Dağlar, ovalar, ormanlar, meralar, dereler ve yaylalar talan ediliyor. Taksim’i yayalaştırma adı altında dozerlerle bir parka girip halkın çocuklarının şiddetsiz eylemlerini gazla boğmak isteyen aynı akıl yine sahnede.

Halk yaşama sahip çıkıyor. Evet, bu Gezi mücadelesi. Bu Hevsel bahçelerine sahip çıkan halkın, Hasankeyf için direnenlerin, Yeşilırmak’a sahip çıkanların, Çıralı’da plajına sahip çıkanların direnişi. Apartmanının önündeki bir ağaca titreyen komşularımızın mücadelesi bu.

Bu sefer süslü bir isim verdiler talana: Yeşil Yol Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Geçit vermeyeceğiz.

2014 yılında yürürlüğe giren ve Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansının üstlendiği “Yeşil Yol” projesi, Samsun’dan Artvin’e 2600 kilometre uzunlukta ve 2000-2600 metre irtifadan geçecek şekilde planlanıyor. “Turizmin gelişmesi, mevcut turistik aktivitelerin çeşitlendirilmesi” gibi bir gerekçesi var.

Hayır, bu böyle değildir!

Karadeniz’in, Karadeniz halkının denizle ilişkisini kesen sahil yolu projesini anımsayalım öncelikle. Kendisini o hırçın denizle var eden halka denize ulaşmak için üstgeçitleri reva gören bir devlet var. Betonla kapladıkları kentler yetmezmiş gibi sahilleri de betonla doldurarak otobanlar icat eden bir devlet… Bu devlet halkın hizmetinde değil, o sermayeye hizmet ediyor.

Bilinmelidir: Fırtına Vadisi ve Kaçkar Dağları bölgesi, halkındır. Endemik çeşitlilik, flora ve fauna zenginliği açısından, dünyanın önde gelen doğal miraslarından birisi. Biyolojik çeşitlilik bakımından en değerli ve acil olarak korunması gereken 100 alandan birisi olarak tanımlanıyor.

Yapılmak istenen bunun yok edilmesidir. Yaylaların insanlardan kopartılmasıdır. Yaşam alanlarını, sosyo ekonomik hayatları, ekolojik varlıkları dehşetle değiştirecek, yıkıma uğratacak bu talanı planlayanlar halka sormadılar.

Biz birkaç soru soralım:

Bu talanın Fırtına Vadisi’nin kollarında hayvancılıktan ve doğa turizminden geçimini sağlayan yöre halkına nasıl bir fayda getireceği umuluyor?

Manzarası, doğal bitki örtüsü, büyülü atmosferi geri dönülemeyecek biçimde bozulacak yaylaların halkına, doğal ortamda katma değeri yüksek yayla turizmi yerine, piknikçilere transit yollarda taşıma, yeme içme hizmeti vermesi mi layık görülmektedir?

Yoksa planlanan şey, yaylaları birer tatil köyü halinde kitlesel turizme açmak için altyapı hazırlamak mıdır? Yöre halkına biçilecek rol, kendi yüzyıllık yaylasında, köyünde, toprağında yabancı sermayedarların işletmelerinde hizmet etmek midir?

Yüksek irtifalarda kendini yenilemesi çok zor olan doğal örtü ve yüzlerce endemik türün yaşam alanları tehlikeye girmeyecek midir?

Bu altyapıyla birlikte büyük yapılaşma yatırımlarının önü açılarak, hali hazırda yaylalardaki hukuki hakları kısıtlı olan yöre halkının, bölgedeki barınma hakkının dahi elinden alınmasına müsait bir ortam oluşturulması mı istenmektedir?

Altın, gümüş gibi " değerli" maden rezervleri bakımından da zengin olduğunu bildiğimiz bölge üzerinde turizme açılacağı iddiasıyla, büyük maden ocaklarının maden işletmelerinin altyapısı mı hazırlanmaktadır? Açtığınız yol siyanürle toprak zehirlensin, sondajlarla yeraltı suları, pınarlar tüketilsin diye midir? Yeşil dağların eteklerinde çıplak derin çukurlar ve parçalanmış taş yığınları görüntüsü sizin vicdanınızı sızlatmayacak mıdır?

Yaylalarında hayvanlarla, yırtıcılarla ve bitkilerle yaşanan kardeşliğin üzerinden bir yol geçirmeye kalkıyorsunuz. Peki bir karaca otobanda karşıdan karşıya geçmeyi nasıl öğrenecek? Bir yerin ortasından yol geçirdiğinizde oradaki tüm çeşitliği yok edecek bir iş yaptığınızı, hayatı ve canlıları böldüğünüzü bilmiyor musunuz?

Siz bunları doğaya reva görüyorsunuz ama izin vermeyeceğiz.

Bu soruları yanıtlayacaklar mı sizce değerli basın emekçileri? Yoksa meslek haline getirdikleri siyasetçiliği kullanarak “değerlendiriyoruz” demekle mi yetinecekler? Yoksa bizi “çapulculukla” mı suçlayacaklar?

Siz ne dersiniz arkadaşlar? Hangisi olacak bu sefer?

Protesto hakkını kullanan halkın üzerine jandarma taburu yollayarak yıldırmaya çalıştınız. Yollarını kestiniz. Bizler onların vekilleri, yoldaşları olarak valiye, kaymakama telefonla ulaşmaya çalıştık. Açılmadı telefonlar.

Samistal Yaylası’ndan bir ses yükselen sesiyle onlara gereken cevabı Rabia Hanım verdi. Devlet kimdir? Halk kimdir bir bir anlattı. Onun sözlerini bir daha bu kürsüden, bu mikrofonun gerçek sahibinin sözlerini bir aracı olarak ben tekrarlamak istiyorum:

“Devlet nedir? Devlet yok halk var. Kimdir devlet? Devlet bizim sayemizde devlettir. Bizim dedelerimiz buradan aşağıya yaya gitmişler ve şehit olmuşlar. Ne demek? Bu vali gelecek buraya. Yaylaların yolu birleşmeyecek. Her yaylanın yolu var. Yaylalar birbiriyle birleşmeyecek. Kesinlikle istemiyoruz. Vali bize iki tane çapulcu diyor. Biz çapulcuysak sen nesin? Sen sandalyede oturmuşsun. Biz buraların hamurunda yoğrulmuşuz. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. İş makinelerini alıp gidin buradan.” dedi Rabia Hanım.

Toprağın onuru ve belleği kadınlardadır. Tohumları çeyiz sandıklarında saklayan, kurdun, kuşun kardeşi olan, onlarla ekmeğini bölüşen, yaşamı emeğiyle kuran kadınlardır. Az önce tekrarladığım sözler kadınların sözü ve bilgeliğidir. Oysa devlet onları yerlerde sürükleyerek gözaltına alıyor. Buna razı gelmiyoruz.

Doğu Karadeniz yaylalalarını boydan boya yok edecek "Yeşil Yolu" ayrı ayrı şirketlere ihale ettiler. Şirketler sırayla giriyor yaylalara, bunlardan birisine Huser-Haczane Yaylalarındaki saldırıya idare mahkemesi dur dedi.

Talanı yaratanlara, şirketler adına şirket gibi çabalayan devlete sesleniyoruz: Yeşil Yol adını verdiğiniz asfalt denizi, talan projesi hukuksuzdur. Bu yolu yapmak, suçtur. Mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararını kabul edin. Bugünden vazgeçin, bu projeyi çöpe atın ve bu yanlıştan dönün artık.

Talan sadece bu projeyle de sınırlı değil. Üçüncü havaalanı projesi sürüp giden bir diğer büyük yıkım. Bu vesileyle ona da dikkat çekmek istiyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "üçüncü havaalanına karşı çıkanlar karşısında beni bulur" dedi biliyorsunuz. Asıl siz karşınızda bizi bulacaksınız. Bunu bir inat üzerinden söylemiyoruz. Ekolojik düşünüş olmazsa, doğayla böyle didişerek, ondan sermaye biriktirmeye devam edersek sadece yenileceğimiz, kaybedeceğimiz için. İnsanlık namına tüm canlılar adına karşınızdayız.

Silvan'da yapımı devam eden güvenlik barajı da az önce sözünü ettiğimiz aklın ürünü. Sadece su tutarak güvenlikli bir alan yaratmak değil bu. Tarihsel mirası suların altında boğmak anlamına geliyor. Barışı barajlarla kuramazsınız.

Bir benzeri Perisuyu üzerindeki Pembelik Barajı'nda yaşanıyor. Bir farkla... 15 köy sular altında kaldı. İnsanlar göçe zorlandı. Evet bu yakından bildiğimiz gibi 1990'ların yöntemleri. Köy yakmalar yerine yaşam alanlarını sular altında bırakarak zorla göç ettiriliyor insanlar. Arduç ailesi ise ne olursa olsun toprağını terk etmeyenlerden. Pembelik Barajı'nda su tutulduğu için mahsur kaldılar. Çalmadık kapı bırakmadılar ama cevap alamadılar. Seslerini duyurmak için bedenlerini açlığa yatırdılar.

Aynı devlet şiddeti, geçtiğimiz günlerde Cerattepe'de, topraklarını korumak isteyen halka yönelmiştir. Cerattepe'de 20 yıldır kurulmak istenen ve hukuki bir yılan hikayesine dönen bakır madeni, karşısında Artvinlilerin yılmaz mücadelesini buldu. Kafkasör yaylasında, tapelerle gündeme gelen Mehmet Cengiz'in başında olduğu Cengiz Holding, bakır madeni işletmek için girişimlerde bulunmaktadır. Bu girişimler karşısında açılan davalarda sayısız kez hukuki zafer kazanılmış, sayısız kez de idare ve şirket, mahkeme kararının etrafından dolanarak yeni işlem tesis etmiştir. Son olarak 2014 yılında, ÇED olumlu kararını "ya Artvin'in geleceği, ya maden" diyerek iptal eden mahkeme kararının ardından şirket yeni bir rapor hazırlatmış, idare de derhal gerekli işlemleri yaparak, izinleri vermiştir. Bu işleme karşı halk, 760 davacıyla Türkiye'nin en geniş katılımlı ekoloji davasını açmıştır. Hukuken çalışmaların tamamen durması gerektiği halde, yeni ÇED olumlu kararı alındığını ve Orman Bölge Müdürünün izniyle ağaç kesimine başlanacağını duyan halk yaylaya yürümek istemiş, önü jandarma tarafından kesilmiş, olası bir müdahale görüşmeler sonucu engellenmiştir. Bu süreçte Artvin tanıtım faaliyetlerinde, valiliğin Cengiz Holding'den 104.000 TL tutarında bağış aldığına dair belgelerin bulunduğu Yeşil Artvin Derneği'nin basın açıklamasında ifade edilmiştir. Bu iddiaları soru önergesi olarak meclise sunacak ve takipçisi olacağız.

Yeşil Artvin Derneği'nin girişimleri ve uzun soluklu mücadelesiyle kat edilen bu mesafe, Türkiye halklarının ekoloji mücadelesinde önemli bir yer tutmaktadır. HDP olarak usanmadan ormanlarını kollayan Artvinlileri dayanışmayla selamlıyoruz. Zafer, itirazlarını direniş çadırlarında yükseltenlerin, bu çadırları şenlik alanına çevirenlerin, öfkelerini türkülerine katanların olacak.

Bu toprakların her yerinde direnişler devam ediyor. Eskiden olduğu gibi şimdi de biz de onlarla beraberiz. Toprağın ve suyun onurunu koruyanlar bu yıkımları durduracaklar.