Buldan: AKP-MHPnin ülkeyi yönetmesini istemeyenlerin sayısı çok yüksek, 2021de erken seçim olmalıdır

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan'ın JinNews'e verdiği röportaj:

Yıl boyunca yaşanan siyasi gelişmeleri değerlendiren HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan “Türkiye toplumu bir erken seçime hazır olmalı. Biz 2021 yılında, bırakın erken seçimi her an bir baskın seçimle de karşı karşıya kalabiliriz” dedi.

Kürtler ve muhalif kesim, 2020 yılını iktidarın baskı ve engellemeleri ve bu engellemeler karşısında verdiği mücadeleyle geçirdi. “Tek adam” rejimine, belediyelere kayyım atanmasına, milletvekillerine fezleke üstüne fezleke hazırlanmasına karşı yine de HDP’li kadın vekiller, hem Meclis’te hem de dışarıda İstanbul Sözleşmesi, kadın katliamları, çocuk istismarı, bütçe görüşmeleri ve daha birçok konuda sözünü söyledi.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ile tüm bu yaşanan gelişmelerle geride bırakılan 2020’ye damgasını vuran Kürtlerin ve muhaliflerin nasıl bir yıl geçirdiğini konuştuk.

2020 yılına pandemi ile birlikte girildi, hatırlanmak istenmeyen yıllar arasına girdi bu yıl, HDP için nasıl bir yıl oldu?

2020 yılı Kürtler, HDP, Türkiye muhalefeti ve aynı zamanda dünya halkları açısından çok zor bir yıl oldu. Herkes 2021’i dört gözle bekliyor, 2020’den kurtulmak istiyor. Çünkü başta pandemi olmak üzere siyasi krizlerin, ekonomik krizlerin, çatışmaların, savaşların, insan hakları ihlallerinin çok yoğun yaşandığı bir yıl oldu. Dışarıda gösteri, yürüyüş hakkını kullanmak isteyen her kesime; kadınlara, işçiye, emekçiye dönük saldırıların çok yoğun olduğu bir seneyi geçirdik. HDP açısından da elbette zor bir yıldı. Yoğun saldırıların, kriminalize etme politikasının, yine gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları arkadaşlarımızın vekilliklerinin düşürüldüğü ama bunun yanında il ve ilçe örgütlerimize çok yoğun saldırıların yapıldığı bir dönemdi. Bizim açımızdan, Türkiye toplumu açısından, Ortadoğu ve dünya halkları açısından 2020 yılı gerçekten zor, sancılı ve sıkıntılı bir yıldı.

2020 yılında sizin hafızanızda kalan olay ya da herhangi bir durum oldu mu?

2020 yılı aslında her yönüyle hepimizi etkileyen bir yıldı ama belki de bizi en çok etkileyen durumların başında, özellikle pandeminin getirdiği ekonomik kriz başta olmak üzere halkımızın yaşadığı sorunlar oldu. Mart ayında, sokağa çıkma yasaklarının ardından evlere kapanma süreciyle halkımızın işine gidememesi ve bununla birlikte yaşadığı ekonomik kriz bizi en çok etkileyen durumların başında geldi. HDP olarak bu konuda elbette ki elimizden gelen her türlü imkânı halkımıza sunmaya çalıştık. Başlatmış olduğumuz “Kardeş Aile” kampanyasıyla birlikte yurttaşların yaşadıkları sıkıntıları, sorunları en aza indirmek açısından birçok şey yapmaya çalıştık. Belediyelerimiz aracılığıyla yapmaya çalışacağımız da birçok şey vardı. Fakat bu dönemde bir kez daha belediyelerimize kayyımların atanması, belediyelerimizin gasp edilmesi ve belediye eşbaşkanlarımızın tutuklanması gibi olaylarla karşılaştık. Pandemi sürecini bile bir fırsata dönüştüren ve belediyelerimize kayyımları atayan, belediye eşbaşkanlarımızı görevden alan, belediyeyle bütün yollarımızı kapatan, halkla yollarımızı kesmeye çalışan bir anlayışıyla karşı karşıya kaldık. 2020’de hafızamızda kalan tek bir olay yok. Ya da şunu öne çıkarayım deme gibi bir şeye sahip değiliz. Çünkü birçok şeyle karşılaştık. Pandemi, halkın yaşadığı sorunlar, krizler, işsizlik sorunu, yoksulluk sorunu, sağlık nedeniyle yaşamını yitiren insanlar, pozitif vaka sayılarının saklanması, gizlenmesi ve bununla birlikte bir rehavetin oluşması, sürü bağışıklığı politikasının uygulanması… Pandemi de diğer olaylar gibi AKP tarafından bir fırsat olarak görüldü.

Yine özellikle 6-8 Ekim olayları bahane edilerek, eski MYK üyelerimiz başta olmak üzere, birçok siyasetçinin, milletvekilliği yapan, belediye başkanlığı yapan arkadaşlarımızın gözaltına alınmaları, bir hafta boyunca gözaltında kalmaları ve iki kişi dışında hepsinin tutuklanarak cezaevine gönderilmesi de elbette ki 2020 açısından unutulmaması gereken bir olay. Tabii bu meselede elbette dayanışma ağının çok güçlü örüldüğünü de gördük. HDP’ye kurulan kumpas karşısında demokrasi güçlerinin, sivil toplum örgütlerinin, kadın hareketlerinin, partimize, genel merkezimize yapmış oldukları çok kıymetli ziyaretler vardı. Dayanışma ağlarının çok güçlü örüldüğü ve bu anlamda yalnız kalmadığımızı bize gösteren yaklaşımlar en azından bu senenin bu kadar olumsuzluğuna rağmen pozitif yanını gösteren bir durumdu. Dolayısıyla biz 2020 yılının gitmesini ve bir daha hiç geri gelmemesini umut ediyoruz.

2020’de tüm kesimler açısından en çok açığa çıkan toplumsal talep ne oldu?

Elbette ki bu hükümetin, ülkeyi yönetemediğine dair yaklaşımın ortaya çıkması ve bununla birlikte güçlü ağların örülmesi önemli bir gelişmedir. Belki şimdiye kadar çok demokrasi ittifakının içerisine girmek istemeyen, fotoğrafın içerisinde olmak istemeyen bazı kesimler bile bu dönem açısından, partimize yapılan saldırı karşısında bize mesaj veren, açıklama yapan, ziyaretimize gelen bir yerden yaklaştılar. Bu olumlu bir gelişmedir elbette ki. Türkiye halkları bir kez daha başta sağlık ve ekonomik kriz olmak üzere, AKP’nin her dönemi kendisi için bir fırsat olarak gördüğünü, halkın geleceğini düşünen ve göz önünde bulunduran bir yerden değil, sadece kendi geleceğini korumaya ve garanti altına almaya çalışan bir yaklaşımı olduğunu bir kez daha bariz şekilde gördü. Pandemi bunların başındaydı tabi ki. Pandemi döneminde dünya devletlerine, dünya ülkelerine baktık. Gerçekten birçok devlet, sosyal devlet olmasıyla birlikte aslında kendi toplumuna, kendi vatandaşına evde kalmaları gerektiğini söylerken, geleceklerini garanti altına aldı. Türkiye’de bunun tam tersi bir süreç yaşandı ve insan sağlığı hiçe sayıldı. İnsanlar zorla işlere gönderildi, fabrikalar çalıştı, atölyeler çalıştı, işçiler çalıştı, emekçiler çalıştı. Sadece zenginler evlerinde oturdu. AKP yandaşları o sürecin dışında bırakıldı. Bunun Türkiye toplumu tarafından görülmesinin önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.

Rakamlar gizlendiği halde günde 250-300 kişi yaşamını yitiriyor, 4 -5 bin pozitif vaka açıklanıyor. Bu durum hükümetin pandemi sürecini başından beri ne kadar sakat yönettiğinin bir göstergesi. Türkiye toplumu bunun farkında elbette. Biz kapanma süreci bittikten sonra halkla bir araya gelmeye başladık. Pandemi sürecini ve koşullarını elbette ki göz önünde bulundurarak yaptığımız her ziyarette ve buluşmada insanlar, AKP’nin artık ülkeyi yönetemediğini; krizlerin, kaosların, hak ihlallerinin çok yoğun olduğunu ve buradan çıkışın da güçlü bir ‘demokrasi birliğine’ bağlı olduğunu söylüyordu. Bunlar önemli gelişmeler bence.

HDP, bu yıl “Anti Faşist Blok”, “Demokratik Anayasa” ve “Ortak Mücadele” vurgusunu her alanda dillendirdi. Ancak HDP’nin her hamlesinde toplumsal muhalefet ve örgütlü mücadele hedef alındı. Buna rağmen yürüttüğünüz muhalefette neler açığa çıktı?

Türkiye toplumunun çok büyük beklentileri var ve bunun karşısında muhatap olarak HDP’yi gördüklerini söyleyebiliriz. Muhalefet açısından söylüyorum, artık CHP’nin ve diğer partilerin, dertlerine derman olmayan, sorunlarını dile getirmeyen, her şart ve koşulda HDP’nin halkla beraber mücadele etmesinin, halkın sorunlarını dillendirmesinin, buna itiraz etmesinin çok net görüldüğü bir dönemi geçirdik. Yeni anayasa talebi özellikle Türkiye toplumunun gündeminde olan bir meseleydi. Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten ihtiyacı var. Çünkü hala darbe anayasasıyla yönetilen bir ülkedeyiz. Darbe sürecinde hazırlanan bir anayasa ve Türkiye halklarının içerisinde olmadığı, başta Kürtler olmak üzere birçok kesimin, Türkiye’deki diğer halkların, toplumların, farklı mezhep ve inançların içerisinde olmadığı; kültürlerin, dillerin içerisinde olmadığı faşist bir anayasayla yönetiliyoruz. O yüzden Türkiye’de acil ihtiyaç elbette ki yeni bir anayasadır. Bunun tartışmaları çokça yapıldı, itirazlar oldu. HDP’nin içerisinde olduğu anayasa çalışmalarının Türkiye’nin faydasına olmadığı dillendirildi. Bunu hem muhalefetin hem de iktidar partisinin çokça dile getirdiğini görebildik. Oysa biz hep şunu söylüyoruz ve bu konuda da ısrarcıyız: HDP’nin içerisinde olmadığı bir anayasanın yazım süreci, geçmişte hazırlanan anayasalardan çok farklı olmaz. O yüzden HDP’siz bir anayasa sürecini asla kabul etmeyiz, buna imkân da vermeyiz. Yeni bir anayasa yazılacaksa eğer, içerisinde mutlaka ama mutlaka HDP’li yetkililerin, hukukçuların, sivil toplum örgütlerinin, kadın kurumlarının, kuruluşlarının, gençlerin, farklı inanç ve mezheplerin bütün kesimlerin ortaklaştığı ve birlikte bu sürece müdahil olduğu bir zemine ihtiyaç var. Dolayısıyla Türkiye toplumunun gündeminde yeni anayasa ve Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü elbette ki var.

Öte yandan kadın meselesi çok yakıcı bir mesele. Kadına yönelik katliam ve tecavüz her geçen gün artıyor. Bu mesele de Türkiye toplumunun gündeminde yer alan bir meseledir. Siyasetçilerin cezaevinde olması, Türkiye toplumunun gündeminde olan bir meseledir. Yine tecrit, özellikle Kürt halkı başta olmak üzere birçok kesiminin gündeminde olan bir meseledir. Tecrit, Türkiye’de çok önemli bir insan hakları sorunudur. Sadece İmralı Cezaevi ile sayın Öcalan’la sınırlı kalan bir mesele değil artık. Evet, Sayın Öcalan şahsında uygulanıyor belki ancak bu Türkiye’nin bütün cezaevlerine ve Türkiye’nin her yerine sirayet eden bir konudur. Dolayısıyla cezaevindeki hak ihlallerini konuşurken, elbette en başta tecrit meselesini konuşmak lazım. Bununla birlikte cezaevinde yaşanan hak ihlalleri, çıplak aramaları da konuşmamız lazım. En son siyasetçi kadın arkadaşlarımızın kaldığı Kandıra Cezaevi’nde koğuşlara baskın yapılması, materyallere el konulması, arkadaşlarımızın her şeylerini ellerinden almaları önemli bir konudur. Bu durum sadece Kandıra Cezaevi ile sınırlı kalmayacak ve yakın gelecekte bütün cezaevlerinde de karşılaşabileceğimiz bir meseledir.

15 Haziran’da Hakkari ve Edirne’den başlattığımız yürüyüş basit bir yürüyüş değildi. Sadece yolda yürümeyi esas alan bir yürüyüş değildi. Gittiğimiz her kentte sivil toplum örgütleriyle, kadın kurumlarıyla, işçilerle, esnafla, atölyelerde çalışan insanlarla önemli buluşmalar gerçekleştirdik. İnsanlar şunu söylediler bize: “Tam da AKP’nin Türkiye toplumunu eve kapattığı, insanların sokağı çok fazla kullanmadığı bir dönemde HDP’nin yürüyüşü bize bir nefes aldırdı.” Bu önemliydi bizim açımızdan. Hâkkâri ve Edirne yürüyüşünden sonra tematik buluşmalarla bu yürüyüşü devam ettirmeye çalışıyoruz. Türkiye toplumu bizim kampanyamızla ve hamlemizle birlikte bize aynı zamanda beklentilerini de ifade etmişti. Şimdi biz bu beklentileri yerine getiriyoruz. Türkiye toplumunun sesi olmaya, itiraz ettiği yerden itirazımızı yükseltmeye ve bizden beklentilerini yerine getirmeye çalışan bir yerden mücadelemizi sürdürüyoruz.

2020 yılını geride bırakırken partinizin kapatılması tehditleri MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından gündeme getirildi. Hatta ardından Semih Yalçın’dan katliam çağrıları geldi. Partinin kapatılması mümkün müdür? Mümkünse siz nasıl bir hazırlık içerisindesiniz?

Biz bu soruya çok cevap verdik aslında. HDP, bir duvardan ibaret değil. Kapısına kilit vurulacak, kilidi elimize alıp evimize gidip oturacağımız bir parti değiliz. Biz bir gelenekten geliyoruz. Partilerimiz zamanında çok kapatıldı. HEP’ten bu güne kadar kapatılan onlarca partimiz var. HEP kapatıldı yerine DEP geldi. DEP kapatıldı yerine DEHAP geldi. DEHAP kapatıldı yerine HADEP geldi. Biz her seferinde, her defasında daha da büyüyerek geldik, daha da güçlenerek geldik bu dönemlere kadar... HDP’nin normal hukuk işletilirse eğer, kapatılması imkânsız. Yasalar ve anayasalar buna müsaade etmez bir kere, onu söylemekte fayda var. O yüzden HDP kapatılamaz. HDP’nin kapatılma tartışmasının gündeme gelmesi ile MHP’nin ve AKP’nin aslında bir iç çatışma sürecini yaşadığını görüyoruz, buna tanıklık ediyoruz. AKP ve MHP içerisinde bir çatlak olduğu çok bariz bir şekilde ortada. MHP mesajlarını HDP üzerinden AKP’ye vermeye başladı. Bu da şunu gösteriyor bize: Cumhur ittifakı çok yakın bir zamanda dağılacak! Bunun başka bir gidişatı, başka bir yolu asla yok. Dolayısıyla, kendi içlerindeki meseleleri HDP’yi bahane ederek, HDP’yi hedef göstererek, HDP’yi kriminalize etmeye çalışarak gündeme getiriyorlar. Bu tür söylemleri asla dikkate almıyoruz. Asla bu konuda onlarla muhatap olmuyoruz. Sadece ve sadece halkımızın bizden bir beklentisi olduğu için bu sorulara cevap verme gereği duyuyoruz. Yoksa HDP’yi kapatmaya hiç kimsenin gücü yetmez. HDP milyonlardır… HDP’ye seçmen olarak 6 milyon oy veren insan var ve biz aileleriyle birlikte düşündüğümüzde 20 milyonun kişiden bahsediyoruz.

Semih Yalçın’ın söylediği şey, tamamıyla bir suçtur aslında. Bu konuda hukuki girişimlerimiz elbette yapılıyor. Türkiye’deki iç hukuk yolları başta olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi her türlü imkânı kullanacağız. Semih Yalçın bu söylemi geri almak zorunda kalacak. O kadar basit bir şey değil. Bir soykırımdan bahsediliyor, Kürtlerin katliamından bahsediliyor. Kürt halkı katliamlardan geçen, bedel ödeyen bir halktır. Kürt halkını katliamlardan geçirenler, Kürt halkına bedel ödetenler bugün bu ülkede siyaset yapmıyorlar. Onların hepsi tarihin çöplüğüne gömülen partilerdir. İşte böyle bir yaklaşım Türkiye’yi ileriye götürmez, Türkiye’yi 90’lı yıllara, faşizm dönemine götürür. Semih Yalçın “haşere” sözcüğünü kullandı ardından genel başkanları da aynı çerçevede bir söylemde bulundu. Bu sözü aynen kendilerine iade ediyoruz. Hiç kimsenin Türkiye’nin üçüncü büyük partisine böyle bir söz söylemeye hakkı ve haddi yok. Bu sorulara cevap vermeyi, muhatap olmayı asla kendimize yakıştırmıyoruz.

90’lı yıllarda mafya devlet- kontgerilla ilişkisi bugün 30 yıl sonra tekrar hayat buldu. Mafya lideri Alaattin Çakıcı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmesi mafya devlet siyasetini tekrardan gündeme getirdi. Bu gelişmeler içerisinde bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizi nasıl bir yıl bekliyor?

Çakıcı’nın ifadeleri, konuşmaları, tehditleri sadece Kılıçdaroğlu’na değil, aslında bir bütün Türkiye muhalefetine savrulan bir tehdittir. Burada tabi hukukun ön planda olması gerekiyor ama Türkiye’de hukuktan bahsedemiyoruz ne yazık ki. Çakıcı’nın söylemleri ve tehditleri suçu olmayan insanları, siyaset yapanları cezaevlerine gönderen ama suç işleyenleri serbest bırakan bir iktidarın yaratmış olduğu bir konseptin devamıdır. Oysa Türkiye’de, Türkiye’nin demokrasisi için, Türkiye’nin barışı için, insan hakları için çalışan, mücadele veren insanların birçoğu bugün cezaevinde. Pandemi döneminde çıkarılan yargı paketiyle ‘düşünce suçu’ işleyenler cezaevinde tutuldu fakat suç işleyenler, geçmişi karanlık olanlar, geçmişte katliam yapanlar, kadınlara tecavüz edenler salıverildi. Çakıcı da bunlardan biri. Onun gibi onlarca, yüzlerce insan var. Bir mafya liderinin bir siyasetçiyi, milyonlarca insanın oy verdiği bir siyasi partinin genel başkanını ve onun şahsında tüm muhalefeti hedef alan açıklamalarına karşı, yargının derhal harekete geçmesi gerekiyordu fakat bu da olmadı. Çünkü biz Türkiye’de artık yargıdan bahsedemiyoruz. Yargı ve hukuk, saraya bağlı olan, tek adamın ağzından çıkan lafla hareket eden bir düzen haline geldi. Söylenen her tehdidin, elbetteki karşılığının cezai bir yaptırımı olması mutlaka gerekiyor; fakat Türkiye bugün öyle bir ülke haline geldi ki ne yazık ki bunu söyleyenler ödüllendiriliyor. Türkiye halkları olarak bu tür söylemler ve tehditler karşısında birlik ve beraberliğimizi korumak ve güçlü olduğumuzu göstermek zorundayız. Türkiye toplumu bugün yapılan tehditlere de, HDP’ye yapılan saldırılar karşısında da kenetlenmelidir.

Özellikle OHAL’den sonra Türkiye’de baskı rejimi arttı ama baskıların özellikle bu yıl had safhaya ulaştığını gördük. Helikopterden insanlar atıldı, köpekli işkenceler yapıldı, mezarlıklar tahrip edildi… Nasıl bir siyaset aklı devreye girdi?

Bütün bunlar giderek derinleşen Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanıyor. Kürt sorunu çözülmediği sürece her dönem bu tür vakaların, olayların yaşandığını gördük ve göreceğiz de ne yazık ki…Hep şunu söylüyoruz: Kürt sorununu çözemeyen, kendisi çözülür. Bugün aslında AKP bunu yaşıyor. Kürtlerin bu dönem, hem mücadele hem de siyaset açısından çok net ve kararlı bir duruşu vardı. Bu kadar saldırı yapıldı, halkımız hiçbir zaman bizi yalnız bırakmadı. AKP bunu görüyor. Şimdi HDP’yi Kürtleri ‘yola getirmenin’ ya da ‘dize getirmenin’ kendince bir formülünü aramaya çalışıyor. 90 ve 80’li yılları örnek alıyorlar. Bu yıllarda ne yapılıyordu? İnsanlar suçsuz yere cezaevine konuluyordu, işkenceden geçiriliyordu. İnsanlar sokak ortasında kafalarına kurşun sıkılarak katlediliyordu. 90’lı yıllarda yapılanlar, Türkiye halklarının, Kürt halkının hafızalarından asla silinmeyecek olaylardır. O süreçte yaşadığımız birçok olay var. Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar-yıkmalar, sürgünler, cezaevlerinde işkence, ölümler ve yargısız infazlar… Şimdi AKP hükümeti, bu dönemi kendine referans alıyor ve aynı yöntemlerle Kürt sorununa yaklaşıyor.

Özellikle Van’daki olay gerçekten 90’lı yıllara geri dönüşün bir işaretiydi ve AKP bunu savundu. Asla ‘yapmadık, etmedik’ demedi. Süleyman Soylu bütçe görüşmeleri konuşmasında bunun nasıl yapıldığını, niye yapıldığını çok açık bir şekilde söyledi. İki insanın helikoptere işkence yapılarak zorla alınması ve ardından aşağı atılması ve bu olay sonrası bir kişinin yaşamını yitirmesi bu ülkenin tarihine geçmiş en kara olaylardan biridir. Ben 80 ve 90’lı yıllarla bu yılları mukayese ederken, bugünkü iktidarın aynı yöntemleri izlediğini ifade etmek istiyorum. Kürt sorununu çözmeyen ancak çözülmek üzere olan bir AKP’den bahsediyoruz. Bu çözülme aslında onları bu kadar saldırgan ve vicdansız hale getiriyor. Bu kadar kötü olayların altına imza atmanın altında yaşadıkları çözülme yatıyor. Oysa her zaman HDP olarak, Kürtler olarak yol gösterdik. Bu sorunun çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve insan hakları ihlallerinin düzletilmesine dair onlarca, yüzlerce önerimiz var. Bu önerilerden tek bir tanesi dikkate alınsa, tek biri yerine getirilseydi bugün bu ülke bu halde olmazdı. Bizim başta insan hakları, adalet, yargı ve hukuk alanında bu tür meselelerde atılacak adımlarla ilgili çokça önerimiz var fakat AKP bunu tercih etmiyor; tam aksine çatışmacı bir yerden, tutuklayan, cezaevine gönderen, baskı yapan, şiddet uygulayan, güvenlikçi politikaları ön plana çıkaran bir anlayış üzerinden hareket ediyor. Kürt sorunu çözülmediği sürece bu olayların yaşanabileceğini üzülerek söylüyorum. Çünkü görebiliyoruz. Yol ve yöntem diyalogdur, çözümdür. Bunlar olmadığı sürece de bu tarz durumlar yaşanmaya devam edecek.

Bu yıl parti olarak “Üçüncü yol siyasetini” sıklıkla vurguladınız. Üçüncü yolun siyasal, ekonomik ve sosyal alt yapısı hangi biçimlerde hayata geçecek?

Pandemi süreci ile birlikte “üçüncü yolu” başlatmış bulunuyoruz. Ve üçüncü yol ile birlikte başta örgütsel güçlenmeyi ön plana çıkarıyoruz. Örgütsel anlamda güçsüz olan bir parti hiçbir şekilde başarılı olamaz. Yani örgütün zayıfsa, il ve ilçe örgütlerinde yetmezlik ve anlayış problemi varsa hangi hamleyi yaparsanız yapın başarılı olamazsınız. “Üçüncü yol”un hayata geçmesi için öncelikli olarak partimizin yerel ayaklarını güçlendirmekle başladık. Eğitim ve örgütsel anlamda gelişmek için bir hamle başlattık. İl ve ilçe kongrelerimiz başladı. Yakında Van ve Iğdır kongrelerimiz olacak. İl kongrelerimize eşbaşkanlar düzeyinde katılım olacak. Yani örgütsel anlamda başladığımız çalışmalar hızla devam ediyor. Ama bunun yanında demokrasi ittifakını büyütmek ve genişletmek gibi bir ihtiyaç da var. “Üçüncü yol”un hayata geçmesi için sadece HDP ve Kürtlerin değil, bu ülkede sıkıntı yaşayan, mağdur olan, ötekileştirilen, dili ve kimliği inkâr edilen her kesimin demokrasi ittifakı içerisinde yer alması gerekiyor.

Bütçe görüşmelerinde en gergin geçen ve tartışmalara damga vuran partinizin hak ihlallerini ve yaşanan işkenceleri gündeme getirdiği anlar oldu. Hatta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tepkisi ve tehditlerinin artık başka bir boyuta geçtiğini gördük. İktidar, size yönelik tehditlerin dozunu giderek arttırıyor. Bunu nasıl tarif ediyorsunuz?

Aslında Soylu’nun o konuşmasına şaşırmadım. HDP, bütçe görüşmelerinde açılıştan başlayalım kapanışa kadar on iki gün boyunca bütün gerçekleri, Türkiye’de yaşanan sorunları, AKP’nin yaptığı bütün yanlışları, katliamları, işkenceleri, hak ihlallerini, hukuksuzlukları ve her şeyi noktasına virgülüne kadar her bir milletvekili arkadaşımız kendi alanından ifade etti. Bu anlamıyla bütçe görüşmeleri HDP’nin yön verdiği, HDP’nin götürdüğü ve sürece HDP’nin damgasını vurduğu bir süreçti. Bütçe görüşmelerinde Türkiye’nin ana muhalefet partisi HDP’ydi. Bu çok açık, net ve tartışmasız bir konudur. Biz Türkiye halklarından bunun çok olumlu geri dönüşlerini aldık. İlk gün eşbaşkanların yaptığı konuşmalar dâhil her bir milletvekilimizin tarım alanından tutun da sağlık alanına ve eğitim alanına kadar her alanda sözlerini esirgemeden söylediler. AKP-MHP ittifakına diz çökmediğimizi çok net olarak ortaya koyduk. Bu kadar saldırı, inkar, öfke, HDP’ye her gün hakaret ve bir şekilde ceza verilmesine rağmen, HDP hiçbir şekilde eğilmeyeceğini bütçe görüşmelerinde çok net olarak ortaya koydu. Özelikle atanmış bakanlar, seçilmiş milletvekillerine hakaret ettiler ve en seviyesiz konuşmalarını yaptılar. Ben uzun süredir Meclis’te olan birisiyim ve her dönem bütçe görüşmelerine tanıklık etmiş birisi olarak söylüyorum; hiçbir dönem hükümet cephesinden bu kadar seviyesiz konuşmalar yapılmamıştı. Her dönem belirli bir seviye vardı ancak bu dönem bu seviye ayaklar altına alındı. Bu da bize, AKP hükümetinin HDP’nin yaptığı çalışmalardan ve HDP’li milletvekillerinin yapmış olduğu muhalefetten ne kadar rahatsız olduklarını gösteriyor. Bu önemlidir bizim açımızdan.

Onlar bize saldırdığı oranda bizler hiçbir şekilde sözümüzü esirgemeden halkımızın sorunlarını dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz. Halkımız şuna inansın ki; HDP halkımızın sözcülüğünü yapıyor ve HDP onların dile getiremediği, söylemediği, söyleyecek koşulların oluşturmadığı her yerde onların sesidir, sözüdür ve temsilcisidir. Bütçe görüşmelerinde çok iyi bir performansla her bir arkadaşım çok önemli ve kıymetli konuşmalar yaptı. Ben hepsine buradan bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Halkımız da bilsin ki biz vekillerimizle gurur duyuyoruz. Temsiliyet açısından, söz kurma açısından bugün HDP Türkiye’nin ana muhalefet partisidir. Yakında da bu ülkeyi yönetmeye aday bir partidir.

Kadınlar açısından bu yıl da tacizin, tecavüzün ve şiddetin arttığı bir yıl oldu, ancak kadınların tüm bu saldırılara paralel daha örgütlü olduğu ve sokağı aktif kullandığını gördük. Kadın muhalefeti bu anlamıyla genel siyasete nasıl bir ivme kazandırıyor?

Kadın hareketlerinin, kadın mücadelesinin genel siyasete katmış olduğu çok önemli bir ivme var. Belki bugün siyasette kadın meselesinin bu kadar konuşulmasının, şiddet başta olmak üzere katliam, taciz ve tecavüzün daha açık ve net vurgulanması ve bir siyaset üstü mesele olarak görülmesi elbette kadın hareketinin meydanlarda vermiş olduğu mücadeleyle bire bir bağlantılıdır. Türkiye kadın hareketi ile Kürt kadın hareketi buna öncülük ediyor. Özellikle pandemi sürecinde, vaka sayılarının tekrar yüksek olarak gösterilmesi çok tartışıldı. Bana göre bunun üç sebebi var: Birincisi, aşı meselesiydi. Aşı vaka sayıları fazla olan ülkelere verilecekti. İkincisi, sokak hareketiydi, üçüncüsü ise kadınların mücadelesiydi. Özellikle bu dönem 25 Kasım’da pandemi koşulları kadınları zorladı ama tüm bunlara rağmen kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydı ve sözünü esirgemedi. Hükümeti eleştirmekten, yanlışlarını söylemekten geri durmadı. Kadın mücadelesini büyütmekten ve kadınlara mesaj vermekten geri durmadı. Başta Gülistan Doku olmak üzere kaybolan, kaybettirilen; tacize, tecavüze uğrayan, evinde- işyerinde emeği sömürülen, alın teri sömürülen kadınlarla bir ortak bir mücadele zemini yaratıldı.

Şimdi önümüzde 8 Mart var. HDP olarak 8 Mart’ın hazırlığını başlatmış bulunuyoruz. Aynı zamanda bir kadın partisi olan HDP çalışmalarını çok hızlı başlattı ve Kadın Meclisi’mizin ortak toplantılarıyla planlamaları yapmaya başladık. Şimdi kadın meselesi deyince özellikle Meclis’te çok farklı bir yerden ele alan, terörize etmeye çalışan, kadınların şimdiye kadar elde etmiş olduğu kazanımları yok sayan bir yerden AKP’nin söylemlerini de görebiliyoruz. AKP’nin grup başkanvekilleri, kadın vekilleri zaman zaman bizi hedef alarak ‘kadın meselesinde mangalda kül bırakmayanlar işte şu konuda neden ses etmiyor’ gibi birçok yönden saldırıda bulunuyorlar. Oysa her seferinde söyledik. Bugün kadınların yaşadığı her türlü sorunu, kadınların katliam, tecavüz, şiddet ve baskı sorunlarını dile getiren tek parti HDP’dir. Ve kadın örgütleri de bize bu konuda her süreçte özel teşekkürlerini ileten ve yaptıklarımızla gurur duyan bir yerden yaklaşıyor. HDP olarak kadın meselesi, bizim asla taviz vermediğimiz ve vermeyeceğimiz bir meseledir. Biz kadın meselesine siyaset üstü bakıyoruz. Kadın özgürlüğünün, eşitliğin daha çok büyümesi ve bu alanda yaşanan sorunların çözülebilmesi için HDP her zaman öncülük etmiştir ve bu rolü gerçekleştirmeye devam edecektir. Ta ki kadınlar özgür ve eşit bir yaşam elde edene kadar… Kadınlar şunu bilsin ki, her anlamda yanlarındayız, elimizden gelen her şeyi yapmaya devam ediyoruz.

2020’de erken seçim tartışması gündemden hiç düşmedi. Siz de parti olarak bu durumun kaçınılmaz olduğunu söylüyorsunuz. Mevcut durumda mümkün müdür?

Evet. Bir erken seçim olacak. 2021’e girdiğimiz andan itibaren Türkiye toplumu bir erken seçime hazır olmalıdır. Biz HDP olarak bu anlamda bütün hazırlıklarımızı yaptık, hiçbir eksikliğimiz yok. Çünkü bu ülke yönetilemiyor. Bugün Cumhur ittifakı içerisinde yaşanan çatışma ve çatlaklar bizde erken seçim hazırlığı olduğu kanaatini uyandırıyor. Evet! Türkiye toplumu bir erken seçime hazır olmalı. Biz 2021 yılında, bırakın erken seçimi her an bir baskın seçimle de karşı karşıya kalabiliriz. Türkiye bu sene mutlaka seçim yapmalıdır. Bu ülkeyi AKP-MHP ittifakının yönetmesini istemeyenlerin sayısı çok yüksek. Türkiye halkı bu duruma itiraz ediyor. Yeni bir yönetime ve yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var. Toplumun her kesiminin içinde olduğu demokrasiyi, barışı, adaleti içselleştiren bir yerden yeni bir yönetime ihtiyacı var. O yüzden yediden yetmişe, kadından gencine ve erkeğe kadar herkesin bu anlamıyla bir hazırlık yapması gerekir. Türkiye’de kurulacak olan ilk sandıkta kendimizi ispat edebiliriz. Her seçimde oylarını artıran ve büyüten bir HDP var. HDP artık bu ülkeyi yönetmeye aday bir parti olarak hazırlıklarını yapıyor.

Kürt sorunu çözülmediği gibi “savaş ve tecrit” siyaseti de giderek derinleşiyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yasal olan her görüş hakkı için neredeyse bir eylemsellik yapılan bir süreç yaşanıyor. Tecride karşı açlık grevleri yeniden başladı. 2012 açlık grevi “çatışmasızlık sürecine evrildi” .Yeniden böyle bir süreç yaşanabilir mi? Bu konuda bir öngörünüz var mı?

27 Kasım tarihinde bir açlık grevi başlatıldı. Cezaevlerindeki arkadaşlarımız temsili olarak başlattılar. Her cezaevinde 3-4 yurttaşın bedenini açlığa yatırdığı bir döneme girdik. Taleplerin başında tecridin kaldırılması, sayın Öcalan’ın aile ve avukat görüşlerinin yapılması ve telefon hakkının kullanılması var. Bu mevzuatta olan bir şey. Yasal olmayan bir şey istenmiyor zaten. ‘Kendi yasanıza uyun’ deniliyor. Bunun dışında başka bir şey istenmiyor. Öte yandan cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, işkenceler vs. birçok talep de var içinde. Belki açlık grevleri pandemiden dolayı çok fazla gündem olmadı ama gündem olmak zorundadır. Çünkü gittikçe ağırlaşan bir döneme gireceğiz. Açlık grevleri böyledir zaten. Başında çok fazla gündem olmaz ama ne zamanki yakıcı sürece girilir o zaman gündem olur. Biz, o yakıcı süreç yaşanmadan halkımızın duyarlı olacağını düşünüyoruz. Açlık grevlerinde zamanla sağlık problemleri yaşanıyor. Böyle bir evreye girmeden bunun çözülmesi için herkesin misyonunu ve görevini yerine getirmesi gerekiyor. Biz siyasi bir parti olarak görevimiz ve misyonumuz neyse onu getirmek zorundayız. İç ve dış diplomasi, etkinlik, açıklama vs. tüm bunları yapacağız. Ayrıca bu sadece bizim ifade etmemizle, sadece bizim sorumluluğu üzerimize almamızla çözülecek bir sorun değil. Halkın tamamının meseleye böyle bakması gerekiyor. ‘Cezaevinde bir açlık grevi var ve bu insanlar bizim insanımız, yoldaşlarımız. Onların tırnağına bile zarar gelmesini hiçbirimiz istemeyiz’ diye düşünmeli. Bu meselede yol kat edebilmek, çözüm olabilmek için hepimizin duyarlı olması gerekiyor. Bir insan bedeninden bahsediyoruz. Hiçbir arkadaşımızın mağdur olmasını, zarar görmesini istemeyiz. O yüzden de herkesin bu konuda büyük bir duyarlılık göstermesi gerekiyor. Tecride, cezaevlerine ve hak ihlallerine karşı hepimizin ortak mücadelesi, ortak vicdanı ve ortak bir bakış açısının olması gerekiyor.

Son olarak 2021 yılına girerken halklara bir mesajınız var mı?

Zor bir dönem geçirdik. 2021’in hepimize başta sağlık olmak üzere barış, demokrasi, huzur ve adalet getirmesini temenni ediyorum. 2020’de çok can yaşamını yitirdi. Birçok insan haksız ve hukuksuz yere cezaevine konuldu. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde insanlar ciddi mağduriyet yaşadı. Özellikle Ortadoğu’da savaşlar ve çatışmalar sonucu çok fazla can kaybı yaşandı. 2021’de tüm bunların son bulmasını, dünya halklarının birbirleriyle barış içerisinde sağlıklı bir şekilde yaşamasını temenni ediyorum. Hepimizin barışa ihtiyacı var. Hepimizin aynı zamanda adalete ve sağlığa da ihtiyacı var. Her ülkenin kendi içerisinde kendi halkıyla, toplumuyla paylaşabileceği çok şey var. Ülkeyi yönetenler bunları dikkate almalıdır. Savaş her zaman acıdır, kayıptır. Fakat barış insanların yaşaması ve geleceği demektir. Ben özellikle kadınlara da şu mesajı vermek isterim: Örgütlü gücümüzü koruyalım ve büyütelim. Bize karşı her türlü olumsuz bir durumda bir araya gelmenin yol ve yöntemlerini bulalım. “2021 bir kez daha kadın yüzyılı” olsun diyelim. Bu anlayışla yaklaşalım ki 2021 hepimize barış getirsin.

Röportaj: Habibe Eren

24 Aralık 2020