Öncelikle mahkeme heyetini ve salonda bulunan avukat arkadaşlarımı, dayanışma için gelen arkadaşları selamlıyorum. Yanlış suçlamalarla ilgili ilk duruşmamda ayrıntılı savunma yapmıştım. İddia makamı tutukluluğun devamı yönünde mütalaa verdi. Bu nedenle bazı değerlendirmeler yapacağım. Bana yönelik suçlamalarla ilgili heyetinize fikir vereceği kanaatindeyim. 04.11.2016 tarihinde başlatılan bir operasyon sonucu tutuklandım. Bu operasyon ileilgili görüşlerimi ayrıntılı ifade etmiştim. O ifadelerimi tekrar ediyorum. Tutuklanma işleminden sonra 3 ay boyunca Kandıra Cezaevinde kaldım. 3 aylık süre sonunda 30 Ocak tarihinde mahkemeniz tarafından görülen ilk duruşmada da tahliye edildim. O tahliye kararının gerekçesinin yakın dönemde Anayasa Mahkemesi ile AİHM'den gelecek kararlarla ne kadar doğru olduğunu ve tüm bu süreç içerisinde en hakkaniyetli karar olarak tarihe geçeceğinin bilinmesini isterim. Tahliyemden 17 gün sonra savcılığın itirazı üzerine Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yenidentutuklandım.

Yeniden tutuklandığım gün ise cezaevi koşullarından dolayı sağ ayağımın kısmı felç nedeniyle ameliyat olduğum gündür. Tam ameliyat olduğum gün tutuklanmama karar verildi. Normalde 3 ay boyunca fiziksel tedavi görmem gerekiyordu. Ancak maalesef bu tutuklama kararından sonra hastane üzerinde de baskı oluşturacak şekilde, bırakın fizik tedavi programı görmeyi. Ameliyattan sonra tutuklanarak Sincan’a gönderildi.

Geçen haftadan beri hastalık gerekçesiyle tahliye edilen kişiler oldu. Bir tarafta hasta yatağından çıkan milletvekilinin tutuklanması, diğer tarafta da kamuoyunda infial yaratan tahliyeleri mahkeme heyetinin takdirine bırakıyorum. Ben doktorum, kimsenin hastalığından dolayı tahliye edilmesine karşı çıkmam. Ancak içerde durumu çok ağır olan hastalar var. Bir doktor milletvekili hasta tutukluların yaşadığı sorunları bilen bir milletvekili olarak bu durumu özetlemeye çalıştım. Tutuklandığım günden beri Sincan Cezaevi'nde tecrit koşullarında kalmaktayım. Bilinçli bir şekilde 3 aydır tedavi sürecim aksatılmış oldu. Şu anda dokunulmazlığa sahip bir milletvekili olarak sağlık ve yaşam hakkım ihlal edilmiş. Bunların kabul edilebilir bir yönü yok. Bunların hukuk platformunda sonuna kadar takipçisi olacağım.

Benim dosyamda bulunan suçlamaya konu çalışmaların, konuşmaların tümü partim olan HDP’nin parti tüzüğü, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu çözüm metni ve seçim bildirgesi kapsamındadır. Hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. HDP parti programı dışında herhangi bir örgüt hakkında propaganda yaptığımdan bile bahsedilemez. Biz demokratik özerklik şeklinde çözüm paketini sunmuşuz. Bu programın hukuka uygunluğu noktasında bir sorun olsaydı, bu konuda Yargıtay veya Anayasa Mahkemesi farklı bir süreç işletirdi. Dolayısıyla demokratik özerklik ile ilgili farklı birkarar alınmadığı sürece benim HDP milletvekili olarak o program doğrultusunda çalışmalara katılmamdan daha doğal bir şey olamaz. Bu demokratik siyaset yapma hakkıdır.

HDP parti programı dışında herhangi bir örgüt hakkında propaganda yaptığımdan bahsedilemez. Bu programın hukuka uygunluğu noktasında bir sorun olsaydı, bu konuda Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi farklı bir süreç işletirdi. Dolayısıyla demokratik özerklik ile ilgili farklı bir karar alınmadığı sürece benim HDP milletvekili olarak bu program doğrultusunda daha doğal bir şey olamaz. Bu demokratik siyaset yapma hakkıdır. Dosyada isnat edilen suçlamaların tamamı bu yöndeki konuşmalara dayanıyor. 

Ben iddianameye konu olan konuşma ve çalışmaların tamamı konusunda mecliste konuşma yapmışım. Benim meclis kürsüsünde ifade ettiğim ile meclis dışında söylediklerimden dolayı suçlanmam anayasa aykırıdır. Bana yargılama karar verebilecek tek merci TBMM'dir. Ancak bırakın en temel yasama çalışmalarına katılmayı, ülkenin demokratik geleceğini doğrudan ilgilendiren referandum çalışmalarına katılma hakkım elimden alındı.

Referandumda ortaya çıkan sonuçların bu günkü yargılamamıza doğrudan ilişkili olduğu kanaatindeyim. Referandumda halkımız çok önemli bir mesaj verdi. Kutuplaştıran, çatıştıran ve toplum karşı karşıya getiren siyasetin kabul edilmediğini, bunun yerine çözümü esas alan yeni bir sürecin başlaması gerektiğini kanaatindeyim.Evet oyu verenler de hayır oyu verenler de böyle bir mesajın hem siyaset hem hukuk kurumları başta olmak üzere bütün devlet kurumları tarafından dikkate alınması gerekmektedir. Dolayısıyla herkesin referandumdan çıkan bu toplumsal uzlaşma, barış mesajını doğru şekilde algılaması ve kendi pozisyonunu gözden geçirmesi kanaatindeyim. Bu konuda yargı ve hukuk kurumlarına önemli görev düşmektedir. Devletin hukuk kurumları, adaleti sağlayarak bu mesaja katkı sağlayabilirler. Bu nedenle bugünkü yargılama sürecimizin de doğrudan bu ortaya çıkan mesajla ilişkili olduğu kanaatindeyim. Neticede bir yerde toplumsal çatışma varsa, orada adalet sağlanamaz. Adalet toplumsal barışın olduğu yerde ancak kalıcılaştırılabilir. Bu süreçte AKPM Türkiye’yi siyasi denetime aldı. AB ile kopma noktasına gelen ilişkilerimiz oldu. Bu siyasi iktidardan kaynaklanan bir durumdur. Ancak yargı kurumları adaleti sağlamış olsalardı, sadece bazı adımları atmış olsalardı, Türkiye bu tarz süreçlerle muhatap olmazdı. Uzun tutukluluk süreleri veya milletvekillerinin tutuklu yargılanmaları konusunda bazı kararlar alınsa idi, bu konuda Türkiye’yi denetim süreçlerinden koruyabilecek bir durumu sağlardı. Dolayısıyla bugün de görebildiğim kadarı ile siyaset kurumu, iktidar odaklı tartışmaların ötesine geçemiyor. O nedenle yargı kurumlarının adaleti sağlaması, bütün devlet kurumlarının bu konuda gelen mesajı doğru algılaması, siyaset kurumunun ortaya koyduğu yetersizlikleri aşma açısından son derece önemlidir. Bunun yolunun zorlama iddianamelerle milletvekillerini yargılamaktan geçmediğini düşünüyorum. Benim ikinci kez tutuklanmamı sağlayan Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıdır. Mahkemenizce verilen tahliye kararından sonra savcılık itirazı üzerine bir karar verildi. Gerekçesi incelendiğinde 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında büyük oranda mahkemenizin kararına katılmış. Tutukluluk halinin devamına gerek olmadığına kanaat getirmiş, yalnız örgüt üyeliğinden dolayı tutuklama yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu hususla ilgili olarak 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına bakıldığında iki önemli husus ortaya çıkıyor. Birincisi tekrarlayan propaganda ve yürüyüş, ikincisi ise DTK üyeliği. Buradaki küçük yorum farkını şuna bağlıyorum. 1. Ağır Ceza Mahkemesi, mahkemeniz gibi dosyayı ayrıntılı şekilde inceleme durumunda olmadı. Eminim ki sadece beni dinlemiş olsalardı, savunmalarımı ayrıntılı şekilde incelemiş olsalardı, bu konuda farklı bir karar vermeyeceklerini, mahkemenizin verdiği karar doğrultusunda bir karar vereceğini düşünüyorum.

Tekrarlanan propagandalar konusunda bu konuşmaların tamamı benim partimin tüzüğü, programı, çözüm metni ve seçim bildirgesi kapsamındaki çalışmalardır. Onun dışında suçlamaların hiçbirinde tek bir örgüt ismi bile geçmiyor. Bu şekilde nasıl bir örgütün propagandasından bahsedebiliriz. Temel vurgu demokratik özerklik üzerine kurulmuş.

Biz HDP olarak demokratik özerklik çözüm modelinin Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü çerçevesinde temel meselelerinin çözüm metni olarak bir siyasi programa kavuşturmuşuz. Bizim temel programımız demokratik cumhuriyet ve demokratik özerkliktir. Bir siyasi partinin bu teklifinin hiçbir şekilde yasadışı örgüt faaliyeti olarak göstermek doğru değildir. AKP'nin parlamenter sistem yerine nasıl başkanlık sistemini öneriyorsa biz de çözüm olarak demokratik özerkliği öneriyoruz.

DTK üyeliği ile ilgili olarak; bu konuda ilk duruşmada ayrıntılı değerlendirmeler yapmıştım. DTK 2007 yılında kurulmuş bir sivil toplum platformudur. Halen faaliyetlerine devam etmektedir. Ben o konuşmaları 2011 ve 2012 yıllarında yapmışım. Benim konuşma yapmamdan 6-7 yıl sonra da DTK halen faaliyetlerine devam etmektedir. Böyle bir yasadışı faaliyet olabilir mi? DTK’da çok farklı toplumsal kesimlerin temsiliyetini yapan kişiler var.

Ben 24. Yasama döneminde de milletvekiliydim. O dönem TBMM, DTK’ya resmi yazı yazdı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek imzası ile DTK’yaAnkayasa Uzlaşma Komisyonu’na katkı sağlamak için resmi yazı yazıldı. Yasadışı faaliyet yürüten bir kuruma TBMM’nin bu şekilde yazı yazması mümkün olabilir mi? Cemil Çiçek bu resmi yazıyı yazdıktan sonra DTK yazılı olarak TBMM’ye teklif gönderdi. Bunun özünde de demokratik özerklik vardı. Hatta Meclis’e gelip uzlaşma komisyonu üyeleri ile görüşüldü. Biz buradan yola çıkarsak TBMM’yi bir terör örgütü ile ilişkiye girmiş olarak mı değerlendireceğiz. Bu iddia bilerek ya da bilmeyerek TBMM’ye, hem de TBMM başkanına doğrudan bir suçlamadır. Eğer bu iddialar doğru kabul edilecekse Cemil Çiçek veya Meclis Divanı Üyeleri hakkında soruşturma açılması gerekirdi. Kaldı ki ben HDP üyesiyim, HDP milletvekiliyim. HDP, DTK’nın en önemli bileşenlerinden birisidir. Benimde partimin görevlendirmesi ile gidip konuşma yapmamdan daha doğal bir şey yoktur. Dolayısıyla DTK üyeliği üzerinden bizim suçlanmamız yanlıştır. Demokratik özerkliğin tartışıldığı bir DTK toplantısına ben eski MİT müsteşarı ile birlikte katıldım. Toplantı sonrası karşılıklı yemek yedik, tartıştık. Bu eski MİT müsteşarı ile toplantıya katılmışım. Benim katıldığım toplantılar da kamuoyuna açık toplantılardır. DTK’nın bütün çalışmaları kamuoyuna açık şekilde yapılmıştır. Dolayısıyla ortam dinlemesi yapılmış gibi bir algı yaratmaya gerek yoktur. Kaldı ki konuşmaların içeriğinde herhangi bir suç unsuru olduğu kanaatinde değilim. Fezlekeyi düzenleyenler gerçekten zahmet etmişler. Ortam dinlemesine gerek yoktu. Açıp TBMM sitesinden kkonuşmamın dokümanlarını alsalar aynı sonuca varırlar.

8 Mayıs 2017