
Iğdır Milletvekilimiz Mehmet Emin Adıyaman, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde söz alarak şu ifadeleri kullandı:
Dünyayı kuzeyden güneye ya da doğudan batıya böldüğümüzde hep karşımıza bir durum çıkıyor. Doğudan batıya böldüğümüzde, zengin Batı, mutlu Batı, gelişmiş Batı, demokratik ilkeleri geliştirmiş Batı; geri Doğu. Güneyden kuzeye böldüğümüzde yine yoksul Güney, gelişmemiş Güney ama buna karşı zenginleşmiş, gelişmiş, kültürel alanda, sanat alanında, bilim alanında gelişmiş bir Kuzey'le karşı karşıya kalıyoruz.
Hiç şüphesiz gelişmişlik düzeyiyle bu ülkelerdeki demokrasi, özgürlük, eşitlik ilişkisi doğrudan bir bağlantılı.
“Ben olmazsam ülke olmaz” iddiasındaki liderler ülkelerini çöküşe sürüklüyor
Dünyada geri kalmış ülkelerin neredeyse tamamının ortak bir yönü var. Kişisel iktidarlarını sürdürmek için demokrasiden, özgürlükten, hukuktan uzaklaşan, bütün suçu dış güçlere yükleyen, kendilerini ülkeleri için vazgeçilmez kılan birtakım liderliklerin varlığı. Bu ülkelerin hemen hemen tümünde demokrasi yoktur; totaliter yönetimler var, tek adam rejimleri var. Yani "Ben olmazsam ülke olmaz. Ben olmazsam ülke yıkılır, ülke gider, ülkeyi ancak benimle devam ettirebilirsiniz" iddiasında olan liderler tam tersine ülkelerini çöküşe, ülkelerini dağılmaya, yok oluşa sürükleyen liderler.
Bunun spesifik örneğini, Güney - Kuzey Kore'yle açıklayabiliriz veya geçmişte Doğu Almanya, Batı Almanya örnekleri vardı. Aynı ulus, aynı kültür, aynı inanç, aynı tarihe sahip, aynı coğrafyada yaşayan iki farklı devlet. Her şeyiyle ortak, dilleri, kültürleri, inançları, tarihleri ama gelişmişlik düzeylerine bakıyoruz; örneğin, Kuzey Kore ile Güney Kore'yi kıyasladığımızda, mesela Kuzey Kore'nin gelir seviyesi nedir? Kişi başına düşen yıllık gelir 1.300 dolar ama buna karşı aynı kültüre, aynı inanca, aynı tarihe ve aynı coğrafyada olan Güney Kore'nin gelişmişlik düzeyine bakıyoruz, kişi başına yıllık gelir 28 bin dolar. Geçmişte bunu Doğu Almanya ile Batı Almanya için de görmüştük.
Bunlar bize bir şeyi de hatırlatıyor; ülkemizdeki durumu da bir bakıma ortaya koyuyor. Bugün ülkemizde işçi, esnaf, çiftçi, çalışanlar kan ağlıyor. 40 milyona yakın bir nüfus yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Mesela, İPSOS'un Kasım ayı anketine göre toplumun yüzde 61'i gidişattan memnun değil, mutlu değil, huzurlu değil; geleceğe güvenle bakmıyor. Yani toplumun büyük çoğunluğu gidişatın kötüye gittiğini düşünüyor ve böyle bakıyor geleceğine.
Ekonomide işlerin iyiye gidebilmesi, halkın refah düzeyinin gelişmesi, yatırımların olabilmesi için öncelikle iki temel şeye ihtiyaç var: Yurt içinde ve yurt dışında yani içte ve dışta yatırımcıya ihtiyaç var. Yatırımcının da yatırım yapabilmesi için ülkede güvenin oluşması lazım, demokrasinin olması lazım, daha da önemlisi yargı bağımsızlığının olması lazım. Bu ortam maalesef Türkiye'de yok.
Her kararın bir kişinin iki dudağı arasında olduğuna inanan yatırımcı böyle bir ülkeye yatırım yapmaz
Yabancı yatırımcı, parasını götüreceği ülkenin o bağımsız ve özgürlükçü, demokratik sistemi içinde öncelikle şunu düşünür: "Ya, bu ülkede hukuk var mı? Başıma yarın herhangi bir olay geldiği zaman başvuracağım bir kurum var mı? Ya da bunun ötesinde, benim malıma, mülküme, servetime el konabilir mi?" Şimdi, bir yatırımcı elbette kararını vermeden önce bunu düşünecek ama daha da önemlisi şu: Her kararın bir kişinin iki dudağı arasında olduğuna inanan bir yatırımcı da asla böyle bir ülkeye yatırım yapmaz.
Bunun bedelini halk ödüyor. Halkın çıkarlarıyla siyasal iktidarın çıkarları zıt, çakışıyor. Demokrasinin, özgürlüğün, yargı bağımsızlığının olduğu bir ortamda ülke gelişeceği için, işsizlik azalacağı için bu, halkın çıkarlarına denk gelen bir durum. Halk bunu talep ediyor. Peki, siyasal iktidar bunu istiyor mu? Siyasal iktidar istemiyor. Niye? Çünkü böyle bir ortamda siyasal iktidar iktidarı kaybetme riskiyle karşı karşıya, çıkarlar çatışıyor.
Peki, siyasal iktidar için gerekli olan ne? Siyasal iktidar için gerekli olan şey şu: Kendi iktidarını sürdürmek. Bunu sürdürmek için de olağanüstü hal gibi bir durum gerekiyor. Çünkü daha kolay yönetecek; kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetmek, halkı susturmak çok daha kolay olacak.
OHAL kalkmıyor çünkü AKP ve Erdoğan’ın ihtiyacı var
Aklı başında bütün ekonomistler, bütün iktisatçılar hatta TÜSİAD bile açık bir şey söylüyor; "OHAL kaldırılırsa döviz düşer, faiz de düşer". Bunu bağıra bağıra bütün iktisatçılar, ekonomistler ve TÜSİAD gibi bir kurum söylüyor. Niye AKP ve Erdoğan kaldırmıyor OHAL'i, sebep ne? Çünkü kanun hükmünde kararnamelere ihtiyaç var. Hâlbuki kanun hükmünde kararnameler ve OHAL üç ay için getirilmişti. Darbecilerden kalan kalıntıları üç ay içinde temizleyeceklerdi, bunu açıkça ilan etmişlerdi. Üç ay geçti, bir üç daha geçti, bir üç ay daha geçti, velhasıl bir buçuk yıl geçti; OHAL hâlâ devam ediyor, hâlâ kanun hükmünde kararnamelerle yönetiliyoruz.
Hükümet’in OHAL'i devam ettirmek için de bir şeye ihtiyacı var. Sürekli operasyonlar yapacak, sürekli dış düşmanlar, iç düşmanlar üretilecek, sürekli bir biçimde "Vatan millet Sakarya" denilecek. "İçeride bölücüler var, Kürtler var, her an ülke bölünebilir" denilecek. Şimdi, bu algı üzerinden halkı ikna etmesi lazım. Doğrusu belli ölçüde de halkı kandırabiliyor. Bunu yarattıkça OHAL de devam edecek, kanun hükmünde kararnamelerle de ülkeyi yönetmeye ve iktidarda kalmaya devam edecek.
80 milyon halkımız bedel ödüyor; yoksulluk, işsizlik… Ve gidişat kötü. Bu, AKP iktidarının çıkarınadır. Bu sistemin, bu olağanüstü halin, bu hukuk üzerindeki vesayetin devamı da iktidarı besleyen en önemli olgulardan biridir. Bu, uzun süre böyle gitmeyecektir. Geçmişe baktığımız zaman bu şekilde ülkeyi yönetenlerin önünde sonunda halkın nezdinde deşifre olduklarını, halk nezdinde itibarlarını kaybettiklerini de biliyoruz.
20 Aralık 2017