
Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Sözcümüz ve Batman Milletvekilimiz Ayşe Acar Başaran, Mardin Milletvekilimiz Ebru Günay ve Siirt Milletvekilimiz Meral Danış Beştaş, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve açlık grevlerine ilişkin Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Başaran ve Beştaş şu ifadeleri kullandı:
Meral Danış Beştaş:
Konumuz Meclis İnsan Hakları Komisyonunun işlevi, yapılan başvurulara verilen yanıtlar, hak ihlalleri ve tabi ki açlık grevleri. Bilindiği üzere bugün Hakkari Milletvekilimiz Sayın Leyla Güven’in açlık grevinin 106’ncı günü, Strazburg, Hewler ve birçok cezaevinde açlık grevleri devam ediyor ve talepleri halen karşılanmış değil. Meclis'in bir üyesi olan Hakkari Milletvekilimizin açlık grevine karşı var olan sessizlik kabul edilebilme ölçülerini çoktan aşmıştır.
Parlamento üç maymunu oynamaya devam ediyor
Parlamentonun bir üyesinin; “hukuka uyun, tecridi bitirin, işkenceyi sonlandırın, yaşamın ve barışın önünü açın" taleplerini barındıran ve tecridin sonlanması amacıyla başlatılan açlık grevlerine karşı parlamento üç maymunu oynamaya devam ediyor.
Ceza İnfaz Kanunu’nu hatırlatmak istiyoruz
Bu süreçte hangi gelişmeler yaşandı? Hakkari Milletvekilimiz Leyla Güven, 25 Ocak tarihinde tahliye edildi. 7 Kasım 2018'de açlık grevine başlamıştı ve tek talebi vardı tecridin kaldırılması. Kendisi hakkında yapılan hiçbir hukuki dayanağa sahip değildi. Diğer parlamenter ve belediye başkanı arkadaşlarımızda olduğu gibi siyasi saiklerle tutuklanmıştı. Açlık grevine girdikten sonra 'adım' adı altında, göstermelik bir şekilde Mehmet Öcalan İmralı adasına gitti ve Sayın Öcalan'la çok kısa bir görüşme yaptı. Diğer bir gelişme ise 25 Ocak’taki duruşmada avukatların girmediği, Leyla Güven’in katılmadığı toplam 5 dakikalık duruşmada tahliye edilmesiydi. Bunun haricinde hiçbir adım atılmadı. Bunun anlamı; "tahliye ederek sanki sorun çözülecekmiş gibi bir yaklaşıma sahibiz"dir. Bunu kabul edilemez buluyoruz. Ceza İnfaz Kanununu’nu size hatırlatmak istiyoruz. Sayın Öcalan ile 27 Temmuz 2011 tarihinden beri avukatlar görüşme yapamıyor. Yine siyasi heyetimizin son görüşmesini yaptığı 5 Nisan 2015 tarihinden beri iki defa, biri 2016 yılında ve Mehmet Öcalan'ın yaptığı görüşme var. Başka hiçbir görüşme yok.
Öcalan da diğer bütün mahpuslar gibi Anayasa'ya uygun koşullarda tutulmalıdır
Peki bu normal mi, tabii ki değil. Öcalan da diğer bütün mahpuslar gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasına uygun koşullarda tutulmak zorundadır. Ceza İnfaz Kanunu emredici bir şekilde şunu içermektedir: "Vekaletname ibraz eden her avukat müvekkili ile görüşebilir. Hükümlü hakkında ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası hükümlünün avukatıyla görüşmesine engel değildir". Bütün bu açık hükümlere rağmen, bugüne kadar avukat görüşü 8 yıldır keyfi ve hukuk dışı bir şekilde engellenmektedir. Avukatlara yönelik hukuk dışılıkları saymıyoruz. Buna dair Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na, üyeleri olarak başvurduk ve şimdiye kadar bize herhangi bir yanıt verilmedi.
İnsan Hakları Komisyonu işkenceyi, kötü muameleyi görmezden geliyor
Meclis İnsan Hakları Komisyonu 24 Haziran seçimlerinden sonra teşekkül etti ve bugüne kadar üç toplantı yapıldı. Zaten bu toplantılar usuli toplantılardı. Birinde sadece divan teşekkül etti, birinde cezaevleriyle ilgili sunum yapıldı, diğerinde ise alt komisyonlar belirlendi. Halbuki İnsan Hakları Komisyonu’na 1432 başvuru var. Bunun 831'i cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin. Şahsi olarak benim 30 başvurum var. Bu 30 başvurudan 7-8 tanesi cezaevleri alt komisyonuna havale edildi. Alt komisyonda bize yanıt da yok ya da "mevzuata aykırı bir durum yok" denilmiş. İnsan Hakları Komisyonu’nun adı var kendisi yok. Meclis İnsan Hakları Komisyonu ne yapıyor tecride ve ihlallere karşı ziyaretlerde bulunuyor mu? Buna Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak "hayır" diyorum. Bugüne kadar bir tane cezaevi ziyaret edildi, komisyon üyemiz Sayın Ebru Günay Sincan Cezaevi’ne gitti. Onun dışında yüzlerce cezaevine gidiş talebi kabul edilmedi. Verilen yanıt ise: Mevzuata aykırı bir durum yoktur. Birazdan Sayın Başaran bunları açıklayacak, işkenceden kötü muameleye değin her türlü ihlal var ve İnsan Hakları Komisyonu bunları görmezden geliyor, talepleri ciddiye almıyor.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu görevden kaçıyor
Halbuki İnsan Hakları Homisyonu’nun görevleri çok uzun. Yetkileri de yeterli. İnsan Hakları Komisyonu isterse, ki amaç da budur zaten, yerinde inceleme yapabilir, önleyici tedbirler alabilir ve parlamentoya sunabilir. Yani bu konuda çözümler önermek, başvuruları incelemek ve gerekli mercilere bildirmek ve İnsan Hakları Komisyonu’nun en önemli görevi bu ihlallere karşı duyarlılık yaratmaktır. Bu duyarlılığa karşı yanıt olabilmektir. Biz Leyla Güven hakkında da başvuru yaptık. Bu spesifik olarak İnsan Hakları Komisyonu’nun görevidir. Bu görevden kaçıyor. Bir parlamenterin talebi hiçbir şekilde dikkate almıyor ve susuyor, yanıt vermiyor. Biz Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na diyoruz ki, "İmralı’da bir avukat görüşü yapılamıyor, aile görüşü yapılamıyor. Telefon hakkı kullandırılmıyor. Yıllarca haber alınamadı. Bu temel bir insan hakkı ihlalidir. Bu ciddi vahim bir ihlaldir" diyoruz.
Komisyona verilen bir talimat varsa bunu açıklamalıdır
Ama İnsan Hakları Komisyonu buna yanıt vermediği gibi Leyla Güven’in talebine de yanıt vermiyor. Açıkçası "benim alanım değil" de demiyor, "benim alanım" da demiyor. Bu konuda herhalde kendini yeterli, yetkin ya da cesaretli bulmuyor. Korkusu varsa bunu da çıkıp açıklamalıdır. Eğer bu konuda kendisine verilen talimat varsa bunu da açıklamalıdır.
Açlık grevcilerinin yaşam hakkına en ufak bir halel gelirse sorumlusu AKP'dir
Her yerde şatafatlı cümlelerle Meclis'te İnsan Hakları Komisyonu var, Ombudsman var diyeceklerine mevcut taleplerimize yanıt versinler. Gerçekten devletin bütün yurttaşları yaşatma yükümlülüğü vardır. Her türlü yaşam kaybı karşısında devletin anayasal olarak objektif sorumluluğu vardır. Bugün başta Leyla Güven olmak üzere, hem dünyanın her yerinde hem cezaevlerinde açlık grevinde olan eylemcilerin yaşam hakkına en ufak bir halel gelirse bunun sorumlusu AKP hükümetidir.
Mevcut yasayı uygulayın yeter
Kendisi bu konuda herhalde işin ciddiyetinin farkında değil, olayın vehametini henüz anlamamış. Biz AKP’ye sizler aracılığıyla şunu ifade etmek istiyoruz: Leyla Güven'in talebine yanıt verin. Leyla Güven diyor ki "tecride son verin. Türkiye’de barışın, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin önünü açın, savaş politikasından vazgeçin, tecrit suçtur ve bunu bitirin". Bunu bitirmeniz için yasa çıkarmanıza, Anayasa değiştirmenize gerek yok. Mevcut yasayı uygulayın yeter, aksi yönde talimat vermeyin yeter. Tecrit kaldırılsın, Leyla Güven yaşasın!
Ayşe Acar Başaran:
Bugün Dünya Anadil Günü ve buna ilişkin birkaç şey söylemek isterim. Özellikle Şakran'da siyasi tutsaklar kendi anadillerinde iletişim kuramıyor, dışarıyla ilişki sağlayamıyorlar. Dünya Anadil Günü’nde Türkiye’de 40'tan fazla dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu da hatırlatmak istiyoruz. Bu konuda da gerekli adımların atılması gerektiğini düşünüyoruz.
İktidar daha özgür bir yaşam için bedenlerini açlığa yatıran insanları öldürmeye çalışıyor
Bugün 300’den fazla politik tutsak aynı taleple açlık grevinde. Nasıl ki Leyla Güven’in talebine sessiz kalınıyor ve üç maymun oynanıyorsa, sanki bir lütuf bekleniyormuş gibi bir tavır sergileniyorsa şu anda cezaevlerinde, dört duvar arasında bedenlerinden başka hiçbir aracı olmayan politik tutsakların taleplerine de yanıt verilmiyor. Biz onların sesine ses olmak için buradayız. Ama siyasi tutsaklar taleplerini yükseltmeye çalışırken birçok hukuksuzlukla da karşı karşıya kalıyor. Burada vereceğimiz örnekler iktidarın politik tutsaklara nasıl bir yaklaşım geliştirildiğinin bir göstergesi olarak karşımızda duruyor. Yaşatmak için, Türkiye toplumunun daha özgür yaşayabilmesi için kendi bedenlerini açlığa yatıran insanları, iktidar öldürmek için çaba sarf ediyor.
Hukuk talep eden insanlara hukuksuzluk uygulanıyor
Elazığ Cezaevi’nde açlık grevindeki 4 siyasi tutsağın hepsi refakatçiden mahrum bırakılıyor. Cezaevi hekiminin de inisiyatifi ve yönlendirmesiyle refakatçiye ihtiyaç olmadığı söyleniyor. Ama bu refakatçi hakkından yoksun bırakmak aslında onların vücutlarında oluşabilecek hasarların daha hızlı bir şekilde oluşmasını sağlamak ve önümüzdeki günlerde yaşam haklarının tehlikeye girmesine kapı aralamaktır. Yine Edirne Cezaaevi’nde bulunan politik tutsaklar günlerdir açlık grevindeler ve tek kişilik hücrelerde tutuluyorlar. Elazığ, Edirne ve Bayburt cezaevlerindeki grevciler özellikle B vitamini alma konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Tuz, şeker ve karbonat ihtiyaçları konusunda da özel bir engelleme ile karşı karşıyalar. Bütün bu cezaevlerinde açlık grevcilerine disiplin cezaları uygulanıyor. İletişim cezaları tekli hücrelerde tutma, kargo ya da mektuplaşma yasağı gibi cezalar uygulanıyor. Bu gerçekten Türkiye hukuk sistemi açısından dehşet verici bir durum. Kendi hukukunun uygulanmasını talep eden bu insanlara bu hukuksuzluğu uygulama iktidarın içinde bulunduğu çıkmazı bir kez daha gözler önüne seriyor.
Tek bir kişi hayatını kaybederse iktidar bu sorumluluğun altından nasıl kalkacak?
Yine bunun yanında bugün Van Cezaevi’nden bir haber aldık. Açlık grevindeki tutsak Şahin Öncü bugün itibariyle hastaneye kaldırıldı. Bu önümüzdeki günlerde artacak gibi görünüyor. Sayın Leyla Güven açlık grevine başladığı günden bugüne, 106 gündür, yılmadan Meclis kürsüsünden, meydanlardan, bizi engellemelerine rağmen durumun geri dönülemez bir noktaya geldiğini söylüyoruz. Şahin Öncü tedaviyi reddediyor ve grevini sürdüreceğini söylüyor. Peki bu insanların tek bir tanesi, bir tek açlık grevi eylemcisi hayatını kaybettiğinde ya da vücutlarında geri dönüşü olmayan hasarlar meydana geldiğinde bunun sorumluluğunun altından nasıl kalkacak iktidar? Kendi hukukunu uygulamamak için daha kaç insanın erimesine, ölüme yaklaşmasını izleyecek?
Seçim propagandası yapmak adına Güven'e kulak tıkıyorlar
Sayın Leyla Güven 106 gündür ısrarla Sayın Öcalan üzerinde yürütülen hukuksuz, gayrimeşru mutlak tecridin kaldırılması için çığlık çığlığa sesini iktidara ulaştırmaya çalışıyor. Ama buna kulağını tıkayanlar, kısa vadeli politikalarını uygulamak ve seçim propagandalarını yapmak adına bu talepleri görmezden geliyorlar.
Türkiye AB'den uzaklaşma ile yüz yüze ise bu tecritten bağımsız değildir
Yine birçok cezaevinde artık 68 güne yaklaşan açlık grevleri sonucunda maalesef artık fiziki olarak da geri dönüşü olmayan noktalara gelindiğinin haberlerini her gün alıyoruz. Buradan bir kez daha çağrıda bulunmak istiyoruz. Leyla Güven’in ve 300’ü aşkın açlık grevi eylemcisinin talepleri çok net, hukuki ve meşrudur. Bu mutlak tecrit, şu anda Türkiye’de savaşın, çıkmazın ve çözümsüzlüğün nedenidir. Bugün eğer Türkiye abluka halindeyse, Türkiye AB'den uzaklaşma ile yüz yüze ise bu tecritten bağımsız değildir. Bunun tecritle bile bir bağlantısı olduğunu açıkça görüyoruz.
Yarın çok geç olabilir, bu sese ses verme zamanı
Geri dönüşü olmayan sonuçlar ortaya çıkmadan önce politik tutsakların, Leyla Güven’in Sebahat Tuncel’in, Selma Irmak’ın, gazeteci Kibriye Evren’in ve isimlerini sayamadığımız kararlılıkla Türkiye’nin geleceğini kurtarmak ve Türkiye’de yeni bir yaşamı örmek için ölmeyi göze alarak direnen açlık grevleri direnişçilerinin taleplerinin derhal yerine getirilmesini istiyoruz. Yarın çok geç olabilir. Buradan bütün demokratik, özgürlükçü kimliği ile bilinen, başka bir Türkiye hayali kuran tüm kesimlere sesleniyoruz. Yarın değil bugün; bir dakika sonra değil şimdi, bu sese ses verme zamanı. Hepimiz ortaklaşırsak tek elden bu talebi seslendirirsek sonuca ulaşacağımızı düşünüyoruz.
Soru: AB’nin Türkiye dışlaması ile alakalı olarak, bunun tecritten bağımsız olmadığını söylediniz. Avrupa Parlamentosu’ndan mı bu bilgiyi aldınız, yaklaşımları nedir?
Biz bu değerlendirmeyi yaparken AB'nin son açıkladığı kriterler üzerinden değerlendiriyoruz. Biz tecridin sadece İmralı’da uygulandığını söylemiyoruz, İmralı’dan başlayıp bugün bir yönetim biçimi haline gelen, OHAL’le toplumda kendini gösteren ve son süreçte saldırılarla, kadın cinayetleriyle, savaşçı ve güvenlikçi politikalarda kendini gösteren bir politika olduğunu söylüyoruz. Yani tecrit sadece İmralı’da Sayın Öcalan üzerinde yürütülmüyor, bugün görmezden gelinen, yok sayılan, kadınlar, üzerinde yürütülüyor. Bugün görmezden gelinen, sesi, soluğu,kimliğine tahammül olunmayan HDP üzerinden yürütülüyor. Bir Türkiye gerçekliği olan Kürt sorununa yaklaşım üzerinden kendisini ortaya koyuyor. AB’nin yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin Kürt sorunundaki güvenlikçi politikalardan vazgeçmesi yönünde geniş bir açıklamaydı. Biz tecridi tam da bu şekilde ifade ediyoruz. Türkiye tecrit altında. Bunu sadece İmralı üzerinden değerlendirmek kolaya kaçmaktır. Tecrit diyorsak tüm bu kapsamı düşünerek ifade ediyoruz.
21 Şubat 2019