilgilenen bir parti olduğunu ama aynı zamanda farklılıkları, zenginliğiyle içerisindeki bileşenleriyle, kadın meselesiyle bütün bunlarla birlikte bir rol ve model olan HDP’nin çok hazmedilmediğini düşünüyorum. Ve böyle bir oluşumun ya da böyle bir bileşenin hükümet tarafından elbette ki zaman zaman tehditlerle, zaman zaman hakaretlerle, zaman zaman farklı yol ve yöntemlerle krimilanize etme çabalarına yönelik biz daha çok güçleneceğimizi düşünüyoruz. 

Onlar bize böyle yaklaştıkça, biz Türkiye halklarıyla, Türkiye’de barışı, kardeşliği ve özgürlüğü savunan kesimlerle daha çok bir araya gelme gibi bir sorumluluğumuzun olduğunu biliyoruz. O yüzden onların bu tehditlerine karşı biz daha çok çoğalmayı, daha çok büyümeyi ve demokrasi anlamında, barış ve kardeşlik anlamında eşitlik anlamında daha büyük bir mücadele içerisine gireceğimizi belirtmek isterim. 

Milletvekillerinize cenazelere katıldıkları gerekçesiyle soruşturmalar açılıyor. Partinize karşı bir saldırı kampanyası haline getirildi. Cenazelere katılmak suç mudur? 

Cenazeye katılmak veya taziye ziyaretinde bulunmak soruşturma konusu olmamalıdır. Ancak son bir hafta içerisinde 4 milletvekili arkadaşımıza sadece taziyeye gittikleri için soruşturmalar açıldı. Sadece Kürtlerin değil, Türkiye toplumunun kültüründe olan bir meseledir. Yıllarca aynı mahalleyi, aynı sofrayı paylaştığımız insanlar bir acı yaşamışsa, bir yakınını kaybetmişse onun cenazesine gitmek bir gelenektir, adettir, kültürdür. 

Biz yıllardır bu meseleye böyle yaklaşıyoruz ve buna devam edeceğiz. Bunlar bize asla geri adım attırmayacak. Dolayısıyla ben bu meselede bütün milletvekili arkadaşlarıma da ifade ettim; eğer yakınımızdaki komşumuz, eşimiz, dostumuz ağlıyorsa biz de ağlayacağız. Onlar seviniyorsa biz de sevineceğiz. Çünkü o bize oy veren seçmenimizin, tabanımızın acısını paylaşmakta, sevincini paylaşmakta siyasetin bir gereğidir. 

Ayrıca ölünün üzerinden hüküm kalkar, asla kim olduğuna, ne olduğuna bakmadan eğer bir insan yaşamını yitiriyorsa o insanın taziyesine gitmek bizim geleneklerimizde olan bir adetimizdir. Ancak bu soruşturmaların zaten hukuki olmadığını biliyoruz. Açılan soruşturmaların siyasi kararlarla alındığını da biliyoruz. Buna benzer davalardan cezaevinde olan onlarca arkadaşımız var. Yurtdışında olan arkadaşlarımız var. Siyasi yasaklı hale getirilen arkadaşlarımız var. HDP Türkiye halklarıyla birlikte yaşanan her türlü olumsuzluğa rağmen, her türlü müdahaleye rağmen demokrasi mücadelesi, özgürlük mücadelesi vermeye devam edecektir. HDP bunun için vardır. 

Hakkari’den milletvekili seçilen Leyla Güven’in şimdiye kadar tahliye edilmemesini neye bağlıyorsunuz?

Bu siyasi bir karardır. Leyla Güven’in Hakkari halkının iradesi olarak seçildiği ve yasama faaliyetlerini yürütmek üzere mazbatasını aldığı bir gerçeklik var. Leyla Güven milletvekili seçildiğine dair elinde bir mazbatası var. Ancak siyasi bir kararla çok keyfi bir şekilde rehin olarak cezaevinde tutuluyor. Elbette ki bu hukuksuzluğun da bir an önce giderilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Şu anda parlamento yine eksik, HDP grubu bir eksik ve bu eksiklik karşısında Leyla Güven’in bir an önce tahliye edilmesi için her türlü hukuki ve siyasi mücadeleyi vereceğimizi de belirtmek isterim. Leyla Güven hem bir kadın hem de Hakkari halkının iradesidir. Leyla Güven’in tahliye edilmesi hem yasama faaliyetlerini yürütmek hem de Hakkari halkı ile birlik mücadelesini vermek üzere özgür kalması gerekiyor.

Erdoğan’ın seçim öncesi çokça dile getirdiği “Kandil operasyonu” ifadeleri seçim sonrasında da sürüyor. Olası bir operasyonunu Türkiye’ye getirisi, götürüsü ne olur?

Efrîn meselesinden yola çıkarak seçim döneminde, kampanyasında Kandil’e yönelik bir operasyonun başlayacağı yönünde sinyaller vardı. Türkiye halklarının aslında hiçbir şekilde bu tür savaşlara onay vermediği gerçekliği var. Çünkü biraz önce sormuş olduğunuz soruda da açık ve net olarak ortadaydı. Ödenen faturayı halklar ödüyor. Yoksul halk ödüyor. Her yapılan operasyon, savaş aslında bir şekilde Türkiye halklarının sofrasına da düşüyor. Bu anlamda biz HDP olarak savaşlara karşı olduğumuzu, Efrîn meselesinde de bu durumumuzu ortaya koymuştuk. Daha barışçıl yöntemlerle diyalogla, müzakere ile her türlü sorunun çözülebileceğine olan inancımızı ifade ettik.

Kandil’e yapılacak olan operasyonda aslında Türkiye’ye krizlerden başka bir sonuç getirmeyecektir. Krizler artacak, sorunlar daha fazla artacaktır. Sorunları savaşla değil, diyalog çerçevesinde barışçıl yöntemlerle çözmek mümkün iken, insanların yaşamına, hayatına mal olacak hem ekonomik anlamda hem de bütün krizler Türkiye’ye çok şey kaybettirir. O yüzden Türkiye’nin yapması gereken şey Kürtlerle ortak bir noktada buluşmaktır. Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi konusunda da bir girişim başlatmaktır. Bunun dışında hiçbir yol ve yöntem çözüm değildir.

Özgür Paksoy-Müjdat Can

 

23 Temmuz 2018

Etiketler: #pervin buldan