Buldan: İçinde HDPnin de yer aldığı yeni bir yönetime ihtiyaç var

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın Mezopotamya Ajansına verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Kürtler kolay bir lokma değil” diyerek, ittifak ilkelerini bir deklarasyonla açıklayacaklarını söyledi. “Dolmabahçe’de yerimizi kim değiştirdiyse süreci o bitirdi” diyen Buldan, “Öcalan devreye girdiği an barış ve demokrasinin yolu açılır” dedi. 

Türkiye gündemi erken seçim ve partilerin ittifak tartışmalarıyla ısınmaya başladı. Son açıklanan anketlerde tabanda erime yaşayan AKP-MHP cephesi, Cumhur İttifakı’nı genişletme çabası arayışına girdi. AKP-MHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi üzerinden bir yandan ittifakını güçlendirmeyi, diğer yandan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) başını çektiği Millet İttifakı’nı parçalamayı hedefliyor. AKP-MHP, aynı zamanda 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı’nın birçok kenti kazanmasını sağlayan Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik “öcüleştirme” politikası yürütüyor. Bu politikayla, HDP ile Millet İttifakı içerisindeki partilerin açıktan yapacağı ittifak ve ülke sorunlarının çözümünde oluşacak ortak zeminin hedeflendiği belirtiliyor.  

Millet İttifakı, tüm bunlara rağmen HDP ile arasına koyduğu mesafeyi kaldırmazken, HDP’li yetkililer son günlerde sürecin artık 2019’daki şekliyle yürütülmeyeceğini vurguluyor. HDP’li yetkililer, sokağa taşıdıkları buluşma ve mitinglerde de muhalefete “demokratik ortak zemin” çağrısı yaparak, “üçüncü yol çizgisi”nde mücadele vereceklerinin altını çiziyor. 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin iki koldan başlattığı buluşmalar, kapatma davası, ittifak tartışmaları, iktidar ve muhalefetin durduğu nokta ile Kürt sorunu başta olmak üzere ülkendeki gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı.  

Partinize yönelik kapatma davasından sonra sahaya çıkma kararı aldınız. İki koldan miting ve buluşmalara başladınız. İlk adresiniz de parti çalışanı Deniz Poyraz’ın katledildiği İzmir oldu. Sokaklara taşıdığınız eylem ve etkinliklerle neyi hedefliyorsunuz?  

Kapatma davası bugün Türkiye’nin ana gündemi olabilir. Ama HDP’nin çok gündeminde olmayan bir konu. HDP’nin kapatılmasını düşünmediğimiz için halkımızla bu sürece sahip çıkmanın yol ve yöntemi elbette ki buluşmalardır. HDP’nin kapatılmayacağı mesajını iktidara vermek, bizi yerellere, halkla buluşmalarına ve etkinliklere yöneltti. Böyle bir kararı o yüzden aldık. Halkın bize sahip çıktığını, çıkacağını, HDP’nin hukuken kapatılamayacağını göstermek adına halka buluşmalarımızı başlattık. Bugün Antep’teyiz ama startı İzmir’den verdik. Deniz Poyraz, 17 Haziran’da İzmir’deki İl Örgütü binamızda katledilen bir arkadaşımız. Dolayısıyla o görüntüyü oradan vermek önemliydi. Ama bunu sadece HDP olarak yapmadık. İzmir’deki tüm demokrasi güçleriyle birlikte o görüntüyü verdik. Bu önemliydi. 

CHP ve sivil toplum örgütleri vardı. Bilmediğimiz ve tanımadığımız kesimler de vardı. Belki ilk defa HDP’ye gelen, ilk defa HDP’yle görünen kesimler vardı. Bu dönem açısından bunu önemli bir mesaj olarak görüyorum. Yaz ayı boyunca, 1 Eylül’e kadar programlar böyle devam edecek. Başka bölgelerde ve illerde kapatma davası karşısında halkımızla birlikte “HDP’yi kapatamazsınız” mesajını iktidara vermek için yollara çıktık.

Mitinglerin yanı sıra parti olarak “Örgütlenelim, faşizmi yenelim, tecridi kıralım” başlığı altında kentlerde buluşmalar gerçekleştiriyorsunuz. En son Diyarbakır’da 3 günlük bir buluşma gerçekleştirdiniz. Bu buluşmalarla neyi amaçlıyorsunuz? 

Eş başkanlar her yere yetişemez. Partinin bütün organları, MYK, PM, vekil grubu, Kadın Meclisi, Gençlik Meclisi, bütün kesimler halk buluşmaları gerçekleştiriyor. Antep’te olduğu gibi sokakta ve meydanlarda miting havasında buluşmalar yapılıyor. Bazı yerlerde de sivil toplum örgütleriyle salonlarda buluşmalar yapıyoruz. Bunlarla onların bizlerden beklentilerini, sorularına cevap verebileceğimiz ortamı hazırlıyoruz. Diyarbakır’da da bir etkinlik yapıldı. HDP’nin gündeminde elbette Türkiye’nin sorunları var. Türkiye’nin sorunları içerisinde faşizan bir iktidarın olduğu, Kürt halkına, Türkiye demokrasi güçlerine, muhalefete, muhalif kesimlere zorla, zorbalıkla, hakaretle ve farklı yöntemlerle saldıran bir iktidar var. Bunu halkla paylaşmak istiyoruz. Halka bunları anlatıp, üstesinden nasıl gelebileceğimizi soruyoruz. 

Elbette gündemimizde tecrit de var. Tecrit ülkenin en önemli gündemlerinden biri. Bununla birlikte süren açlık grevi eylemleri de var. Ancak açlık grevleri hala Türkiye’de gündem olabilmiş değil. Biraz da açlık grevlerini gündem yapabilmek, açlık grevlerine giren insanları sahiplenmek, bunu halkımızın gündemine sokabilmek için bu buluşmaları gerçekleştiriyoruz. Tecridi nasıl kıracağımızı da tartışıyoruz. Uzun süredir Sayın Öcalan ile görüşmeler yapılmıyor, avukat ve aile görüşleri yok. En son bir bir telefon görüşmesi yapıldı ve bu da yarıda kesildi. Şimdi Kürtlerin böyle bir hassasiyeti var. Halkın bu hassasiyeti doğrultusunda tecridi de konuşmak üzere bu buluşmaları gerçekleştiriyoruz.

Kapatma davası iddianamesi partinize gönderildi; ikinci defa hazırlanan iddianameyi nasıl değerlendiriyorsunuz?  

İlk gelen iddianameyle, ikinci iddianame arasında çok büyük bir fark yok. Sadece içerisinden yaşamını yitirmiş insanları çıkarmışlar. Çünkü onlara da siyasi yasak getirme talebi vardı. Bir kaç kişiyi elemişler. Bu kez gönderilen iddianame de diğerinin tıpkısı. Dolayısıyla geçen sefer oy birliğiyle reddedilen iddianamenin, bu sefer aynı saiklerle yeniden hazırlanması ve oy birliğiyle kabul edilmesinin altındaki neden elbette siyasidir. İktidarın küçük ortağının (MHP) tasfiyesiyle, baskısıyla, ısrarıyla böylesi bir iddianamenin Saray’dan bir talimat gelmeden kabul edilmeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Çünkü hukuken reddedilmesi gereken bir iddianame. Siyaseten üzerlerinde bir baskı olduğu çok açık ve net olarak ortaya çıkıyor ki, böyle bir iddianameyi kabul ettiler.

Buna karşı bir hazırlığımız var elbette. Bu iddianame karşısında elbette sessiz kalmayacağız. Her türlü savunmamızı hukuken ve siyaseten yapacağız. Bunun hazırlıklarını başlattık, devam ediyor. Türkiye’deki önemli hukukçular, tecrübeli avukatlar var. Geçtiğimiz günlerde bir toplantı gerçekleştirdik, iddianamenin siyasi bir iddianame olduğuna kanaat getirdik. Bunun üstesinden ancak ve ancak siyasi hamlelerle gelebiliriz. Hukuken de yapılması gerekenler var elbette. Bütün bunları değerlendirdik, bu sürece hazırlığımız devam ediyor. İki üç aylık süre var gibi. İddianame bize tebliğ edildi ve süreç başlamış bulunuyor. Savunma hakkımız var, hem sözlü hem yazılı savunma hakkımız var. Avukat arkadaşlarımız takip ediyor. Yeri ve zamanı geldiğinde bütün bu süreçler işletilecek.

Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) kapatma kararı bekliyor musunuz?

Türkiye’deki hiçbir karar, adaletin, hukukun, ülkedeki hakimlerin ve savcıların kendi iradeleriyle vermiş olduğu kararlar değil. Saray’dan talimatla kararlar çıkıyor ve bunlar uygulanıyor. Saray’dan, HDP için de böyle bir karar çıkarsa, kapatılır. Ancak biz HDP’yi kapısına kilit vurulacak bir parti olarak görmüyoruz. HDP bugün bu ülkede bir fikriyattır. Her yerde mayası tutmuş, insanların artık gönülden bağlı olduğu bir parti haline gelmiş. Şimdi bu kapatma halkı, kitlelerimizi ve seçmenlerimizi bir tedirginlik havasına sokabilir mi? Sokmamalı, sokmuyor da. Çünkü herkes şunun farkında; HDP kapatılsa dahi bir alternatif mutlaka olacaktır. Partinin bütün mekanizmaları, MYK, PM’si, Kadın Meclisi bütün bu tartışmaları yürütüyor. Halka bugün başlatmış olduğumuz bu sürecin böyle bir amacı da var; halkla bu konuyu da konuşmak. 

Eğer siyaseten bir karar doğrultusunda HDP kapatılırsa, Kürtlerin, demokrasi güçlerinin ve HDP çatısı altında siyaset yapanların nasıl bir tavır sergilemesi konusunda halka da soracağız. Halka da danışacağız ne yapmamız gerektiğini. HDP olarak alternatiflerimizin olduğunu ifade edebilirim. B planımız, C planımız mutlaka var. Bir seçim döneminde halk çözümsüz kalmayacak, halk alternatifsiz kalmayacak.

Olası kapatmanın Türkiye siyasetine yansıması ne olur? 

AKP’nin ülkeyi yönetemediğinden dolayı HDP’ye kapatma davası açtığını hep söyledik. Bunu biliyoruz. HDP’siz bir Türkiye yaratmak istiyorlar. HDP, aslında Türkiye’ye bir umut oldu, çözüm arayışları var ve çözüm oldu. HDP’nin varlığından, siyasetinden ve muhalefetinden rahatsızlık duyanlar, HDP’nin kapatılmasıyla birlikte kendilerine yeni bir alan açılacağını sanıyorlar. AKP hükümeti, tekrar iktidara gelebilmek için, önündeki engeli HDP olarak görüyor. Doğru. HDP kapatılırsa sanki o engel ortadan kalkacakmış gibi bir anlayışa sahipler. Oysa HDP kapatılsa dahi, AKP’nin iktidara gelmemesi için HDP rolünü tekrar oynayacaktır. HDP seçmeni bunun farkındadır. HDP fikriyatı bu iktidarın gitmesi için o engeli oluşturmaya devam edecektir. AKP hükümetinin hedefi ve amacı bellidir. HDP’yi neden kapatmak istediği açık ve nettir. Ama onların amacını gerçekleştireceği bir sonucun çıkmayacağını da ifade etmek isterim. 

Hemen hemen her konuşmasında partinizi hedef gösteren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretine gelelim. Diyarbakır'da partinizi kastederek, “Çözümü sürecini biz başlattık ama onlar sonlandırdı” dedi. Çözüm Sürecini partiniz mi bitirdi?

Çözüm Sürecini bitiren parti AKP’dir. Onu çok açık ve net olarak söylüyorum. Çözüm Süreci çok kıymetli bir süreçti. 3 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. 2011’de başlayan, bir kısmı kamuoyuna açıklanmadan, devlet ve İmralı arasında gelişlerin ve gidişlerin olduğu bir süreç. Ama daha sonra kamuoyuna açık bir şekilde, bizim de içinde olduğumuz bir süreç. Çözüm Süreci 28 Şubat tarihinde Dolmabahçe Mutabakatı’yla aslında son aşamaya gelen bir süreçti. Fakat son aşamasında Dolmabahçe Mutabakatı okunduktan ve kamuoyuna deklare edildikten sonra bir anda düğmeye basılır gibi, hem sürecin bitirilmese hem de 1 Kasım tarihine kadar ülkede demokrasi, hukuk, hak adına herşeyin ayaklar altına alındığı bir sürece tanıklık ettik. HDP’nin 7 Haziran başarısı AKP’yi çok tedirgin etti. AKP hükümeti de bu sebeple Çözüm Sürecinin bitirilmesinde düğmeye bastı. 

Erdoğan da Dolmabahçe Mutabakatı için “Doğru bulmuyorum” demişti... 

Tayyip Erdoğan’ın o dönem “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımıyorum, doğru bulmuyorum, böyle bir şey olmadı” sözleri var. Oysa Dolmabahçe Mutabakatı’nda, mutabakatı okumak için bir araya gelen heyetin nerede oturacağına, kimin kimin yanında oturacağına bile Tayyip Erdoğan karar verdi. Biz bir ara oturduk, sonra bizi yerimizden kaldırdılar. İçeriye girip bir telefon görüşmesi yaptılar. O telefon görüşmesinden sonra bizim yerlerimizi değiştirdiler. Hatta neden böyle oldu diye sorduk. “Beyefendiye danıştık, öyle yaptık” dediler. Bu kadar açık, bu kadar net bir süreci sonradan inkar etmeleri, Çözüm Sürecini kimin bitirdiğinin aslında bir göstergesidir.

Çözüm Sürecinde vermiş olduğumuz emek, bedel ve bütün bunların ne olduğunu çok iyi biliyoruz. O süreci yürütmekten hiçbir zaman pişmanlık duymadık. Ama HDP’nin o süreçteki büyümesi, başarı elde etmesi, Türkiye halklarına umut olması ve 7 Haziran tarihinde yüzde 10 seçim barajını ilk defa kırarak parlamentoya girmesi AKP hükümetini oldukça tedirgin etti. Korkuttu. Bir nedeni de buydu. Kendi iktidarlarını ya da iktidarlığını kaybetme korkusuyla Çözüm Sürecini bitirdiler. Bir ülkenin geleceğini, Türkiye halklarının geleceğini kendi makamlarına, koltuklarına ve iktidarlıklarına heba ettiler. 

Erdoğan’ın ansızın Diyarbakır’a gelerek, 6 yıldır ağzına almadığı Çözüm Sürecinden bahsetmesinin nedeni nedir? Yine Kürt seçmenine ve mahallesine mi oynuyor? Kürtler buna kanar mı?  

Yeni bir seçim yaklaşıyor. Hep, erken seçim olur diyoruz. Onlar, hep 2023 diyorlar ama Türkiye’de hiçbir zaman seçimler zamanında olmamıştır. Türkiye’nin geleneğine bakarsanız, tarihsel olarak hiçbir örneği yoktur. Bu dönem açısından da böyledir. Bunu bir erken seçim sinyali olarak da alabiliriz aslında. İşte iktidarlarını koruyabilmek için kimlere göz kırpacak? Kürtlere göz kırpacak. Kolay lokma olarak görüyor Kürtleri. Ama tam tersi; Kürtler öyle kolay bir lokma değil. Çünkü Kürtler yüzyıllardır bu coğrafyada büyük bedeller ödediler. Çok büyük acılar çektiler. Bu bedellerin, bu acıların en büyüğünü iktidar partisi olan AKP’nin döneminde ve özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşadılar. 

O nedenle Kürtlerin artık kolay lokma olarak görünmemesi gerektiğini, AKP’nin de bu oyununu boşa çıkaracağımız yeni bir dönemi yaşadığımızı düşünüyorum. İstedikleri kadar Kürt illerine gitsinler, Diyarbakır’a gitsinler, Van’a gitsinler, Hakkari’ye gitsinler… Son zamanlarda yapılanları Kürt halkı unuttu mu? Unutmadıklarını bir kez daha kendi gözleriyle görecekler. Diyarbakır’da bunu gördüler. Karşılamaya hiç kimsenin gelmemesi, kendi kendilerine bir Diyarbakır gezisi yapıp dönmeleri aslında bunun bir göstergesidir. Kürtlerin hafızası çok güçlüdür. Diyarbakır’ın seçtiği belediye eşbaşkanları cezaevindedir. Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen de halkın iradesiyle seçilen belediye eşbaşkanlarıdır. Bunlar cezaevinde, onların yerinde kim var? Halkın iradesi olmayan atanmış bir kayyım var. Dolayısıyla seçim döneminin yaklaşmasıyla AKP, her zaman yapmaya çalıştığı gibi gidip Kürtlerden oy istiyor. En azından bu dönem bu dikiş tutmayacaktır. 

Erdoğan’ın Diyarbakır açıklamalarıyla devam edelim. Kimi kesimler, Erdoğan’ın açıklamalarından sonra yeni bir “çözüm süreci” başlatacakmış yorumları yaptı. Yine AKP’nin HDP’yle yakınlaşmaya çalıştığı gibi bir yargı içine girenler oldu. Daha önce de bu yapılmıştı. Sizin de açıklamalarınıza rağmen ortalık neden bulandırılıyor?    

Bu da AKP’nin bir oyunu. Kendi kitlelerini ve özellikle küskün olan kesimleri tekrar kazanabilmek için bu tür şeyleri ortaya atıyorlar. Son dönemlerde AKP’nin oy kaybettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Anketlerde AKP oylarında baş aşağı giden bir durum söz konusu. Bu kesimleri tekrar kazanabilmek için bazı şeyleri ortaya atıyorlar. Çözüm süreci gibi… Çözüm Süreci başladığı zaman Türkiye kamuoyu onay verdi ve çok da mutlu oldu. Ama şu an böyle bir süreci götürecek ve başlatacak olan bir irade yok. AKP hükümetiyle Kürtlerin bir araya gelmesi söz konusu olamaz. Niye olamaz? Bu kadar zorbalığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, vicdansızlığa karşı Kürtler AKP ile yeni bir süreci başlatmak için masaya oturabilir mi? Asla oturamaz, oturmaz. Böyle bir şey söz konusu değil. AKP’nin bütün seçilmişlerimizi, milletvekillierimizi cezaevinde tuttuğu, belediye eşbaşkanlarımızın yerine kayyım atadığı, her gün bizlere operasyonlar yapıp ve tutuklamalar yaptığı, fezlekelerin her gün Meclis’e geldiği, dokunulmazlıkların kaldırılmasının gündemde olduğu, Kürtçe bir hutbe okuduğu için din alimlerinin tutuklattığı, Cumartesi Annelerini yargılattığı bir dönemde AKP ile masaya oturacak bir irade olabilir mi? Asla olamaz. 

Ben bunu da AKP hükümetinin seçim dönemine yakın süreçlerde ortaya attığı, kendi kitlesini konsolide etmek ve toparlayabilmek için ortaya atmış olduğu bir söylem olarak değerlendiriyorum. Asla ve asla, bu sürecin aslı ve astarı yoktur.

AKP-MHP ittifakı her fırsatta partinizi hedef gösterip, öcüleştiriyor. Muhalefetle bir araya gelmenizin önüne deyim yerindeyse taş koyuyor. Bu bilinmesine rağmen muhalefet de bir türlü partinizle arasına koyduğu mesafeyi kaldırmıyor. Muhalefet bu haliyle sonuç alır mı?

En son seçimlerde demokrasi güç birliği oluşturuldu. HDP olarak bazı yerlerde AKP’ye kaybettirmek adına demokratik güç birliklerini destekledik. Fakat muhalefetin şöyle bir sorunu var; HDP ile bir arada görünmekten çekinen, HDP ile bir arada fotoğraf vermekten kaçınan, HDP ile isminin geçmesine bile rıza göstermeyen bir muhalefet var. Bu muhalefet tarzı kazandırmaz. Millet İttifakı’na ve içerisindeki partilere bakıyoruz; CHP’nin dışında diğer partilerin hiçbiri HDP’nin oy oranına sahip değil. HDP eğer Millet İttifakı’na destek verirse, Millet İttifakı kazanır anlayışı üzerinden gidenler bile bunu söylüyor. Evet, bu doğrudur. Fakat muhalefetin bu cesaretsizliği ve HDP’ye yaklaşımı, onlara bu seçimlerde bir şey kazandırmaz. HDP’yi öcü gibi görmek, HDP’yi kötü bir partiymiş gibi lanse etmek, onunla aynı fotoğrafta olmamak için çırpınan, aynı kareye girmemek için çaba sarf eden partiler; eğer seçim döneminde HDP farklı bir tavır takınırsa -üçüncü yoldan bahsediyoruz- ve böyle bir yol izlemeye kalkarsa bunun sorumlusu HDP olmayacaktır. Bunun sorumlusu HDP ile yan yana görünmekten kaçınan, HDP ile birlikte fotoğraf vermekten kaçınan muhalefet partileri olacaktır. Son seçimlerden sonra halkımız ve seçmenimiz bize hep, “Evet, destekledik, demokrasi güç birliğine oy verdik. Ama onlar Kürtler acı çektiğinde, HDP bir operasyonla ya da bir gözaltı furyasıyla karşı karşıya kaldığında HDP’ye sahip çıkmıyorsa eğer, biz bundan sonraki süreçte muhalefetle bir araya gelmeyi tartışırız” dediler. 

Herkesin çok açık ve net olması lazım. Tabi ki bizim de ittifak ilkelerimiz var. Bu ilkelerimizi belki yakın bir zamanda bir deklarasyonla açıklayacağız. Bu ülkede eğer demokrasi gelişecekse, Kürt sorununun çözümüyle başlanmalı. Kürt sorunu çözülmeden bu ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün mü? Elbette değil. Bu kadar insan tutukluyken, bu gasp ve zulüm varken, eziyet varken, devasa sorunlar varken, bütün bunları bir yana bırakıp, sadece seçimde bir araya gelmek ve sadece birilerinin kazanması için HDP’nin oylarına talip olmak olmaz. Kimse kusura bakmasın. HDP’nin mutlaka seçim açısından söyleyeceği sözleri olacaktır. Bu sözlerimizi yakın bir zamanda kamuoyuyla paylaşacağız. Elbette bunu muhalefet partilerine de duyurmak için bu süreci başlatacağız. 

Ağustos ayına kadar zaten bir kampanyamız var, bu kampanya bittikten sonra yeni bir dönem, yeni bir süreç ve bu ilkelerimizi deklare edeceğiz. Yeni bir çalışma süreci başlatacağız.  

Muhalefet partilerinin içerisinde yer aldığı Millet İttifakı’ndan size herhangi bir katılım çağrısı oldu mu?  

Şimdi biz Millet İttifakı’nın içerisinde değiliz. Açıkçası şimdiye kadar hiç olmadık. Ne onlardan böyle bir çağrı geldi, ne bizde böyle bir heves var. Böyle bir amacımız da yok, buna ihtiyacımız da yok. Bizim zaten parlamento seçimlerinde yüzde 10 seçim barajı gibi bir sorunumuz yok. Parlamentoya girebilmek için herhangi bir ittifakın içerisinde olmamıza gerek yok. Kendi gücümüzle, halkın desteği ve gücüyle seçimlerde gücümüz oranında parlamentoya giriyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de değiştirme ve dönüştürme gücüne sahiptir HDP. O yüzden bizim Millet İttifakı’ndan da bir beklentimiz yok. 

Mevcut cumhurbaşkanlığı yerine bu ülkeyi en demokratik şekilde kim yönetecekse, ama bunun içerisinde bizim de olacağımız, HDP’nin temsilcilerinin de olacağı yeni bir yönetime ihtiyaç var. Şimdi bir yandan destekleyip, bir yandan da bu ülke yönetiminde olmayacaksak o zaman halkımız bize sormaz mı; “Tamam biz oy veriyoruz, siz bu tarafa oy verin diyorsunuz ama sonuçta bir temsiliyet hakkını da istiyoruz” diyorlar. Halkımız böyle bir beklenti içerisinde. Başında hep söyledik, bu ülkeyi yönetmeye geliyoruz. Eğer bir güç birliği olacaksa tekrar, bunun içerisinde elbette HDP’nin, Kürtlerin de temsilcilerinin olacağı yeni bir şeye ihtiyaç var. Bunun için şuan biraz erken, daha tam taşlar yerine oturmadı, seçim tarihi belli olmadı. Millet İttifakı’nın içerisinde kimler var, kimler olacak bundan sonra belli değil. Bütün bu tartışmalar için henüz erken ama HDP kendi ilkelerinden taviz vermeden ama bu ülkeyi de yönetmeye aday bir parti olarak, bu sürecin içerisinde yer almaya devam edecek. Ama bizim Millet İttifakı’ndan, özellikle herhangi bir çağrı ya da beklenti içerisinde olmadığımızı tekrardan ifade etmek isterim. 

Başından itibaren İmralı Heyeti içinde yer aldınız. Birçok kez sorunun çözümü için taraflarla görüştünüz. Şu an İmralı kapıları kapalı; Öcalan tecrit altında tutuluyor. Buna karşı cezaevlerinde açlık grevi devam ediyor. İmralı Heyeti’nin bir üyesi olarak iktidar neden tecride başvurdu ve tecrit çözüm mü?

Tecridin çözüm olmadığını her zaman söylüyoruz. Aynı zamanda bir insanlık suçudur. Bugün Adalet Bakanlığı, kendi çıkarmış olduğu yasaları bile çiğnemiş bulunuyor. Çiğniyor, uygulamıyor, hayata geçirmiyor. Bu bir suçtur aslında. Hem hukuken suçtur hem de bir insanlık suçudur. Siyaseten de suçtur. Yaptıkları işledikleri bir suç var ortada. Tecridin sebeplerinden bir tanesi AKP’nin, Sayın Öcalan’ın söylemlerinin, konuşmalarının dışarıya yansımasıyla birlikte Kürt halkı ya da demokrasi güçleri üzerindeki etkisinin ne olacağını bildiğindendir. Bugün AKP hükümeti Sayın Öcalan’a tecrit uygulayarak, kendi iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor. Bir neden de budur. 

O yüzden tecridin çözüm olmadığını, olmayacağını bir kez daha vurgulamak istiyorum. Sayın Öcalan’ın acilen avukatları ve ailesiyle düzenli olarak bu görüşmeleri yapacağı bir takvimin özellikle Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılması gerekiyor. Gerçekten bu konu çok önemli ve hassas bir konudur. Kürt halkının hassasiyeti noktasında bunu ifade ediyorum. Önümüzdeki süreç açısından da kaygı taşıyorum. Açlık grevleri başka bir evreye çevrilirse bunun altından hiç kimse kalkamaz. Böyle bir kaygı taşıyoruz. 

Ama ne yazık ki bu ülkeyi yönetenler ve Adalet Bakanı, cezaevlerindeki hak ihlalleri ve açlık grevleri başta olmak üzere tecritle ilgili uzun süredir almış oldukları bir kararı uygulamakta ısrar ediyorlar. Tecrit hukuken uygulanacak bir mesele değil. Tecrit siyaseten uygulanıyor. Hukuk bunun önünde bir engel değil. Kendi çıkarmış oldukları yasaları zaten uygulamıyorlar. Yasa, hükümlüye tecrit uygulanabilir demiyor, tutukluya görüş yasağı getir demiyor. Bunu siyaseten yapan bir anlayış var. Bu anlayış kendisini bu ülkede hakim kılıyor. Bunu devam ettiriyor. Dolayısıyla tecridin bir insanlık suçu olduğunu söylüyoruz, acilen kaldırılması gerekiyor. 

PKK Lideri Abdullah Öcalan, Kürt sorununun neresinde duruyor; çözümünde nasıl rol oynayabilir? Çözüm için nereden başlanmalı?

Sayın Öcalan’ın barış sürecinde, çözüm sürecinde çokça söylediği şeyler var. Sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir çaba yürüten bir insan da değil. Tüm Ortadoğu için, Ortadoğu’nun geleceği için, Ortadoğu’daki bütün ülkeler için çözüm perspektifi sunuyor. Bu dönem açısından da yeni bir görüşme olursa eğer, Sayın Öcalan, Türkiye’nin geleceği, demokrasisi, barışı açısından çok önemli görüşleri ve çözüm önerilerini ortaya koyacaktır. Ancak şuan o yol kapalı. Açık olmadığı için, Sayın Öcalan ile görüşmeler yapılmadığı için bunu çok fazla değerlendiremiyoruz. Ama o yol açıldığı andan itibaren bu ülkenin geleceği, Ortadoğu’nun geleceği açısından önemli perspektifler gerçekten sunulacak. Buna ben yürekten inanıyorum. Oraya giden birisiyim, oranın havasını soluyan birisiyim, çok iyi biliyorum. O dönem de Sayın Öcalan söylerdi. Ben hala aynı anlayışta olduğunu biliyorum. 

Sayın Öcalan yaptığı son telefon görüşmesinde de “Bana 3 gün versinler, ben bu sorunu çözerim” diyor. Böylesi bir çözüm perspektifi olan bir insanının tecritle sesini keseceksin ve görüşmeleri engelleyeceksin. Onlar biliyorlar, Sayın Öcalan devreye girdiği andan itibaren hem Türkiye hem Ortadoğu açısından barış ve demokrasinin yolu açılacak. Türkiye’nin geleceğini düşünmeyen bir anlayışa sahip oldukları için de tecridi uygulamaya devam ediyorlar. 

Röportaj: Gökhan Altay & Özgür Paksoy

15 Temmuz 2021