Alevi yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılmasına ilişkin kanun teklifimiz

Grup Başkanvekillerimiz Meral Danış Beştaş ve Saruhan Oluç, inanç özgürlüğünün sağlanması ve korunması, tarihi ve kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması, kültürel çoğulculuğun korunması, farklılıkların yaşatılması ve bu bağlamda Alevi yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması amacıyla TBMM Başkanlığına kanun teklifi verdi:

TÜR­Kİ­YE BÜ­YÜK MİL­LET MEC­Lİ­Sİ BAŞ­KAN­LI­ĞI­NA

“Alevilerin İnançlarının Korunması Hakkında Kanun Teklifi” ile ge­rek­çe­si ili­şik­te sunulmuştur.

GE­NEL GE­REK­ÇE

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada; neredeyse insanlığın var olduğu günden beri birçok halk yaşamış, çeşitli kültürler bu topraklar üzerinde gelişmiştir. Bu çok kültürlülüğün yarattığı en özel durum ise farklı inançların deneyimlerinden özümsenen yaşam biçimlerinin ve geleneklerin varlığıdır. Geçmişten beri örülen bu sistemin devamı ve geleceğe aktarımı ancak tüm din ve inançların tanınması, bu inançların ritüellerinin korunması ile mümkün kılınabilir.

Bu sistemin varlığını sürdürebilmesi için, Türkiye’de din ve devlet işleri birbirinden bağımsız kılınarak, din ve vicdan özgürlüğü şeklindeki düzenleme ile halkların farklı inançları da koruma altına alınmıştır. Anayasa’nın 24üncü Maddesine göre, “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.”

Hükmün devamında ise “14üncü Madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitimi ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” ibareleri yer almaktadır.

Elbette dini inanç ve ibadet özgürlüğü, demokratik bir toplumda, bireylerin yasal teminat altında bulunması gereken temel özgürlüklerinden biridir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 9. Maddesinin 1. fıkrasına göre: "Her şahıs düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak, ibadet, öğretme, uygulama ve tören yoluyla açıklama özgürlüğünü kapsar."

Avrupa Konseyi'ne üye devletler, "dini inanç ve ibadet özgürlüğü"ne ilişkin tutum ve yükümlülüklerini belirlerken yukarıdaki hükmü göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu hüküm gereğince:

- Devletler, bireylerin "din ve inanç özgürlüğünü" sağlayacak önlemleri almakla yükümlüdür. Din ve inanç özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce (AİHM) belirtildiği üzere, bireylerin istedikleri din ve inancı benimseme özgürlüğü kadar, dini bir inanca sahip olmama, dinlere karşı ilgisiz kalma özgürlüğünü de içerir.

Bireylerin farklı din ve inançları benimseyebilmesi özgürlüğünün ve devletlerin farklı din ve inançlar karşısında yansız bir tutum içinde bulunma zorunluluğunun doğal bir sonucu olarak, demokratik bir toplumda hiç kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzeninin, tamamen veya kısmen, belli bir dini inancın kurallarına dayandırılmasını istemek hakkına sahip değildir.

- Devletler, bireyleri, belli bir dini inanca yöneltmeye, belirli bir dini faaliyete katılmaya veya uzaklaştırmaya yönelik etkinliklerden kaçınmalıdır. Okullardaki din dersleri, öğrencilere belirli bir inancı benimsetmeyi öngören içerikte olmamalıdır. Ana babaya çocuklarının zorunlu din derslerinden muaf tutulmasını isteme hakkı tanınmalıdır. Bu husus, 18.5.1954 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından da 10.3.1954'te onaylanan, AİHS Ek Protokolün 2. Maddesinde "Devlet, eğitim öğretim alanında üstleneceği görevin yerine getirilmesinde, ana ve babanın, eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olarak yapılması hakkına saygı gösterecektir" denmek suretiyle ifade edilmiştir.

Nitekim Anayasa ve uluslararası sözleşmeler; bireyler dini inançlarını, tek başlarına veya toplu olarak, alenen veya özel olarak, ibadet, öğretme, uygulama ve ayin yoluyla açıklayabileceklerini hüküm altına almıştır. Buna bağlı olarak devletler, bireylerin, özellikle ibadet yoluyla dini inançlarını uygulamalarını mümkün kılacak fiziki şartların yaratılmasını bir kamu hizmeti gereği saymalıdır.

Bu konuda özellikle dikkat edilecek nokta, devletin, din hizmeti verirken, bireylerin farklı dini inançları karşısında yansızlığını özenle koruması mecburiyetidir. Devlet sözünü ettiğimiz din hizmetini, ülkede mevcut başlıca din ve inanç gruplarının hepsine vermelidir. Bu, olmazsa olmaz koşuldur.

Ancak ne var ki; Türkiye’de pek çok inanç grubu inançlarını özgürce yaşayamamakta, baskı ve dayatmaların dışında ayrıca linç kültürünün de mağduru olmaktadırlar. Geçmiş dönemlerde yaşanan Yahudi mezarlıklarına saldırılar, kiliselere yönelik saldırı ve nefret odaklı söylemler ülkede inanç özgürlüğünün kullanılamadığının kimi örnekleridir. Elbette bu ayrımcı tutum ve nefret ikliminden en çok etkilenen kesim olarak Alevi toplumunun yaşadığı mağduriyet sürekli gündemde yer almaktadır.

Anayasanın 10uncu Maddesinin 1inci fıkrasında belirtilen eşitlik ilkesine göre, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" hükmü yer almaktadır. Ancak Aleviler ülkenin büyük bir toplumsal kesimi olmalarına rağmen, eşit yurttaşlık bağlamında din ve inanç özgürlüğüne dair çeşitli engellemelere tabi tutulmakta, dahası nefret söylemlerinin odağında yer almaktadırlar.

Alevilerin dini ritüellerini yerine getirdikleri cemevlerinin yasal statüsünün olmayışı, inançlarını istedikleri gibi yaşamalarının önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Yani anayasal güvence altında olan din ve vicdan hürriyeti Alevileri kapsamamakta, inançlarından ötürü baskıya maruz kalmaktadırlar.

Zorunlu eğitimin bir parçası olan din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde sadece Sünni inancına dair bilgiler verilmekte, diğer din ve inançlara yer verilmemektedir. Çocuklarının alacağı dini eğitimin; çocukların kendi inançlarını tanımaları yönündeki bir sistemle gerçekleşmesi veya tek bir dine dayalı eğitimden çocukların muaf tutulması yönündeki haklarını yargısal makamlar önünde arayan pek çok aile, AİHM’in “din ve inanç özgürlüğünün korunması” yönündeki kararları ile elde etmişlerdir. Ancak devletin yapması gereken, ailelerin bireysel olarak kendi hak mücadelelerini yürütmek zorunda kalmaksızın bu hakların kendilerine teslim edilmesini sağlamaktır. Bu nedenle zorunlu din derslerinin, tek bir inanç sistemi üzerinden değil tüm kültürleri kapsayacak ve iyi insan olmanın temel kurallarını verecek nitelikte olması ve her çocuğun ailesi tarafından talep edilen inanç sistemi içerisinde yetişmesinin sağlanması önem arz etmektedir.

Alevilerin ibadethanelerinin yasal statüye kavuşturulması, kutsal mekanların korunması bakımından da zaruridir. Buna dair mevcut tüm kanunlarda bir değişiklik yapılması ve cemevlerinin statülerinin oluşturulması esastır. Cemevleri birer dernek değil, Alevilerin dini ritüellerini yaşadıkları ve geleceğe taşıdıkları kutsal mekanlardır.

Yine televizyonlarda, basın-yayın organlarında Alevilere yönelik ayrımcı ve hatta hedef gösteren söylemler yer aldığı halde bu duruma müdahale edilmemekte, bu da doğrudan Alevi yurttaşları odak haline getirmektedir. Ülkenin yakın tarihine bakıldığında, Aleviler büyük katliamların mağduru olmuşlardır. Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas katliamları bazı tarihsel örneklerdir. Alevi yurttaşların evlerinin işaretlenmesi de ayrımcılığın ve nefret söyleminin kristalize bir örneği olarak karşımızda durmaktadır.

Öte yandan kamuya yapılan personel alımlarında da bu durum net bir şekilde izlenmekte, memur statüsüne yapılan alımlarda Alevi yurttaşlar devre dışı bırakılmaktadır.

Özcesi Alevi yurttaşlar hem maddi hem de manevi anlamda sahip oldukları inanç ve kültür nedeniyle ayrımcılığın öznesi durumuna getirilmektedir.

Toplumsal barışın korunabilmesi aynı zamanda farklı inançlara saygı ile mümkündür. Bunu mümkün kılmak için ise yasaların koruyuculuğuna başvurmak gereklidir. Türkiye’de mevcut durumda, toplumun bir kesiminin dini vecibelerini yerine getirmesi için her türlü yasal düzenleme yapılırken, diğer bir kesimin dini vecibelerinin engellenmesi, taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü” maddesi ve Anayasa’nın 10uncu Maddesinde düzenlenmiş olan eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.

Bu bahisle Alevilerin inançlarının korunması amacı ile kanun teklifi hazırlanmıştır.

17 Ağustos 2022