Gerçekler asla gizlenemez. İnsanlık suçları cezasız kalmaz...
Parti Meclisimiz 1. olağan toplantısını 11-12 Şubat 2016’da Ankara’da, Türkiye’nin iç ve dış politikası açısından son derece kritik gelişmelerin yaşandığı günlerde gerçekleştirmiş ve aşağıdaki saptamaları kamuoyuyla paylaşmayı uygun bulmuştur:
I. Son altı ayda 7 kentin 20 ilçesinde onlarca mahalleyi kapsayacak şekilde 56 kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının toplamda 377 günü bulduğu, en az 1 milyon 370 bin kişiyi etkilediği ve sadece uygulanan ablukalarda yüzlerce sivil yurttaşın katledildiği bir dönemi yaşıyoruz. Silopi, Sur ve Cizre’de ise tam bir insanlık suçu ortamı oluşmuştur. Cizre’de bugün için bilinen tek gerçek, Saray-AKP iktidarının faşizan ve insanlık dışı saldırılarına karşı direnenlere yönelik toplu katliamın yapıldığı, cenazelerin sokaklara ve evlerin bodrumlarına bırakıldığıdır.
Temmuz 2015’ten bu yana yüzlerce sivil yurttaşımızın katledildiği bu dönemde hukuk, ahlak ve insanlık tanımayan bir siyasi iktidar ve devlet gücüyle karşı karşıya kalınmıştır. Saray-AKP iktidarı, hem içerde hem de dışarda savaşla, çatışma ve kutuplaşmayla sonuç alma inadına saplanmıştır. Bu politikalara rıza göstermeyen toplum kesimlerinin talepleri silahla, baskı ve zulümle, tehdit ve korku imparatorluğu büyütülerek bastırılmaya çalışılmaktadır. İfade, düşünce ve basın özgürlüğü için mücadele edenlerin, ‘çocuklar ölmesin’ diyen futbol takımlarının, ‘bu suça ortak olmayacağız’ diyen akademisyen, sinemacı ve edebiyatçıların yaşadıkları baskılar buna dair sadece bazı örneklerdir.
Bu iktidarın ve devletin Kürt halkına karşı sürdürdüğü ‘çöktürme’ savaşının hiçbir meşruiyeti yoktur. Evrensel savaş hukukunu bile ayaklar altına alan bir siyasi iktidar pratiği yaşanmaktadır. Katledilen kadınların çıplak bedenlerinin alçakça teşhir edilmesi, cenazelere işkence yapılması gibi suçlar, insanlık ve savaş suçlarıdır. Kararları alan siyasilerin, bürokratların ve bunları sahada uygulayanların işledikleri suçların zaman aşımı yoktur ve yargılanmaktan kurtulamayacaklardır. HDP olarak biz’ler, uluslararası hukuk alanı dahil bu konuda gerekli bütün adımları atıyoruz ve atacağız.
II. Türkiye halkları, Ergenekon çetelerinden 90’ların özel harekatçılarına, siyaset alanının en gerici unsurlarından askeri vesayet savunucularına kadar geniş bir yelpaze ile ittifak kurmuş olan Saray-AKP iktidarının uygulamaları ile karşı karşıyadır. Bu ittifak devletin geleneksel ‘tekçi’ dayatmasına, tek parti sultasını ve tek adam yönetimini de eklemiştir. Bu ittifakla eski statüko, Saray’ın ve tek parti iktidarının korunması uğruna yeniden tesis edilmektedir.
Bugün Türkiye’de 2 ayrı modelin mücadelesi sürmektedir. Saray-AKP’de somutlaşan yönelim, farklı halkları, inanç gruplarını, kültürleri ve kimlikleri ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ adı altında tek adam yönetimine; kuvvetler ayrımına değil uyumuna dayanan tekçiliğe ve parlamentonun etkisizleştirildiği, güçlendirilmiş merkezi yapıya biata zorlamaktadır. Bunun karşısında ise ‘Yerel Demokrasi-Demokratik Cumhuriyet’ mücadelesi veren, etkili ve güçlendirilmiş demokratik bir parlamenter sistemi ve âdem-i merkeziyetçi bir idari yapıyı savunan; güçlü yerel demokrasiyi, güçlendirilmiş yerelden ve yerinden yönetimleri hedefleyen biz’lerin yönelimi vardır.
Bugün kendi iktidarının bekası için insanlık suçu işlemekten geri durmayanlarla, halkların demokratik ve eşit yaşamı için direnen ve mücadele edenlerin karşı karşıya gelişleri söz konusudur. İşte bu durum önümüzdeki dönemin temel siyasi tartışması ve mücadelesidir.
III. İçerideki gerici blok uluslararası ilişkilerde de tesis edilmektedir. Saray-AKP iktidarı, Suudi-Katar işbirliği ile Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’ya yeni şekil verme çabasını sürdürmektedir. ‘Bin yıllık kardeşlik’ diyerek methiyeler dizdikleri Kürt halkını düşman ilan ederek Rojava’ya saldırı hazırlığı yapan, Suudi Kralı ve Katar şeyhleri ile bölge halklarına karşı ittifak kuran devlet politikası, Türkiye’yi hızla bir bölge savaşının içine itmektedir. PYD’yi ve Demokratik Suriye Güçleri’ni terörist ilan ettirmek için uluslararası arenada diplomatik seferberlik başlatmanın anlamı budur.
HDP ise, Suriye’de demokratik ve eşitlikçi, çoğulcu bir düzenin kurulması mücadelesinde yerini ve safını IŞİD barbarlığına karşı insanlık onurunu koruma mücadelesini sürdürenlerin yanı olarak belirlemiştir. Rojava halklarının kendilerini demokratik bir Suriye kapsamında yönetmelerinin meşru ve haklı bir çıkış olduğunu ulusal ve uluslararası tüm platformlarda savunma kararlılığındadır. Bu konudaki kararlı duruşunu sürdürecektir.
IV. Bugün Türkiye’de Saray-AKP iktidarının uygulamalarına ve gelecek planlarına direnen, buna alternatif bir yol haritasını ortaya koyanlar vardır. Kürdistan coğrafyasında, düzenin saldırılarına ve baskılarına biat etmeyen bir halkın insanlık onurunu korumak için sürdürdüğü direniş yaşanırken; bileşenleri, ittifakları ve kurumları, kadın ve gençleri ile HDP de tüm toplumun yaşadığı baskılara karşı mücadelenin siyasal alandaki bir ifadesidir. HDP’ye ve bileşenlerine, kurumlarına, örgütlü kadınlarına yönelik psikolojik savaş aygıtlarının, medyanın devrede olmasının temel nedeni de budur.
"Terör, teröristler" diye hınçla bağırarak, her gün televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda terör estirenlere, linçci güruhları özendirenlere inat, biz sakiniz. Çünkü bizi var eden öfkemiz değil umudumuzdur. El ele kurduğumuz hayattır. ‘Eşit yurttaşlık ortak vatan’, ‘Onurlu barış birlikte yaşam’ hedefimizdir. Biz’ler zulme karşı toplumun örgütlü duran ve muhalefet yapan umuduyuz.
Bugün hem bu umudun büyütülmesi, hem de farklılıklarına rağmen demokrasi mücadelesinde bir tarafta duranların ortaklıklarını geliştirmeleri zamanıdır. Türkiye’nin yeni ve demokratik bir idari yapıya; özgürlükçü, sivil, eşitlikçi, sosyal ve demokratik bir anayasaya; ama en önemlisi gelişmiş bir toplumsal barışa olan ihtiyacı ancak bu sayede gerçekleştirilebilir. HDP, bu doğrultudaki çalışmalara kendi önerileri ile güçlü bir şekilde katılma kararlılığındadır. İçerde ve dışarda savaş ve çatışma üzerine iktidarını kalıcılaştırmayı hedefleyen Saray-AKP’nin bu gidişini durdurmanın ve geriletmenin yolu budur.
Barış, artık sadece silahların susması değildir, aynı zamanda yeni bir Türkiye’nin kurulması mücadelesidir. Üzerinden 17 yıl geçmiş olsa da, 15 Şubat Uluslararası Komplosu’nun boşa çıkarılmasının yolu, İmralı’da Türk ve Kürt halklarının, Türkiye ve bölge halklarının tarihsel ve stratejik ittifakı için bütün varlığını ortaya koyan Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin derhal sonlandırılması ve müzakere edilmeye başlanmasıdır.
V. Bu nedenle bir kez daha, Türkiye’nin demokrasi güçlerine, kadın, gençlik ve çevre hareketlerine, sendikalarına, meslek örgütlerine, vicdan sahibi yurttaşlarına, derneklerine, sivil toplum kuruluşlarına, toplumsal muhalefetin bütün odaklarına, inançlarına değer vererek yaşayanlara, değerlerini iktidar ve para uğruna satmayanlara çağrımızı yineliyoruz: ‘Yeni Yaşam’ı kurmanın, evrensel insan hakları ve hukuk ilkeleriyle uyumlu bir demokratik işleyişi tesis etmenin, sosyal bir Türkiye’de yaşamanın yolu demokrasi cephesini/tarafını güçlendirmek ve birlikte hareket etmektir.
Savaş vicdanları köreltir, ama buna teslim olunamaz. Yaşananları bildiği halde susanların, AKP’yi iktidara taşıyan İslami kesimlerin ve aydınların, başörtüsü için yanyana mücadele ettiklerimizin sessizliği; ‘‘İslam’da faşizmin, ırkçılığın yeri yoktur’’ diyenlerin suskunluğu kabul edilemez. İktidarın bekası, inançlardan ve değerlerden daha kıymetli olamaz.
İnsan haklarını, demokratik hukuk ilkelerini elde edebilmek için yüzyıllarca mücadele etmiş olan Avrupa halklarına sesleniyoruz. Sizi yönetenler her türlü ahlaki değeri hiçe sayarak, Saray-AKP iktidarı ile utanç verici bir insan pazarlığı yapmaktadır. Bu mülteci pazarlığı nedeniyle insan haklarının, Kopenhag kriterlerinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, kısacası insanlık değerlerinin çiğnenmesine göz yummaktadırlar. Bu utanç verici durumu kabullenmemenizi ve biz’lerle dayanışmayı büyütmenizi bekliyoruz.
Ya zulüm ve baskı kazanacak, ya da demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi. Ya dikta rejiminden yana bir oluşum ortaya çıkacak, ya da biz’ler halkların kendilerini yönetebildiği demokratik yönetim biçimlerini hakim kılacağız. Seçim ve karar hepimizin.
Karşımızda hukuktan, ahlaktan, insanlıktan anlayan bir siyasi anlayış yok; iktidarı için her şeyi mubah gören bir anlayış var. Muktedirlerin mutlak iktidar olmaması için bugün yapılacak tek şey direnmek ve mücadele etmektir. Çünkü biz’ler biliyoruz ki, zulümle abad olunmaz. Bu devir de, zalimin zulmü de geçer.
Kendimizi, kendi gücümüzü unutmayacağız. Gün be gün emekle var ettiğimiz hayatın gücünü unutmayacağız. Umudu unutmayacağız. Umut, kendi vicdanımızdadır. Umut, hep beraber var edeceğimiz dayanışmada; geleceğimizi bu mücadele ve anlayış üzerine kurmaktadır.
12 Şubat 2016, Ankara