HDP Grubu adına Grup Başkanvekili ve Bingöl Milletvekili İdris BALUKEN’in Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluğu Başkanlığı ile Basın Yayın Enformasyon Bütçesi üzerine konuşması

27. Birleşim
12 Aralık 2014-Cuma

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 2014 merkezi yönetim bütçesiyle ilgili yurt dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü hakkında partimizin görüşlerini aktarmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, özellikle konuşmamın ilk etabını can kulağıyla dinlemenizi, Türkiye’de bir Kürt milletvekili olarak dile getireceğim bu hususları bir vicdani hesaplaşmayla, bir empati duygusuyla kendi içinizde değerlendirmenizi özellikle rica ediyorum. Eminim ki konuşmamın başlangıcında hepiniz dile getireceğim hususlara katılacaksınız, sonrasında bir kelimede yaptığımız birkaç harf değişikliğiyle kendi vicdanlarınızla baş başa kalacaksınız.

Şimdi, özellikle bu yurt dışında yaşayan Türklerin sorunlarıyla ilgili hem iktidar partisinin hem Meclisin son derece duyarsız yaklaştığını Halkların Demokratik Partisi olarak biz düşünüyoruz. Hemen hemen dünyanın pek çok yerinde yaşayan Türkler ağır sorunlarla karşı karşıyalar. Bakın, Almanya’da Türkler getto hâlinde yaşamaya zorlanıyor, ana dil hakkını kullanamayacak devlet baskılarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Ana dil hakkını kullanamayan Türklerin durumuyla ilgili eminim ki bu Parlamentoda bütün milletvekillerinin hissiyatı aynıdır. Deyim yerindeyse oradaki Türkler tam bir kültürel asimilasyonla karşı karşıyalar yani bu sıralardaki milletvekillerinin tamamı ana dil hakkı ve kültürel asimilasyona tabi tutulmaya karşı ortak bir duruş sergilemeliler.

Yine, bakın, Çin’de Uygur Türkleri bizim buradan bölünme olarak gördüğümüz özerklik hakkına, özerklik statüsüne sahipler ama Uygur Türkleri “Biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz.” diyorlar, her halkın kendi kendini yönetme hakkının evrensel kriterini hayata geçirmek istiyorlar. Çin Hükûmetinin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin baskılarla, sömürü politikalarıyla, birtakım katliam uygulamalarıyla Uygur halkının, Uygur Türklerinin iradesini kırmaya çalışmasını kabul etmiyoruz. Sadece Uygur Türkleri için değil, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan halkların bu şekilde kendi kendine yönetme hakkının gasbedilmesine eminiz ki buradaki bütün milletvekilleri karşı çıkarlar.

Bakın, Balkanlarda da durum aynı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Bulgaristan’daki Türklerin hangi baskılara maruz kaldığını biliyorsunuz. Onlar çoğu zaman Bulgar milletinin bir parçası olarak görüldüler. Zorla Türkleştirilmeye çalışılan, zorla Müslümanlaştırılmaya çalışılan Bulgarlar olarak değerlendirildiler. Hatta Bulgaristan hükûmeti utanmasa, “Bunlar yolda yürürken ‘tark, tırk’ sesi çıkaran Bulgarlardır.” diyecekti. Böylesi hazin bir tabloyla karşı karşıyayız. Bütün milletvekillerinin bu konuda duyarlı olması gerektiğini düşünüyoruz. Bulgaristan’da hem dilden hem dinden dolayı, dinî inançlarından dolayı, Türkler ağır baskı altında. Bir müftünün bile oradaki, yereldeki Türkler tarafından seçimine Bulgar devleti izin vermiyor, merkezden atıyor. Sofya’dan müftüyü, yerel halkın iradesine rağmen atayıp oradaki kültürü, tarihi, dili, sosyal dokuyu bilmeyen uygulamaları oradaki Türk halkına reva görüyor. Eminim ki yine bütün milletvekilleri olarak hepiniz buna karşısınız.

Bakın, Gürcistan’da aynı sorunlar var. Gürcistan’da Ahıska Türkleri “Sınır güvenliğini tehdit ediyorlar.” gerekçesiyle zorla göçe tabi tutuluyorlar. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün müdür? Sınır güvenliğini bir halkın tehdit etmesi diye bir şey olur mu? Bir devlet böyle bir ayıp yapar mı? Ama Gürcistan Devleti, bakın bu ayıbı yapıyor. Biz hem Bulgaristan’ın hem Çin’in hem Gürcistan’ın bu kirli geçmişleriyle bir an önce yüzleşmeleri gerektiğini, hakikatleri araştırma ve yüzleşme temelinde komisyonlar kurarak oradaki halktan özür dilemelerini bekliyoruz.

Moldova’da aynı şekilde Gagavuz Türkleri yaşıyor ve Gagavuz Türkleri özerklik istiyorlar. Moldova hükûmeti uzun bir süre “Özerklik ülkeyi böler.” diye Gagavuz Türklerinin taleplerine karşı çıkıyor. Sonra, Türkiye'nin de ara buluculuğuyla 1974’te Gagavuz Türkleri özerkliği elde ediyorlar ve şimdi Moldova hükûmeti gördü ki, özerklik, Moldova’yı bölmeyen bir yönetim şekli olarak Gagavuz Türklerinin kendi kendini yönetme hakkını tesis ediyor.

Burada, son olarak, hepinizin aşina olduğu Türkmenleri yaşadığı durumu da ifade edeyim. Orta Doğu halklarının başına bela olan IŞİD çeteleri Kürt, Türk, Arap, Acem ayrımı yapmadan her yerde terör estiriyor; Tuzhurmatu’da, pek çok Türkmen bölgesinde binlerce Türkmen’i âdeta katliamdan geçiriyor, kadınlarını köle pazarlarında satmaya çalışıyor. Niye böyle oluyor? Çünkü, Irak’ta, Suriye’de, Kürdistan’da Türkmenlerin kendi kendini yönetme hakkı olmadığı için bunlar oluyor.

Federal Kürdistan bölgesinde Türkmence ana dilde eğitim hakkı vardı ama Türkmen halkı orada Türkmen dilini resmî dil olarak bize de taleplerini iletti, biz de Kürdistan Hükûmetine ilettik. “Kürdistan bir bütündür, bölünemez. Türkmenceyi, Türkçeyi resmî dil olarak kabul edersek Kürdistan bölünür.” demediler çok şükür ki. Türkmen dilini orada resmî dil ilan ettiler. Şu anda orada halklar barış içerisinde yaşıyor.

Bakın, değerli arkadaşlar, dikkat ederseniz, tüm milletvekilleri ana dil hakkını savunuyor, değil mi? Türklerin ana dil hakkını savunmak en büyük insani erdemdir. Kültürel asimilasyona karşı çıkılıyor, etnik ayrımcılık, kendi kendini yönetme hakkı, oradaki yöneticilerin seçilme hakkı, yerel halk tarafından seçilme hakkı, bütün bunlar bir hak olarak aslında hepimiz tarafından kabul ediliyor değil mi? Şimdi, bakın, bir tek kelimede “Türk” kelimesinde t ve k harflerinin yerini değiştirelim, “Türk” yerine “Kürt” yazalım, o zaman milletvekillerinin siyasete bakış açısı, kürsüye, bize vermiş olduğu tepkinin değiştiğini göreceğiz. Ben, bu konuşmayı, Kürt halkının maruz kaldığı uygulamalar olarak burada yansıtsaydım, eminim ki hepiniz bu ortak duygu içerisinde olmazdınız. İşte siyasette en önemli şey budur değerli arkadaşlar. Nasıl ki Türklerin yaşadıkları coğrafyada dilinin, kimliğinin, kültürünün, inancının yasaklanmasına karşı çıkıyorsak, nasıl ki o ülkelerin yasalarında ve anayasasında bu hakların güvence altına alınmasını istiyorsak, o zaman kendi ülkemizin içine bakmanın da zamanı çoktan gelmiştir, hatta geçmektedir. Kürt halkının, Türkiye’de yaşayan Lazların, Çerkezlerin, Gürcülerin ana dillerini bir tehlike olarak görmekten, Alevilerin, Asuri Süryanilerin, gayrimüslimlerin inancını bir tehlike olarak görmekten, evrensel kriterlere göre düşünüyorsak, bir an önce vazgeçmemiz gerekiyor diyor, hepinizi vicdana davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın bu bölümde de özellikle basın-yayın politikalarıyla ilgili birkaç hususu yine partimiz adına vurgulamak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, bir ülkede yargı, yürütme ve yasamanın bağımsız olması son derece önemlidir, güçler erkinin olması son derece önemlidir ama bir dördüncü güç olarak medyanın da bağımsız olması en az bu 3 erkin bağımsızlığı kadar önemlidir çünkü medya halk adına bütün bu bahsetmiş olduğumuz erkleri denetleyen bir pozisyondadır. Maalesef bağımsız medyayla ilgili zaten kötü olan mevcut durum AKP Hükûmeti döneminde katbekat aşılmıştır. Bağımsız medya yerine havuz medya uygulamasına geçilmiş, özellikle havuz medyasının birtakım kredilerle desteklenen patronları ve köşe yazarları aracılığıyla âdeta Hükûmetin elinde bir siyasal iktidar aracı olarak maalesef medya kullanılmaya başlanmıştır.

AKP’nin medyaya yaklaşımı her alanda olduğu gibi bir havuç sopa politikasına dayanıyor, her alanda bunu yapıyor AKP. Bir kısım medyaya demin dediğim ihaleleri rant kazandırma üzerinden havuç gösteriyor, havuç uzatıyor; muhalif olan, özgür basın geleneğini temsil eden medya kanalları üzerinde ise polisin, yargının iktidar sopasını eksik etmiyor. Burada, özellikle AKP dönemindeki sansür uygulamasının ne boyutlara geldiğini bilmeyen milletvekili yoktur.

Tek bir örnek vereyim: Roboski’de F-16 savaş uçaklarıyla 34 yurttaşımız, bu ülkenin 34 yurttaşı bedenleri paramparça olacak şekilde katledildiğinde diasporadaki Kürt basını ve dünyadaki basın kuruluşları saatlerce canlı yayın yapmalarına rağmen, AKP Hükûmetinin talimatlandırdığı medya kuruluşları âdeta yirmi dört saatten sonra buradaki haberleri yazmaya başladılar. Böyle ağır bir katliamın bile bu talimatlarla görmezlikten gelinmesi, halktan saklanması AKP Hükûmeti döneminde uygulanan sansürün ne boyutlarda olduğunu bizce açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Sadece yazılı basına, görsel basına yönelik sansürler yok. Sosyal medyada Twitter’a, YouTube’a yönelik sansürlerle de biz AKP döneminde tanıştık. Özellikle Twitter ve YouTube yasaklarının gündeme konduğu dönemlerde dünya parlamentolarında bu politikalar yüzünden kürsüde gülme krizine girip konuşmasını tamamlamayan politikacıların ülkemizi düşürdüğü kötü durumu hepiniz gördünüz. Bunların kabul edilecek bir yanı yok.

Eğer biz Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasi istiyorsak, eğer gerçekten sosyal bir hukuk devleti istiyorsak bağımsız bir medyayı da bir an önce oluşturmalıyız. İktidarın kendi siyasal amaçları için kullanmış olduğu bir merciden bu medyayı bir an önce çıkarmalıyız.

Bakın, dün bir milletvekili de söyledi, bugün basın yayın organları da yazıyorlar: Bir zamanlar “paralel yapı” olarak nitelendirdiğiniz kesimlerle birlikte özel operasyonlar yürütüyordunuz. O “paralel gazeteler” dediğiniz yayın kuruluşlarına çarşaf çarşaf önden listeler veriliyordu, arkasından sizin talimatınızla gece yarısı operasyonları yapılarak gazeteciler, siyasetçiler evlerinden alınıp cezaevlerine gönderiliyordu. Şimdi paralel yapıyla yolunuz ayrıldı, paralel yapının mevcut durumunu, o günkü operasyon uygulamış olduğunuz kesimlerin durumuyla eş değer hâle getirdiniz.

Biz, özellikle bu ikircikli tavırlardan, konjonktürel oportünist yaklaşımlardan medyanın arındırılması gerektiğini düşünüyoruz.

O döneme ait bazı gazete kupürleri var burada. Bakın, şu anda hem havuz medyası hem de o zamanın paralel yapı, bugün “paralel yapı” dediğiniz yayın organları aynı manşetle çıkmış, 6 gazete sizin talimatınızla aynı manşetle çıkmış. “Demokratik talebe can feda.” derke Yeni Şafak da, Sabah da, Zaman da, Bugün gazetesi de aynı manşeti atmış. Sayısız örnekleri var. Dün sizin emrinizdeyken bu gazeteler, bu yayın kuruluşları iyiydi, bugün sizinle yolları ayrıldığı için onları siz farklı bir noktada ele almaya başladınız.

Bakın, bu ikircikli yaklaşımlarla tarafsız medyayı, bağımsız medyayı sağlamak mümkün değildir. Gazetecilik mesleği üzerindeki, basın yayın özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmayla ilgili Hükûmetinizin bir an önce bazı adımlar atması gerektiğini burada ifade etmek istiyorum.

Bu anlamda, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2011 yılında hazırlamış olduğu raporda 180 ülke arasından sondan 26’ncı sırada olduğumuzu, bugün de mevcut durumun aynı olduğunu, Türkiye'nin basın özgürlüğü açısından hâlâ 154’üncü sırada olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu yanlışlardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini buradan tekrar ifade etmek istiyorum.

Özellikle yürüyen çözüm süreci açısından da basın özgürlüğü, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün en temel, en önemli noktalarından biri olarak hepimiz tarafından hassasiyetle takip ediliyor.

Önümüzdeki dönemde de temennimiz odur ki mevcut güvenlik paketi gibi birtakım baskıcı yasalar yerine bu Meclise demokrasiyi geliştirecek, basın özgürlüğünü geliştirecek, ifade, örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldıracak birtakım yasal düzenlemelerle gelirsiniz. Bunu yapmadığınız sürece ne yaptığınız bütçeler demokratik olur ne de sizin politikalarınız inandırıcı olur diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.