Bilgen: Geçen seçimde nasıl Kuran salladıysanız önümüzdeki seçimde de Nutuk sallarsınız

Parti Sözcümüz Ayhan Bilgen, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bilgen şöyle konuştu: 

Türkiye ne yazık ki çok önemli siyasi gündemleri bazen insani değerlerini de çok ucuza harcayarak tüketiyor. Yanı başımızda bir deprem yaşandı. Elbette doğal afetler insanlığın sınav vermesi açısından, dayanışma ve insani erdemini ortaya koyma açısından zor günlerdir.

Biz şüphesiz Kirmanşan başta olmak üzere Silêmanî, Tuzxurmatû, Helebce civarında hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına sabır diliyoruz. Ama doğal afetler nasıl ulus devletlerin sınırlarını tanımıyorsa, etnik kimliğe, mezhebe inanca bakmaksınız büyük bir acı yaşatıyorsa, bazen insanlar da kendi insanlıklarına yakışmayan davranışlar sergileyebiliyorlar. Deprem vesilesiyle, deprem gibi son derece acı bir olay vesilesiyle bile nefret söylemiyle hareket edenler, dillerindeki faşizmi deşifre edenler depremdeki acı kadar hepimizi incitiyor.  

İster kendisini Türk milliyetçisi ister Kürt milliyetçisi, Arap ya da Fars milliyetçisi olarak tarif etsinler, depremde bile insani tutum sergileyemeyenler insanlıktan nasibini almayan numunelerdir. Dolayısıyla bu acıya karşı dayanışma göstermekten başka hiçbir tavır kabul edilemez. 

Selma Irmak Meclis Başkan adayımızdır

Türkiye’nin ve bölgenin gündemlerine geçmeden önce bir küçük görevi ifa etmem gerekiyor. Önümüzdeki hafta meclis başkanlığı seçimleri var. Biz de arkasında durabileceğimiz adayımızla seçime katılacağız. Tutuklu milletvekilimiz Selma Irmak bizim Meclis başkan adayımızdır. 

İsmail Kahraman’ın ziyaret edeceği adres bellidir

AKP’nin aday gösterme süreci şaşırtıcı oldu. Görünen o ki Cumhurbaşkanı’nın haberi olmamış. Bu ne kadar doğru ya da değil takdir kamuoyunun ama Sayın Kahraman bir nezaket göstererek siyasette diyaloğu önemsediği için olsa gerek partilerin genel başkanlarıyla görüşme yapacağını söylemiş. Sayın Kahraman unutmuş olabilir, bizim eşbaşkanlarımız cezaevinde. Bu parlamentoda görev yaparken tutukladılar ve bu parlamento anayasaya aykırı bir darbe düzenlemesine imza attı ve bu tutukluluk böyle gerçekleşti. Gene de Sayın Kahraman ziyaret ermek istiyorsa, şimdiye kadar ulaşmış bir talep yok ama ziyaret edeceği adres bellidir. 

Muhafazakar kesimin sessizliği ibret verici

Orta Doğu aslında taşların yeniden dizildiği, belki her şeyin baştan dizayn edileceği bir süreci yaşıyor. Bunun da bedelini yine en çok çocuklar, kadınlar, sivil halk ödüyor. Yemen’de uzun bir süredir büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Koleradan yani bir orta çağ hastalığından binlerce insan hayatını kaybetti. Şimdi, Yemen’de binlerce insanın ölümü karşısında Türkiye’de iktidarın, muhafazakar çevrenin sessizliği, tepkisizliği bütün insanlık için ibret verici bir suskunluktur. Suudi Arabistan’ın Yemen’de çocuklara, kadınlara reva gördüğünü önümüzdeki günlerde de muhtemelen Lübnan’da çocuklara, kadınlara reva görecek arayışlara girdiği açıktır. 

Saraylarını korumak için çatışmadan medet uman siyasetçiler sorumlu

Bir ülke düşünün ki, bir başka ülkeye ziyarete gidecek ve ziyaretinden sonra ortadan kaybolacak. Bir kaç gün o Başbakana kimse ulaşamayacak, sonra o başbakan çıkıp açıklama yapacak, “Ülkeme geri döneceğim ama bir şartım var. Şartı da kendi ülkesinde Yemen konusunda farklı düşünen yapıların Yemen’deki sürece müdahil olmaması. Böyle bir devlet olabilir mi? Bu koşullarda Ortadoğu halkları kendi sorunlarını çözebilirler mi? İşte aslında Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel çatışmaları, kaynakları sömürmek için kendilerine şiar edenler ve saraylarını korumak için çatışmadan medet uman siyasetçiler bu halin sorumlusudur. Bu anlamda kimsenin öbüründen daha temiz, daha berrak bir hali yok. Tam da Ortadoğu’da halkların birlikte yaşaması gerektiği, özgürce yaşaması gerektiği, ırkçılık, etnik fanatizm dışında bir formülle yaşaması gerektiğini savunduğu için Sayın Öcalan tecritte. 

4 saatte değişen dış politika

Bu tablo sadece Türkiye’nin iç barışıyla ilgili değil, Orta Doğu’da konfederal yöntem önerisinin tecritle duyulmasının engellenmeye çalışılmasıdır. Dolayısıyla aslında partimizin düzenlediği tecritle ilgili etkinlikler sadece Türkiye’nin iç barışına dair bir talep değil. Orta Doğu’da halkların kaynaklarını sömürmeden, birbirlerini boğazlamadan yaşayabilmesinin formülünü bulmanın tahayyülüdür. Bu tabloda Türk dış politikası nereye gidiyor? Son birkaç ziyarete dikkat çekmek istiyorum. Cumhurbaşkanı dün Putin ile görüşmeye gitmeden önce havaalanında açıklama yaptı ve çok açık biçimde Putin ve Trump üzerinden eleştiri yaparken, “Dünyayı ahmak yerine koymayın” dedi. Dış politika artık aylarla, haftalarla günlerle falan değil saatlerle değişiyor. 4 saat sonra Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımı Putin’le yaptığı açıklamada tam tersine döndü. Aynı Erdoğan, Putin’le yaptığı açıklamada sadece 4 saat sonra aynen şunu söyledi: Putin’le Trump’ın Suriye konusunda ortaklaşması bizim için önemlidir. 

İşte üzerinde tartıştığımız dış politika zemini böyle bir zemin. Bir başka yaklaşım, Başbakan grup toplantısında ABD ziyaretini aktardı ve Suriye ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. ABD’de parklarda dolaştı ve muhatap bulamadığı için, ABD’deki muhataplarına dimdik söyleyemediği şeyleri grup toplantısında söyledi.

Konya Belediyesinin iş makinesi neden Rakka’da

Rakka’da tırlar, büyük iş makineleri sevk ediliyormuş, IŞİD’le danışıklı dövüş yapılıyormuş. Umarız bir açıklama yapılır. Ama Konya Belediyesi’nin Rakka’da bulunan iş makinesiyle ilgili açıklamayı kendisi mi yapar yoksa eski başbakan mı yapar bilmiyoruz. Galiba Konya Belediyesinin iş makineleri oraya PYD tarafından götürülmüş ki ortada bir muhatap yok (!) Değilse, o iş makinelerinin Rakka’da ne aradığına ilişkin açıklama yapsınlar.

Başbakan ABD'ye "Sormadık, siz nereye dediyseniz oraya gittik" diyor

Başbakan ABD ile görüşmesinde diyor ki, “nereye çağırdıysanız gittik ve sormadık. 11 Eylül oldu dediniz ki Afganistan yaptı, Ladin yaptı hemen peşinizden Afganistan’a geldik. Sormadık bile.” Evet bunun farkındayız. 1950’lerden beri ABD nereye gidin diyorsa gidiyorsunuz. Kore’ye gidin dediler gittiniz. Siz Amerikalılara sormadan bir dediklerini iki etmiyorsunuz ama muhalifler, gazeteciler bir yabancıyla oturunca, gazeteleriniz manşetten komplo teorileri kuruyorlar. Hemen hedef gösteriyorlar; İşte büyük ihanet planları diye haber yapıyorlar. Biraz önce Sayın Başbakan övüne övüne Musevi lobileriyle yaptığı toplantıları anlatıyor. Bizde antisemitizm yok, elbette Musevi lobileriyle de görüşürsünüz. Ama Türkiye’deki muhaliflerin onlarla kurduğu temaslar sizin gazetelerinizde niye teşhir ediliyor, niye bu insanlar hedef gösteriliyor. Kaldı ki bugün hepimiz biliyoruz ki bugün ABD’de Afganistan’a niye gittik soruları soruluyor. Bırakın Afganistan’da binlerce sivilin yaşamını yitirmesini, Başbakan “Sormadık, siz nereye dediyseniz oraya gittik diyor.

Yolsuzluk demokratikleşme ile doğrudan ilgili

Kapalı rejimlerle yönetilen ülkelerin yumuşak karınlarından biri yolsuzluk konusudur. Yolsuzluk demokratikleşme ile doğrudan ilgilidir. Bize darbeden mi yolsuzlukla mücadeleden mi diyerek aklımızla oynamaya çalışsalar da dünyada yolsuzluklarla mücadele, darbeyle mücadeleden ayrılmaz bir gerçektir. Ama Türkiye yolsuzluklar konusunda bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz olan siyasetçilerle dolu. İsveç Maliye Bakanı devlet bakanından çikolata aldığı için istifa ediyor, Japon Spor Bakanı bir stadın yapılışında beklenenin üzerinde maliyet ortaya çıktığı için istifa ediyor. 

Paradise belgeleri için bırakın istifayı özür bile dilemediler

Paradise Belgeleri, meşhur vergi cenneti Malta ile ilgili bilgiler ortaya çıktığında bırakın istifayı, özür dileme erdemini bile gösteren var mı? Başbakan diyor ki araştırılsın. Peki partimiz bunun önerisini hazırlıyor, genel kurula indiriyor, gündeme getiriyor. Ne oluyor AKP oylarıyla araştırılmaması kararı çıkıyor. 

Yolsuzluklar konusunda meydan okumak kolay. Ama sizin çocuklarınıza dokunduğunda üstünü örterseniz birileri onu karıştırır ve sadece sizi değil bütün bir ülkeyi ele almalarının aracı haline getirir.

Gülen’in gelişi için 15 milyon dolar teklif edilmesi ABD'de soruşturma konusu

Bugün Rıza Zarrab davası bundan farksızdır. Yine başbakanın görüşme yaptığı bir ismin ABD’de etkili gazetelerde yazı yazsın diye kendine 560 bin dolar ödenmiş. Birilerini kurtarmak için de 15 milyon dolar teklif edilmiş. Bu konu şimdi ABD’de soruşturma konusu olmuş. 

Off shore siyasi ahlak sorunudur 

Böyle bir ülkenin dış politikada bağımsızlığından, dik duruşundan söz edilebilir mi? Off shore sorunu sadece bir yasa değil, siyasi ahlak sorunudur. Onun için de hem ahlak hem de siyasi nedenlerle aslında off shore konusunun Türkiye’de yüzleşmesi gereken bir boyutu var. İçeride Vatan-Millet-Sakarya hamaseti yaparken, çocuklarınız 3 kuruş vergi ödememek için başka ülkelerin bayraklarını çekiyorsa, kimseye vatanseverlik yapmayacaksınız.

Tabi bu konuda muhalefetin suskunluğu da son derece manidar. Bizim hiçbir ülkede off shore hesabımız olmadığı için galiba rahat konuşuyoruz. Ama belli ki diğer muhalefet partileri bu konuda söz söyleyecek cesarete sahip değiller. Türkiye böylesi uygulamalar dolayısıyla birileri için vergi cenneti. 2006’da Bakanlar Kurulu bir liste yayımlamaya karar veriyor, off shore hesapları olanların listesi. Ve onların kazançlarının vergilendirilebilmesi için düzenleme yapma tartışması yapılıyor. 2006’nın üzerinden 10 yıl geçmiş, başbakanlar değişmiş ama Bakanlar Kurulu hala off shore listesi hazırlayacak, onların vergilendirilmesiyle ilgili düzenleme yapacak.

Malta’da hesabı olanlar değil tütün üreticileri cezalandırılıyor

Malta’da hesabı olanlarla ilgili düzenleme yapılamıyor ama bugün Genel Kurul’da görüşülecek torba yasada tütün üreticilerinin daha fazla vergi ödemesi için düzenleme yapılıyor. Kıt kanaat tütün üreterek ayakta durmaya çalışan çiftçiyi cezalandıran düzenlemeler. Örneğin son teknolojiyi kullanmak gibi ilginç bir standart konulmuş. Sanki üreticinin buna imkanı var da, Adıyaman’daki, Antep’teki tütün üreticisi sırf vergi kaçırmak için üretim yapıyorlar da. Bu sadece çiftçiyi üretici cezalandırma değil. Aynı zamanda işi kriminalize ederek küçük esnafı da cezalandırma. Dünyanın hiçbir yerinde tütün üreticileri ile ilgili tartışmalar sigara ile mücadele tartışmaları ile birlikte yürümez. 

Birileri kafa karıştırmayı çok iyi biliyor. Sanki tütün esnafıyla ilgili bir çift laf söylerseniz sigarayı özendiriyorsunuz. Tam tersine! Aslında sigara tröstlerine verdikleri söz gereği, ülkeyi tütün üretemez bir hale getirmeye çalışıyorlar.

Tütün üretilemez bir ülke haline getirmeye çalışıyorlar. Nasıl mısır üreticilerine taahhütleri dolayısıyla şeker pancarı üreticileri cezalandırılıyorsa, şeker pancarı fabrikaları bir bir kapanıyorsa tütün meselesinde yaşanan da bundan farklı değil. Bu bir boyutuyla uluslararası tröstlere ülkeyi teslim etme girişimidir. 

Ekmek israf edenler ekmek 1 lira mı bir buçuk lira mı hesabını yapanlar değil

Nasıl tütün konusunda bir algı operasyonu yapılıyorsa, ekmek konusunda da yapılıyor. Ekmeğin gramajını düşürüyorlar. Aslında siz gene bir ekmek alıyor olabilirsiniz ama AKP’yi yıpratsanız da yıpratmasanız da çocuğunuzun kursağına giden lokma küçülüyor. Evinizin sofrasına konulan ekmek küçülüyor. Buna zam değil de tasarruf dediğinizde, israfla mücadele ediyor olmuyorsunuz? Ekmek israf edenler ekmek 1 lira mı bir buçuk lira mı hesabını yapanlar değil. Siz ekmeğin hesabını yaparak ay sonunu zar zor getirenler üzerinden algı operasyonu yapamazsınız.

Saray’ın harcamalarıyla ilgili bazı sayılar aktarmıştım, itibardan tasarruf olmaz diyorlar. Cumhurbaşkanı ne kadar protokol gideri yaparsa, ne kadar çok taşıtı varsa ülke o kadar itibarlı olur diyen AKP’lilere Makyavelli’den bir söz aktarmak istiyorum. Makyavelli 15. yüzyılda’da Avrupa siyasetçilerine önerilerde bulunan bir isim. Bir ülkeyi işgal ettiğinizde kolay sömürmek istiyorsanız kişisel, stat, konser salonu açın diyen bir isim. Ne pahasına olursa olsun koltuğu bırakma anlayışının referansıdır Makyavelli. “Cömert” siyasetçilere tavsiyede bulunuyor. Bir hükümdar cömert olarak ün salmak istiyorsa kesinlikle gösterişten kaçınmalıdır. Bunun sonucunda da kazandığı ünü korumak için halka ağır vergiler yüklemek, mallarına el koymak, para kazanmak için her türlü yola başvurmak zorunda kalacaktır. Böylece tebaasının nefretini kazanacak ve tebaa yoksul düştüğü ölçüde de saygınlığı azalacaktır. Bu Makyavelli’nin 500 yıl önceki uyarısı. 

Muhasebe oyunlarını iyi bilenler bu vergi yükünü bilmezler

Türkiye dar gelirli için bir zam ve vergi cehennemidir. Türkiye bir borçlandırarak rehin alma ekonomisi ile yönetilmektedir. Özellikle alt ve orta gelir sahibi kesimler için. Türkiye’de vergilerin yüzde 65’i dolaylı vergilerdir. Bir ülkede dolaylı vergilerin toplama vergiler içindeki oranı yüksekse orada vergi adaletsizliği yüksek demektir. Vergi kaçağı fazla demektir. Çünkü birileri mecburen verir ama o mecburen verenler yani maaşından kesenler yani üreticiler küçük esnaf vergi kaçıramayacağı için bu verginin yükünü göğüslemek zorunda kaldıklarında muhasebe oyunlarını iyi bilenler bu vergi yükünü bilmezler. 

2000 lira maaşın Türkiye’de yüzde 20’si yani 400 lirası peşin vergiye gidiyor. 5,5 akaryakıtın 3 lirası vergi. En kolay tahsil edilen vergide Türkiye dünya sıralamasında en üst sırada. Tabi bu vergiler nereye gidiyor sorusu için başka bir kalem daha var. Cumhurbaşkanı sürekli faiz lobilerinden bahsediyor. Faizin aşağıya çekilmesine dair uyarılar yapıyor. Ama Türkiye ekonomisinde şu anda vergilerin yüzde 11.2’si faize gidiyor. 

Taşerona bir türlü kaynak bulunamıyor

Saray’ın harcamalarına kaynak bulunurken taşeronlarla ilgili sorunu çözmek için bir türlü kaynak bulunamıyor. Sürekli gündemde tutuluyor, sürekli beklenti oluşturuluyor ama elleri varmıyor ki kararı imzalasınlar ve taşeronların sorunları çözülsün. Binlerce sağlık çalışanı, içlerinde doktorlar var, bir türlü görevlendirme yazıları gönderilmiyor, işe başlatılmıyorlar. Bu yüzden doktorlar çok ağır mesailer yapmak zorunda kalıyorlar. Ama bunun yanında ataması yapılmış, göreve başlatılmamış doktorlar bekletiliyor. Ya kaynak olmadığı için başlatılmıyorlar ya da güvenlik soruşturmaları başlatılmadığı için. 

Baraj uydurulmuş bir tezgahtır

Seçim barajı tartışmaları yapılıyor. Her ne kadar sabah ilk grup yapan parti başkanı kendi 2019 ittifak arayışlarının sorumluluğunu bize yıkmaya çalışsa da bizim tutumumuz çok net. HDP kurulduğunda seçim barajı ile ilgili ne söylüyorsa yine aynısını söylüyor. Biz kimin faydalanacağına bakmaksızın baraja karşıyız. Çünkü baraj bu ülkenin bir toplumsal kesiminin Meclis’te temsil edilmemesi için uydurulmuş bir tezgahtır.

Sıkıştığında seçim sistemiyle oynamak hiçbir iktidarı kurtarmadı

Biz mağduru biz de olsak başka partiler de olsa ilkesel tutumumuzu ortaya koyuyoruz. Ama oyun bitmiyor. Seçim barajı ile girdikleri Bahçeli ile girdikleri pazarlıkta üzerlerine düşenleri yapmadıkları için mi Bahçeli açık konuştu bilmiyoruz. Ya da seçim sistemiyle ilgili başka değişiklik planları yapılıyor da buna zemin mi oluşturulmak isteniyor, bilemiyoruz. Ama ister daraltılmış ister karartılmış sistemlerden medet umun hiçbir iktidarı, sıkıştığında seçim sistemiyle oynamak kurtarmadı. ANAP’ı kurtarmadı sizi de kurtarmayacak. Bırakın seçim sistemi ile ilgili oyunları demokrasinin önündeki engelleri kaldırmak konusundaki borcunuzu ödeyin.

Türkiye’de seçim sistemi tartışmaları ne yazık ki iyi niyetli arayışlarla yapılmıyor. Her seçim sistemi ülkenin koşullarına göre konuşulabilir, yeter ki iyi niyetli olsun, ta ki demokrasinin varlık sebebine, amacına uygun bir şeye hizmet etsin. 

AYM torbadan dosya seçti

Perşembe günü, Anayasa Mahkemesi, milletvekilimiz Gülser Yıldırım ile ilgili dosyayı değerlendirecek. Biz bugüne kadar arkadaşlarımız AYM önünde açıklamalarla, burada kürsüden defalarca çağrıda bulunduk. AYM evrensel hukuka uygun davranmayı göze alamıyorsa bile bari kendi kararının arkasında dursun. "Dün dündür, bugün bugündür" anlayışının siyaseti de kuşattığının farkında olsunlar. Anayasa Mahkemesi bu dosya incelemesini Demirtaş üzerinden başlatmıştır. Şimdi Demirtaş’ın dosyası üzerinden yazışmalar yapacaksınız, Adalet Bakanlığı’ndan görüş alacaksınız sonra torbadan bir dosya seçmiş gibi Gülser Yıldırım’ın dosyasını gündeme alacaksınız. 

Biz meseleyi asla sadece tutukluluk meselesi olarak görmüyoruz. Elbette milletvekillerinin tutuklu yargılanması kabul edilemez ama asıl sorun, Anayasa’ya yapılan darbedir. Anayasa Mahkemesi sözünün sadece bir kişiyle ilgili yaklaşımı ortaya koyarak değil Türkiye’deki darbe tablosunu değiştirecek cesaretle irade ortaya koymalıdır. 

Suruç davasında sanık mahkeme heyetini fırçaladı

Suruç’ta 33 genç Rojava ile dayanışma için, oradaki çocuklara umut taşımak için yola çıktılar ve Suruç’ta bir basın açıklaması düzenlerken hayatlarını kaybettiler. Bu katliamın üzerinden geçen zamana rağmen bu davanın seyri aslında ilk günlerdeki tepki hangi anlayışı yansıtıyorsa tam da onu ispat ediyor. 

Geçtiğimiz duruşmada sanığın duruşma salonuna getirilmesi yönünde mahkeme heyeti karar veriyor. Mahkeme heyetleri değişiyor, avukatlar tutuklanıyor, dünkü duruşmada SEGBİS’le katılan sanık adeta mahkeme heyetini fırçalıyor. “Ne haddinize beni getirmek” diyor. Mahkeme tavrını şu şekilde değiştiriyor: duruşmaya gelip gelmemek sanığın tercihidir. 

Suruç’ta sanığın kendi tercihiyken milletvekillerine SEGBİS dayatılıyor

Daha birkaç hafta önce Demirtaş’la ilgili, Yüksekdağ ile ilgili siz değil miydiniz duruşmaya SEGBİS’le katılmaları sağlansın kararı alan? Bu nasıl adalet bu nasıl yargı? 33 kişinin hayatını kaybettiği bir davada sanığın tercihine bırakıyorsunuz ama milletvekilleriyle ilgili kararlarda kendi korkularınızı belirleyici yapıyorsunuz. 

Suruç davasının avukatları gibi birçok avukat keyfi bir şekilde gözaltına alınıyor ve savunma hakları engelleniyor. En son tutuklanan isim Selçuk Kozağaçlı oldu. Dün onu da tutukladılar. Biz avukatların kimin davasına baktığına, hangi siyasi görüşe mensup olduklarına bakmaksızın muhalif oldukları için cezalandırıldıklarının farkındayız. Bu zor günler gazeteciler için de avukatlar için de geçecek. 

Yargı işlerine gelince bağımsız

Baskılar sadece duruşma salonlarında olmuyor. Sadece dava dolayları üzerinde olmuyor. Birileri kendi siyasi sorumluluğunu örtmek için zaman zaman hukukun en temel, evrensel ilkelerinin arkasına saklanıyor.Yani işlerine geldiğinde pekala kürsülerden talimat veriyorlar, hedef gösteriyorlar ama kamuoyunda tepki alan bir karar çıktığında da yargı bağımsız değerlendirmesinde bulunuyorlar. 

Antalya’da geçtiğimiz günlerde 10 yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden kişi tahliye oldu. Onu tahliye eden yargı, siyasetçilerle, gazetecilerle, akademisyenlerle ilgili bir şey yapmıyor.

Baskıların türlüsüyle karşı karşıyayız. Birkaç gün önce Pervin Buldan Esenler ilçesinde bir panele katıldı. Panel sonrasında kapıda provokasyon zemini hazırlandı .Bu provokasyona arkadaşlarımız fırsat vermeyince provokasyonu sosyal medyada sürdürdüler. Sosyal medyada hedef gösterildi ilçemiz ve bir linç kampanyası yürütüldü ve dün gece yarısı ilçe binamız kurşunlandı. Hangi yola tenezzül ederseniz edin bu parti, bu halk şimdiye kadar çok ağır süreçleri atlattı, bu zor günleri de atlatacak. Ne korkacak ne boyun eğecek ne de davasından vazgeçecek. 

Bu baskıları sizin icat etmediğiniz biliyoruz. Sizden öncekiler de bu yöntemlerden medet umdu. Ama son iki yılda 11 bin civarında partilimiz gözaltına alındı. 4500 tutuklu var. 750 il, ilçe genel merkez yöneticilerimiz tutuklu. Ardahan ve Patnos’ta bütün eski ve mevcut yöneticilerimizi tutukladılar. Bunu birçok şehirde yapıyorlar. Bu yöntemlerle başarı elde edebileceğini sananlar nasıl başarılı olmadıklarını öğrendiler, gördülerse bugünkü iktidar da bunu görecek. Asla arkadaşlarımız bu korkutmayla çabalarından vazgeçmeyecekler.

Yetim peygamber mirasını temsil eder 

“Aslında medeniyet tarihi empati tarihidir” diye meşhur bir söz var, empati insan ahlakının konusudur ama bir o kadar da siyasi ahlakla ilgilidir. Empati yapamıyorsanız medeniyet namına bir şeyiniz yok demektir. OHAL uygulamalarının her hafta yeni mağduriyetleri oluyor ama bugün belki biz toplantıya başlarken geçekleşmiştir. Bir aile 10 yıl önce yetim bir çocuğu evlat ediniyor. On yıl sonra, çocuk 15 yaşında baba OHAL dolayısıyla tutuklanmış. Baba sonra tahliye oluyor ama Çocuk Esirgeme Kurumu, baba terör suçundan yargılandığı için çocuğu alıyor. Hani bize ayet hadis okuyanlar var ya ben de onlara Maun suresini hatırlatıyorum. Yetim hakkı yemenin yetimi incitmenin ne demek olduğunu, Kuran doğrudan peygamber üzerinden anlatır. Çünkü yetim, bir peygamber mirasını temsil eder. Bu çocuğun ailesinde kalması konusunda Aileden Sorumlu Bakan ister anneyle, ister çocukla empati yapsın ama bir çocuğu üzmenin hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun meşru olmadığını görmesini istiyoruz. 

Çocukların da velilerin de stresinin bir tek kaynağı var, o da sizsiniz

Eğitim sistemiyle ilgili tartışmalar yapılıyor, Türkiye’de bir eğitim sistemi olmadığı için sistem demiyoruz biz .Çünkü sistem bir programdır. Bırakın her bakan değiştiğinde bir modelin değişmesini, Cumhurbaşkanı akşam televizyon kanalında bir talepte bulunuyor, bakan buna televizyondan tanıklık ediyor, apar topar düzenleme arayışına girişiyor. Türkiye’deki, sistem değildir. Türkiye’de nasıl ekonomide sistem yoksa eğitimde de bırakın milliliği sistem denilebilecek bir mekanizma dahi yoktur. Bu değişikliği, bu paldır küldür değişikliği savunmak için bakan diyor ki “çocukları sınav stresinden korumak için.” Vallahi çocukların da velilerin de stresinin bir tek kaynağı var, o da sizsiniz. O da sizin iki güne bir model değiştirme anlayışınızdır. Eğer gençleri stresten kurtarmak istiyorsanız bu sistem oyunlarından vazgeçin.

Şırnak’ta Gündoğdu Mahallesi’nde bir ilkokulda sınıfa bir yazı asılıyor “Kürtçe konuşmayacağım” diye. Van Milletvekilimiz Lezgin Botan’ın sorusu üzerine Bakan diyor ki “çocuklar çok küfürlü konuşuyorlar onun için aslında Kürtçe konuşmayacağım yazısı panoya asıldı, yoksa Kürtçe’ye karşı tavır değil.” Allah aşkına aklımızla alay mı ediyorsunuz! Çocuklar Türkçe küfür ettiğinde de Türkçeyi mi yasaklayacaksınız?

Nüfus üzerinden siyaset yapmak darbeci zihniyetlerin eski bir alışkanlığı

Elbette ki çocuklar ve kadınlar üzerinden siyasi polemik yapmak kabul edilebilir bir şey değildir. Ama Cumhurbaşkanı geçtiğimiz hafta ilginç bir söz sarf etti. Müslüman hanımlara tavsiyede bulundu ve dedi ki “Çoğalın.” “Terör örgütü bu konuda çok hassas, 10- 15 çocuk yapıyorlar” diyor. Cumhurbaşkanı’na kim nasıl bilgi veriyor, nasıl danışmanlarla çalışıyor bilmiyorum. Ama asıl rencide eden bütün bu sözleri düzeltmeye çalışan AKP’liler. 

Bir milletvekili diyor ki “burada Kürtler kastedilmiyor”. Peki kim kast ediliyor? Nüfus artış oranı en yüksek il Urfa. Bebek ölüm oranı en yüksek il de Bingöl. Burada nefret söylemini ayrımcılığı mı konuşalım yoksa çok çocuğu olan kadınların Müslüman değilmiş gibi tekfirci zihniyetle hedef gösterilmesini mi konuşalım? Neresinden tutsanız dökülen bir anlayıştır bu. Nefret söylemi içerine bir mesaj bu. Galiba bundan dolayı Şırnak’ta kayyumun açtığı kuyuya düşen Feyzullah’ın, panzer altında hayatını kaybeden çocukların, Ceylan’ın, Uğur’un önemi yok galiba. Bundan dolayı galiba Roboski’de hayatına kaybeden onlarca çocuğun önemi yok. Onlar için nüfus konusu güvenlik konusu olabilir. Bu aşina olduğumuz bir konu. Osmanlı’nın son döneminde de nüfus planlamaları yapılıyordu, cumhuriyetin ilk yıllarında da bu arayışlar vardı. Çok yakın dönemde, 28 Şubat döneminde de 1997 MGK’sında Kürtlerin nüfusu 2050’de bilmem kaç milyon olacak, tedbir alınsın denilmişti. Yani nüfus üzerinden sosyoloji üzerinden, insanların doğurganlıkları üzerinden siyaset yapmaya kalkmak darbeci zihniyetlerin eski bir alışkanlığı. Ama bunu düzeltmeye çalışanlar bir kez daha düşünmeli. 

Gerçekten yol arkadaşıysanız Erdoğan’a gerçeği söyleyin 

AKP’lilere Erdoğan’ın sevenlere, Erdoğan’dan beklentisi olanlara çağrıda bulunmak istiyoruz. Erdoğan’a iyilik yapmak istiyorsanız, böyle siyasetçilere yapılacak en büyük iyilik onlara gerçeği söylemektir. Gerçekten yol arkadaşıysanız onlara gerçeği söyleyin. 

Onların söylediklerini bize aktarmaya kalkmayın ve ne olur ölü numarası yaparak bu süreci atlatmaya çalışmayın. AKP’de kalan birkaç vicdanlı insan, uymazlıktan gelme numarası yaparak bu zamanları atlatabileceklerini sanıyorlar. Güzel bir şiiri paylaşalım: 

Saraylar saltanatlar çöker 

kan susar birgün 

zulüm biter. 

menekşelerde açılır üstümüzde 

leylaklarda güler. 

bugünlerden geriye, 

bir yarına gidenler kalır 

bir de yarınlar için direnenler...

Gardırop Atatürkçülüğü ancak dürüstlükle, yüzleşme ile anlamlı olur

Yarın Seyit Rıza’nın idam edilişinin yıl dönümü. Pis kuyudan temiz su çıkmaz. Tarihin hangi döneminde insanlık için utanç verici bir uygulama varsa onunla hesaplaşmak hepimizin boynunun borcu. 10 Kasım dolayısıyla yürütülen Atatürkçülük tartışmaları, aslında bu yüzleşmeyle birlikte anlamlı. Yoksa, Türkiye sağı yıllarca gardırop Atatürkçülüğü yaptı zaten. Atatürk istisması üzerinden mağduriyetlere sebep olundu. Bakın, Atatürk’ü koruma kanunu çıkaran Demokrat partidir, CHP ile girdiği Atatürkçülük yarışının bedelini her çizgiden insan, muhalifler ödedi. Bu gardırop Atatürkçülüğü ancak dürüstlükle, yüzleşme ile anlamlı olur. 

Geçen seçimde nasıl Kuran salladıysanız önümüzdeki seçimde de Nutuk sallarsınız

Geçen seçimde nasıl bize Kuran sallayarak siyaset yaptıysanız, önümüzdeki seçimde de Nutuk sallayarak siyaset yapabilirsiniz. Tercih sizin. Ya da Das Kapital sallayın. Her değişim sizin tercihiniz ama biz şunun farkındayız: Türkiye tarihi ile yüzleştikçe elbette devletinin kurucusuna saygıyı ama daha önemlisi geleceğe dair birlikte yaşama iradesini geliştirme imkanını kendinde bulacaktır.  

Seyit Rıza, yaşı küçültülerek idam edildi. Benden önce idam etmeyin dediği oğlu da yaşı büyültülerek idam edildi. İhsan Sabri Çağlayangil o dönemde oraya gönderilen ve idamları gerçekleştirmek için memur edilmiş bir isim. Diyor ki; “idam aslında bir gün sonra olacaktı ama Atatürk Elazığ’da bir köprü açılışına gidecekti ve Dersimliler Atatürk’e ulaşır da idamı engellerler diye biz “beyaz donlular”ın Atatürk ile buluşmasını engellemek için idamı bir gün önce yaptık”. Galiba bütün tartışmalara ışık tutan bir vaka.

Seyit Rıza’nın sözleriyle bitirelim: Sizin yalanlarınızla, hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu. Ben de önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun. 

14 Kasım 2017