AKP ile Gülen örgütü arasında kandırma-kandırılma yok, karşılıklı ihanet var

Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın, 9 Ağustos 2016 tarihinde yaptığı Meclis grup toplantısı konuşmasının tam metni:

- Cezaevlerindeki OHAL 

OHAL kanunu 30 gün içinde parlamentoya sunulmak ve parlamento denetiminden geçmek zorunda. Cezaevlerine dönük sıkıntıları madde madde ifade ederek grup konuşmama başlamak istiyorum. 

Cezaevlerinde gerçekten de son derece ciddi insan hakları ihlalleri yaşanmış durumda. Haftada bir olan telefonla görüşme hakkı iki haftada bire düşürülmüş durumda. Üç görüşçü yazdırma hakkı kaldırılmış durumda. Birinci derece yakınlar dışında kimse görüşme yapamıyor. Avukatların müvekkilleriyle görüşmelerine gün ve saat sınırlaması getirilmiş durumda. Daha önce herhangi bir sınırlama yokken, OHAL ile birlikte avukatlar artık çok sınırlı saat ve günlerde müvekkilleriyle görüşme yapabiliyorlar. Üstelik bu görüşmeler sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınıyor. OHAL öncesinde zaten cezaevlerinde sürgünler çok fazlaydı, şimdi cezaevlerinde sürgün, istek dışı nakil olağan hale gelmiş durumda. Keyfi disiplin cezaları neredeyse tüm cezaevlerinde uygulanıyor. 

Cezaevlerinde sayım sırasında 12 Eylül döneminde olduğu gibi mahkumlara askeri marşlar okutuluyor. Birçok televizyon kanalı, kanal listesinden silinmiş durumda. Hasta tutsakların birçoğunun tedavisi aksıyor. Birçok tutuklu ve hükümlü kalabalık nedeniyle yerlerde yatmak zorunda kalıyor. Çok sayıda cezaevinden bizlere yapılan başvuruların her biri çok kritik, çok önemli. Bu yakıcı günlerde cezaevlerinde sürdürülen işkence gözlerden kaçıyor zannetmesinler. Özellikle Adalet Bakanlığı’nın denetimindeki cezaevlerinde işlenen bütün suçlardan bizzat Bakan’ın kendisi sorumludur. Bir ülkede cezaevlerinde insan hakları ve demokrasi yoksa, dışarıda da aramaya gerek yoktur. Çünkü yurttaşın en savunmasız olduğu, devletle yüz yüze çıplak bir şekilde karşı karşıya kaldığı en net yer cezaevleridir.

- AKP ile Gülen örgütü arasında kanma-kandırılma yok, karşılıklı ihanet var

15 Temmuz darbe girişimi, sonrasında yaşanan tartışmalar ve Yenikapı’da gerçekleşen miting doğal olarak ülkenin gündeminde ağırlıklı bir yer alıyor. Birileri ‘biz kandırıldık’ diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyor, ama bu kandırılma süreci doğru analiz edilmezse, hakikatler tek tek gün yüzüne çıkarılmazsa, inanın daha çoook ‘kandırılma’ya devam edilecek.

Biz AKP’nin ve Gülen Cemaati’nin 3 yıl öncesine, yani 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları patlayıncaya kadar devam eden ortaklıklarının bir kandırma-kandırılma ilişkisi olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü AKP iktidara geldikten sonra, bir kadro ihtiyacı, bürokraside yetişmiş nitelikli eleman ihtiyacı nedeniyle Cemaat’in bilerek önünü açtı. Neydi burada hedeflenen? Daha çok dini, muhafazakar anlayışla yetişmiş insanların devleti ele geçirme operasyonunu Cemaat ile birlikte yapmaktı. Amaç buydu. AKP’nin de, Cemaat’in de amacı buydu.

Kendilerince, yıllardır Kemalist kadrolar devleti ele geçirip İslami kesimleri ezdiği için, artık fırsat İslami kesimlerin eline geçmişti ve sözde Fethullah Gülen ve AKP işbirliğiyle devletten Kemalist kadrolar tasfiye edilecek, yerlerine İslami kesimden gelen kadrolar ikame edilecekti. Dikkat edin, burada kimse kimseyi kandırmamıştır. AKP ve Cemaat ortaktır. Birlikte aynı amaç ve hedef için çalışmışlardır. Şimdi ‘bizi kandırdılar’ diyorlar ya, neyinizi kandırdılar? Siz de devleti ele geçirmek için onlarla işbirliği yaptınız, onlar da devleti ele geçirmek için sizinle işbirliği yaptı. Yani ortada bir kandırma yok.

AKP ve Cemaat yeterince güçlendiğini, artık tek başına devleti ele geçirebileceğini düşünmeye başladığı anda, birbirine ihanet etmeye başladılar. Birbirlerini kandırmadılar. Anlaşmayı bozdular, birbirlerine ihanet ettiler. Birlikte devleti ele geçirme anlaşması bozuldu. Çünkü Cemaat, ‘ben artık güçlüyüm, tek başıma devleti ele geçirebilirim” demeye başladı. AKP de, ‘sen orada dur, ben sana muhtaç olmadan tek başıma devleti ele geçirebilirim’ dedi. Ortaklığın bozularak çatışmaya dönüşmesinin temel nedeni budur. Burada bir kandırma, kandırılma yoktur.

Hem AKP hem de Gülen örgütü sözde İslami açıdan devleti ele geçirmek için amaç birliği yapmıştır. Birbirini kandırmamış, birbirlerine çok samimi, çok özlü davranmışlardır. Birbirlerine yoldaşça davranmışlardır. Öküz ölene kadar ortaklıklarına bir halel gelmemiştir. Bir kandırılma yoktur. Bir saflık olabilir, yeteneksizlik, basiretsizlik olabilir ya da bilerek böyle acımasız barbar bir örgüte yardım etmek olabilir, ama kandırılmışlık asla değildir.

Kaldı ki, kandırılmışlık kanunlarımızda suçun ya da cezanın affı veya hafifletici nedeni bile değildir. Siz barbar bir örgüte 10 yıl boyunca yardım ettiğinizi ve bundan dolayı pişmanlık duyduğunuzu ifade ediyorsanız, en fazla pişmanlık yasasından yararlanabilirsiniz. Bu sizi suçsuz, günahsız kılmaz.

30 yıl boyunca bir meczubun peşinden koşmuşsunuz. “Her gece Hz. Peygamber’i rüyamda görüp onunla konuşuyorum” diyen, salya sümük bir adamın bütün devlet peşinden koşmuş ve bunlar devleti yönetmişler. Yarın öbür gün birisi daha çıkıp, “Ben de Hz. Peygamber’i rüyamda görüyorum” dese, ona da kanmayacağınızın, inanmayacağınızın garantisi ne? 30 yıl bu adamın peşinden koştunuz, elini eteğini öptünüz. Onunla görünmeyen herkesi itibarsızlaştırdınız.

- Fethullah Gülen’in iadesini istemiyorlar


Gülen’in iadesi ile ilgili ne kadar ciddiyetsiz yaklaşıyorlar görüyor musunuz? Altında yatan neden budur. İadesini istemiyorlar. Gelip burada kim bilir neler anlatacak. Neden istemiyorlar? Çünkü Türkiye’deki belli başlı siyasi partilerin, ordunun, bürokrasinin tamamının Gülen örgütüyle ilişkisi var. Gülen burada konuşursa, Allah korusun Türkiye tek partili sisteme döner: Çünkü biz tek kalırız.

Gelmesin diyorlar, çünkü idam tartışmasının iadenin önünü keseceğini biliyorlar. Israrla Parlamento’ya idam cezasının sunulması, [idam cezası] kararlılığının meydanlarda bile ifade edilmesinin nedeni budur. Çünkü bir ülkede idam varsa, hatta idam tartışması varsa iade sözleşmesine göre o kişi iade edilmez. Ya da o ülkede işkence varsa… Bakın darbecilere işkence görüntüleri devletin resmi ajans ve kanallarından verildi. Neden? Çünkü iade etmeye niyetiniz varsa da etmeyin, bakın burada işkence var diyorlar. Devletin bakanı çıkıp bunları açık bir şekilde savundu. Bir bakan çıktı, ‘öylesine cezalandıracağız ki bunları, bizi gebertin diye yalvaracaklar.’ Ama iade isteyen bir bakanın söylemesi gereken şudur: Bunları öyle adil bir şekilde yargılayacağız ki, bütün dünyaya örnek olsun. İadeyi istiyorsan. Değil mi?

Her şey, Gülen’in iade edilmemesi üzerine kurulu. İade edilir de konuşursa, bir bakmışsınız ki, devlet diye bir şey kalmayabilir. Bir bakmışsınız ki, asıl devlet Gülen’miş, paralel olan bunlarmış.

- Yenikapı’da HDP yok, çünkü…


Türkiye toplumunun 15 Temmuz akşamından itibaren darbeye karşı net ve kararlı bir tutum göstermesi bizi memnun edebilecek tek gelişmedir. Bu kadar zulme, baskıya, iktidarın yanlış uygulamalarına rağmen askeri darbe seçeneğini bir çözüm olarak görmüyor toplum. Muhalefeti de görmüyor, iktidar yanlısı da görmüyor. Bu çok iyi bir noktadır. Yenikapı’da bir araya gelen milyonların duygusunu biz çok iyi anlıyoruz, çok da iyi yapmışlardır. Darbe karşıtı bir duruşla milyonların bir araya gelmesi, ‘biz darbeyi kabul etmiyoruz’ demesi çok saygın bir tutumdur. Biz HDP olarak, oradaki her insanın, her yurttaşımızın duygu ve düşüncelerini anlıyor, bunlara katılıyoruz. Ama Yenikapı’daki sahne için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Halkın duruşu ne kadar saygınsa, sahnedeki ikiyüzlülük ve kaypaklık da o kadar çirkindir. 

HDP orada yoktur, çünkü Fethullah’la ilişkisi olmayan tek parti HDP’dir. AKP, CHP, MHP’nin üst düzey yöneticileri Fethullah Gülen örgütüyle yakın zamana kadar organik ilişki içindedir. Üç partinin üst düzey yönetiminden bazıları darbeden haberdardır! Niye siyasi klik ortaya çıkarılmıyor? Bu darbeyi generaller, albaylar tek başına mı yaptı? Arkalarında siyasi bir güç yok mu? Niye tartışılmıyor? Parlamento’da komisyon kurduk, biz bunları soracağız. Hangi siyasetçiye dayanarak bu darbeyi yaptınız? CHP, AKP ve MHP’nin içinde darbeden haberi olan, beklentisi olan, duyup da engellemeye çalışmayan kim var? 

Yenikapı sahnesi, adeta günah çıkarma sahnesine dönüşmüştür. Tabii ki, HDP aralarında olmaz. HDP’yi çağıracak yüzleri de olmaz. HDP darbenin ne önünde, ne arkasında, ne kıyısında, ne kenarındadır çünkü. Geriye doğru gidin bakalım. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘çatı adayı’nı kim önerdi? MHP ve CHP orada Fethullah Gülen karşıtı gösteri yapıyor da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı adayını kim belirledi? İki muhalefet liderine de çağrı yapıyorum, çıkın açıklayın! Bir gece uyurken aniden rüyanıza mı geldi, yoksa ‘biri’ mi size fısıldadı?

- HDP ‘unutup’ Yenikapı’ya gidemezdi

Utanmadan sıkılmadan bu üç parti, kimisi doğrudan kimi dolaylı olarak ‘HDP FETÖ ile işbirliği yapıyor’ diyor; utanmazlığa bak ya! Üçü de Fethullah’la kanka olmuşken, en temiz kalan HDP’yi suçlamak kendileri açısından bir kurtuluş yolu haline geldi. Yenikapı’da bunu yaptılar. Geçmiş suçlarını -halktan af dileyerek, özeleştiri vererek- anlatmak yerine, hatalarının üstünü bayrakla bir kez daha örtmeye kalktılar.

Elbette ki toplum bir uzlaşmayı, birliği özlemiş durumda. Bunu da çok iyi anlıyoruz. Yalandan da olsa bir araya gelmemizi toplum çok istiyor. Çünkü insanlar gerilimden, çatışmadan, kandan, gözyaşından, ölümden, tartışmadan, kavgadan bıktı, usandı. Bir kerecik de olsa, yalandan da olsa bir platformda siyasilerin bir araya gelmesi insanları heyecanlandırıyor. Çünkü hasretler buna. Toplumun bu beklentisi de çok kıymetlidir. Ama biz toplumu aldatabileceği bir parti değiliz. Orada içten, hakiki bir uzlaşma yoktur. Sahte yüzlerin, maskelilerin ilkesiz uzlaşması vardır. Oradan topluma barış çıkmaz, demokrasi çıkmaz.

Keşke öyle olsaydı. Bizim çağırılıp çağırılmamamız hiç önemli olmazdı. Keşke bizi şaşırtacak, mahcup edecek bir demokratik uzlaşma çıksaydı oradan. Biz bu durumumuzla alkışlardık onları. En küçük bir eleştirimiz asla olmazdı. Alkışlardık. Ne iyi ettiniz de siz bize rağmen demokratik bir birlik, ilkesel bir barış anlayışı ortaya çıkardınız, kamplaşmayı kutuplaşmayı bitirdiniz der, alkışlardık. Ama Yenikapı bunu yaratamamıştır. Toplum bu konuda bir araya gelmiştir, buna hazır olduğunu haykırmıştır. Ama siyasetçiler bunu fırsata çevirmiştir. Kişisel, partisel fırsata dönüştürmüşlerdir. Toplumun yararına, ülkenin yararına olan bir fırsatı bir kez daha heba etmişlerdir.

HDP mevcut durumda hiçbir şey olmamış gibi, yakın zamanda topluma büyük acılar yaşatılmamış gibi davranamaz. Biz her şeyi birbirimize karşı koz olarak kullanalım demiyoruz; ama geçmişe çizgi çekerek geleceği kuramayız, onlarla yüzleşelim.

Birileri demiş ki, ‘HDP orada olsaydı ben halka, şehitlerime hesap veremem.’ Bak, HDP de orada olsaydı bunlara hesap veremezdi! [Demirtaş burada, AKP iktidarı döneminde katledilen çocukların, gençlerin fotoğraflarını gösteriyor.] HDP hiçbir şey olmamış gibi oraya gitseydi, Ceylan’ın gözlerine bakamazdı. 74 gündür kayıp olan Hurşit Külter’e nasıl hesap verebilirdi? HDP bunları unutup tabii ki Yenikapı’ya gidemezdi. Hiçbir şekilde yokmuş gibi davranamazdı. HDP olsaydı tabii ki, ‘bunlar ne olacak, bu konuları nasıl çözeceğiz’ diye hesabını soracaktı. Bunları unutarak, bunlar yokmuş gibi davranarak Yenikapı’ya gidemezdi. Şırnak’ı, Cize’yi, Sur’u, Silopi’yi unutarak, yakılmış yıkılmış şehirlerimizi unutarak Yenikapı’ya gidemezdik. Fethullah Gülen ile birlikte el ele vererek yaptıklarınızı unutarak Yenikapı’ya gelemezdik. Savaşta gencecik insanların ölümünü dayatarak ülkeyi nereye getirdiğinizi unutarak Yenikapı’ya gelemezdik. HDP, elbette bu fotoğrafın içinde olmak istemez. [Demirtaş burada, ‘Cübbeli Ahmet Hoca’ adıyla bilinen kişi ile Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın tokalaştığı fotoğrafı gösteriyor.] Buysa yeni ittifakınız, biz bu ittifakta yokuz. Biz demokratik ilkelerde uzlaşmakta hazırız, ama bunlar olmamış gibi davranarak da önümüze bakamayız.

Biz eğer gerçekten ülkede bir barış, demokrasi, özgürlük, adalet gerçekleştirmek istiyorsak, bir samimiyet testini önce kendimize dayatmak zorundayız. Halka ne söz verdiysek, siyasi partiler olarak, gelin bir araya gelelim. Biz ne idik, ne yapmak istedik ve ülkeyi ne hale getirdik; kendimizden başlayalım. Biz uzlaşmaya, ahlaklı, ilkeli birliklere karşı değiliz. HDP bu ülkenin düşmanı değildir. HDP’liler bu ülkede düşman değildir. Bu ülkenin bir parçasıyız, hem de en güçlü demokratik dinamiğiyiz. Siz bizi yok saydınız, üçünüz bir araya gelip de HDP’yi terörist ilan ettiniz diye aklanamazsınız. HDP’liler, siz ‘yok olun’ dediğiniz için gözlerin önünden yok olmazlar. Bu bir mücadeledir. Biz her şeyi göze alarak demokratik mücadeleyi sürdüreceğiz. Bir yandan uzlaşma, barış kapımız açık olacak, bir yandan da haksızlıklara ve zulme karşı asla sessiz kalmayacağız. 

- Tek adam olamaz

Yanılmıyorsam bu hafta özellikle yazar Emrah Serbes’in bir tesbiti var, onu paylaşmak istiyorum, çok da mantıklı olduğunu düşünüyorum. ‘Batı kültürü yüz yıllardır insanlara benmerkezci düşünmeyi aşıladı’ diyor. ‘Ve bundan dolayı insanlar her şeyin acısını bir kişiden çıkarmayı, ya da her şeyin ödülünü bir kişiye vermeyi istiyor.’ 

Bakın Türkiye toplumunun bundan, bu moddan çıkması lazım. Bütün olup bitenlerin sorumlusu, suçu, günahı bir kişide değildir. Bütün olup bitenleri düzeltecek de bir kişi değildir. Sorumluluk hepimizdeyse, HDP'nin de payı var, benim de payım vardır. Ülke bu hale gelmişse, hepimiz bir yerde yanlış, eksik yapmışızdır. Tek bir kişiye yüklenmeyelim, tamam. Ama ülkeyi düzeltmek için de, bir tek adamın peşinde koşarak aynı hatayı yapmayalım. Buradan çıkışın yolu, bir yeni dikta rejimi, yani tek adam rejimi inşa etmek değildir. 

- ‘Demokratikleşme Yol Haritası’ 

Eğer ilk yaptığımız çağrıya riayet edilse, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında liderler zirvesi toplansın çağrımıza riayet edilse ve biz davet edilseydik, orada demokratik bir ilkesel uzlaşmayı savunacaktık. Bakın, ne yapmak istiyorduk? Çok da meraklısı değiliz, ille de şununla bununla görüşelim, oturalım... Bu kişisel bir mesele değil. Kişisel olarak öfkelerimiz olabilir, kişisel olarak kinlerimiz olabilir, hesaplaşmalarımız olabilir; ama ülke bizden uzlaşmayı, siyasi bir çözümü bekliyorsa, bunları bir kenara bırakacağız dedik. Ve biz gidersek, diğer üç partiyle birlikte Cumhurbaşkanlığı’na, şunu sunacağız. Diyeceğiz ki, Parlamento’daki dört siyasi parti, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında bir ‘Demokratikleşme Yol Haritası’ çıkaralım. Dört siyasi parti ve Cumhurbaşkanı altına imza atalım. Ve Yenikapı’da, Cumhurbaşkanı bu ortak deklarasyonumuzu, ‘Demokratikleşme Yol Haritamızı’ okusun, dört siyasi partinin lideri olarak da biz arkasında duralım. Hepimiz adına o okusun. Hepimizin imzası olan metni o okusun. Başka da konuşmaya, başka da mesaja gerek yok diyelim. Ortak bir mesajı, bütün dünyaya bu şekilde verelim. 

Önerimiz de şu olacaktı; kabul görürdü görmezdi, ama biz liderler zirvesinden böyle bir metin çıksın ve Yenikapı’da sadece bu metin Cumhurbaşkanı tarafından okunurken dört siyasi partinin temsilcisi de Cumhurbaşkanı’nın arkasında dursun isterdik. Yenikapı ancak öyle oluşsaydı, oradan bir gerçek uzlaşma çıkardı. Yenikapı ancak öyle olsaydı oradan bir demokrasi, barış umudu çıkardı. Şunu okuyabilirdi örneğin Cumhurbaşkanı, hepimiz adına, bütün toplum adına. Geçmişte yaşananları, sorunları, sıkıntıları unutmadan şu metni düşünün ki, Yenikapı’da Cumhurbaşkanı, biz de arkasındayken okusaydı:

Biz, ülke yönetiminde sorumluluk sahibi olan bütün seçilmiş yöneticiler olarak, bütün dünyanın gözü önünde ve halkımızın huzurunda söz veriyoruz:

1. Bundan böyle ülke sorunlarını ve kendi aramızdaki sorunları karşılıklı güvene ve saygıya dayalı olarak konuşarak, diyalog içerisinde işbirliği ile çözeceğiz.

2. Yurttaşlarımızı en kısa zamanda bu utanç verici darbe anayasasından kurtarıp, sivil, özgürlükçü, demokratik, çoğulcu bir anayasayı hep birlikte yapacağız.

3. Ülkede her türlü adam kayırmaya, cemaat, tarikat ve çeşitli zümrelere devlet içinde iltimas geçilmesine hep birlikte karşı olacağız. Devleti, el ele verip çağdaş ve demokratik ölçülerde, liyakat esasına dayalı olarak yeniden organize edeceğiz.

4. Her türlü kimlik, inanç, mezhep, yaşam tarzı farklılıklarını hukukun güvencesi altına alarak eşit yurttaşlığı hâkim kılacağız.

5. Medya, ifade, gösteri hakkı gibi temel hak ve özgürlükleri evrensel standartlara taşıyacağız.

6. Devlet yönetim gücünü halkla, yerelle paylaşmalı; ekonomide adil vergi sistemini, istihdama ve üretime dayalı sağlıklı büyümeyi esas alacak, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlığı kesinlikle önleyeceğiz.

7. Doğamızın talanına, ülkemizin vahşice yağmalanmasına göz yummayacağız.

8. Kadın özgürlüğüne hepimiz azami düzeyde bağlı kalarak, kadının toplumsal, siyasal, ekonomik alandaki gelişimini destekleyeceğiz.

9. Ülkemizde hiç kimsenin silaha, şiddete başvurmasını kabul etmeyeceğiz; elinde silahla hak arayanlara, hukuk çerçevesinde savaşı sonlandırması için müzakere teklif edeceğiz.

10. Demokratik siyasetin bütün imkân ve kanallarını sonuna kadar açık tutarak, milletin iradesinin üstünde hiçbir vesayete izin vermeyeceğiz.

11. Geçmiş hatalarımızla hepimiz cesurca yüzleşeceğiz; daha güçlü bir demokrasi, barış içinde bir Türkiye’nin, huzur ve güven içinde bir toplumun inşası için canla başla çalışacağız. Bir daha asla ülkemizin darbe ortamına sürüklenmesine izin vermeyeceğiz.

Biz bunu önerecektik. Eğer dört parti, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında bir araya gelsek, gelin böyle bir metinde ortaklaşalım; karşı olduğumuz, eklemek istediğiniz ne varsa, dört parti imza atalım, Cumhurbaşkanı da Yenikapı’da bunu okusun diyecektik. Başka hiçbir konuşmaya gerek yok. Başka hiçbir mesaja gerek yok. Ve bu söz doğrultusunda, gelin Parlamento’da beraber çalışalım. Toplumun buna ihtiyacı var. 

Yenikapı’dan buna benzer tek bir mesaj çıkmış mıdır? Tek bir demokratikleşme, uzlaşma mesajı çıkmış mıdır? Hayır. Yeni kamplaşmaların, yeni kutuplaşmaların önü açılmıştır. Evet, Yenikapı’da insanların bir araya gelmesi, bir duygu birlikteliğini yaşaması son derece anlamlı, saygıdeğerdir, ama siyasetçiler ve sahnedekiler ona layık olamamıştır. Tam tersine, orada milliyetçi bir şovla kendi günahlarının, hatalarının üstünü bayrakla örtmeye çalışan bir siyasi anlayış sergilenmiştir. 

HDP neden orada yokmuş? HDP orada olsa, sanki dört dörtlük demokrasi oradan gökyüzüne yükselecekmiş gibi bir tartışma yürütülüyor. Son derece yanlış. Oradaki eksiklik HDP değil, demokrasi anlayışı eksikliğidir. HDP olsun, olmasın. Demokrasinin kırıntısı yoktur orada. Demokratik ilkelerin kırıntısı yoktur. Ülke nasıl bu durumdan çıkarılacak? Bunun tek bir formülü, doğru dürüst orada bir uzlaşma içerisinde önerilmemiştir. Her siyasi lider, kendi bildiği çerçevede bir konuşma yapmıştır. Orada bir birlik havası falan yoktur. Toplum sadece darbelere karşı birlik mesajı vermiştir, ama siyaset toplumun o beklentisini bundan sonra nasıl karşılayacağına dair en küçük bir program sunamamıştır. Bu hatadan dönülür mü? Hiç zannetmiyorum. Hiç zannetmiyorum, çünkü suçlar günahlar çok büyük. Bütün bu suçu ve günahı, yeni düşmanlar yaratarak, karşıtlıklar, kutuplaşmalar yaratarak başkalarına yığmanın, başkalarının omuzlarına atmanın arayışı ve derdi içindeler. 

- Biricik muhalefet partisi HDP

Bakın, hakikatli bir soruşturma, adaletli bir soruşturma olsa inanın ki, Türkiye’de belli başlı siyasetçilerin çoğu şu Gülen örgütü ve darbe meselesinden gider. HDP’ye bu kadar saldırmalarının, organize bir saldırı gerçekleştirmelerinin nedeni de budur. Biz onlara teslim olacak değiliz. Yani bütün bu suçlar, günahlar ve bunları işleyenler ortaklaştı ve bize saldırdı diye boyun bükecek değiliz. 

Türkiye’nin artık tek bir, biricik muhalefet partisi var. Halkın tek bir, biricik umudu var. Ülkeyi terk etmeyi düşünen, ‘ben artık bu ülkede yaşayamam’ diyenler, başka bir ülkede yaşam arayışı içinde olanlar, bu ülke bizimdir, hepimizindir. Ve biz ülkemizde güçlü bir demokrasi kuracağız. Barışı da, güveni de, huzuru da sağlayacağız. Sayımızın, oyumuzun şu anda az olduğuna falan bakmayın. Zaten değişim dönüşüm dinamiği de böyledir. Lokomotif bir tanedir, ama yüzlerce vagonu taşır. Biz lokomotifiz, bir taneyiz.

- İmralı’da neler oluyor

Böyle bir dönemde hükümetin yapması gereken ilk şey, gerilim alanlarını, tansiyon yaratan, çatışma yaratan alanları en aza indirerek, içeride ve dışarıda düşmanları, düşmanlıkları arttırarak değil, azaltarak ilerlemek olmalıdır. 

Hele bu kadar kritik bir dönemde, İmralı’da tecridin nasıl bir açıklaması olabilir? Gerilimi düşürmen gerekir. Kutuplaşmayı, kamplaşmayı engellemen lazım. Bak ben söylemiyorum, Sayın Numan Kurtulmuş’un demeci var. Diyor ki, ‘darbeciler o akşam İmralı’ya operasyon yapacaklardı. Bombalayacaklardı.’ Neden? Yine kendisi cevabını veriyor: ‘İç savaş çıkarmak için. Kürtlerin hassasiyetiyle oynayıp iç savaş çıkarmak için yapacaklardı’ diyor. Ben demiyorum. Peki Sayın Numan Kurtulmuş, hükümet sözcüsü olarak madem bunun farkındasınız, madem konunun hassasiyetinin, ciddiyetinin bu kadar farkındasınız, madem İmralı’nın bu kadar hassas olduğunu biliyor ve bunu açıklıyorsunuz, darbeciler de orayı bombalamak istemiş, bunu da kendiniz ifade ediyorsunuz. Peki neden bir tane avukatın İmralı’ya gitmesine izin vermiyorsunuz? Darbeciler gerilim yaratmak, halkı çatışmaya sürüklemek istemiş de, siz peki buna engel olacak niye tek bir iletişim kanalını açmıyorsunuz?

Darbeciler neye, hangi anlayışa hizmet ediyorsa, siz de aynısını yapıyorsunuz. Beş yıldır Sayın Öcalan ne bir avukatı, ne bir ailesiyle görüşmüyor. Bir buçuk yıldır siyasi heyetler de gitmiyor. Şimdi, dilimiz söylemeye varmıyor, - darbeciler Parlamento’yu bombaladı - İmralı’ya ne yaptılar bilmiyoruz. Savaş uçağı kaldıranlar, Meclis’i bombalayacak kadar gözü dönmüş vahşiler oraya da bomba attı mı atmadı mı bilmiyoruz. Kaç darbeci asker İmralı’da görev yapıyordu, o gece ne yaptılar, bilmiyoruz. Halen haberimiz yok, güvenilir tek bir bilgi yoktur. Adalet Bakanı’nın yaptığı hiçbir açıklamanın güvenirliği yoktur. 

Her tutuklu ve hükümlünün ailesiyle görüşme hakkı vardır. Beş yıl avukat görüştürülmez mi? Hadi görüştürmesin, şu kadar kritik dönemde bir avukatın gidip, iyi midir, sağ mıdır, durumu nedir, bunun bilgisini almasına nasıl izin vermezsiniz? Sıradan bir tutukluya, mahkuma bile bunu yapmamalısınız. İki buçuk yıl İmralı’da görüşme yürüttüğünüz, bir buçuk yıl Oslo’da görüşme yürüttüğünüz bir siyasi lidere asla yapamazsınız. Hiç yapamazsınız. Bunun adı provokasyondur. Bu çılgın denemelerden hükümetin vazgeçmesi lazım. Ailenin ve avukatların talebi de, öyle siyasi bir talep falan da değil. Müzakere başlasın, görüşmeler başlasın değil. Darbe koşulundan geçmiş ülke. ‘Ne olmuş, ne bitmiş?’ ailesinin, kardeşinin, yeğeninin avukatının bunu öğrenme hakkı yok mu? 

Bunun toplumda yarattığı ve giderek tırmanan gerilimin farkında değil misiniz? Nasıl toplumu göz göre göre bu kadar ateşin içine atarsınız? Darbeciler bunu yapmaya çalışmış, siz de aynısını yapıyorsunuz. Ne farkınız var? Darbecilerle sizin İmralı’ya yaklaşımınız aynı. İki buçuk yıl boyunca heyetlerimizi, Gülenciler, paralelciler mi İmralı Adası’na götürüyordu? İki buçuk yıldır o görüşmeler, o tartışmalar, müzakereler diyaloglar ‘paralel’ tarafından mı yürütülüyordu?

Hükümet eğer bu kadar hızlı bir şekilde inisiyatifsiz sürece hakim olamayan, doğruyu anlayamayan, olup bitenden ders çıkaramayan bir pozisyondan çıkmazsa, ülke darbe koşulundan falan çıkmış olmayacak. 

Olup bitenler bunu gösteriyor. Tek bir ders çıkarılmış değil. Yapılan tartışmaların barışa, demokrasiye katkısı yok. Yapılan önerilerin kardeşleşmeye katkısı yok. Türkiye karpuz gibi ortadan ikiye ayrıldı. Kamplaşma, kutuplaşma her gün, her söylemle, her eylemle derinleşiyor sadece.

- Şırnak ve Hakkari il kalmalı, Cizre ve Yüksekova il olmalı


Sayın Numan Kurtulmuş, dün ‘İstanbul dahil 81 vilayette demokrasi ve barış şöleni vardı’ dediniz. Hiç değilse Şırnak’ı söylemeseydiniz. 81 vilayette yoktu çünkü. Çünkü Şırnak diye bir vilayet yok artık. Halen yasaklı bir şehir. Şırnak’ta demokrasi şöleni, mitingi falan yoktu. İstanbul dahil, 80 vilayette olmuş olabilir, ama Şırnak yokmuş gibi davranamazsınız. Bak bu söylemlerin hepsi inciticidir. Sizin için hiçbir anlamı olmayabilir. Şırnak’ı, Hakkari’yi il olmaktan çıkardık, şehir olmaktan çıkardık, yıktık. Halen dozerler, kepçeler Şırnak’ı yıkıyor. Bütün mahallelerini. Yüzde 65’inin yıkımı kararı alınmış. Orada korucubaşı müteahhitlere peşkeş çekilmiş, trilyonlarca lira sadece yıkım ve hafriyat parası aktarılıyor onlara. Onlar, Şırnak’taki yasağın kalkmasını da istemiyorlar. Çünkü çalıştıkları her gün para alıyorlar. Her gün Şırnak’ın her evi, mahallesi tek tek yıkılıyor şu anda. Bak ne çatışma var aylardır, ne operasyon var. Kendileri açıkladı. Ama bütün Şırnak’ı yıkmakta kararlılar. Niye? Şırnak halkı yüze 85 HDP’ye oy vermiş. Cizre’yi aynı hale getirdiler. Sur’u, Nusaybin’i, Yüksekova’yı aynı hale getirdiler.

Bu il olma, ilçe olma meselesi bundan kaynaklı. Yoksa biz, Cizre’nin, Yüksekova’nın il olmasına karşı değiliz. Cizreliler de, Yüksekovalılar da bundan memnun olur. Ama Hakkari ve Şırnak il olmaktan çıkarılarak yapamazsınız bunu. Oralar kadim kültüre dönüştü artık. Bu son derece yanlıştır ve bundan Hükümet’in hızlı bir şekilde dönüş yapması lazım. Bu yanlış bir karardır. Vakti zamanında Şırnak’ı il yaparken de, yine güvenlik gerekçesiyle il yaptınız, ama orası artık gelişti, bir şehre dönüştü. Şimdi bir şehir yokmuş gibi davranamazsınız. HDP olarak biz, bu yanlış kararın düzeltilmesi için de Parlamento’da elimizden geleni yapacağımızı belirtmek istiyorum. 

Herkese çok teşekkür ediyorum. Yolumuz açık olsun diyor, hepimize başarılar diliyorum.