Buldan: Kürt sorununa güvenlikçi politikalarla yaklaşan iktidarlar dağıldı, AKP de o kervana katılacak

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın 2020 Merkezi Yönetim Bütçe Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma:

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

2020 Yılı Bütçesi üzerine Halkların Demokratik Partisi olarak görüşlerimizi ifade etmeden önce sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Aktif demokratik siyasetin içerisinde olması gerekirken cezaevlerinde rehin tutulan Sevgili Selahattin Demirtaş’ı, Sevgili Figen Yüksekdağ’ı, Sevgili İdris Baluken’i, Sevgili Selma Irmak’ı, Sevgili Sebahat Tuncel’i, Sevgili Çağlar Demirel’i, Sevgili Gülser Yıldırım’ı, Sevgili Abdullah Zeydan’ı, Sevgili Gültan Kışanak’ı, Sevgili Aysel Tuğluk’u, Sevgili Selçuk Mızraklı’yı ve isimlerini sayamadığım tüm milletvekili, belediye eşbaşkanı ve parti yöneticisi arkadaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Şu sıralarda olması gereken siyasetçiler, dört duvar arasındadır. Sanmayın ki; cezaevinde olan sadece HDP’dir. HDP’nin şahsında demokrasi ve özgürlükler tutukludur. Adalet tutukludur. Barış arayışları tutukludur.

Egemenliğin halkta değil, muktedirlerin elinde olduğu otoriter bir düzende yaşıyoruz. Meclis'in kurulmasının üzerinden neredeyse bir asır geçti. Ama 100 yıldır cumhuriyet demokrasiyle buluşamadı. Bu yüzdendir ki bir asırdır bu ülkede krizler hiç bitmiyor.

Hatırlayalım; Meclis 1920’de kurulduğunda çoğulculuk esasına dayanıyordu. 1921 Anayasası temsili demokraside Meclis’i, yerelde ise doğrudan demokrasiyi, yani halkın doğrudan kendi kendisini yönetmesini işaret ediyordu.

Mustafa Kemal Erzurum kongresindeki konuşmasında “Biz Türk ve Kürt milleti, iki halkın, milletin hakkı hukuku” diyerek, cumhuriyetin kurucu halklarına, hakkına ve hukukuna vurgu yapıyordu. 1924 Anayasasıyla birlikte tarihi kırılma yaşandı ve etkileri günümüzde de en ağır bir biçimde devam eden; kimliklerin, inançların ret ve inkârına dayalı tekçi milliyetçi ulus sitemine geçildi. Eğer 1920’nin kurucu aklı ve çoğulculuk esası terk edilmeseydi, kurucu halkların hakları teslim edilseydi bugün demokratik cumhuriyet çatısı altında âdemi merkeziyetçi bir idari düzende yaşıyor alacaktık. Krizler yaşanmayacaktı. Halklar birbirinden kopmayacaktı. Kürtler, Aleviler, Sünniler, Ermeniler, Araplar, Süryaniler, Ezidiler, Çerkezler, Lazlar olarak, kendi kimlik, kültür, inanç ve dillerimizle eşitçe ve özgürce bir arada yaşıyor olacaktık. Ne yazık ki böyle bir ortamda değiliz. Egemenliğin halkta olduğu sadece bir duvar yazısından ibarettir. O duvarların arkasında başka işler dönüyor.

Halka güvenmeyen, inanmayan,  halkın taleplerini bastıran, hesap vermeyen, halkı sadece seçmen olarak gören tekçi, merkeziyetçi, milliyetçi otoriter bir sistem bir asırdır ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bunun bedelini ise tüm toplum ödüyor.

Toplumu bir arada tutacak olan; adalet duygusudur. Barıştır. Eşit yurttaşlıktır. Özgürlüktür. Gerçek demokrasidir. Bu değerler asla ayrıştırmaz, birleştirir. Asıl bunların olmadığı bir ortam ayrışmaya götürür.

Kürdün Türk kadar, Alevinin Sünni kadar, kadının erkek kadar, yoksulun zengin kadar, işçinin patron kadar hakkı hukuku yoksa orada toplumsal vicdanlar ve duygu parçalanır, kırılır.

1920 Meclisinde varlığı tanınan Kürtlerin bugünkü Mecliste konuştuğu Kürtçe bilinmeyen dil olarak kayıtlara geçiriliyorsa işte kırılma burada yaşanır.  Roboski’de uçaklarla katledilen köylüler için adalet işlemiyorsa duyguda parçalanma burada yaşanır. Cizre’de bir anne 10 yaşındaki kızı Cemile’nin cansız bedenini buzdolabında bekletmek zorunda bırakılıyorsa en büyük kırılma buradadır. Tedavi edilmediği için cezaevinde yaşamını yitiren 60 yaşındaki Emine anneye taziye evi verilmez, taziye çadırının kurulması engellinirse, ölümde bile ayrımcılık yapılırsa kırılma burada olur. Kürd'ün binbir emekle, bedel ödeyerek seçtiği belediyeler kayyımla gasp edilirse en büyük kırılma burada olur. Soma’da yerin yüzlerce metre altında can veren maden işçileri için adalet işlemiyorsa kırılma işte burada yaşanır. Maraş’ta katledilen, Sivas’ta yakılan Aleviler dışlanırsa, hakları teslim edilmezse ve halen evlerine çarpı işareti konuluyorsa, işte kırılma burada yaşanır. Ayşe Tuğbaları, Emine Bulutları, Özgecanları, Cerenleri, Şuleleri koruyacak bir devlet ve adalet yoksa kırılma burada yaşanır.

Uğurları, Kemal Kurkut’ları, Berkinleri, Ceylanları, Ali İsmailleri katledenlerden hesap soracak bir adalet yoksa asıl kırılma burada yaşanır. Devletin itibarından tasarruf olmaz denilerek halkın ekmeğinden, sofrasından, emekçinin alın terinden çalınırsa kırılma burada olur.

Muktedirler için işleyen hukuk ve adalet sokaktaki bir insanımıza uğramıyorsa, herkes adalet diye feryat ediyorsa işte burası Türkiye’nin büyük kırılma yaşadığı bir noktadır. Bu kırılma derinleştikçe çöküş de hızlanacaktır.  

Sayın Milletvekilleri,

Bir ülkede adalet için mücadele yürüten yığınla insan varsa, adaleti tesis etmek insanlar için bir mücadele yoluna, alanına dönüşmüşse bu noktada devletin varlık amacını ve aslında neye hizmet ettiğini iyi sorgulamak gerekir. Zira adaleti sağlamak devletin varlık amacı, asli görevidir. Adaleti sağlamak toplumun omuzlarındaki yük değildir, olmamalıdır!

Adında adalet olan bir partinin iktidarında adalet mumla aranır hale geldiyse bunun sorumlusu tabi ki hükümettir. Bürokratlara, mülki amirlere “gerektiğinde hukuku, mevzuatı bir kenara bırakın” diyen bu iktidardır. “Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımak güvenmek zorunda değilim” diyen bu hükümetin bakanıdır. “Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyorum” diyen bu ülkenin Cumhurbaşkanıdır. Demirtaş’ın tahliyesi gündeme geldiğinde “Bırakamayız” diyerek yargının yerine karar veren yine AKP Genel Başkanıdır. Görevlerinden alınan belediye eşbaşkanlarımız için “yargılanıyorlar ceza alacaklar” diyerek yargı adına hüküm veren cumhurbaşkanının sözcüsüdür. Kendisini parlamentonun iradesi üzerinde gören, seçilmişler üzerinde vesayet kurmaya çalışan bu iktidarın savcısıdır, hâkimidir, polisidir.

Şimdi hangi adaletten, hangi hukuk sisteminden söz edeceğiz? Demirel, Susurluk için “Devlet bazen rutin dışına çıkar” demişti. AKP iktidarında rutinin dışına, hukukun dışına çıkmak artık rutin bir gelenek haline geldi. Ağzını açan, iktidarı eleştiren, twit atan, 'kriz var' diyen kim varsa içeri atılıyor. Yolsuzluk, hırsızlık yapan, nefret suçu işleyen, farklılıklara hakaret eden, işkence yapan, ihaleye fesat karıştıran tek bir kamu görevlisinin, siyasetçinin cezaevinde olduğuna tanık olmadık.

28 Şubat’ta sokaktaki kebapçılar dahi iç düşman olarak gösterilmişti. 17 yıllık AKP iktidarında soğan, patates, elinde doları olan dahi terörist oldu. 28 Şubat’ta herkes fişlenmişti. Şimdi de fişleniyor. O kadar çok terörist üretildi ki kişi başına düşen milli geliri aştı! AKP, değiştirme iddiasıyla iktidara geldiği düzene o kadar çabuk benzedi ki, vesayetin ve statükonun bayrağını hiç yere düşürmedi! İktidarın kullandığı 10 kelimeden 9’u otoriter devletin dilidir. Beka, düşman, hain, ihanet vs. Sıralanıp gidiyor. İktidarın ağzından demokrasi lafı çıkmıyor. Barış lafı çıkmıyor. Adalet lafı çıkmıyor.

Reform dediniz, tüm değerleri deforme ettiniz. Anormal olan ne varsa normal hale getirdiniz.
Hukuk dışılığı kaldırmanın yolu, hukuku ortadan kaldırmaktır. Şu an yapılan tam da budur. Bakınız! Demirtaş ve Yüksekdağ dahil tutuklu HDP’lilerin fezleke ve iddianamelerini hazırlayanlar Cemaat'in savcı ve hakimleridir. Üstelik bazıları da şu an cezaevindedir. FETÖ’cülerin fezlekesiyle tutuklanan Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın tahliyesini engelleyen kimdir? Bizzat AKP Genel Başkanıdır. Demirtaş, Yüksekdağ ve tutuklu tüm seçilmişler derhal serbest bırakılmalı. Hukuksuzluğa son verilmelidir.

Cemaat, paralel devlet kurmaktan, darbe girişiminden yargılanıyor. Ama o paralel yapıt döneminde yapılan hukuksuzluklar aynen devam ediyor. 2009-2012 arası cemaatin paralel devletinde 10 bin Kürt siyasetçi tutuklandı. 2015’ten bu yana ise gözaltına alınan HDP’li sayısı 15 bin dolayındadır, 5 bini tutukludur. Peki, ne değişti? 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL rejimiyle Kürtlere, toplumsal muhalefete, demokrasi mücadelesi verenlere karşı yöneltilen hukuksuzluk düzeni, darbeyi aratmayan uygulamalar aynen devam ediyor.

Sayın Milletvekilleri,

Anayasa ve hukuku yok sayan bir sistemin varlığına her gün yaşanan örnekleriyle tanık oluyoruz.  Nerede görüyoruz bunu? Kayyım gaspında. 6’sı mazbatası verilmeyen toplam 34 belediyemize hukuksuzca el konulup kayyıma teslim edildi. Seçilmiş 17 belediye eşbaşkanımız şu an tutukludur. Kayyım belediyeleri askeri kışlaya dönüştürülmüş durumdadır. Halkın belediyeleri halka kapatılmıştır.

Anayasa’nın 67’inci maddesi ne diyor? “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”

Kayyım düzeniyle halka Anayasa'da tanınan seçme, seçilme hakkı resmen ortadan kaldırılmıştır. Seçmen iradesi ve Anayasa yok hükmünde sayılmıştır.

6 milyon insanın oyunu hiçe sayıp halk iradesinin karşısına kayyımı dikmek “Siz seçseniz de yönettirmeyiz” demek darbe değil midir? Ve kayyım sadece bizim belediyelerimiz için değil tüm ülke sathına yayılmak istenen bir rejim biçimidir. Yereli, yerel demokrasiyi ortadan kaldıran, tekçi merkeziyetçi sistemi yerellerde de devreye koymak isteyen bir anlayışın varlığını herkes görmelidir.

İktidarın iddiası; HDP’li belediye başkanları teröre bulaşmış,  dağa para göndermiş! Tek bir belge, kanıt var mı? Yok. Hepsi laf! Hepsi yalan! Görevden alınıp tutuklanan eşbaşkanlarımızın görev süresinde geçirdiği tek bir soruşturma dahi yoktur.

Kayyım atamaları siyasi bir operasyondur. AKP seçimle elde edemediğini kayyım zoruyla ele geçirmektedir. Belediyeler kayyımların hırsızlığı, yolsuzluğu nedeniyle zaten borç ve haciz batağındadır. Personel maaşı zar zor ödeniyor.

Paralar nereye gitmiş biliyor musunuz? Ben size söyleyeyim. Sayıştay da bunu tespit etti.
Kayyımların şatafatına, fıstıklı kadayıflarına, bakanlara yalakalık olsun diye alınan hediyelere gitmiş!

Kayyımların yolsuzluk suçu Sayıştay raporlarıyla sabittir. Yerellerde adeta yolsuzluk düzeni kurulmuştur.

İlla teröre destek aranacaksa cemaate “ne istediniz de vermedik” diyenlerde aranmalıdır. Yolsuzluk, yasa-dışılık aranacaksa Kayyımlarda aranmalıdır. Kayyım hırsızlıklarını ortaya çıkartan HDP’li belediyelerde değil!

Sayın Milletvekilleri,

Kayyımın asıl hedefi eşbaşkanlıktır. Eşbaşkanlık sistemi; eril, tekçi sisteme karşı geliştirilen alternatif bir modeldir. Eşbaşkanlık sistemi, tüm kadınlar için büyük bir kazanım olarak Türkiye Demokrasi tarihine geçmiştir. Eşbaşkanlık; demokratik, ahlaki ve politik toplumun siyaset dilidir. Eşbaşkanlık; toplumu özgür, eşit, demokratik yönetmenin kurumudur. Tek başkanlığın, tek adam yönetiminin panzehiri eşbaşkanlıktır.

19 Ağustos’ta başlayan kayyım darbesinde esas hedef eşbaşkanlık sistemimiz olmuştur. Kayyım atanan belediyelerimizin kadın eş belediye başkanları şuan tutukludur. Eşbaşkanlık kurumunun hedef alınmasının en büyük nedeni, erkeklik rejimindeki ısrardır.

Kayyım; kadınların iradesine yöneltilmiş siyasal bir şiddettir. Önceki kayyımlar atanır atanmaz il olarak yerel yönetimlerimizdeki kadın kurumlarını, şiddete karşı çalışma yürüten kadın merkezlerini kapatmıştır. Kadın düşmanlığı kayyım rejimiyle sürdürülmektedir. Sokakta kadını hedef alan şiddetle, siyasal alanda eşbaşkanlığı hedef alan siyasal şiddet aynı erkek iktidar zihniyetinin bir yansıması olarak karşımızdadır.

Biz HDP olarak buna eyvallah demeyeceğiz. Eşbaşkanlıktan asla vazgeçmeyeceğiz. Bir milim geri adım atmayacağız. Tek başkanlık değil ‘Eşbaşkanlık’ demeye devam edeceğiz.

İktidarın gaspçı kayyım zihniyetini, kayyım darbesini her yerde teşhir etmeye devam edeceğiz. Halkın iradesine sahip çıkmak onurdur. Bu onura bizler sahip çıkacağız. Kayyımları gönderene kadar yılmayacağız, hukuki demokratik mücadelemizi daha da büyüteceğiz.

İktidar kayyımlarla asla başaramayacaktır! Başarsaydı Umumi Müfettişler başarırdı. Onlar kaybetti, bugünkü kayyımcılar da kaybedecektir! Yarın halkın önüne sandık konulsa kayyımcılar tarihin en büyük tokadını yiyecektir.

Demokrasiden, halk iradesinden yana olan herkesi, demokratik siyaset yürüten tüm kesimleri iktidarın kayyım darbesi karşısında sessiz kalmamaya çağırıyoruz. Halk iradesini temsil eden bu parlamentoyu da kayyım hukuksuzluğu karşısında tavır almaya çağırıyoruz. Meclis halk iradesinin, seçilmişlerin iradesinin yanında mı, yasadışı kayyımların yanında mı; durduğu yeri belirlemelidir.

Değerli Milletvekilleri,

Ülke manzarası ne yazık ki hiç de iç açıcı değildir. Hukuku, seçilmiş iradeyi,  özgürlükleri bitiren AKP, ülkeyi en büyük krizlerle karşı karşıya getirdi. 17 yıl önce “işsize iş, aşsıza aş” vaadiyle iktidara geldi. Şimdi iş isteyene “Her üniversite mezunu iş bulmak zorunda değil” yanıtını veriyor. Açlık sınırının altındaki asgari ücretliye “Günde 3 öğün simit yerseniz maaşınız artar” deniliyor. İşsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet, adaletsizlik diz boyu oldu. Tabi ki kriz Sarayın penceresinden bakınca görülmez. 'EYT’lilere para yok' derken tek kullanımlık mutfak takımına eski parayla 1.4 trilyon, çatal bıçak takımına 1.5 trilyon, mefruşata 3.8 trilyon, giyeceklere 6.1 trilyon hediyelere 2 trilyon lira para harcayan Saray’dan halkın yoksulluğu, sefaleti görülmez.

Ekonomisi çökmüş bir düzen yolsuzlukların, yoksullukların, tükenmişliklerin düzenidir. Toplum bir yandan insanca yaşam standartlarını hızla kaybederken diğer taraftan yandaş bir kesim yoksullaşan halkın hakkı üzerinden palazlanmıştır!

Alımı yapılan bir top kâğıttan bir iğneye kadar her alanda soyguncuların, talancıların başat olduğu bir dolandırıcılık düzeni tam anlamıyla hayat bulmuştur. Sonuç olarak yoksulluk, açlık, çaresizlik, içine mahkum edilen milyonların içine sürüklendiği trajik tablo ortaya çıkmıştır. Çaresizlik içindeki insanlar kendilerini bu acımasız çarktan kurtarmaya çalışmaktadır.

Nitekim bugün ülkede ucuz ve kolay olan tek şey kalmıştır! Ölüm! Toplum Türkiye tarihinde hiçbir dönemde görülmemiş şekilde büyük bir yıkımla baş başa bırakılmıştır.

İktidar her seçimde halktan yetki istedi. Aldı. Ama hiçbir sorunu çözmedi. “Sistemde sorun var yetkiler tek kişide toplansın tüm sorunları çözeceğiz” denildi. Kurulan tek adam sistemi en büyük sorun haline geldi. İktidar, “Türkiye şaha kalkacak, uçacak” dedi. Sarayın harcamaları, şatafat, israf, enflasyon, dolar uçtu, şaha kalktı.

Kitlesel işsizler, KHK zulmüyle aç ve yoksul bırakılan emekçi milyonlar, atanmayan öğretmenler, kapanan işyerleri, borç batağında bir toplum, artan intiharlar, artan zamlar vergiler… Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin özeti budur. Çökertilen bir ülke!

Yarına umutla bakabilen, gelecek hayali kurabilen tek bir kişi kalmadı. İnsanların gelecek hayalinden bile çalındı. Güvenilecek ne bir adalet ne de bir hukuk sistemi bırakıldı. “Biz ve onlar” diyerek toplum ayrıştırıldı. Kutuplaştırıldı. İnsanlar birbirinin yüzüne bakmaz hale getirildi. 

17 yılda ekonomiden, demokrasiye, insan haklarından inanç sorunlarına bu iktidarın çözdüğü tek bir sorun yoktur. 'Reform' dediniz, insanların inancına varıncaya kadar tüm değerleri deforme ettiniz. 'İşkenceye sıfır tolerans' dediniz. İşkence yapanlara tolerans gösterdiniz. 'Üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü' dediniz, Saray hukukunun üstünlüğünü kurdunuz. 'Bağımsız yargı' dediniz, yargının düğmesini Saray'a iliklediniz! 'Demokratik devlet' dediniz polis devleti kurdunuz. 'Özgürlükler artacak' dediniz, 'ekonomik kriz' var diyenleri dahi eline kelepçe vuruluyor.

Aleviler yıllardır çözüm bekliyor. Bulduğunuz çözüm “Ali’siz Alevilik”. 'Kürt sorununu çözeceğiz' dediniz. Neredeyse her bir Kürd'ün başına birer kayyım atayacaksınız.  

Kadınlar eşitlik istiyor, özgürlük istiyor. Yaşam hakkının korunmasını istiyor. Çözümünüz “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” oldu.

Sağlığı beton yığınağına dönüştürdüğünüz şehir hastaneleriyle müteahhitlere, eğitimi cemaat tarikat vakıflarına teslim ettiniz.

Sosyal güvenliği sosyal güvensizliğe dönüştürdünüz. İşsizliği önleyeceğiz dediniz, işsiz kitleler yarattınız. 'Fabrikalar yapacağız' dediniz. Cezaevleri yaptınız. 'OHAL’i biz kaldırdık' dediniz, OHAL’i geri getirdiniz.

'Yeşil alanı arttıracağız' dediniz, kasanızdaki yeşili arttırdınız. Kaz Dağı'ndan, Hasankeyf’e, Munzur’dan Kuzey Ormanlarına varıncaya kadar her yeri şirketlere talan ettirdiniz.

'Komşularla sıfır sorun' dediniz; karada sorun yaşamadığınız tek bir ülke kalmadı, şimdi sıra denizlere geldi. Gerginliği denize taşıdınız. Tek dostunuz; Putin, bir de ÖSO ve diğer cihatçı gruplar.

'Avrupa Birliği’ne üyelik stratejik hedefimizdir' dediniz. Köprüleri attınız. Şimdi Avrasya Birliği’ne girmeye çalışıyorsunuz.

'Kimsenin toprağında gözümüz yok' dediniz; Kuzey Suriye’ye yerleşmeye, halkı yerinden yurdundan etmeye çalışıyorsunuz.

Ne söz verdiyseniz tersini yaptınız. Ne yaptıysanız tersini söylediniz! Ne diyelim? Bunları yaparsa ancak AKP yapar!

Sayın Milletvekilleri,

Türkiye uluslararası hukuka aykırı bir biçimde 9 Ekim’den buyana Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında hakimiyet kurma peşinde. Oysa sınırın o tarafından bu tarafa tek bir çakıl taşı dahi atılmadı. Hükümetin söyleyemediği gerçek şudur: Kürtler orada, Kuzey Suriye halklarıyla birlikte demokratik bir gelecek inşa etmesin. Söz sahibi olmasın. Bütün mesele budur.

Türkiye’de kayyım atamalarıyla, Kuzey Suriye’de operasyonlarla Kürtlerin iradesini engellemeye çalışan bu iktidarı 5 yaşındaki çocuk dahi görüyor, biliyor.

Moskova’ya gidiyorsunuz “Aman Kürtler Suriye’de irade olmasın” diyorsunuz. Washington’a gidiyorsunuz derdiniz Kürtler! NATO toplantısına gidiyorsunuz, gündeminiz Kürtler. Çünkü içeride ve dışarıda tüm politikanızı Kürt karşıtlığı üzerine kurdunuz! Yeter ki Kürtler dünyanın hiçbir yerinde söz sahibi olmasın! Tüm çabanız ve gayretiniz buna yöneliktir.

Peki, soruyorum: Kürtler kaybedince Türkiye kazanmış mı oluyor? Kuzey Suriye’de Kürtler yerlerinden yurtlarından olunca Edirne’nin, Ardahan’ın, Trabzon’un sorunları mı çözülmüş oluyor? Kürtler Suriye’de kaybedince Türkiye’de işsizlik, yoksulluk mu azalıyor? Asgari ücret mi artıyor? Enflasyon mu düşüyor? Kürtlerin kaybetmesi için yürütülen her siyaset, Türk halkına kaybettiriyor. Türk halkının bunu görmesi gerekiyor. Kürtler kaybederse Kuzey Suriye’de IŞİD yeniden canlanacaktır! IŞİD’in büyümesi bu kadar çok mu arzulanıyor? IŞİD karanlığı kaybedince Türkiye de mi kaybetmiş oluyor? Ne yazık ki Kürt sorunu çözülmediği için, Kürt düşmanlığından vazgeçilmediği için Kürt de Türk de kaybediyor. Tüm coğrafya kaybediyor.

2013-2015 arasında Sayın Öcalan çözüm için tarihsel önemde adımlar atmıştı. Hem içeride hem Suriye’de demokratik bir süreç ilerleyecekti. Ve bu mesele içeride çözülecekti. Hükümet, iktidar hesapları nedeniyle Dolmabahçe Mutabakatını reddetti. Masayı devirdi. 5 Nisan 2015’ten itibaren İmralı tecridini başlattı. Bugün İmralı tecridiyle demokrasi, barış ve çözüm umutları tecrit altındadır. Halkların demokratik geleceği tecrit altındadır.

Hatırlayalım Sayın Erdoğan ne demişti 2010’da: “Güvenlik kaygılarının ön plana çıkmasından kim kazanacak? 26 yıldır süren bu olayların bir kazananı var mı? Eğer demokratik açılımlardan vazgeçersek, Türkiye kaybeder. Biz vazgeçmeyeceğiz. Savaş kolaydır, barış zordur. Biz zor olana talibiz” demişti. 

Zor olan aslında barış değildir, sözün arkasında durmaktır. Kolay olan ise sözden dönmektir. Kolay olan seçildi ne yazık ki!

10 yıl önce güvenlik kaygılarının ön plana çıkmasının kazananı yok derken, şimdi nerede duruyor? Demek iktidarı kazanıyor ki güvenlikçi politikaya sımsıkı sarılmış durumdadır.

Bir kez daha vurguluyoruz: Çözümsüzlüğün, tecridin, savaş politikalarının bir kazananı olmayacaktır! Kürt sorununa güvenlikçi politikalarla yaklaşan tüm iktidarlar dağıldı ve gitti. AKP de eninde sonunda o kervana katılacaktır! Kürt sorununu çözmediniz. Ama Kürt sorunu sizi çözecektir!

Ne yazık ki çözümsüzlüğün bedelini her zaman toplum ödüyor. Hem canıyla ödüyor. Hem de ekonomik olarak ödüyor. 2020 yılı bütçesinde savunma harcamaları için 141,1 milyar TL ayrıldı.
Halkın vergileri dağa taşa bomba olarak yağıyor. Türkiye halkının vergisi Kuzey Suriye halklarının yerinden yurdundan edilmesi için harcanıyor. Halkın vergisi ÖSO çetelerine maaş olarak gidiyor.
 
"Barış Pınarı"ndan çocukların kanı akıyor. Geçen hafta Tel Rıfat ilçesindeki bombardımanda 8’i çocuk 10 sivil hayatını kaybetti. Roboski’yle Tel Rıfat aynı trajediyi yaşadı. 9 Ekim’den buyana 478 sivil hayatını kaybetti! Elbette Kürt halkı bu yaşadıklarını da, bunu yaşatanları da unutmayacaktır. Tarih de unutmayacaktır.

Kürt halkında tarihin en büyük kırılmasını yarattınız. Bu kırılma size de yansıyacaktır. Sizin iktidarınızda da kırılma yaratacaktır. O kırılma çoktan başlamıştır bile. Barış Pınarı'ndan size iktidar çıkmayacaktır. Ve şunu hiçbir zaman unutmayın: Kürt halkının iradesini tanımadan, Kürtlerle içeride ve dışarıda barışmadan hiçbir politika geliştiremezsiniz. Geliştirseniz de başarma şansınız yoktur.

Bu yüzyıl Kürt halkının kazanacağı, tüm dünya halkları gibi kimliğiyle, diliyle, kültürüyle özgürce ve onurluca yaşayacağı bir yüzyıl olacaktır. Bunu kimse, hiçbir güç engelleyemeyecektir.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

HDP olarak, ısrarla ve inatla savaşa karşı çıkmaya, barışı kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz. Demokrasinin, adalet duygusunun ortadan kaldırılmak istendiği bir süreçte Türkiye halklarının tek umudu ve cesaret kaynağı HDP’dir. Halkları, renkleri ortak duyguda, değişim iradesinde, mücadele dayanışmasında ve özgür gelecek hedefinde birleştiren HDP’dir.

7 Haziran’dan başlayıp 31 Mart ve 23 Haziran’a varıncaya kadar tüm seçimlerde partimiz demokratik bir seçenek yaratmıştır. Bu iktidarın gidebileceğine, değişimin mümkün olduğuna olan inancı güçlendirmiştir. Bu seçenekte ısrarlıyız, kararlıyız.

İşte bu nedenle iktidarın hedefindeyiz. Şu an binlerce seçilmişi, yöneticisi, üyesi tutuklu bir partinin Eşbaşkanı olarak konuşuyorum. Partimize yönelik adeta bir düşman hukuku işletilmektedir. İktidarın emriyle polis ve yargı HDP’li avına çıkmıştır. Son bir ayda 350 partilimiz gözaltına alınmış, çoğu tutuklanmıştır. Her gün bir il ilçe örgütümüze baskın yapılmakta, yöneticilerimiz gözaltına alınmaktadır.

İktidar, 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde kaybetmiş olmasının siyasi intikamını emrindeki devlet, yargı ve polis gücünü kullanarak HDP’den almaktadır. Bu siyasi mertliğe de, siyasi ahlaka da sığmaz!

Bakın en son Elbistan İlçe yöneticimiz 70 yaşındaki Ali Kısa ile eşi Elif Kısa tutuklandı. Üstelik bakmakla yükümlü oldukları iki engelli çocukları var. Onlar şimdi anne babasız kaldı. 70 yaşındaki insanı parti yöneticiliği yaptı diye cezaevine atmak düşman hukuku değildir de nedir?

Suruç Belediye Eşbaşkanımız Hatice Çevik tutuklandı. Kızlarını Ankara Gar katliamında IŞİD katletti. Kızını IŞİD katlediyor, annesini ise bu iktidar tutuklatıyor. Bu düşmanlık hukuku değildir de nedir? Bir aile hem IŞİD’in, hem iktidarın ortak hedefi nasıl olabiliyor? Bunun cevabını iktidarın vermesi gerekiyor!

HDP’ye karşı devreye konulan planın farkındayız. HDP şahsında demokratik siyaset alanı topyekün tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. İktidarın; HDP’siz parlamento, HDP’siz yerel yönetimler, HDP’siz siyaset, HDP’siz yaşam planlarını görüyoruz. Kürtsüz Kuzey Suriye planının buradaki ayağı da HDP’siz Türkiye’dir.

Ama iktidar yanılıyor. Türkiye AKP’siz yapar ama HDP’siz yapamaz! Çünkü HDP halklar arası bir köprüdür. Halkları birleştiren tek siyasi güçtür. HDP’siz değil ama AKP’siz bir Türkiye’nin çok da uzakta olmadığını şimdiden size hatırlatmak isteriz. HDP, siyasi oyunları, siyasi hesapları bozmaya devam edecektir. HDP bitmez! Bitirilemeyecektir. HDP diz çökmez, diz çökmeyecektir. Tek bir HDP’li de kalsa, HDP’nin ilkeleri, demokratik mücadelesi yaşayacaktır. Gücümüzü halktan, demokratik mücadeleden ve inandığımız ilkelerden alan bir siyasi hareketiz. Bizi bir arada tutan; makam, mevki, rant değildir. Mücadele kararlılığıdır. Dayanışmadır. Halka,  özgürlüğe, barışa, demokrasiye olan adanmışlıktır.

1994’te DEP milletvekilleri yaka paça bu sıralardan atıldı. Atanlar şimdi nerede? Hepsi bir kenara atıldı, siyaseten yok oldular gittiler. Ama biz yine buradayız. Biz çoğala çoğala, büyüye büyüye geliriz. Bizi tasfiye etmek isteyenler ise azala azala gitmişlerdir ve azala azala gitmeye devam edeceklerdir! Gidene yol vermek gerekir. Yol verilmezse o yoldan olunur.

Şu saatten sonra bu iktidardan zerre kadar bir çözüm beklentimiz yoktur. Toplumun da AKP’den bir beklentisi ve umudu kalmamıştır. Çünkü bu iktidarın bir inandırıcılığı kalmamıştır.

AKP’nin siyasi hikâyesi bitmiştir. Sürdüremiyor. Yürütemiyor. Yürütemeyecek de. Zaten AKP diye bir yapı da kalmamıştır. Kayyımcı Saray yönetimi vardır. O da gidicidir. Kurulan Cumhurbaşkanlığı Kayyım sistemi siyasi iflasın eşiğindedir. Halklarımız rahat olsun! Çözüm de umut da biziz, halkın kendisidir. Türkiye’nin demokratik vicdanıdır. Toplumsal muhalefetidir. Ezilenlerdir, emekçilerdir, kadınlardır. Ezilenlerin sorununu ezenler, sömürülenlerin sorunlarını sömürenler çözmez. Adaleti, adaletsizliğe yol açanlar getiremez. Halkların elini, halk iradesini yok sayanlar tutamaz. İyiliği kötülük, aydınlığı karanlık getiremez. Yoksulluğu, yolsuzluk yapanlar bitiremez. Halkın derdini ancak halk gibi düşünenler, saraylarda değil halkın içinde yaşayanlar anlar. Mevlana’nın dediği gibi aynı açıdan değil aynı acıdan bakarsak dertlerimize çare olabiliriz. Kibire batanlar, güce tapanlar, halka tepeden bakanlar bu halkı anlayamaz. Derdine çare olamaz.

Türkiye tam bir yol ayrımındadır. Yönetilemiyor. Ya bu şekilde çökmeye, uçurumdan yuvarlanmaya devam edecektir, ya da başka bir çıkış yolu bulacaktır. Çıkış yolu vardır. Halkın kendisidir. Demokrasidir, içeride ve dışarıda kalıcı bir barıştır, herkesi kuşatan gerçek bir adalettir, özgürlüktür. Demokratik çoğulcu yeni bir anayasadır. Demokratik yerel yönetimler ve güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistemdir. Ve merkezi yönetimde, yerel yönetimde eşbaşkanlıktır.

Bunun için bu iktidarın biran önce gönderilmesi gerekiyor. En geniş demokratik toplumsal ittifakla, halkların ittifakıyla, kadınların ittifakıyla, emekçilerin, işçilerin ittifakıyla bunu başarabiliriz. Başaracağız. Bu nedenle erken seçim çağrısı yapıyoruz. Sandık biran önce halkın önüne konulmalıdır. Erken genel seçim tüm siyaset kurumunun ve toplumun acil gündemi olmalıdır. Yarın seçim olsa iktidarı kaybedecek bir yönetimin gelecek on yıllarımızı ipotek altına almasına izin vermeyelim!

Haziranlar umuttur, Haziranlar cesarettir!
Haziranlar Başarı ve zaferdir!

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Toplumun yarısını oluşturan kadın her alanda dışlandığı, yok sayıldığı gibi bu bütçede de yoktur.

Bütçelerin temel hedefi, kaynakların eşit dağılımı yoluyla toplumdaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmaktır. 2020 yılı bütçesi de öncekiler gibi eşitsizliği kaldırmıyor, arttırıyor. Sokaktaki şiddetle bütçe arasındaki bağ ortadadır. Bütçede toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamadığınız, kadınları güçlendirmediğiniz zaman ekonomik şiddetin, oradan da fiziki şiddetin önünü açmış olursunuz. Evet, bu bütçe ekonomik şiddet içermektedir.

Kadına yönelik erkek ve devlet şiddetinin bu kadar artması ve her gün onlarca kadının katledilmesi şiddet ile iktidarını ayakta tutan ve meşrulaştıran AKP iktidarının, cinsiyetçi, milliyetçi, mezhepçi politikalarının sonucudur.

2019 yılının ilk 11 ayında 439, sadece Kasım ayında ise 39 kadın, büyük bir kısmı eşleri veya aile bireyleri tarafından katledildi. Sizler her gün yatağınıza girip uyuduğunuzda o gün en az 5 kadın öldürülmüş oluyor. Siz uyuyorsunuz kadınlar ölüyor!

En son 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Sevgili Ceren Özdemir katledildi. Ceren hükümetin ağır ihmali sonucu katliama giden yolları açılmış bir katilin saldırısı sonucu katledilmiştir. Şimdi çıkıp polisin başarısı ile övünenler var.

Sormak istiyorum; bir katilin ikinci cinayeti işledikten sonra, bir yaşamı daha söndürdükten sonra tutuklanmasının neresi başarıdır! Cinsiyet eşitliğine inanmadığını beyan eden bir hükümet kadınların maruz kaldığı her türden sorunu, engeli ve şiddeti aşma basiretini elbette gösteremez!

Tepeden tırnağa hiçbir devlet kademesinde kadının hakkı da hukuku da yoktur! Hükümetin bütün politik söylem ve icraatlarında hakta hukukta erkeklerindir! Hükümetin sahasında kadınlar; erkeklerin sözüne, gücüne, kararına tabidir!

Kadınlar şunu bilmelidir ki İstanbul Sözleşmesini ve kadınların nafaka hakkını ortadan kaldırmak isteyen, kadın cinayetlerini önlemek için mecliste komisyon kurulmasını engelleyen bir iktidar zihniyeti kadına şiddeti önlemez.

Bütün kaynakları güvenliğe ayırıyor, bütün harcamaları güvenliğe yapıyorsunuz. Ama kimin güvenliğine? Zira ülkede güvenlik yok! Bu ülkede bir tek kişi bile güvende değildir! Her gün istismara uğrayan çocuk da, her gün şiddet gören kadın da, güvencesiz güvenliksiz ortamda çalışan işçi de, seçimlerde sandığa atılan oylar da, çevre de, doğa da, insan sağlığı da güvende değildir.

Hükümetin kendisinin bizzat devletin kendisini tehlikelerin kaynağı ve baş aktörü haline getirdiği bir ülkede bu cop güvenliği, bu silah güvenliği, bu cephane güvenliği olsa olsa sadece bu siyasi iktidarın bekasının güvenliğini sağlamak içindir! Başka da bir şey için değildir!

Bu anlayış ülkeyi faşizmle teslim almaya çalışmakta genç, yaşlı, kadın, bebek herkes bu baskılar altında ezilmeye çalışılmaktadır! Bugün itibariyle yüzlerce bebek anneleriyle beraber kaldıkları hapishanelerde büyümektedir! Maruz kaldıkları olumsuz şartlar ise içler acısıdır! Çocukları hapishanelerde büyüyen bir ülke geleceksizdir!

İktidarın yarattığı geleceksizliğe karşı kadınlar olarak, toplum olarak mücadele edersek, ortak geleceği, aydınlık geleceği hep birlikte yaratabiliriz. Kadınları eşitsizlikten, şiddetten, baskıdan kurtaracak olan kadınların ortak mücadelesidir. Bütün kadınları bu anlamda ortak mücadeleye çağırıyorum. Ben inanıyorum ki kadınlar bunu başaracaktır. Kadınlar gelecektir. Gelecek kadınlardır.

Sözlerime Gandhi’nin sözüyle son vermek istiyorum:  “Adaletsizliği, adaletle yıkmak gerekir”.
Adaletsizlik mutlaka ama mutlaka adaletle son bulacaktır.
 
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

9 Aralık 2019