Buldan: AKP-MHP ittifakı rant ittifakıdır ve ülke diye bir dertleri yoktur

Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan haftalık grup toplantımızda gündeme ilişkin gelişmeleri değerlendirdi. Buldan şunları söyledi: 

Sözlerime başlarken Mamoste Kadri Kaya’nın vefatından duyduğumuz üzüntüyü ifade etmek istiyorum, ailesine başsağlığı, kendisine rahmet diliyorum. 

Cumhuriyet halka rağmen halkı yönetme rejimi haline getirildi

Dün cumhuriyetin kuruluşunun 95’inci yıl dönümüydü. Adına “cumhuriyet” denen ama içinde halkın demokrasinin, adaletin, özgürlüklerin olmadığı tekçi sistemin yıl dönümüydü. Keşke ortada kutlanabilecek, herkesin kendini içinde görebileceği demokratik bir cumhuriyet olabilseydi. Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönetmesidir. Bizdeki duruma bakalım: Cumhuriyet halka rağmen, halkı yönetme anlayışı üzerine kuruldu. Bu cumhuriyet, İttihat çizgisine dayalı ret ve inkar üzerine kuruldu. Oysa 1921 anayasası çoğulculuk ruhuna, ademi merkeziyetçi bir anlayışa dayanıyordu. 1924 Anayasasıyla tekçi yeni bir ulus devlet yaratılmaya çalışıldı. Bu anlayışa göre herkes Türk, Müslüman ve Sünni olarak tariflendi. Kürtler, Aleviler, gayri Müslimler reddedildi. Bu kimlikler yok sayılarak bastırılmaya çalışıldı. 95 yıldır tekçi ulus anlayışını farklı kimliklerin yok sayılması üzerinden egemen kılmaya çalışıyorlar. İşte katı Ulus devlet anlayışı çoğulculuğun reddi anlayışına dayanmaktadır. Bugün yaşadığımız siyasal, toplumsal, ekonomik tüm sorunların, krizlerin cumhuriyetin halkları dışlayan bu kuruluş ideolojisinden kaynaklandığının görülmesi gerekir. O dönemi anlamadan bugünü anlayamayız. 

Bugünkü cumhuriyet, 11 yaşındaki çocukların bedenine sıkılan kurşundur

100 yıl önceki tavır ve politika neyse bugün de aynısı devam ediyor. Cumhuriyetin ilanının ardından kurulan İstiklal Mahkemeleri başka adlar altında sürdürülüyor. Hukuk iktidarın egemenliğinde. Kimlikler, diller ve inançlar bir kez daha yok sayılmaktadır. Dêrsim ve Zîlan’da bombalanan şehirler, yapılan katliamlar, Gazi’de ve Roboski’de devam etti. Cizre’de, Sur’da yapılan yıkım 95 yıl arayla tüm acıları yeniden yaşattı. O dönem işlenen insanlık suçlarına karşı zırh yasası çıkarılmıştı. 95 yıl aradan sonra askerlere işledikleri suçlara karşı tekrar aynı zırh yasası çıkarıldı. Seyîd Rızaları, Deniz Gezmişleri idam sehpasına gönderen anlayış bugün de siyasi soykırım politikası ile farklılıkları yok etmeye çalışmaktadır. Erdal Eren’in yaşını büyütüp idam eden zihniyet, bugün 76 yaşındaki adını bile unutan Sîsê Ana’yı rehin olarak tutmaya devam etmektedir. Bugünkü cumhuriyet 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın bedenine atılan gaz bombası, 11 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın bedenine sıkılan kurşundur. 76 yaşındaki Sîsê Ana’nın parmaklıklar ardında yaşadığı zulümdür. Roboskî’de uçaklarla parçalanmış cesetlerdir. Geçen 95 yılda temel sorunlar yerinde durmaya devam ediyor. 

Bu cumhuriyet arızalıdır

Bu cumhuriyet arızalıdır, her yerinden her yanından sorun fışkırıyor. Halen 1930’larda yazılan ırkçı bir andın tartışılması manidardır. Şu çağda bile birileri eline pergel alıp kafatası ölçmeye kalksa normal karşılanacak bir iklim var. Bu anlayış tekçi zihniyetin ülkemize hakim olduğunun göstergesi. Tabii ki bu retçi sistem beraberinde isyan ve direnişleri getirdi. Bir asırdır devam eden bu inkârlara karşı direnişler de hiçbir zaman bitmedi. Bizi yok edemediler, bunu başaramadılar. Onlar bize engel oldukça biz bunları aştık. Onlar bizi ortadan kaldırmaya çalıştıkça biz çoğaldık, çoğalmaya devam edeceğiz. Onlar, tek kimliğe sıkıştıkça, bizleri sıkıştırdıkça “bizler çoğuz, çok kimlikliyiz” dedik. 

Hitler faşizminden ilham alanlar diz çöktüremedi

Kürdüz dedik, Aleviyiz dedik, Ermeniyiz, Süryaniyiz, Arabız, Çerkesiz dedik. Bunu demeye devam edeceğiz. Hitler faşizminden ilham alanlar dün bize diz çöktüremediler, bugün de, yarın da asla diz çöktüremeyecekler. Bizi yok sayan anlayış eski otomobiller gibi 1930’larda kaldı. Biz halklar, bugün yenilenen mücadele ruhu ile içinde bulunduğumuz yüzyılı halkların özgürlüklerle buluşacağı bir asra çevireceğiz. Herkes buna inanmalı ve cesur olmalıdır. 

Öcalan halklara umut verdiği için tecrit altındadır

Bugün Sayın Öcalan’a karşı uygulanan tecrit içindeki ağır tecrit de cumhuriyetin demokratikleşmemesi için devletin sürdürdüğü ağır inadın sonucudur. Sayın Öcalan, halklara umut verdiği için tecrit altındadır. Bu politikayı uygulayanlar, cumhuriyeti herkesin baskı altına alındığı bir Tecrit Cumhuriyetine dönüştürme çabasındadır. Sayın Öcalan demokratik cumhuriyet ile başta Türkiye halkları olmak üzere Orta Doğu halklarının özlem duyduğu barış ve yeni yaşamı öneriyor. Yüzyıllık Kürt meselesini çözümünü öngören, tüm yurttaşların etnik kimliğine bakılmaksızın eşit bir şekilde yaşaması için mücadele eden Sayın Öcalan demokratik perspektifle yaşamanın önünü aralamaya çalıştı. Ülkeyi yönetenlerin önüne demokratik bir teklif sundu. Bu, bir kişinin bile burnunun kanamadığı, halkların birbirini boğazlamadığı, tepeden inme yönetimlerin var olmadığı bir yaşamın hayalidir. Eşit ve özgür bir yaşamın projesidir. Şimdi bu proje tecrit altındadır. Tecrit sadece Sayın Öcalan’ın şahsına değil, tüm Orta Doğu halklarının barış ve ortak yaşam umudunadır. 

“Demokratik Cumhuriyet” diyen herkesin tecride karşı sesini yükseltmesi lazım

Bu tecrit cumhuriyetin demokratikleşme umuduna yöneliktir aynı zamanda. Demokratik cumhuriyet diyen, bir arada yaşamdan yana olan herkesin tecride karşı olması, sesini yükseltmesi gerekir. Mesele sadece bir kişi üzerindeki tecridin kaldırılması değildir. Ülkenin ve tüm toplumun üzerine kara bir bulut gibi çöken baskı ve tecrit politikalarının sonlandırılmasıdır. Karanlığa karşı aydınlık bir geleceğin kurtarılması çabasıdır. Biz barıştan, demokrasiden asla vazgeçmeyeceğiz. Tecride karşı sessiz kalmayacağız. Barış umudunun sönmesine asla izin vermeyeceğiz. Bu tecrit halklarımızın mücadelesi ile mutlaka kırılacak. Bu insanlık dışı uygulamayı yapanlar bu politikalarının altında kalacak. 

Halk iradesini gasp eden bir kayyum cumhuriyeti yaratmaya çalışıyorlar

Halk iradesini yok sayan rejimin bir diğer politikası da kayyumlardır. Tecritle halkların barış umudu esaret altına alınırken, kayyumla da milyonların iradesine ipotek koyulmaktadır. Ret ve inkara dayanan cumhuriyet politikasının özü budur. Halk iradesinin gaspına dayanan bir kayyum cumhuriyeti yaratmaya çalışıyorlar. Şark Islahat Planı ile Kürt kentlerine umumi müfettişlik atanmıştı. Bunu tarihi okuduğumuz zaman hepimiz görüyoruz. Kürtlerin demokratik haklarına karşı olağanüstü yetkilerle donatılmış umumi müfettişler. Dünün umumi müfettişleri, bugünün kayyumlarıdır. İkisinin de özü gasptır, yok sayma ve zulümdür. 1930’lu yılların başlarındaki Türkleştirme politikasını bugün AKP kayyumlar yoluyla gerçekleştiriyor. 

Sandıklarda bunlara öyle bir sille vuracağız ki feleklerini şaşıracaklar

AKP iktidarı da bugün atadıkları kayyumlar ile Kürt halkına ait değerleri kurumsal hayattan kaldırmaya çalışmaktadır. Kürtçe parkların, bahçelerin, kültür sanat merkezlerinin isimleri ya Türkçeleştirildi ya da kapatıldı. Ancak and olsun; halkımıza karşı düşmanca yaklaşan, varlığımızı inkar eden bu kayyumlara ve onları oraya gönderen AKP iktidarına sandıkta öyle bir Kürt sillesi vuracağız ki felekleri şaşacak. 

Bu halk tek bir kişi kalsa bile direnişi sürdürecek

Geçen hafta Kars ve Ankara İl yöneticilerimize yönelik rehine operasyonları yapıldı. Birçok arkadaşımız gözaltına alındı. Özellikle Ankara’da eski milletvekilimiz İbrahim Binici’nin de içinde olduğu onlarca arkadaşımızın gözaltına alındığına tanıklık ettik. AKP, kaybedeceğini anladığı için bu operasyonları yapıyor. Sözüm ona gözaltı ve tutuklamalarla bu halkı sindirecek. Halen anlamadıkları bir şey var; bu halk tek bir kişi bile kalsa bu direniş ve mücadele sürecek. Sizin her türlü zulmünüze ve baskınıza rağmen halklar direnecek ve kazanacaktır. Dönemin umumi müfettişleri nereye gittiyse kayyumlar da oraya gidecek. Seyîd Rıza’nın torunları o dönemin müfettişleri önünde diz çökmediler bugün de bu halk kayyumlarınızın önünde diz çökmeyecek, bu da size hem ders hem de dert olsun.

Halklara çağrımızdır; gelin asıl yıkımı seçimlerde bunlara yaşatalım

Yerel seçimler halkımızın geleceği açısından her zamankinden önemli Türkiye halklarını kutuplaştıran, dilimizi kültürümüzü yok sayan, irademize el koyanlara karşı bir araya gelmeliyiz. Siyasi, toplumsal ve ekonomik krizden rahatsız olan halklara, demokrasi kaygısı ve vicdan sahibi olan herkese sesleniyoruz, gelin esas yıkımı seçimlerde bunlara karşı yapalım. Kayyum Cumhuriyetinde yaşamak istemediğimizi, sokaklarda, meydanlarda, sandık başlarında güçlü şekilde haykıralım. Hep birlikte demokratik cumhuriyetin inşasına birer tuğla bırakalım. Kendimizi de kentimizi de biz yönetelim. 

Bu ittifak rant ittifakıdır 

Halkları dışlayan, ötekileştiren bu sistem İttihatçıların izinden giden AKP ve MHP ittifakı ile kendisini ayakta tutmaya çalışmaktadır. Bu ittifak 7 Haziran gecesi kuruldu. HDP ve demokratik muhalefete karşı kurulmuş bir ittifak bu. Cumhuriyetin demokratikleşmesini boğma ittifakıdır. İster cumhur, ister millet ittifakı desinler, bu ittifak rant ittifakıdır, Kürt karşıtlığına dayanan bir ittifaktır. Kürt ve demokrasi karşıtlığına dayanan bir ittifaktır. Devletin bekası dedikleri şey de koltuklarının ve saraylarının bekasıdır. Bunların ülke diye bir derdi yok. Hep söylediğimiz gibi Kürde karşı kurtturlar. İttifakları da kurt ittifakıdır. 

Aralarındaki ant çekişmesi rant kavgasıdır

Irkçılık andı ittifakında aralarında sorun varmış gibi görünse de ittifakları sürüyor. Erdoğan karşıymış gibi görünüyor ama tek millet diyen, tüm kimlikleri Türkleştirmeye ve tekleştirmeye çalışan kendisidir. Aralarındaki sürtüşmenin nedeni koltuk ve rant kavgasıdır. Bunlar aslında ruh ikizleridir, çizgi olarak ikisinin de birbirinden farkları yoktur. Erdoğan yurt dışına gittiği yerlerde, Türklere “dilinizi kimliğinizi koruyun” diyor, “asimilasyona karşıyız” diyor, “Türkçülük yapmayız” diyor. Ama iş Kürtlere, farklı inanç ve kimlikleri geldiğinde tek dil, tek millet diye diye teklediğini görüyoruz. Bölgede kayyumları Afrin’de ise ÖSO çeteleri Kürtçe tabelaları indiriyor. Hani Türkçülük yoktu? Gagavuz Türklerinin dilleri yasaklansa, biliyoruz ki dünyayı ayağa kaldırırdı. Kendisi içeride aynısını bu ülkede farklı kimliklere uyguluyor. 

Bu hangi evrendir ki içinde Kürt yok, Kürtçe yok

Saray’ın Milli Eğitim Bakanı bu ülkede milyonlarca Kürdü yok sayarak “hem Arapça hem de Türkçe bilen öğretmenlere ihtiyacımız var” diyor. Arap çocukları elbette dillerini öğrenecekler, bu onların en doğal hakları. Ama bu ülkenin Kürt çocukları da Kürtçe öğrenecek. Bu da onların en doğal hakkı. Neden haklar arasında ayrımcılık yapılıyor? Kürtler kendi topraklarında ana dillerini öğrenemiyor, ibadet yapamıyorlar. Çünkü bunların hepsi Kürt halkına yasak. Bir de kalkmışlar evrensel eğitimden bahsediyorlar. Arapça, Türkçe var da bu evrende neden Kürtçe yok? Bu hangi evrendir ki içinde Kürtçe yok. Kürt çocukları yok, anadilleri yok. Bütün bunlar AKP zihniyetinden kaynaklı. 

Bunların demokratlığı ancak Osmaniye’ye kadar. Osmaniye’den gelen arkadaşlarımız buradalar. Osmaniye’den ötesini bu ülkenin vatandaşı olarak görmeyen, oraya karşı farklı bir yöntem ve zihniyet uygulayanlara karşı hatırlatmak isteriz; bu ittifakınız toplumsal sorunları bastırma ittifakıdır. 

Emeklilik hakkını çok görenleri gelin sandıkta emekli edelim

Geçen hafta mecliste EYT tartışmaları bizlere açık bi şekilde göstermiştir ki, ilgili komisyonu AKP ve MHP koalisyonu kurdurmadı. Bunlar halk karşıtıdır. Zamanın bir milli eğitim bakanı “okullar olmasa ne iyi yönetirdim” demişti, şimdi ise bunlar da halk olmasa işler ne iyi giderdi diyecek haldeler. Emeklilik bir haktır, bu hakka göz dikenler hiçbir şekilde iflah olamazlar. Emeklilik bekleyen milyonlar yaşa değil AKP-MHP engeline takıldılar. Artık bunun cevabını seçimde tüm halklar vermelidir. Size emeklilik hakkını çok görenleri siz de siyasetten emekli edin. İşlerine son verin. Seçimlerde, sandıklarda bunu ortaya koyun. Biz özellikle HDP olarak EYT sorununun çözümü için çalışacağız. Yılların alın teriyle kazanılan, ana sütü gibi helal olan bu hakkı, AKP-MHP ittifakının kirli çıkarlarına kurban etmeyeceğiz.

Ermeni mezarlığının üzerine tuvalet kurulması tesadüfi değildir

Topluma tek tip elbise giydirmeye çalışan bu sistem yaşamda olduğu gibi ölümlerde de aynı zulmü uygulamaktan geri kalmamaktadır. Öyle bir cumhuriyet düşünün ki 17 bin faili meçhul, kayıplar, kimsesizler mezarlıkları, kemiklere dahi ulaşamayan anneler, yası dahi tutulamayan ölümler olsun. 709 haftadır çocuklarının kemiklerini arayan Cumartesi Anneleri bu ülkenin gerçekliğidir. Onların kayıp arama mücadelesini engelleyen zihniyet, bugün mezarlıkları tahrip ediyor, yüzlerce insanın cenazesini ailesine vermiyor. Bu cenazeler ya kimsesizler mezarlıklarına defnediliyor ya da morglarda bekletiliyor. Bugün Malatya’da, Cizre’de kimsesizler mezarlığında 700’ün üzerinde cenaze var. Bu süreç aileler için tam bir işkenceye dönüşmüş durumda. Malatya ve İstanbul Adli Tıp Kurumları'na aileler defalarca başvurduğu halde “DNA sonucu açıklanmadı” gerekçesiyle cenazeler ailelere verilmiyor. 

İktidar DNA testlerini gerekçe gösteriyor, ama asıl sebep bu değil. Bunun sebebi cumhuriyet rejiminin Kürtlerin ölülerine uyguladığı ölüm siyaseti. Bu siyaset yaygın ve sistematik bir hale gelmiştir. Van’ın Edremit ilçesinde Ermeni mezarlığının üzerine tuvalet inşa edilmesi elbette tesadüfi değildir. Dêrsim’de mezarlığın yanında yer alan cemevinin bombalanması tesadüf değildir. 

Mezarlıklara yönelik saldırı hafızasızlaştırma girişimidir

Şeyh Said’in, Said Nursi’nin cenazelerinin hala bulunmaması tesadüf değildir. Bu aynı zamanda bir hafıza kırımıdır. Tekçi cumhuriyet rejimi halkların hafızasını kırıma uğratıyor. Çünkü biliyorlar ki tarih mezarlarda başlar, bu sistematik bir politikadır. Aysel Tuğluk’un annesinin mezarından çıkarılmasına sebep olan ırkçı saldırı, bu rejimin ölüm siyasetinin sonucudur. Tarih boyunca bütün dinler ve bütün topluluklar ölülere saygı göstermiştir. Ölüm ritüelleri insanlık tarihi kadar kadim ve tarihidir. Ama Kürtlere dayatılan insanlık dışı bir uygulama ile karşı karşıyayız. 19 Aralık 2017’de Bitlis’te 267 cenazeye ait kemik mezarlardan çıkarılıp İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Varlığını sözüm ona din üzerine kurmuş bu iktidara sormak isteriz; kemiklerin bu şekilde yerinden edilmesi hangi inanca, hangi ahlaka sığıyor? Üzerinden 10 ay geçti bunlardan sadece iki kişinin kemikleri ailesine verildi. 265 kişiye ait kemiğin akıbeti hala belirsiz. Bu kemikler nerede? Neden ailelerine verilmiyor?  

Kaşıkçı cinayetini aydınlatmaktan bahsediyor, Peki Musa Anterlerin failleri nerede?  

Bu ülkede kayıpların kemikleri dahi bulunamazken, Erdoğan günlerdir gazeteci Kaşıkçı olayı üzerinden dünyaya itibar pazarlamaya çalışıyor. Cinayeti aydınlatmaktan söz ediyor, peki ya öldürülen gazeteciler ve bunlara ilişkin söyleyecek sözünüz nedir? Musa Anterler, Hafız Akdemirler, Metin Göktepeler, Kadri Bağduların failleri nerede?  

Cesaretin varsa faili mehçul cinayetleri açığa çıkar

Kayıp yakınlarını arayan Cumartesi Annelerine yönelik saldırıların emrinin kim tarafından verildiğini soruyoruz. Kaşıkçı’yı aydınlattığını söyleyen Erdoğan’a çağrı yapıyoruz; Cesaretin varsa faili meçhul cinayetleri açığa çıkar, failleri yargıla. Devletin arşivini açarsınız kim ne yapmış, nasıl yapmış, cinayetler nerede işlenmiş, kimin emri ile işlenmiş, bütün bunları ortaya koyarsınız. Ölülere bile bunca kötülüğü yapanlar tarih sayfalarında utançla hatırlanacaklar. 

İktidarın politikası yurtta ve dünyada çözümsüzlüktür

Bu rejimin halk karşıtı, Kürt karşıtı politikalarını sadece içeride değil, dışarıda da görüyoruz. Yanı başımızda Suriye’de yaşananlar ortada. Saray rejimi Suriye’de halkların geliştirmeye çalıştığı çözüm sürecini de boğmak istiyor. “Yurtta barış cihanda barış” sözü duvarlarda yazı olarak kalıyor. Çünkü uyguladıkları politika “yurtta çözümsüzlük dünyada çözümsüzlük”tür. Bugün Kürtler diğer halklar ile birlikte Suriye’de demokratik bir yönetim oluşturmaya çalışıyorlar. Bu süreç aynı zamanda Suriye genelinde istikrar ve çözüm demek. AKP hükümeti ne yapıyor, Suriye'de çözümsüzlük devam etsin diye uğraşıyor “Kobanî’yi yerle bir edeceğiz” diye tehditler savuruyor. Ardından IŞİD yine devreye giriyor ve Fırat’ın doğusunda operasyon yapan SDG güçlerine saldırıyor, ardından TSK Aşmê köyü yakınlarına obüslerle saldırıyor. Burada amaç ne? Suriye’de savaşı ve çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka bir amaç yok. Kürtlerin Suriye’de bir irade olarak temsil edilmesini engellemek amaçlanıyor. Ancak uluslararası güçleri de buna alet etmenin yollarını arayan AKP hükümetinin her türlü tavizi verdiğini belirtmek isteriz. 

Erdoğan rejimi olsa olsa Suriye’de sorunun asli parçası olur

Erdoğan rejimi Suriye’de çözümün bir parçası olamaz. Olsa olsa sorunun asli parçası olur. Hafta sonu İstanbul’da bir zirve yaptılar. Bu zirvenin adını buradan çözümsüzlük zirvesi olarak tanımlıyoruz. Biz ise tam tersine Diyarbakır'da Orta Doğu krizi ve çözüm yollarını tartıştığımız bir konferans yaptık, çözüm önerilerinde bulunduk. Gerçek çözüm bunların zirvelerinde değil, halkın olduğu yerdedir. Yani bizim halk konferanslarımızdadır. Bu konferanslara biraz kulak verseler çözümün yolunu bizim aracılığımızla bulurlar. 

Rojava direnişi olmasaydı IŞİD Türkiye’nin her yerinde olurdu

Eğer Rojava’da Kürtlerin direnişi olmasaydı IŞİD, bugün Türkiye’nin her yerinde at koşturuyor olacaktı. Bunların içeriden aldıkları destek ile özellikle Suruç ve Ankara’nın göbeğinde yaptığı katliamlar halen hafızalarımızda canlıdır. IŞİD, 1 Kasım seçim sonuçlarının AKP lehine çevrilmesine yarayacak kadar Türkiye’de etkinleşti. IŞİD, Kobanî’den atıldığı günden bugüne kadar AKP iktidarı bölgedeki Kürt kazanımlarını hedef almaya devam etmektedir. IŞİD’in yapamadığını bugün onlar yapmaya çalışıyor. AKP iktidarı takındığı düşmanca tutum ile kendisini IŞİD ile aynı tarafta konumlandırdı. Bu gerçeklik Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçti. Bu Kürt düşmanlığı onlara ne kazandırıyor, sormak istiyoruz. Dünyadaki bütün özgürlük ve demokrasi yanlısı kesimler Kürtlerin Kobanî direnişini her zaman sahiplendiler.

Ne yaparsanız yapın Kürtlerin iradesini engellemeyi başaramazsınız

1 Kasım Kobanî direnişinin yıl dönümü. Aralarında Nobel Barış Ödülü sahipleri akademisyenler, yazarların da bulunduğu binlerce kişinin çağrısı ile Dünya Kobanî Günü ilan edildi. Karanlığa ve gericiliğe karşı Kürt halkının geleceği için büyük bedeller ödendiği bir savaş olarak tarihe geçmiştir. IŞİD’in Kobanî’ye yönelik 135 günlük kuşatmasının yenilgiye uğratılması ile ilgili olarak demokrasi şehidimiz İbrahim Ayhan’ın bir sözünü hatırlatmak isterim. Şöyle demişti sevgili İbrahim Ayhan, “İnsanlık tarihinin süzgecinden geçmiş bütün değerler Kobanî  sürecinde açığa çıktı. Nasıl ki İkinci Dünya Savaşında Stalingrad’da faşizm büyük bir yenilgi yaşamış ve orada bir kırılma anı gerçekleşmişse, Kobanî’de açığa çıkarılan o direniş, o mücadele ruhu da faşizmi, barbarlığı yenmiştir.” Bu tespit Kobanî direnişinin özünü içermektedir. Bir kez daha Sevgili İbrahim Ayhan’ı saygıyla anıyoruz. AKP hükümeti şunu unutmasın. Ne yaparsanız yapın, nafiledir. Suriye’de Kürtlerin iradesini engellemeyi asla başaramayacaksınız. Kürtler ve bölge halkları size rağmen kendi geleceğini kuracak, kendi topraklarında özgürlüklerini ilan edecekler. 

Bütçe sürecinde her kuruşun hesabını soracağız

Meclis’te bugün itibariyle bir bütçe süreci başladı ve bu süreç ülkenin bir yıllık gelir gider dengesinin konuşulacağı bir süreç olarak adlandırılıyor. Maalesef gerçeklerin böyle olmadığını, hem buradan hem de Genel Kurul’dan anlatacağız. Elbette bütçe süreci AKP’li bakanların özellikle “halk nasıl soyulur, Saray’a peşkeş çekilir”den ibaret bir hale getirdiği bir sürece tanıklık edeceğiz.

Recep Bey kendisine kıyak geçmiştir

Bütçeden ne çıktı diye baktığımızda, içinde Erdoğan’a dev bir zam çıktığını gördük. İşlevsiz hale getirilen Sayıştay raporlarına baktığımızda kara deliğe dönüştürülen yolsulsuzluklarla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Halkı kriz içinde olan bir cumhurbaşkanının maaşı yüzde 26 zam ile 75 bin TL’ye çıkarıldı. Recep Bey kendine kıyak geçmiş. Bu enflasyon oranında bir zam ama bu ülkede kime yüzde 26 zam yapıldı? Bir tarafta özellikle çocuğuna okul forması alamadığı için intihar eden bir baba, borç batağına saplanan bir toplum varken, cumhur ile başkanı arasındaki bu büyük uçurum bu ülkenin gerçek yüzüdür. Dünyada neredeyse bu kadar yüksek maaş alan lider yok. Birçok lider, halkı geçim sıkıntısı yaşadığı için maaşlarından kesinti yapıyor, hiç maaş almayan var. Ama bunlar halkın vergileri ile uçan saraylar ve devasa maaşlar alıyorlar. 

TMSF’de 1.2 milyar TL yolsuzluk yapıldı

Bugün bütçe açılışında arkadaşlarımız geniş bir şekilde gündeme getirecek. Özellikle TMSF hakkındaki Sayıştay raporuna baktığımızda, ülkenin büyük bir yolsuzlukla karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Bu sayı 1.2 milyar TL, yani eski para ile 1.2 katrilyon. Ülkenin kaynaklarına resmen vurgun yapılmış ve devletin hazinesine girmesi gereken paralar buhar olmuş, yok olmuş gitmiş! Alın size yolsuzluk cumhuriyeti. Sayıştay raporlar sunmuş, sorular sormuş, paralar nerede demiş. Ama burada Meclis'te ağababalarının sahip çıkacaklarından emin oldukları için sorulara cevap vermemişler. Cumhurbaşkanı maaşının ve kurumlarda yapılan vurguların kimin cebinden çıktığına cevap bile verilmemiş. Bu paralar kimin cebinden çıkıyor? Öğretmenlerin, doktorların, polislerin, pazarcının, işçinin, kadınların, emekçinin cebinden çıkıyor. Kadınların ve gençlerin geleceğine yönelik yapılan bu tür usulsüzlük ve yolsuzlukları her yerde ve her zaman ifşa etmeye devam edeceğiz. 

Nereye gittiği belli olmayan katrilyonlar var bu ülkede 

Bir tarafta insanlara tasarruf yap diyen, bu kadar pervasızca söylemler söyleyenler 75 bin lira maaş alıyor ve nereye gittiği belli olmayan katrilyonlar var bu ülkede. Ama biz bütçe sürecinde de sonrasında da her türlü oyunu ifşa edeceğiz ve halkımızla paylaşacağız. Gün gelecek devran dönecek ve tüm bunların hesabı halka verilecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bütçe görüşmelerinde partimiz ve milletvekillerimiz bu kayyumcu zihniyete karşı en etkili muhalefeti yapacaklar. Her bir kuruşun hesabını soracaklar. Tüm emekçilerin, işçilerin, çiftçilerin, gençlerin ve kadınların haklarını en etkili şekilde savunacaklar, savunmaya devam edecekler. 

Bu krizlerden çıkışın yolu Demokratik Cumhuriyet, özerk yönetimdir

Ülkenin karşı karşıya olduğu tüm bu krizlerden tek çıkış yolu cumhuriyetin demokratikleştirilmesidir. Yoksa bu krizler bir yüz yıl daha devam eder. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, tekçiliğin sonlandırılması, herkesi içine alacak demokratik ve çoğulcu bir anayasanın yapılmasıdır. Dillere, kimliklere ve inançlara özgürlüktür. Özgür yurttaşlıktır. Demokratik parlamenter sistemin güçlendirilmesidir. Adem-i merkeziyetçi yönetime geçiştir. Demokratik özerk yönetimlerdir. Müzakeredir, demokratik çözüm ve barıştır. Silahların susmasıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Özgür basındır. Bağımsız yargıdır, hukuk ve adaletin işlemesidir, toplumsal cinsiyet eşitliğidir. 

İşte bu nedenle demokratik cumhuriyet diyor ve bunun için mücadele veriyoruz, bunun için bedel ödüyoruz. İnançlıyız ve kararlıyız, bu düzen hep böyle devam etmeyecek, faşizm ilelebet sürmeyecek. Bu halk demokratik cumhuriyete mutlaka bir gün ulaşacak. Bu gemi limana ulaşacak, mutlaka varacak. HDP bunun güvencesi ve teminatıdır. HDP varsa umut vardır, mücadele vardır, güç, kararlılık ve cesaret vardır. HDP varsa zafer vardır. 

Hep birlikte kazanacağız hep birlikte başaracağız buna inanın mücadelemiz daim olsun. 

30 Ekim 2018