AKP, Kayyım Rejimi ile yerel yönetimler üzerinde bürokratik vesayet kurarak eleştirdiği tek parti dönemi iktidarlarıyla aynı konuma düşmüştür

Kayyım atanan belediyelerin hukuksuz uygulamalarının derlendiği kapsamlı raporumuzu Diyarbakır'da yapılan bir etkinlikle açıkladık. Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Yurdusev Özsökmenler'in rapora ilişkin sunumu:

Tecridin kalkması için bedenini açlığa yatıran DTK eşbaşkanı ve Hakkari Vekilimiz Leyla Güven’i, cezaevlerinde ve dünyanın dört bir yanında ki açlık grevi eylemcilerini saygıyla selamlıyorum. Ayrıca cezaevindeki belediye eşbaşkanlarımızı da Sevgili Gültan Kışanak’ı, Sara Kaya’yı, Nurhayat Altun’u, Diba Keskin’i, Dilek Hatipoğlu’nu Mukaddes Kubilay’ı Leyla Salman’ı, Bekir Kaya’yı, Tuncer Bakırhan’I, Mehmet Ali Bul’u, İhsan Uğur’u kısacası hepsini burada anmak ve kendilerine sevgilerimi göndermek istiyorum. 

Eşbaşkanımız süreç konusunda kapsamlı açıklamalarda bulundular Ben Kayyım raporunun kısa özetini sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Öncelikle raporun hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Bizler raporu hazırlarken 95 belediye ile GAAB Belediyeler Birliğine atanan kayyımların bütün marifetlerini ortaya dökecek ayrıntılı bir rapor hazırlayamıyacağımızı biliyorduk . Bütün bu marifetleri anlatmak hem bir kitabın sayfalarına sığmayacak kadar fazladır, hem de şu anda bile kayyımlar kaybedeceklerini anladıklarından belediyelerimizi talan etmek, seçim sonrası işlemez hale getirmek için yeni icraatlar peşindedirler.

Belediye eşbaşkan adaylarımız bu marifetleri önümüzdeki günlerde kent kent kamuoyuna açıklayacaklardır. Ayrıca seçimlerde sonra da belediyeleri hangi noktada bıraktık ve nasıl bir yıkım devraldık bunları da halkımızla paylaşacağız.

Biz bu arporda daha çok kayyımların hangi anlayışla hareket etiklerini, hangi tarihsel mirasın devamı olduklarını, nasıl bir asimilasyon politikası izlediklerini ve çeşitli kentlerden örneklerle belediyeleri nasıl talan ettiklerini anlatmak ve tarihe not düşmek istedik. Sanıyorum bu dönem daha sonra araştırmacılar tarafından bütün yönleriyle daha ayrıntılı olarak bir şekilde irdelenecektir.

Değerli katılımcılar,

Parti olarak yerel yönetimleri, doğrudan katılımı esas alan, şeffaf, hesap verebilir yol ve yöntemlerin oluşturulduğu, halkın öz örgütlülük ve yönetim alanları olarak görüyoruz. Mevcut belediyeciliği aşan, halkın yerinden yönetim ve katılımcıbelediyeciliğini önceleyen, rant ve sömürünün tüm araçlarını yok etmeyi hedefleyen bir pratiği benimsemekteyiz.

Devleti küçülterek yerel ve bölgesel yönetimleri güçlendirmeyi esas alan anlayışımız, toplumsal sorumluluğu ve yönetimi yerele devretmekte; herkesin kendi kimliği, kendi kültürü ve anadiliyle aktif bir şekilde yaşama katıldığı, ahlaki ve politik insan olma gerekliliklerine inandığı, toplumcu bir yaşamı benimsemektedir.

Ekolojik toplumsal yaşam, doğa-insan ve insan-doğa dengesinin kurulması ve alternatif yaşam örgütlenmelerinin oluşturulmasıyla inşa edilebilir. Bu anlayışı benimseyen, yerleşik yaşam alanlarını ekolojik köy ve kent olarak gören, tekelleşmenin her biçimine karşı durarak, toplumla, toprakla, kırla ve tarımla yeniden buluşan bir belediyecilik programına sahibiz.

Yaşam alanlarının tüm aşamalarında eşit temsiliyeti geliştiren bir anlayışla hareket ediyoruz. Ve belediyelerimizde Eşbaşkanlık sistemini hayata geçiriyoruz. Eşbaşkanlık sistemi eşgüdüme, tamamlayıcılığa, iş ve rol koordinasyonuna dayalı toplumsal örgütlenmeyive kadın katılımını en üst düzeye taşımayı, demokratik kültürü ve demokrasiyi eşbaşkanlıktan başlayarak tüm toplum içinde yaygınlaştırmayı hedeflemektedir. Bunları seçim bildirgemizde daha ayrıntılı bir şekilde görebilirsiniz.

HDP’nin bileşeni olan DBP’li belediyeler, çeşitli eksiklikler taşısa da geçmiş uygulamalarını ve hizmetlerini bu esaslar çerçevesinde yürütmüşlerdir. Önce yol, altyapı, su, kaldırım gibi temel belediyecilik hizmetlerine öncelik verilmiştir. Kentlerin çökmüş planlama sistemleri ve imar planları gözden geçirilmiş, yeni planlar hazırlanmıştır. Kentlerin üstyapı ve altyapı projeleri siyasi ve ekonomik zorluklara rağmen hayata geçirilmiştir. Her yerde “temiz ve ucuz suya ulaşım" politikası, belediyelerimizin bulunduğu tüm alanlarda gerçekleştirilmiş, her kentimiz suyunu musluktan içer hale gelmiştir.

1999’da HADEP ile başlayan demokratik belediyecilik geleneği, kültürel soykırım ile karşı karşıya olan Kürtler, Êzidîler, Süryaniler, Mıhelmiler, Aleviler gibi bütün halkların ve inançların korunmasını temel ilke olarak benimsemiştir ve çok dilli yaşamı pratikleştirmiştir. Kadınlara, gençlere, engellilere ve bütün dezavantajlı gruplara yönelik sosyal çalışmalar belediyelerimizde önemli bir yer tutmuştur.

AKP iktidarı ise iktidara geldiği günden bu yana Kürtlerin demokratik siyasette elde ettiği kazanımları çeşitli biçimlerde yok etmeye çalışmıştır. Bir yandan Kürt sorununun varlığını dillendirirken diğer yandan ise kapalı kapılar ardında imha ve inkar planları hazırlayarak hayata geçirmiştir.

Bütün baskılara ve anti demokratik uygulamalara rağmen Kürt siyaseti AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bugüne etki alanını genişleterek Meclis’te ve yerel yönetimlerde büyük başarılar elde etmiştir. Halkın meşru kazanımı arttıkça Erdoğan yönetimindeki AKP, halka ve kazanımlarına karşı topyekûn saldırıya geçmiştir. Kentler yakılıp yıkılmış, onbinlerce devrimci, demokrat, aydın ve partilimiz sudan gerekçelerle yargılanmış cezaevlerine konulmuştur.

Bu rapor Kürtlerin kazanımlarından biri olan belediyelerde inşa edilmeye çalışılan Kayyım Rejimini anlatmaktadır. Kayyım Rejimi ifadesi, kayyımların belediye yetkilerini önemli oranda aşan yetkilerle donatılarak, ortak bir amaç çerçevesinde ve planlarını sistemli bir şekilde hayata geçirmesi nedeniyle kullanılmıştır.

Belediyelere yönelik kayyım uygulaması, bölgede daha önce hayata geçirilen Şark Islahat Planı’nın güncellenmiş bir yansımasıdır. Cumhuriyetin ilanından sonra Kürtlerin yok sayılması ile birlikte yürütülen inkar siyaseti çerçevesinde hazırlanan “Şark Islahat Planı” 24 Eylül 1925 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda onaylanıp uygulamaya konulmuştur. Plana bağlı olarak, “Mecburi İskân Kanunu” 1934’te yürürlüğe girmiş ve sürgünler yoluyla nüfusun yer değiştirmesi hedeflenmiştir. Şark Islahat Planı’nın 11. maddesine göre, Şark’ta 2. derece memurluklara bile Kürt memur atanmayacaktı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Kürt emekçilerin belediyelerden ve kamu kurumlarından KHK’ler ve iş sözleşmelerinin iptalleri yoluyla işlerinden atılması ve yerlerine batı illerinden memurların getirilmesi bu uygulamaların Islahat planından esinlendiğini açıkça göstermektedir.

Plan, bölgedeki vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye daireleri ve diğer kurumlarda, okullarda ve yaşamın her alanında Türkçe dışında bir dil kullanmayı yasaklamıştır.

Bu plan çerçevesindeki Umumi Müfettişlikler ise kayyım modelinin esin kaynağıdır. Diyarbakır, Van, Hakkâri, Mardin gibi illere birinci dereceden sorumlu olarak atanan Abidin Özmen’in yaptıkları ile bugünkü kayyımların yaptıkları arasında çok da büyük bir fark yoktur. Bu müfettişlikler, 1927-1952 yılları arasında kuruldukları bölgede sivil, asker ve yargı üzerinde kesin otoriteye sahip olan bölgesel valilikler olarak Cumhurbaşkanlığına bağlıydı. Onların da bugünkü kayyımlar gibi hesap verme zorunluluğuda yoktu.

11 Eylül 2016 tarihinde başlayan kayyım atamaları, 3 büyükşehir belediyesi olmak üzere, 10 il, 63 ilçe ve 22 belde ile DBP’li toplam 95 belediyede gerçekleşmiştir. Bu süreçte pek çok belediye başkanımız tutuklanmış ve 1 yıl ile 18 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmıştır. Şu anda 40 belediye eşbaşkanımız hala tutuklu ya da hükümlü olarak cezaevlerinde bulunmaktadır.

Vesayet ile mücadele ettiğini iddia eden AKP hükümetleri, Kayyım Rejimi ile yerel yönetimler üzerinde tam bir bürokratik vesayet alanı kurarak eleştirdiği tek parti dönemindeki iktidarlar ile aynı konuma düşmüştür.

Kayyımların geliş biçimleri ve kanuni altyapının düzenlenmesi Türkiye’de yeni dönem hakkında somut bir göstergedir. AKP Hükümeti tarafından 2016 yılında hazırlanan “Belediyelere kayyım atanmasını öngören yasa teklifi” TBMM’de görüşülmüş ancak HDP Grubu’nun etkin muhalefetiyle torba yasadan çıkarılmıştır. Ama 15 Temmuz ‘darbe girişimi’ fırsat bilinmiş anayasa ve yasalar çiğnenerek 4 Eylül 2016’da 674 sayılı torba KHK ile 5393 sayılı Belediye Kanunun 45. Maddesine ekleme yapmış ve kayyum atamaları gerçekleşmeye başlamıştır.

Atanan kayyımların belediye binalarına köpekler, tomalar, panzerler, özel timler eşliğinde nasıl girdiğine ve meclis üyeleri ile çalışanların belediye binalarından zor kullanılarak nasıl uzaklaştırıldığına hepimiz şahit olduk. Çoğu belediyenin bahçesinde ya da önünde hala TOMA ve akrepler bulunmaktadır. Belediye kapısında ve bina içinde de uzun namlulu silahlarla bekleyen özel harekâtçılar ve koridorlarda dolaşmaktadır. Belediye binaları adeta karakola dönüştürülmüş, belediyenin kamusal hizmetlerini güvenlik duvarlarının içine hapsetmiştir. Halkımız iki yıldır, belediyelere güvenlik turnikelerinden geçerek, kimlik göstererek ve üst aramalarına maruz kalarak girebilmektedir.

Seçimlerle alamadığını zorun gücüyle almaya çalışan AKP iktidarının belediyelere kayyım atamasının asıl amacı ise ekolojik, kadın özgürlükçü ve demokratik belediyecilik modelini yani hep birlikte inşa etmeye çalıştığımız yeni yaşamı bir bütün olarak ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle demokratik toplum belediyeciliğine yapılan müdahale önceden hazırlanmış ideolojik bir saldırıdır.

Kayyım rejimi boyunca temsiliyet gaspı ve otoriterlik, belediyelerin bütün mekanizmalarında ortaya çıkmıştır. Meclisler toplanmamış belediue kayyımların atadığı meclis üyeleri ile yönetilmiştir. Halk bütün karar süreçlerinden dışlanmış ve bütçe yapma hakkı elinden alınmıştır. Kent konseyleri, mahalle meclisleri tamamen siyasal alanın dışına itilmiş, kent ile ilgili tüm kararlar kayyım etrafında oluşan dar bir grup tarafından alınmıştır. Böylece tek adam rejiminin yerelleştirilmesi süreci başlatılmıştır.

Buna çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi 2014’de stratejik planını hazırlarken 15 bine yakın kişiyle yüz yüze görüşmeler almış, kentteki sivil toplum ve meslek örgütleri ile toplantılar yapılmış, stratejik plan halkın katılımı ile hazırlanmıştır. Aynı zamanda AKP büyükşehir belediye başkan adayı olan kayyım ise sadece 1500 kişi ile o da internet üzerinden görüş almıştır. Üstelik stratejik planında Büyükşehir belediyemizin hazırladığı projeleri kendi projeleri gibi sunmuş ve açıkça proje hırsızlığı yapmıştır. Mesela büyükşehir belediyemiz tarafından mevsimlik göçü engellemek için hazırlanarak hayata geçirilen “Doğduğum Yerde Doymak İstiyorum” projesi ismi bile değiştirilmeden kayyımın stratejik planında yer almaktadır. Yine Diyarbakır belediyemiz tarafından hazırlanan, hatta kaynağı bile bulunan ancak iktidarın engellemeleri nedeniyle hayata geçirilemeyen hafif raylı sistem de kayyımın projeleri arasında yer almaktadır. Benzeri pek çok örneği internetten kayyımın sitesine girerek görebilirsiniz.

Kayyımlar halkın dayanışma pratiklerine darbe vurmayı amaçlamaktadır. Belediyelerimizin Vahşi ve barbar bir şekilde Kobanê ve Şengal’e saldıran DAİŞ’in yarattığı tahribat ile karşı karşıya kalan halklara ve kentlere yardım etmesi, AKP tarafından kayyım atanmasının gerekçesi yapılmıştır. Oysa Kobanê ve Şengal’de yaşayan insanlarla olan dayanışma halkın bizzat katılımı ile gerçekleşmiş, belediyelerimiz bunun kolaylaştırıcısı olmuşlardır.

Belediyelerin bu tür dramların yaşandığı süreçlerde, deprem, savaş, sel gibi durumlarda insanlık onuruna yakışacak bir tutum alması herkesin beklentisidir. Bu konuda belediyelerin hangi siyasal görüşte olduğu hiç önemli değildir. Nitekim Büyük Gölcük, Yalova, Adapazarı depreminde de ilk yardıma koşan bizim belediyelerimiz olmuştur. Belediyelerin dayanışma pratiklerini hedef göstererek finansman kaynaklarının örgütsel faaliyetlerde kullanıldığını iddia edenler bilinçli bir manipülasyon yapmaktadır. Müfettişlerin adeta kamp kurduğu ve bütün hesaplarını didik kontrol ettikleri belediyelerimizde tek bir yolsuzluğa rastlanmamış, belediye başkanlarımız hakkında tek bir yolsuzluk davası açılmamıştır.

Belediyelerimiz çağdaş ve insan onuruna yakışacak bir sosyal politika doğrultusunda, halkın sorunlarını çözmek için tüm imkân ve olanaklarını zorlamıştır. Ancak Kayyım Rejimi ile birlikte tüm sosyal politikalarımıza adeta savaş açılmıştır. Gıda bankaları, psikolojik danışma merkezleri kreşler ve çocuk oyun salonları, yaşlı bakım merkezleri, meslek edindirme amaçlı kurulan tekstil atölyeleri kapatılmış; spor müdürlüğü bünyesinde açılan tüm kurslar, engelli ve gençlere yönelik yapılan sosyal projeler iptal edilmiştir. Üniversiteye hazırlık kursları kapatılmış, kültür derneklerinin faaliyetleri ve buralara verilen isimler değiştirilmiş, sosyalleşme, çocuklara ve genç nüfusa yönelik politikalar hedef alınmıştır.

Batman’da, Diyarbakır’da, Van’da, Siirt’te yoksullukla mücadele eden pek çok dernek kapatılmıştır.

Belediyelerimizin uyguladığı önemli politikalardan biri “Çok Dilli ve Çok Kültürlü Belediyecilik” ilkesiydi. Kayyımların yaptığı ilk iş, ise Türkçe ile birlikte kullanılan Kürtçe, Arapça, Süryanice tabelaları indirmek olmuştur. Kürtçe eğitim veren kreşler ve okullar masal kitapları, çocuk oyunları, resimli sözlüklerin olduğu çalışmalar, kurslar ve kütüphaneler gibi kültürel projeler iptal edilmiş Belediyelere ait kütüphanelerdekibinlerce kitap yakılarak imha edilmiştir.

Kayyımlar Kürtlerin tarihsel, kültürel değer isimlerini taşıyan park, mahalle ve sokaklar ile kültür merkezlerinin de ismini değiştirmiştir. Kayyım Rejimi ile başta Diyarbakır’da bulunan Cigerxwîn, Aram Tigran ve Dicle Fırat Kültür Merkezlerinde verilen kurslar, dersler ve çalışmalar olmak üzere birçok belediyede açılan kültür-sanat merkezlerinin hizmet içeriği tamamen değiştirilmiştir.

Van, Mardin, Batman gibi il ve ilçe belediyelerinde anadilde hizmet veren birçok kreş ve eğitim destekevi kayyımların keyfi kararları ile kapatılmış ya da içeriği değiştirilmiştir.

Kayyımlar DBPli belediyelerin bölgenin kültürüyle uyumlu bir şekilde parklara, mahallelere, cadde ve sokaklara verdiği isimleri halkları karşı karşıya getirebilecek şekilde değiştirerek ırkçı ve ayrımcı uygulamalara imza atmışlardır. Bu konuda birkaç örnek verecek olursak;

Ceylan Önkol’un adı, Lice Belediyesi’ne atanan kayyım tarafından parktan kaldırılmış, parka Silvan’da bir patlama sonucu yaşamını yitiren 13 yaşındaki Fırat Sinpil’in adı verilmiştir. Önkol’un ailesi, “İkisi de çocuk, ikisi de savaş mağduru. İkisi adına da bir park açılabilirdi” şeklinde tepkilerini dile getirmiştir.

Lice kayyımı Medeni Yıldırım’ın isminin verildiği parkın ismini Şehit Binbaşı Ümit Çelik Parkı olarak değiştirmiştir.

Dicle kayyımı Saddam Hüseyin’in kararıyla Bağdat’ta idam edilen Leyla Kasım’ın isminin verildiği parkın adını, Şehit Er Ekrem Dinç Parkı, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının adını simgeleyen Üç Fidan Parkı’nın ismi, Şehit Uzman Çavuş Hacı Osman Ayyıldız olarak değiştirilmiştir.

Bu ve daha birçok örneği raporumuzda bulacaksınız. Ancak bunlardan bir tanesini yıkımın vardığı boyutların nereye vardığını hatırlatmak için altını çizmek istiyorum: Van Edremit Belediyesi kayyımı, halk plajındaki tarihi Dilkaya Höyüğü ve Ermeni mezarlığının üzerine tuvalet yaptı, mezarlıktan çıkan kemikler ise etrafa saçıldı. Şimdi sormak lazım, bu hangi dine, hangi akla, hangi vicdana, hangi etiğe sığan bir davranıştır

Bu kadar da değil Kayyımlar döneminde cenaze merasimleri dahi yapılamamış, mezarlıklar tahrip edilmiştir. Birçok ölünün mezar taşları kayyımların gece yarısı “mezarlık operasyonları” ile kırılıp değiştirilerek Kürtçe ifadeler silinmiş Türkçe ifadeler yazılmıştır. Kayyımların bu pratiği hem hafıza-kırım hem de asimilasyon pratiğidir. Aynı dönemde, bazı mezarlar belediyelerin iş makineleri ile yerle bir edilmiştir. Oysa cenazelere araç temin edilmesi, cenazelerin defnedilmesi sürecinde ailelere destek verilmesi ve taziye için yer tesis edilmesi;  ölenin ve yakınlarının dini, dili, kültürü, ideolojisi ve politik görüşü ne olursa olsun belediyelerin görevidir ve yurttaşlara sunması gereken kamusal bir hizmettir. Tarih boyunca, bütün inanç, kültür ve toplumlarda bireylerin kendi geleneklerine, örf ve adetlerine uygun biçimde layıkıyla gömülme hakkı olmuştur. Ölenin yakınlarının ise defnetme, dini ve ahlaki görevlerini yerine getirme ve insani değerlere uygun biçimde son yolculuğa uğurlama, matem tutma ve ölüyü anma hakkı bulunmaktadır. Ama kayyımlar bunu çiğnemiş, yerle bir etmişlerdir.

Kayyım atamalarıyla birlikte yerel yönetimlerimizde oluşturulmaya çalışılan kadın sistemi ilk hedef haline getirilmiştir. Belediyelerimizin 1999 yılından bugüne gerçekleştirdiği kadın çalışmaları ve kurdukları kurumlar tasfiye edilmeye başlanmıştır. Bu müdahale kapsamında 43 kadın merkezimizin bulunduğu il ve ilçelerde kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele çalışmaları, kadın mücadelesi ekseninde geliştirmiş olduğumuz farkındalık ve hizmetler illegalize edilerek durdurulmuştur. Kadın kurumlarımız ya kapatılmış ya AKP Kadın Kollarına ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyya Erdoğan’ın yöneticisi olduğu KADEM’e tahsis edilmiştir.

Kadınların ekonomik gelişmesine katkı sunacak kadın organik ve semt pazarları ile mor satış noktaları kapatılmıştır. Bunun en sıcak örneğini bugünlerde Bağlar ilçemizdeki kadın semt pazarında yaşananlarda görüyoruz. Kadınlar belediyemiz zamanında kendilerine ayrılan pazaryerini savunmak için hala gece gündüz nöbet beklemektedirler. Onların bu direnişini selamlıyoruz.

Bu konuyu ayrıntılı olarak işleyen Kadın Kayyum raporumuz Kadın Meclisimiz tarafından 7 Mart’ta Van’da açıklanacaktır.

Kayyımlar uyguladıkları mali politikalarla belediyeleri borç batağına sürüklemişleridir. Bilindiği gibi, belediyelerin de dahil olduğu kamu kurumları büyük yapım ve hizmet alım ihalelerini olağanüstü durumlar dışında açık ihale usulü ile yapmak zorundadırlar. Bu ihalelere şartları yerine getiren bütün şirketler girer ve ihale en çok kırım yapan şirkete kalır. Şeffaflık ilkesi gereği İhaleler belediyelerimiz döneminde kamuya açık bir şekilde yapılırdı.

Kayyumlar hemen hemen her yerde bu ilkeyi ayaklar altına almış, usülsüz ve kanun tanımaz bir şekilde alımlarının çoğunu pazarlık usulü yaparak yandaş firmalara vermişlerdir. Buna Diyarbakır’dan bir örnek verelim. Diyarbakır kayyımları tarafından yapılan 20 milyon TL ve üzeri ihalelilerin toplam sözleşme tutarı yaklaşık olarak 300 milyon TL civarındadır. 300 milyon TL tutarın 125 milyonu tek bir ortak girişime,  70 milyon TL’lik diğer bir ihale de yine tek bir firmaya verilmiştir. Yani sadece 2 firma toplamda 200 milyon TL’lik ihale almıştır. Bu firmalar Diyarbakır firmaları değildir, Ankara merkezlidir.

Kaynakların nasıl çarçur edildiğine en iyi örnek ise AKP Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan kayyımın keyfi harcamasıdır. AKP adayı olan bu kayyım kent halkının kaynağını kişisel konforu için kullanmıştır. Sadece makam odasının mobilyası alımı için 750.000 TL’yi harcamıştır. 350 bin TL’ye çelik kapı ve kurşungeçirmez cam, korumalar için 250 bin TL’ye kiralık pikap harcaması gerçekleştirilmiştir. Yani 1 milyon 350 bin TL kayyumun kişisel harcamaları için kullanılmıştır. İsrafın biçimi Ankara’daki sarayı hatırlatıyor değil mi?

Bir örnek de Mardin’den verelim: Mardin genelinde kayyımların atandığı tarihten günümüze ihaleler yoluyla yapılan toplam harcama miktarı 800 milyon TL civarındadır. Pazarlık usulüyle yapılan harcamanın toplam içindeki payı ise %75 civarındadır. Bu 600 milyon TL’nin açık ihaleye çıkmadan yandaşlara peşkeş çekildiği anlamına gelmektedir.

Mardin Büyükşehir Kayyımı tarafından pazarlık usulüyle gerçekleştirilen, sadece iki yol yapım işinde, ihalenin sözleşme tutarı yaklaşık olarak 370 milyon TL’dir.  Yani kayyım, ihale bütçesinin büyük bölümünü iki ihaleye ayırmış ve asfalta gömmüştür. Üstelik her iki ihale de aynı firmanın dâhil olduğu iş ortaklarına verilmiştir ve bu firmalar Ankara merkezlidir.

Kayyımlar belediyeleri hem borç batağına saplamışlar hem de ihalelerin ödemelerini kaybedeceklerini bildikleri için 31 Mart seçimleri sonrasına bırakmışlardır. Yani belediyeleri çökertmek ve bizi bu firmalarla baş başa bırakmak için yerel seçimler sonrasına bırakmşlardır. Örneğin Sadece 2017 yılında Kayapınar Belediyesi gelirinin %71’i kadar, Mardin Büyükşehir Belediyesi %25’i kadar ve Van Büyükşehir Belediyesi ise %18’i kadar borçlanmıştır.

Oysa Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin 2016 yılı gideri 250 milyon 747 bin 812 TL iken geliri 252 milyon 662 bin 107 TL olarak gerçekleşerek bütçe fazlası vermişti. Yani geliri giderinden fazladır. Ama bir yıl içinde yüzde 25 borçlandırılmıştır.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ise 2016 yılında 515 milyon 844 bin 585 TL gidere karşın 541 milyon 961 bin 823 TL gelirle yaklaşık 26 milyon TL bütçe fazlası vermişti. Ama Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi de borçlandırılmıştır. 2018 gelir – giderleri açıklanmamıştır, Mart’ta açıklanacak ve seçimden sonra belediyemiz bunları kalem kalem açıklayacaktır.

Kayyımların yolsuzluğa varan usulsüzlükleri Sayıştay tarafından da hazırlanan raporlarla kanıtlanmıştır. Sayıştay Başkanlığı 2017 yılı denetim programı sonucunda, kayyım atanan sadece Ağrı belediyesinde 50 milyon liralık kayıtlara geçmeyen usulsüzlük saptanmıştır. Bu  Sayıştay raporlarının kısa özeti de raporumuzda yer almaktadır.

Ekonomik gasp/çöktürme sadece ihaleler yoluyla sınırlı olmayıp, belediyelerin gayrimenkullerinin ucuz bedellerle yandaşlara peşkeş çekilmesi ya da belediyelere ait taşınmazların yandaş dernekler/vakıfların kullanımına sunulmasıyla da devam etmiştir.

Silopi Belediyesi’ne atanan kayyım, belediyeye ait piyasa değeri 1 milyon TL olan imara açık arsayı 26 bin TL’ye AKP’de aktif çalışan Hüseyin Taşkın’a vermiştir.

Kayyumlar ayrıca belediyeye ait taşınmazları çeşitli yandaş kurumlara tahsis etmeye başlamışlardır. Mesela Ekin Ceren Parkı, Kayapınar Belediyesi’nin kadın çalışmalarının sürdüğü parktı,  Bilal Erdoğan’ın başkanlığını yaptığı TÜRGEV’e 25 yıllığına kiralamıştır.

Kayyımların usulsüzlük ve yolsuzlukları ayyuka çıkınca önce Cizre, Kayapınar, Yenişehir, Malazgirt, Muradiye, Bahçesaray, Çukurca, Şemdinli, Karakoçan kayyımları en son da Viranşehir kayyımı görevden alınmıştır. İçişleri Bakanlığı tarafından Viranşehire DBP’li belediyelerin yolsuzluklarını tespit etmek üzere gönderilen müfettişler tam tersine kayyımın yolsuzluklarını tespit etmişlerdir. Ve müfettişler halkın kayyımın hizmetlerinden memnun kalmadığını DBP’li belediyenin halka daha iyi hizmet ettiğini raporlarında ifade etmek zorunda kalmışlardır.

Türkiye genelinde belediyeler ve il özel idareleri bünyesinde Mart 2018 itibariyle 4.170 çalışan OHAL KHK’leri ile ihraç edilmiştir. İhraç edilen çalışanlardan 523’ü kadınlardır. En yüksek sayıdaki ihraçlar, Diyarbakır (500), Mardin (447), Van (425), Şırnak (199) illerindeki belediyelerde gerçekleşmiştir. İhraç edilen toplam belediye personelinin % 47’si kayyım atanan belediyelerden oluşmaktadır. İhraç edilen emekçiler, kayyımın usulsüz uygulamalarını teşhir eder biçimde muhalif sendika üyesi ve örgütlü emekçilerden seçilmiştir. Hizmet alımı personellerinin sayısını da buna katarsak kayyımlar eliyle işten atılan personelin sayısı onbinleri geçmektedir.

İşten çıkarılan personelin yerine, kayyımlar tarafından keyfi bir şekilde alımlar yapılmıştır. İşe alınan kişiler, batıdan getirilen bürokratlar ve kayyımların hemşeri ve akrabalarının yanı sıra yandaş sendika yöneticileri, şube müdürleri, imamlar, polis ve uzman çavuşlardan oluşmaktadır.

Van’daki Edremit Belediyesi’nde 130 korucu işe alınmıştır. İşe alım mülakatı bizzat Kayyım Atıf Çiçekli tarafından yapılmıştır.

Kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi’nde ise 2 yılda 4 genel sekreter değişmiştir. Genel sekreter yardımcılarının üçü de il dışından getirilmiştir. KHK ile işlerine son verilen kamu emekçilerinin yerine valilik bünyesinde çalışanlar daire başkanı ve müdür kadrosuna atanmıştır. Mesela Valinin özel kalemi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, Bilgi İşlem Daire Başkanlığı, Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı ve Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinin hepsini birden yapmaktadır. Yine Mardin İl Milli Eğitim Müdürü; belediyede Kültür ve Turizm Daire Başkanlığı, İnsan Kaynakları Daire Başkanlığı ve Genel Sekreter Yardımcılığı olmak üzere birçok görev yürütmektedir.

Diyarbakır’da AKP büyükşehir adayı da olan kayyımın giderayak gerçekleştirdiği iki uygulamaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Kayyım kaybedeceğini anladığı için 387 adet personel alımı yapmak ve belediye kadrolarını yandaşları ile doldurmak telaşındadır. Aynı kayyım Park Orman’daki ağaçları cami yapılacağı gerekçesiyle kesmeye başlamış, imar planında aynı gerekçeyle değişiklikler yapmaya başlamıştır. Partimiz elbette halkımızın dini vecibelerini gerçekleştirmesi cami yapılmasına asla karşı çıkmamıştır. Tersine hepinizin şahit olduğu gibi cami yapımlarına yardımcı olmuş, bakım ve hizmetlerini tıpkı diğer inanç mekanları gibi ücretsiz yerine getirmiş, imar planlarında camiler için yeşil alan dışında arsa ayırmaya özen göstermiştir. Ancak biz halkımızla birlikte insanlarımızın nefes aldığı yeşil alanlarımızın katledilmesine rıza göstermeyeceğiz.

Aynı kayyımın bir marifeti daha; Diyarbakır Büyükşehir AKP adayı da olan kayyım protokol yolu olarak da bilinen Elazığ Caddesine dikilmiş olan sarı ve kırmızı laleleri çimenlerle birlikte “kesk û sor û zer” görüntüsü verdiği için söktürmüştür. 1990’lı yıllardaki Meclis’in bahçesindeki çiçekleri aynı nedenle söktürmek gibi. Eskiler hatırlar; Diyarbakır’daki trafik lambaları da yine aynı nedenle sarı kırmızı lacivert renklerle değiştirilmişti. İşte bu asimilasyoncu ve inkarcı anlayış AKP Büyükşehir adayı tarafından 30 yıl sonra yeniden hortlatılmıştır.

Ama 31 Mart’ta yapılacak belediye seçimlerinde halkımızın bu asimilasyoncu, gaspçı ve talancı zihniyete sandıkta gereken dersi vereceğine inanıyoruz. HDP olarak büyük bir kararlılıkla, demokrasiye, halklarımıza, inançlarımıza ve belediyelerimize sahip çıkacak kayyımları geri göndereceğiz. Çünkü bu kadim kent bizimdir. Bu sokaklar, bajar, ax û av, klam û stran, Dicle ve Fırat, Sur, Cizre, Şırnak ve Şemzinan bizimdir. Ve elbette zafer bizim olacaktır. Gaspçı kayyımlar gidecek ve halkların iradesi kazanacaktır. Bu inançla hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum.

Kayyım Raporu'nun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

28 Şubat 2019