14 Aralık bir halkın saldırılar karşısında direnişinin bir gün olarak tarihteki yerini almıştır.

Bugün 2015-2016 yıllarında ablukaya alınan Kürt kentlerinin milletvekilleri olarak, ablukaların başladığı 14 Aralık 2015 ve sonrasındaki gelişmeleri hatırlamak, o dönem yaşanan vahşeti lanetlemek ve siyaseten değerlendirmek için bu basın toplantısını gerçekleştiriyoruz.

Özellikle 7 Haziran sürecinde HDP’nin başarısına tahammül edemeyen AKP hükümeti, HDP’nin en yüksek oy aldığı yerleri, hedef haline getirmiştir. Öz yönetim ilanları bahane edilerek 16 Ağustos 2015’te Muş Varto’da başlayan sokağa çıkma yasakları sonra kent ablukalarına dönüşmüştür. Ablukaya alınan kentler Şırnak, Cizre, Silopi, İdil, Derik, Nusaybin, Yüksekova, Varto, Silvan, Sur ve Dargeçit’tir.

Diyarbakır’da 159, Mardin’de 48, Hakkâri’de 23, Şırnak’ta 13, Bitlis’te 14, Muş’ta 7, Bingöl’de 7, Dersim’de 6, Batman’da 6, Elazığ’da 2 ve Siirt’te 4 kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında en az 1 milyon 809 bin kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı, özel ve aile hayatına saygı hakkı, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, din özgürlüğü, bilgi alma ve verme özgürlüğü, mülkiyetin korunması hakkı, eğitim hakkı, işkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı olmak üzere en temel hakları ihlal edilerek bu yasaklardan etkilenmiş olduğu tahmin edilmektedir.

Belirtmek isterim ki bugün her ne kadar kaldırıldığı söylense de yasaklar fiili olarak devam etmektedir.

Bizler şu gerçekliği çok iyi biliyoruz ki; yasakların başlangıç tarihi 14 Aralık 2015 olsa da bu karar siyasi iktidar tarafından, 30 Ekim 2014 MGK toplantısında “Çöktürme Planı” politikaları kapsamında alınmıştır. Ve yine amaçlanmak istenen Kürtler ve Kürt siyasetinin tasviyesi olmuştur.

14 Aralık bu anlamda bir halkın saldırılar karşısında direnişinin ve korkunç acıların yaşandığı bir gün olarak tarihteki yerini almıştır. Bu savaşın bilançosunun halka dönüşü ise kan ve gözyaşı olmuştur.

16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren resmi olarak tespit edilebilen, 11 il ve 49 ilçede olmak üzere toplam 289 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Bu yasaklarda 300’ün üzerinde sivil yurttaşımız yaşamını yitirdi. Bu yurttaşlarımızdan 177’si Cizre’de ki vahşet bodrumlarında katledildi.

Cizre bodrumlarında yaşatılan vahşet ve bu vahşetin açtığı yaralar hala sıcaklığını korumaktadır.  O gün anneler babalar, çocuklarının, çocuklar ise annelerinin babalarının ölümüne şahitlik etmiştir. Silopi’de evinin önünde keskin nişancılar tarafından vurulan ve cenazesi 7 gün sokak ortasında kalan Taybet Ana’ın oğlunun; “Annem ilk vurulduğunda haber verdiler, koştuk. Biz daha varmadan amcam gitmek istemiş, onu da vurmuşlar. Annem sokağın ortasında kaldı öylece. Önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı. Annem tam tamına yedi gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük.” Sözleri hala kulaklardadır.

Cizre’de cenazesi buzdolabında saklanan 13 yaşındaki Cemile’nin hikâyesini mecliste anlatmaya çalıştığımızda, iktidar ve muhalefetin önemli bir kesimi “Kahraman ordumuz teröristlere karşı savaşıyor” diyerek bu katliamların üstünü örtmek istemiştir.

Aynı şekilde Nusaybin, Sur, Silopi, İdil, Silvan ve Dargeçit’te de “sokağa çıkma yasakları” adı altında devlet terörü estirilmiştir. 

Siyasi iktidar, özgürlük mücadelesinde direnişin sembolü olan Nusaybin’e bütün güçlerini yığarak, kendi ülkesinin sınırları içerisinde olan bir toprağa ve bu toprakta yaşayan halka savaş ilan etmiştir. Nusaybin ve Dargeçit’te toplam 22 mahallede yasak ilan edilmiştir. Abluka altına alınan Nusaybin’de 1 yıl içerisinde 7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Bu yasaklarda evinin merdivenlerinden inerken keskin nişancıların hedefi olan Selamet Yeşilmen ve 21 sivil yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. 

Yine Silopi’de en az 29 sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir. Kürt kadın siyasetçilerde birçok yerde olduğu gibi Silopi’de de hedef alınmıştır. Seve Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar ve Selamet Yeşilmen Cizre bodrumlarında katledilen Parti Meclis üyemiz Mehmet Yavuzel, Mehmet Tunç, Orhan Tunç, Asya Yüksel katledilmiştir. Katledilen siyasetçilerimiz siyasi iktidar tarafından terörist ilan edilmiştir.  Bir yandan katliamlar yapılırken diğer yandan katledilenlerin aileleri de farklı şekillerde cezalandırılmıştır. Nitekim Mehmet Yavuzel’in annesi Hanım Yavuzel bugün hala siyasi tutukludur.

Kürt düşmanı politikalar bir yandan can alırken diğer yandan halkın yaşam alanları yakılıp yıkılmış, evleri kurşunlanmış, halk göçe zorlanmıştır. Bu anlamda UNESCO kültür mirası listesinde olan Sur ‘da bugün kentsel dönüşüm adı altında kent kırımı yapılmıştır. Yerle bir edilen Sur ‘da hafriyat kamyonlarının içinden insan kemikleri çıkmıştır. Ablukalarda yaşamını yitirenlerin aileleri günlerce cenazelerine ulaşamamıştır. Onlarca cenaze ailelerden habersiz kimsesizler mezarlıklarına defnedilmiştir. 

Yine onlarca cenaze DNA örnekleri bahane edilerek aylarca morglarda bekletilmiş ailelerin acıları körüklenmiştir. Nitekim Sur ‘da 17 yaşında katledilen Rozerin Çukur ’un ailesi ve daha nice aile günlerce çocuklarının cenazesini alamamıştır. Ve yine halen Cizre’de 14 kişinin cenazesine ulaşılamamıştır.

Tüm bunlar yaşanırken fetih anlayışı ile hareket eden iktidara bağlı JÖH-PÖH, Esedullah Timi adı ile hareket eden kolluk güçleri tarafından duvarlara yazılan cinsiyetçi, ırkçı, faşist söylemler ile uygulanmak istenen bir kenti, bir halkı, bir tarihi, bir dili bir kimliği yok etme politikalarının adeta imzası olmuştur.

Kent yıkımları ve bodrumlarda yakılan insanlar, günlerce sokaklarda bekletilen cenazeler, ibadetini yaparken vurulan yaşlılar, sokakta oynarken vurulan çocuklar, hastaneye götürülemediği için kan kaybından ölen yaralılar, ailelerin evlatlarının cenazelerini morg yerine derin donduruculara bırakmak zorunda kalmaları ve daha nice vahşet insanlık tarihinin çetelesine bir utanç vesikası olarak eklenmiştir. Bu süreçte evlatlarımızın parçalanmış bedenleri ile birlikte toplumsal barış da parçalanmıştır.

İnsanlık suçu işleyen siyasi iktidar ve kolluk güçleri hiçbir şekilde yargılanmazken, ablukaya alınan kentlerde yüzlerce kişi tutuklanarak ağır cezalarla yargılanmıştır. Sadece Nusaybin’de tutuklanan 17’si çocuk 70 kişi hakkında açılan dava duruşmalarında 3 tutuklaya 5 müebbet ve 78 yıl hapis cezası verilmiştir. 

“Sokağa çıkma yasağı” uygulamaları ile ilgili Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu tarafından 13 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan Sokağa Çıkma Yasaklarının Hukuki Boyutu adlı raporda ciddi insan hakkı ihlalleri yaşandığı, temel insan haklarının askıya alındığı ve esasen ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağı olmadığı ifade edilmektedir.

10 Mart 2017 tarihinde BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeid Raad El Hüseyin başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan raporda,  18 ay devam eden operasyonlar sırasında aralarında “800 güvenlik görevlisinin de bulunduğu 2 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, ciddi insan hakları ihlalleri” yaşandığı belirtilmiştir.

Kürt kentlerinde başlatılan abluka süreci şu an tüm Türkiye’de devam etmektedir. 

Batılı kurumların insan hakları ihlalleri karşısında sessizliği de eklenince, siyasi iktidar için Kürt kentlerindeki ablukalar laboratuvar işlevi görmüş, burada pervasızlaşan AKP iktidarı kurduğu milliyetçi ve faşist ittifaklar ile tüm Türkiye’yi bir anlamda ablukaya alarak diktatöryel bir yönetimi kurumlaştırmaya çalışmaktadır.

2015 ve 2016 yılları boyunca Kürt kentlerinde yaşatılan yıkımdan sonra AKP iktidarı yayılmacı politikalarını Afrin’de devam ettirdi. Şimdi de aynı yıkım Kuzey-Doğu Suriye’de yaşanmakta, siyasi iktidar eliyle katliamlara imza atılmaktadır. 

Kürt kentlerinde yaşanan yıkım ve sivil ölümleri AKP iktidarı tarafından hep inkâr edildi. Biliyoruz ki, savaşlarda önce hakikatler ters yüz edilmektedir. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyanın seyirci kaldığı bu katliamlar AKP iktidarının daha fazla cesaretlenmesine neden olmuştur. 

Afrin’deki bombardımanda yaşamını yitiren henüz 3 aylık Diyana Xazî Salih bebek ile Cizre’de daha üç aylıkken katledilen Miray İnce bebek aynı suskunluğun kurbanı olmuştur. Daha geçtiğimiz günlerde yine Tel Rıfat’ta yaşanan bombardımanda katledilenlerin 8’i çocuktu!

Bir kere daha söylüyoruz ki;  İktidar ve muhalefeti ile Türk siyasetinin Kürtlere bu vahşeti uygulayan ve daha sonra darbeci olan sorumluları nasıl sahiplenip kutsadığını da unutmayacağız. Ablukalar boyunca ifade ettiğimiz ağır insanlık suçları işlenmiştir. 

Taybet İnan, Seve Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Cemile Çağırga ve Rozerin Çukur şahsında ablukalarda yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımızı buradan bir kez daha anıyoruz. Bu suçların hesabı elbet bir gün siyaset ve uluslararası hukuk nezdinde sorulacağını ve bunun mücadelesini her yerde vereceğimizi belirtiyoruz. Teşekkür ederiz.

Pero Dündar
HDP Mardin Milletvekili