Baydemir: AKP zulmüyle ancak AKP yarışır

Meclis grup toplantımızda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Parti Sözcümüz Osman Baydemir, şöyle konuştu:

Bir insanın yaşayabileceği en büyük esaret kendi nefsinin esiri olmasıdır. Kinine esir olmasıdır, öfkesine esir olmasıdır. Açlıkla terbiye edilme politikasına esir olmasıdır. İşte 11 ayın sultanı nefislerle mücadele etme, nefse karşı direnme ayı bütün inananlara kutlu olsun. Bütün İslam aleminin Ramazan ayını canı gönülden tebrik ediyorum.

İnancımızın, itikadımızın ama aynı zamanda coğrafyamızın tümünde rengarenk, çeşit çeşit olan inançlarımızın ortak bir özü var; insanlık onurunu yüceltmek. Çünkü kainat insanlık için icat edildi. Ama gelin görün ki bütün İslam aleminin coğrafyası tiranların elinde, inanç sömürü aracına dönüştü. 

Ben bu vesileyle bir kez daha Ramazan ayının o açlıkla, nefisle mücadele etmeyenin, zalime karşı da bir direnç göstermeye vesile olması, ateşe su dökmeye vesile olması dileğiyle bütün kardeşlerimize en derin sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum.

Yezidlere karşı mücadelenin adresi HDP olacaktır

Bundan 4 yıl önce Gezi’de ağacın kesilmesi olarak topluma yansıtılan ama özü itibarıyla bir ağaç meselesi olmayan,  ilk defa Türkiye’de yurttaş bilinciyle “ben bilirim, ben yaparım” kibrine karşı bir itiraz ortaya kondu. Ve o itiraz, bir kez daha kriminalize edildi, terörize edildi. Şiddetle bastırma yanıtı, bir politika olarak dayatıldı. Gezi’de 14 sivil 16 insanımızı yitirdik. Bir kez daha bütün yitirdiklerimizi saygıyla sevgiyle anıyoruz. Onların anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Aynı zamanda Çorum katliamı, canların inançlarından dolayı katledildiği adeta Kerbela’nın bir kez daha yaşatıldığı bir günün anmasındayız. And olsun ki HDP var oldukça bütün inançların sesi ve soluğu olmaya devam edecektir. And olsun ki bu coğrafyada bir daha Kerbelalar yaşanmasın diye Yezidlere karşı mücadelenin adresi HDP olacaktır.  

Bu coğrafyanın yetiştirdiği hayatı sürgünlerle geçen bir şairi ayrılışının yıl dönümünde;

“Çocuklar inanın inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Güzel günler göreceğiz güneşli günler”
 
Saygıyla, sevgiyle, minnetle yad ediyorum. Nazım Hikmet bu coğrafyanın unutulmayanıdır, unutulmayanı olacaktır.

Darbe Komisyonu şakşakçılardan kuruldu

Her ne kadar bu coğrafya bugünlerde darbe coğrafyası olduysa da her bir darbe kendi karşıtlarını da mücadele azmini de ortaya çıkarıyor. Musibetlerden ders çıkarmak yeni musibetlerin oluşumunu engeller. Maalesef 2 yıllık çatışmasızlık politikası, tek başına iktidar olma uğruna sonlandırıldı. Bir darbe mekaniği işletilmeye başlandı. O darbe, o cunta kalkışması onlarca insanımızın hayatına mal oldu. TBMM’de, Darbe Araştırma Komisyonu kuruldu. 4 partinin ortak rızasıyla oluşan bu komisyon maalesef darbeyi tüm boyutlarıyla araştırmayı önüne hedef koymasına rağmen hükümet darbe araştırma komisyonunun başkanını, katibini, sözcüsünü her şeyini kendisinden oluşturarak komisyona darbe gerçekleştirdi. 3 aylık bir çalışmadan sonra, darbeyi araştırmakla mükellef bu komisyonun başkanı, “Fethullah Gülen Yüce Hoca Efendi” diye hitap eden bir başkan; Darbe Komisyonu Başkanı AKP Burdur Milletvekili Reşat Petek’in ta kendisinden bahsediyorum. Darbe Komisyonunun başkanı olan bu şahsiyet, iktidar tarafından FETÖ kumpası olarak nitelenen Ergenekon, Balyoz, KCK ana davası savcısı gibi TV ekranlarında demeçler vermişti.

Bir diğer komisyon üyesi İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık. Gülen hakkında, “Son bin yılın en büyük Türk büyüklerinden biri,  evrensel Türk rönesansını başlatan, Türk mucizesi” diye bahseden kişiyi komisyonun içine yerleştirdiler. Şahidên rovî, dêla rovî ye.  

Sözüm ona darbeyi araştıracak failleri açığa çıkaracaklardı. Bizatihi şakşakçılık edilenlerden oluşan bir komisyona dönüştü. Dönüp dolaşıp bu komisyon 141 kişinin beyanına başvurdu. Ama esas beyanına başvurulması gereken Cumhurbaşkanı’nın beyanına başvurmadı. Başbakanın bakanların beyanlarına başvurulmadı. TSK’nın başına, Hulusi Akar’ın beyanına başvurulmadı. Bu darbe girişiminde istihbarat zafiyeti var dedikleri MİT’in başındaki şahsın beyanına başvurulmadı. Bu nasıl bir darbe araştırma komisyonudur. Bu nasıl bir darbeyi hakikati açığa çıkarma çabasıdır. 

Hemen akabinde, 3 aylık bir çalışmadan sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  Ocak 2017’de komisyon çalışmalarını bitirme talimatı verdi. Açıkça şunu söylemek gerekirse bu da darbeyi araştırma komisyonuna yapılan ikinci darbeydi. 

AKP’yi aklama komisyonu

Şimdi, AKP ve Erdoğan’ın başından beri bu darbeyi açığa çıkarma gibi bir niyetleri yoktu. Çünkü karanlıkta kalması gereken noktalar, kara delikler vardı. Ne zaman ki kamuoyu komisyon içindeki muhalefetin sorularıyla o karanlıklara ışık tutulmaya başlandı ne zamanki soru işaretleri büyüdü, faaliyetlerin sonlanması istendi. Tamı tamına 661 sayfadan oluşan bu rapora baktığımızda hemen hemen her şey var ama olması gereken hiçbir şey yok. Dolayısıyla bu komisyon gerçekleri darbeyi saklama AKP’yi aklama komisyonudur, bu rapor AKP’yi aklama raporudur. Biz bundan dolayı bu rapora meşruiyet vermemek için komisyon üyelerimizi çekerek suça ortak olmadık.

Raporda ne diyor? Bu yapı sadece merkez sağ partilerle değil merkez sol partilerle de iş birliği yapmıştır. Bunun en çarpıcı örneği Anasol -D hükümetidir. Şimdi sorarım size bu hükümet döneminde başbakan yardımcısı kimdi? Hükümetin ortaklarından biri MHP ve Bahçeli’ydi. Şimdi, ortakları bu raporla birbirine madik atmaya yavaş yavaş ısınıyorlar mı? Ben inanıyorum ki bu rapor bir takım gerçeklerin toplum tarafından görülmeye başlandığının zemini olacaktır. 

Ecevit var, 'bitsin bu hasret' diyenler yok

Şimdi, bu raporda, Hakk’ın rahmetine kavuşmuş Bülent Ecevit’i yerleştireceksiniz ama “Ne istediniz de vermedik” diyenin ismini geçirmeyeceksiniz. Bu raporun içine Ecevit’i koyacaksınız ama muhterem hoca efendi diyeni bin yılın düşünürü diyeni yanında diz çökeni, 'bitsin bu hasret' diye bağıran iktidarın adını sanını yerleştirmeyeceksiniz. Kusura bakmasınlar, o 12 yıllık dönemde bu devlete çöreklenmiş yapıyla aynı yatakta kalışınızın ısısını bu rapor soğutmaya yetmedi, yetmeyecektir. 

Rapor mu doğru, Cumhurbaşkanı mı?

Raporun neresinden bakarsanız bakın çelişkilerle dolu. Cumhurbaşkanı Erdoğan darbeyi eniştemden öğrendim diyor. Ama komisyon başkanı Petek, raporda aynı şunu ifade ediyor: “Kara havacılıktan gelen pilot subay, MİT müsteşarına verdiği bilgilerden sonra, darbe girişim saatinin gece 3’ten 20:30 çekilmesi, darbenin önlenmesinde en önemli faktörlerden biri olmuştur” diyor. Hanginiz doğru söylüyorsunuz? Cumhurbaşkanı mı, bu rapor mu? Darbe gerçekten Cumhurbaşkanı darbe girişimini kimden öğrendi? Gerçekten eniştesinden öğrendiyse, darbe nasıl oluyor da bir gün öne çekiliyor?

Önceden bilinmeyen, önceden öngörülmeyen daha vahimi önceden içerisinde yer alınmayan bir darbe nasıl olur da öne çekiliyor? Nasıl olur da bunun hesabı 241 insana ödetilebiliyor. Öncede bilinen, içine sızılan ama durdurulmayan ve aksın, “bir kurtuluş destanı yazılsın diye kurgulanmış, bir kurtuluş hikayesi yazılsın diye bir darbe gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Darbenin siyasi ayağını araştıran bir komisyon kuralım

Bir diğer husus; Komisyon Başkanı Petek diyor ki “sadece herhangi bir siyasi partiyle irtibatlı değildi bu darbe yapılanması.” Yani açıkça diyor ki, bu darbe yapılanması bütün siyasi partilere sirayet etmişti. Buradan bir kez daha hodri meydan diyoruz, gelin TBMM çatısı altında darbenin siyasi ayağını araştıran bir komisyon kuralım. Gelin hep birlikte, ucu kime dokunuyorsa dokunsun, darbenin siyasi ayağını açığa çıkaralım.

Sizler bankaya kredi kartı borcunu yatıran yurttaşı cezaevine koyacaksınız, memuru aşından işinden edeceksiniz, ama darbenin siyasi ayağını kendinizi aklama çabasına gireceksiniz. Bi Xwedê bunu kimse yutmaz, yutmadı da. Yutanlara da afiyetler olsun. Bunu yutmak demek yeni darbe mekaniklerinin hayat bulmasına da fırsat vermek demektir. 

Ölenler raporda, halen Türkiye'yi yönetenler yok 

Şimdi, yaşayanları bırakmışlar, neredeyse 1960’ların, 1970’lerin Ecevitlerin, Demireller’in, Özal’ların marifetiymiş gibi bir sunuş yapıyorlar. Onlar öldü, hakkın rahmetine kavuştu aha yaşayanlar burada, külliyede, Meclis’te, Çankaya’da, bugün grup toplantısını gerçekleştirdi. Hala bu ülkeyi yönetiyorlar. İşte bütün bu gerçekleri topluma aktarmak da bizlerin görevidir.

Raporun tümünü incelediğimizde raporun kaleme alış biçimiyle daha önce KCK ana dosyası denilen Ergenekon, Balyoz davasının hazırlanış biçimleriyle sanki aynı kalemin ürünü. Düşünün, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı sayın Gültan Kışanak bu komisyona geldi ve bütün çıplaklığıyla darbenin siyasi ayağının aynasını tuttu. Komisyon toplantısı çıkışında Diyarbakır havaalanında tutuklandı, cezaevine konuldu. Gültan Kışanak’ın tutuklanmasını en temel nedenlerinde biri de, darbenin siyasi ayağının açığa çıkarılması için yaptığı cesur beyan ve değerlendirmelerdir.

Kayıkçı kavgasının faturası 241 yurttaşa kesildi

Neden bütün bunlar oldu? Bir amaç vardı. O amaç da kayığın eski sahipleriyle yeni sahibi olmak isteyenlerin kavgasıydı, kayıkçı kavgasıydı. Devleti eski sahiplerinden, yeni sahibi biz olacağız diyenlerin kavgasıydı. Ama bu kavgada gerçeğin gizlenmesi için yeni bir mite ihtiyaç vardı. Yeni bir kuruluş kavgası verdik mitine ihtiyaç vardı. İşte bütün bu olanlar, bu kavganın sonuçlarıydı ve bu kavganın sonuçları en az 240 sivil yurttaşa kesildi. Ama aynı zamanda demokrasiye, özgürlüklere kesildi. Yani karşı bir darbenin zemini ancak böylesi bir kurgulanmış kahramanlık destanıyla ancak oluşturulabilirdi. “Allah’ın lütfudur” deyimi de bu kurgudan kaynaklıydı.

Cumhurbaşkanı ve AKP biliyordu  

Bu musibetin açığa çıkardığı her şeye baktığımızda evet bu ülkede bir cunta kalkışması oldu. O cunta kalkışması, o geceki sivil yurttaşların hepimizin direnci ne kadar hakikiydiyse bu darbenin Cumhurbaşkanı ve AKP tarafından bilindiği o kadar hakikidir o kadar gerçektir. 

İşte bu hakikati karşısında bir hakikat daha var. Gerçek darbe eş genel başkanlarımızın cezaevine konulmasıydı. Gerçek darbe 7 Haziran millet iradesini tanımama darbesiydi. Gerçek darbe HDP milletvekillerinin muhalefet etmesin diye biat etsinler diye dokunulmazlıklarının kaldırılmasıydı. Gerçek darbe, HDP’nin il, ilçe, MYK, bir bütün olarak HDP fikriyatına yöneltilen saldırılardı. Tutuklu MYK üyesi ve eş genel başkan yardımcımız Aysel Tuğluk cezaevindeyse bu bir darbe sonucudur. Alp Altınörs cezaevindeyse, bu bir darbe sonucudur. PM üyelerimiz Ali Ekber Şahin, Edibe Şahin cezaevindeyse bu bir darbe sonucudur. 

Eş Genel Başkanımız Demirtaş hakkında 96 fezleke düzenlendi. Bir süre sonra bu sayı 104’e çıktı. Bu fezlekelerin 29’unu tanzim eden hakim ve savcılar şu anda cezaevinde. Demirtaş’ın cezaevinde olmasına gerekçe gösterilen dosyada 31 fezleke birleştirildi. Bu 31 fezlekenin savcıların 9’u şu anda FETÖ yapılanması adı altında cezaevinde.

FETÖ ile işbirliğiniz sürüyor 

Hem FETÖ çağımızın illeti diyorsunuz, ama FETÖ’cü diye nitelendirdiğiniz savcının fezlekesini Yüksekdağ’ın Demirtaş’ın Bilgen’in ve tüm vekillerimizin tutuklanma gerekçesi haline dönüştürüyorsunuz. İşte sizin FETÖ ile iş birliğiniz bu fezlekeler üzerinden sürüyor. Ama o hukuksuzca tetikçilik yapanlara nasıl hukuk lazım olduysa hukuk ve hukukun üstünlüğü size de lazım olacak. 

Yıl 2013 El-Nusra çetelerinin Rojava’da yaptığı katliamı protesto etmek için Selahattin Demirtaş başkanlığındaki bir heyet, Viranşehir’in daha girişindeyken durduruluyor. Daha niçin durduruldukları kendilerine bildirilmeden talimatla gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırıya maruz kalıyor. O dönem, Selahattin Demirtaş müdahaleyi yapan polis şefine dönüp, “Senin gizli kirli çetelerle işbirliğin var.” dedi. Hemen akabinde o diyalog bir fezlekeye dönüşüyor. O fezlekeden dolayı Selahattin Demirtaş cezaevinde. Sıkı durun,o polis şefi FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu, cezaevinde. Bu fezlekeyi Meclis’e gönderen savcı tutuklu, cezaevinde. İşte liderlik budur. Daha 2013’te Demirtaş kimin çetelerle ilişkili olduğunu o günden görüyor. Bir kez daha buradan, Selahattin Demirtaş’a binlerce kez selam olsun! 

Sayın Demirtaş Cizre Şırnak ve özellikle Cizre vahşet bodrumlarına dair Doğubeyazıt’ta bir etkinlikte konuşma yapıyor. O konuşmasında, orada yaşananları vahşet olarak nitelendiriyor.  Hemen fezleke düzenleniyor, dokunulmazlık kapsamına konuyor. İlk duruşmada tüm savunmalar, tüm delil önermelerine, yasaya göre bir hatip kürsüde konuştuğunda kürsü sorumsuzluğu kapsamına giriyor. Bu her hatip için, her milletvekili geçerlidir. Ömür boyu, bu kürsüden yapılan konuşmalar soruşturma konusu yapılamaz. Buna rağmen Meclis’te bu minvalde yaptığı konuşma var, Meclis kürsüsünde yapılmıştır. Soruşturma konusu yapamazsınız demesine rağmen hakimin herhalde acelesi var aynı gün hükmü veriyor. Ve şu anda dava tabiri caizse hükümle sonuçlanmış durumda. Peki hemen akabinde savcısı, hakimi hem görevden ihraç ediliyor hem de tutuklanıyor, şu anda cezaevinde. Ama aynı zamanda bu hukuksuzluk halen devam ediyor. Siz hem terör örgütü diyeceksiniz, hem de böyle bir mahkeme kararını mahkeme kararı sayacaksınız.

Çok açık ve net; bugün tutuklu bulunan tüm vekillerimiz hakkında düzenlenen fezlekeler ve verilen kararla örneğin Figen Yüksekdağ’ın mahkumiyetine karar veren hakim şu anda tutuklu. Figen Yüksekdağ’ın mahkumiyetine verilen o karar, onun milletvekilliğinin düşürülmesine, parti üyeliğinin düşürülmesine yol açtı. 

İki gözüm sen istedin 

Bugün AKP Genel Başkanı 3 yıl aradan sonra kendi grubunda kendi arkadaşlarına hitap etti. "Büyük hasret ortadan kalktı” diyor. İyi de, iki gözüm sen kendin istedin, Cumhurbaşkanı adayı oldun ve anayasa göre Cumhurbaşkanı olunca partinle ilişkin kesildi. Bir zulüm varsa o da senin eserindir, Figen Yüksekdağ’ın genel başkanlığının zorla, zorbalıkla senin elinle düşürülmesidir. And olsun ki biz dışarıda olanların ahlaki vicdani ödevidir. Demirtaş gelecek burada esas o konuşacak. O gün gelinceye kadar biz de bu mücadeleye devam edeceğiz. 

Birkaç gün önce Grup Başkan Vekilimiz İdris Baluken ve Çağlar Demirel’in duruşmaları görüldü. Tahliye talebinin reddetme gerekçelerinden biri, yasama faaliyetinin yeterince engellenmemesi. Bakın, eş başkanlarımızın tutukladığı günden bugüne 80 birleşim 499 oturum yapıldı, 257 kanun geçti, referandum gibi kritik siyasal bir süreç yaşandı. Artık öyle bir hal almış ki, yargı içindeki bütün dinamik, muhalefetin bastırılması arasına dönüşmüş. Ve veya yargı içindeki kimi aktörler kendi kriptoluklarını gizlemek için HDP’ye, bileşenlerine aktörlerine vur abalıya politikasını ortaya koymaktadır. 

Ne ekerseniz onu biçersiniz

Demirtaş’ın 23 Temmuz 2016’daki bir konuşması var. Diyor ki:“Darbeye karşı çıkmakla otomatikman demokrat olunmuyor. Asıl şimdi belli olacak, demokrat olup olunmadığı. Darbecilerin tankına karşı ilk biz durduk. Ama biz tankın önünde durduğumuzda o generaller ‘kahraman’, biz ise ‘vatan haini’ydik. Cemaat’ten kartviziti olmayanı sınıf başkanı yapmadınız ya! Unuttuk mu o günleri? Gülen için meydanlarda ağlamadı mı bunlar?”

Hiç şüpheniz olmasın, ne ekerseniz onu biçersiniz. O zulmü reva görenlerin, bu zulmü bir gün mutlaka ihtiyaç duyacakları, hukukun üstünlüğü olacaktır.

Bakın tamı tamına 208 gün geçti halen eş başkanımızın tutuklu olduğu dosyada duruşma tarihi dahi verilmedi. Yargı nasıl işliyor? Nasıl bir emir komuta silsilesi içinde işliyor? Genel Başkan yardımcınız Alp Altınörs 257 gün geçti hala duruşma tarihi verilmedi. Adı gibi Ayhan, soyası gibi Bilgen olan Ayhan Bilgen’in halen duruşma tarihi beli değil. Peki, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ne diyordu? Hükümet ne diyordu? "Anayasaya aykırıdır ama evet diyoruz" diyenler, "bu herkese uygulanacak" deniyordu? 

Bir gram siyasi ahlak kalmışsa...

"Dokunulmazlık herkes için kaldırılacak" diyorlardı? Eğer bir gram siyasi ahlak kalmışsa bu soruma yanıt verin AKP’li 27 MHP’li 9 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Kimisi irtikap, kimisi rüşvet, kimisi zimmet. Her şey var, Çok şükür onlarda olan hiçbir şey bizde yok. Kaç tanesi mahkemeye gitti, kaç tanesi ifade verdi, kaç tanesi hakkında zorla getirilme kararı alındı? Söyleyelim mi? Ya da söylemeyeyim onlar yanıt versin.

Anayasa Mahkemesi’ne çağrımızı yineliyoruz: Geciken adalet, adalet değildir. Bugün yargının içinde bulunduğu durum, çok açık ve net ki artık iktidarın maalesef sopası olmuştur. Bizler, siyasetçiler ben kendi namı hesabına söylüyorum 24 yıldır kesintisiz demokrasi insan hakları ve barış çağrısının neferiyim. Bugüne kadar hakkımda binlerce soruşturma açıldı. Ben belediye başkanlığı döneminde mesaimin 2 gününü adliyede geçirdim . Bu toplantıda neyi konuşuyorsam kapalı toplantılarda da aynısını konuşuyoruz. Mahkemede de, savcılıkta  da Hakkın’n divanında da halkın divanında da aynı şeyi konuşuruz. 

Bizim çekineceğimiz, yaptığımız gizleme, saklama ve reddetme durumumuz yok. Ortada yargı yok, bir partinin sopasına dönüşmüş bir yargı var. Bir işgal hukuku var, bir sömürü hukuku var. Bir darbe hukuku, bir işgal hukuku, bir sömürü hukuku var. İşte biz bunlara hayır diyoruz Eğer biz hayır demezsek bu memleket düze çıkmaz. Bu memleket düze çıksın diye bu iradeyi, bu duruşu ortaya koyuyoruz.

Nuriye ve Semih'e ahiretlik sorular 

Adalet öyle bir noktaya geldi ki ülkenin tüm sathı ahaline hukuksuzluk hakim oldu. Öğretmen, akademisyen Semih ve Nuriye. Ekmekleri ellerinden alındı. Biat etmediler, vicdani bir direniş içine girdiler ve açlık grevinin 75. gününde tutuklandılar. Öyle sorular soruldu ki kendilerine, Ramazan ayındayız, ama müsaadenizle bu haksızlığa karşı bir kaç kelam etmemiz gerekiyor. Eğer kimden gelirse gelsin zulme karşı sessiz kalırsak, Hak divanında hesap sorulacak bize. Ve siyasetçiler olarak halk divanında da sorular sorulacak ama onların sorduğu sorular hakikaten ahiretlik sorular. 

Semih Hocam, saz çalmanın yasak olduğunu öğrenmedin mi? 

Diyor ki, gitar çalıp şarkı söylediğin bir video paylaşılmış, sen de beğenmişsin. Paylaşanların örgüt üyesi olabileceğini düşündün mü? Bunu polis açlık grevinde bulunan hocaya soruyor. E be hocam kıymetli hocam gözlerinden öptüğüm hocam bu ülkede saz çalmanın suç olduğunu Selahattin Demirtaş’tan öğrenmedin mi? Selahattin Demirtaş saz çaldığı için, tıpkı senin gibi başka bir suçu olmamasına rağmen bugün cezaevinde, bunu niye bilmiyorsun? Hele Selahattin Demirtaş saz çalıyordu sen gavur icadı gitar çalıyorsun, bu kadar da olmaz ki. 

Bir başka soru, diyor ki, masumane hak arayışı görünümündeki bu eylemlerin asıl amacı nedir? Vay  be masumane hak arayışındaki eylemin asıl amacını söyleyeyim sadece masumane insani hak arayışıdır. Direnenlere biat etmeyenlere binlerce kez selam olsun. 

Mahkeme kararını veriyor, diyor ki, "tutuklanmamaları halinde adaletin işlemesine zarar verecekleri anlaşıldığından adaletin işlemesine zarar verebilecekleri gerekçesiyle tutuklanmalarına..." Aslında demek istedikleri şu tutuklanmamaları halinde toplum vicdanının harekete geçeceği riskini ortadan kaldırmak. 

Diktatörler korkaktır

Haklılığın, mazlumluğun gücü, bütün zor aygıtlarının gücünü yenmiştir. İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir. Nereden çıkarıyorum bunu, zalimin zulmünden ne kadar korktuğunun fotoğrafıdır bu. İnsan hakları anıtı gözaltına alınmıştır. İnsan hakları anıtı tabutun içine konuluyor. Bu kadar güçlüsünüz, 7 düvele meydan okuyorsunuz, bu anıttan niye korkuyorsunuz. 2 akademisyenin vicdan hareketinden niye korkuyorsunuz?

Haksızlar korkmaya mahkumdur. Zalimler kokmaya mahkumdur. Diktatörler,  Saddam’dan biliyoruz korkaktırlar. Diktatörlerin tamamı korkaktır.

Gelin bir başka sayfa açalım; İçişleri Bakanı Sayın Soylu açıklamalar yapıyor. Açıklamadan ziyade üfürme demek daha doğru olur. Bu üfürme Bursa’daki polis fezlekesini düzenleyen Soylu’nun personellerinden çıkıyor. Diyor ki Bakan, bunlar terör örgütü adına birçok eylemin altına imza atmışlar. Bu suç kani olan kişiler çocuklarımızın geleceğini şekillendirebilir kişiler mi, bu okullarda terörist yetiştirilsin istemiyoruz. 

Soylu; adalet bakanı olmuş, yetmemiş savcı olmuş o da yetmemiş mahkeme olmuş, karar vermiş, bir de ilan etmiş. Sen İçişleri Bakanı mısın hakim misin savcı mısın, nesin? Gel o zaman bunların sabıka kaydına bakalım. Senin de sabıka kaydına bakalım. Biz sabıka kağıtlarını inceledik hem Semih Hoca’nın hem de Nuriye Hoca’nın sabıkalarına rastlanmamış. Onların sabıka kaydı var. Sen de kendi sabıka kaydını göster. Seni sabıka kaydında ne var? Ben sadece bir ipucu vereyim, onun mahkeme kararı da donmuş onu bekliyor. Bunu ayrıntılarını bir sonraki grup toplantısında paylaşacağım. 

Bir lider düşünün, kendi parlamentosunda korkusuzca hareket edemiyor

Karşılarında güçlü bir muhalefet gördüklerinde, onurlu bir duruş gördüklerinde korkuyorlar. Karşılarında bir insaniyet namına demokrasi namına muhalefet namına hakikat namına bir realite gördüklerinde elleri ayaklarına dolaşıyor. Korkuyorlar. Bugün bu ülkenin içinde olduğu durumu anlamanın en iyi yöntemlerinden biri de, sabahtandır Meclis’in üstünde olan helikopterler ve savaş uçaklarıdır. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi. Bu parlamento her gün toplanıyor. Her gün liderler konuşuyor. Niye helikopterle uçmuyor, niye uçaklar uçmuyor? Niye olağanüstü güvenlik önlemleri alınmıyor? Bir lider düşünün, kendi parlamentosunda korkusuzca çıkıp hitap edemiyor. İşte ülkenin getirildiği hal ve ahval bu. Bütün bunlardan çıkışın yolu yasaklamak değil. 

Bir dönem bu ülkede şarkı söylemek yasaklandı. Bugün yine saz çalmak, gitar çalmak yasaklandı. O  zaman sormak lazım, ıslık çalmanın dahi suç olduğu bir dönem vardı Apê Mûsa ıslık çaldığı için cezaevinde girmişti. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın AKP Genel Başkanı, siz şiir okuduğunuz için cezaevine girmiş birisiniz. Sorarım size şiir okumak suç mu? Ne zaman suç olacak? 

Bu vesileyle 2 Haziran'da  ölüm yıl dönümü olan Ahmed Arif'i de analım:  

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
 
100 yılın diplomatik krizi 

Neredeyse 100 yılın diplomatik atağı, 100 yılın diplomatik teması olarak Erdoğan’In ABD ve NATO gezisi kamuoyuna sunuldu. Ama bu gezi yüz yılın diplomatik atağından yüz yılın diplomatik krizine dönüşmüş durumda. 

Neredeyse üzerinden 15-20 gün geçti, halen Sayın Cumhurbaşkanı’nın ABD’ye yaptığı 23 dakikalık gezinin etkileri, sarsıntıları devam ediyor. Nasıl devam ediyor biliyor musunuz, korumaların hödük kriziyle devam ediyor. Korumaların saldırısı diplomatik krize dönüştü.

Zorbalık sizi gölge gibi takip ediyor

Hatırlayın, bundan tamı tamına 14 yıl önce, 2003 yılında Sayın Abdullah Gül Başbakan idi. Siirt Milletvekili kimdi? Jet Fadıl. Sayın Erdoğan da partisini Genel Başkanı olarak, siyasi yasaklı olduğu için milletvekili seçilememişti. ABD’de bir geziye gitmiş, vesayete, yasaklara karşı çıkacağız, demokrasiyi inşa edeceğiz AB entegrasyonunu sağlayacağız gezisiydi. 2 yıl gibi bir süre içinde dünyanın da desteğiyle ilk defa AB ye tam üyelik müzakerelerinin kapısı açıldı. Ben de o dönemde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanıydım, karınca kararınca bu sürecin gelişmesinde de katkımız vardı. 

Peki, 20 dakika süren görüşmede Trump ve Erdoğan arasındaki diyalogda ne oldu. Trump 2 defa İzmir’de tutuklu bulunan Rahip  Andrew Craig'ın serbest bırakılmasını istedi. Hemen akabinde Brüksel’e geçiyor, NATO zirvesinde Merkel, gazeteci Deniz Yücel’in serbest bırakılmasını istiyor. Hemen akabinde yine Brüksel’de Fransa’nın çiçeği burnunda cumhurbaşkanı Macron, tutuklu gazeteci Mattias Depardon'un serbest bırakılmasını istedi. Hemen devam ediyoruz, BM; Uluslararası Ceza Yargıcı aydın Sefa Akay'ın serbest bırakılmasını istiyor. Nereye giderseniz ülkedeki zorbalık bir gölge gibi sizi takip ediyor. Nereden nereye sorusunu iktidar kendisine sormadığı müddetçe gidişat daha da kötüye gidecek. 

Eğer siz çıkıp bunlara, ülkemizde yargı bağımsızdır, onları bağımsız yargı tutuklamıştır derseniz, biz de deriz ki yargı bağımsız değil, hükümetin sopasıdır. Nereden mi biliyoruz eşbaşkanlardan, milletvekillerinden, gazetecilerden, yazarlardan, biat etmeyen herkesin tutuklanmasından biliyoruz. 

Hal böyleyken, neredeyse 100 yılın diplomatik atağın, 100 yılın diplomatik krizine dönüştüğü şu günlerde, emin olun bir tek çıkışı var. Bütün bu olup bitenlerin esas nedeni olan içeride ve dışarıda savaş politikasından vazgeçmek. Düşman üretme politikasından vazgeçmek. Barışın ipine sarılmak. Ama öyle görünüyor ki, bunlar musibetlerden çok da ders almamışlar.

Şu anda haberlere yansıdığı kadarıyla 10 bin kişilik bir ordu Türkiye’de Suriye'de kullanılmak üzere eğitiliyor. Sorarız; bu 10 bin kişilik orduyu hangi hakla, hangi hukukla, hangi yasayla eğit donat yapıyorsunuz? Hangi bütçeyle bunları finanse ediyorsunuz. Hiç mi tarihten ders almadınız. IŞİD mensupları Türkiye'de tedavi ediliyordu. Bu yüzden bu ülkede kan döküldü. Dönüldü dolaştı, onlara verilen destek bu ülkede kan dökülmesine yol açtı. Bugün onlara verdiğiniz desteğin, silahların size dönmeyeceğinin garantisi var mıdır? 

Gazze’de ne oluyorsa Sur’da onu yapıyorsunuz

O halde bu yanlış politikaların tümünden vazgeçmekle işe başlamak lazım. Ama siz hala Sur’da, Kürt illerinde, yıkım politikasına devam ediyorsunuz. Ramazan ayındayız. Şu anda Sur’a, yıkımın başladığı günden beri 6 mahalle yerle bir edildi ve diğer mahallelerde insanlara baskı aracı olsun diye elektrikler kesiliyor, sular kesiliyor. Diyarbakır’ın Suriçi bölgesinin kültürel miras listesine alınması için 10 yıl emek sarf ettik. Bizler kültürel mirasın UNESCO listesine dahil olması için çaba sarf ettik ama hükümet acele kamulaştırma kararları, OHAL yasaları, zorbalık yasalarıyla insanlığı yok ediyor. Ramazan ayıdan duvarlara yazmışlar su yok. Çocuklar mum ışığında ders çalışıyor. Ramazan ayında insanlar duvarlara yazmış; su yok. Su kesilmiş. Çocuklar mum ışığında ders çalışıyor. Hiç şüpheniz olmasın, bu çocuklar Sur’un tarihini yok etmenize izin vermeyecekler. Gün gelecek, bu çocuklar, çirkin bir surat olarak görülmenize ışık tutacaklar. Bu çocukların aydınlık geleceğine binlerce kez selam olsun. Bu çocuklar özgürlüğü yaşayacak, bu çocuklar barış’ı miras alacak. Bu çocuklar eğitimsiz, ışıksız kalmasın, aileler 1 saniye bile susuz kalmasın diye mücadele edenler bugün cezaevinde. Tıpkı Fırat  Anlı gibi, tıpkı Gültan Kışanak gibi. Eğer kayyumlar atanmasaydı bu zulme Diyarbakırlılar tanıklık etmemiş olacaktır. Gazze’de ne oluyorsa, Ramallah’ta ne oluyorsa Sur’da onu yapıyorsunuz.

AKP zulmüyle ancak AKP yarışır

Çünkü siz zulümle besleniyorsunuz. Cumhurbaşkanı ne diyordu? AKP kendisiyle yarışıyor. Doğrudur 70 yıllık cumhuriyet tarihinde AKP zulmüyle ancak AKP yarışır. Hiç şüpheniz olmasın, her zalim kendi zulmünün kurbanı olmuştur. Bu zalimler de ya hak yoluna ya barış yoluna ya müzakere yoluna ya birlikte yaşam yoluna gelecekler ya da eninde sonunda akrep gibi kendilerini sokacaklar. Hak, hakkaniyet, adalet bu minvalde gerçekleşmiş olacak.  

Hemen belediyelerde seçime gidelim

Ne diyor Cumhurbaşkanı her fırsatta millet iradesi. İyi de 85 belediye başkanı neden cezaevinde? Eğer milletin iradesiyse, neden Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini senin atadığın kayyum yönetiyor? Eğer milletin iradesiyse referandum açık şekilde ortaya koydu, Kürt halkı senin kayyumunu istemiyor. Ben buradan bir kez daha, şu anda Bitlis’te belediye Eş Başkanı Hüseyin Olan, Elazığ’da tek kişilik hücrede. Milletin iradesi Elazığ cezaevinde tek kişilik hücrede. Hodri meydan hemen yarın bütün belediyelerde seçime gidelim. Halk seni mi tercih ediyor, kendi iradesini mi? Hodri meydan, açığa çıksın.

Ne diyor ben iyi belediyeciym diyor, Şırnak’ı ilçe Cizre’yi il yapacak. Hakkari’yi ilçe Gever’i Yüksekova’yı ilçe yapacak. Bu ülkede il olma hakkını pek çok ilçe elde etmiş durumda. Bunlardan birisi de Cizre ve Yüksekova. Bunlardan bir tanesi de mesela Siverek niye olmasın? Sen bir ilin ilçeye dönüşmesi yetkisini kendinde göremezsin. Milletin iradesine saygın varsa kur sandığı Cizre’ye Hakkari’ye Yüksekova’ya, Şırnak’a. Şırnak halkı ne derse, Hakkari halkı ne derse başımız gözümüz üzerine kabuldür.

Erdoğan’ın ana dille ilgili konuşmasını kamuoyunun ilgisine sunmak istiyorum. Hep eleştirdik ama bizim muhalefetimiz doğru kimden gelirse gelsin onun doğrusuna saygı duymaktır. AKP Genel Başkanının bir doğrusuna da sahip çıkmak istiyorum. Diyor ki Sayın Edoğan, “Dil, kültürün ve medeniyetin köşe taşıdır desek yeridir. Dilini kaybeden bir toplumun diğer değerlerini koruması çok zordur. Hatta mümkün değildir. Bunun için kültürlere ve medeniyetlere saldırılar önce nereden başlıyor? Dilden başlıyor. Dilini aldığı anda o milleti çökertiyor. Bir millete, o milletin diliyle oynamaktan daha büyük suikast olamaz. Biz işte böyle bir suikasta maruz kalmış bir milletiz."

Sayın Erdoğan 80 yıldır Kürtler bu suikastlerinize maruz kalıyor 15 yıldır iktidardasınız dilimiz suikastlerinize maruz kalıyor. Kayyumlarınızın ilk müdahale alanları dil alanlarıydı. Senin için hak olan, senin milletin için hak olan, kardeş Kürt milleti için neden hak olmasın?

Bakın Ramazan ayının maneviyatıyla bir hadisle bitirmek istiyorum: “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, mümin kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”

Gelin bütün güzellikleri tüm halklar için isteyelim. 

30 Mayıs 2017