Sincan Cezaevi Kampüsü'nde devam eden Kobanî Kumpas Davasının bugünkü duruşması, Gültan Kışanak’ın savunmalarıyla devam etti.
Kürt sorunu bu ülkenin gerçeği
Kışanak, “Kürt sorunu bu ülkenin bir gerçeği, bir hakikati, bir realitesi. Bildiğimiz bir gerçeği sadece ve sadece kendimize, kamuoyuna açık söyleyeceğiz bu kadar. Hiçbir sorunun tek taraflı olmayacağını anlamak lazım, bunda ilkesel olmak ve bağımsız olmak lazım. Ortada bir sorun varsa bunun en az iki tarafı vardır. Hem kendimizi bilmek için hem karşıyı görmek için bize bir fırsat tanındı. İlkesel olarak, bir sorunun iki tarafı olduğunu, hiçbir sorunun tek taraflı yaşanamayacağını bilmek lazım. Mutlaka ben de o sorunun bir tarafıyım ki ortaya çıkıyor. İlkesel bakış açısıyla baktığımızda hem devlet kendisini görebilir, halklarımız eksiklerini görebilir, partiler eksikliklerini görebilirler. Cumhurbaşkanı bir dönem çözebilmek için 2015’te Diyarbakır’a gelip, ‘Kürt sorunu benim de sorunumdur’ demişti ya, böyle bakarsak bu sorunun nereden çözülebileceğini anlarız, bu özeleştiri vermeyi sağlar.
Çözüm halayını kurmalıyız
Klasikleşmiş bir söylem vardır, tango yapmak için iki kişiye gerek vardır diye. Ben buna tek kişi ile halay çekilmezi ekleyeyim. Tek başınıza mendili alıp ortaya düşerseniz bunun adı halay olmaz. Halay çekmek için birkaç kişinin olması gerekiyor. Kürt sorununu çözmek istiyorsak, çözüm halayına katılmak istiyorsak bir kere birkaç kişi olmalıyız, kol kola girmeliyiz. Çözümün ve sorunun taraflarını o halayda yan yana getirmeyi başarabiliriz. Halayda yan yana durmak, omuz omuza olmak insanı güçlendirir. Empati yaptırır, ortak duyguyu sağlar. Şu an en büyük sorunumuz, bu ortak duygunun zedelenmesi. Bir şeylere üzülüp, aynı şeylere sevinmekten çıktık. Bu korkunç bir şey, duygu kırılmasıdır. Acılarımızı, sevinçlerimizi ortaklaştırmanın bir yolunu bulmalıyız. Çözüm halayını kurmalıyız. İktidar, ‘tek başıma bu sorunu çözeceğim’ diyor ama tek başına bu sorunu çözemez. İktidara yakın kişilerden bile kırk yıldır aynı şeyleri duyuyoruz.
Barışın kaybedeni yoktur
Bir slogan daha kendimize edinmeliyiz, ‘Barışın kaybedeni yoktur.’ Bu da bütün toplumların, hem siyasal hem de toplumsal kavgalar sonucunda ortaya koydukları temel bir ilkedir. Az kazanırsın, tam kazanırsın, memnun olursun o ayrı ama bunlar kazanma sürecidir. Biz bunu az çok ateşkes ve çözüm süreçlerinde gördük. Çözüm süreçlerinde cenazeler gelmez oldu, analar bu kadar kaygılı değildi, analar bir parça rahat uyumaya başlamıştı. Barışın kaybedeni yoktur, barış kazandırır herkese. Belki bir çözüm bulacağız. Kürtler yeterince memnun olmayacak, iktidarın bilmem ne kanadı olmayacak ama en azından kaybetme sürecini durdurmuş olacağız. Dünyanın neresinde hangi iki aşiret barıştan dolayı birbirinden uzaklaşmış? Barış bölünmeyi getirmez, barış birlik olmayı, ortak bir gelecek arzusunu güçlendirir. Bölmeyi değil, birleştirmeyi sağlar. Savaşın bizi nasıl böldüğünü görüyoruz, ‘Barış yaparsak bölünürüz’ sözü bir yalandır, uydurulmuş bir hikayedir. Bunu alıp bir çöplüğe atmanız lazım. Tam tersine biz savaştıkça duyguda, acıda, yeni bir yol yaratmakta bölünüyoruz. Bölünme sürecini ortadan kaldırmak için bu yalanı çöplüğe atmak lazım.
Kürt sorununu malzeme haline getirmekten vazgeçin
Siyasetçilerin yapması gereken bir şey var, kışkırtma yapmama. Ben yıllardır bunu gördüm, hele bir de iktidar ise kamuoyunu yönlendiriyor. Onların görüntüsü birebir topluma etki ediyor. Toplumun etkisini, duygusunu yönlendiriyor, bunun en açık sürecini çözüm sürecinde gördük. Başbaşkanın dili farklıydı diye çözüm süreci yüzde 80 destek gördü. Dili değişti şu anda süreç başka bir yerde. Nedenlerden bağımsız olarak bu bir realitedir, Türkiye’deki siyasi liderler toplumu yönlendirme, etki etme gücüne sahiptir. Bu güçlerini düşmanlaştırmak için değil, çözüm için kullansınlar. Bu dili değiştirdikleri gibi memlekette sorunlar çözülüyor. Çözüme katılmak için toplum hazır, yeter ki siyasi liderler o dili kullansın. Kürt sorunu gerçekten iç politika malzemesi haline getirilemeyecek kadar ağır bir sorun. Binlerce cana mal olacak kadar ağır bir reva. Kürt sorununu iç politika malzemesi haline getirmekten vazgeçin. Kardeşim Kürt sorunu gibi vebali ağır bir sorunu malzeme haline getirmekten vazgeçin ya! Bu ülkenin ekonomi sorununu konuşun, halkın sorunlarını, gençlerin geleceğini konuşun. Niye Kürt sorununu kendiniz için araçsallaştırıyorsunuz? AKP çözmeye kalktığında CHP karışıyor, CHP çözmeye çalıştığında AKP karışıyor. Bıktık bunlardan, biz kimsenin aracı değiliz. Bizim çoluğumuzun çocuğumuzun kıymeti var, bunun üzerinde bu kadar tepinmeyin.
Kürt sorunu kıyamet gibi bir sorun, oy devşirme yeri değildir
Birisi DEM Parti ile görüştüğünde, ‘Vay efendim sen ülkeyi böldün’ diyor. Öbürü, ‘Bu sorunu çözelim’ diyor, ‘Vay efendim sen bölücülerle görüşüyorsun’ diyor. Biz bunu istemiyoruz, yeter, inin bu halkın sırtından. Kürt sorununun vebali çok ağır. Evlere ateş düşüyor, nasıl bir iç politika malzemesi yapıldığına dair belgeleri ile konuşabilirim. Tek tek hangisinin hangi süreçlerde ne söylediğini kalkar 5 ay boyunca bunu konuşabilirim. Bu memlekete yapılan en büyük kötülüktür. Gelen koltuk derdinde, Kürt sorunu koltuğa indirgenemez. Bu korkunç bir şey, hiçbir insan ‘Kürt sorunu üzerinden oy kazanır mıyım, kaybeder miyim’ diye oyun kurmamalı. Buna herkes dahil, Kürt sorunu kıyamet gibi bir sorun, oy devşirme yeri değildir. Oy devşirmek isteniliyorsa gitsin halka nasıl demokrasiyi getirecek onu anlatsın. Neden Kürt sorunu üzerinden yapıyorsunuz? Bu ülkede demokrasiye düşman olmaktan vazgeçin artık, demokratik siyaset özgür bırakılsa kendi rotasını çok daha iyi kuracaktır. Ama demokratik siyasetin önüne engel, çelme taka taka, demokratik siyasetin kendi siyasetini kurmasına engel oluyorlar. Kardeşim bırak demokrasi siyaseten bu kadar ne istiyorsunuz? Parti açıyor, parti kapatılıyor, milletvekili, belediye başkanı seçiliyor cezaevine atılıyor. Niye kavga ediyorsunuz, halkın sandıkta kendi özgür iradesiyle seçtiği temsiliyete neden müdahale ediyorsunuz? Bu müdahaleye son verin! Demokratik siyaseti engellemekten vazgeçin ki demokratik siyaset bu ülkenin sorunlarını çözebilmek için güçlensin. Herşeye rağmen demokratik siyasette ısrar etmenin ne kadar kıymetli olduğunu ülkeye anlatmak lazım.
Türkiye’deki medya düzeni iktidarın talimatları ile işliyor
Günümüz dünyasında medya artık bir iktidarın kararla beslediği bir güç haline gelmiştir. Burada sabahtan akşama kadar iktidarın propagandasını izliyoruz. Böyle bir şey olamaz, ülkedeki medya düzeni toptan gitti. Türkiye’deki medya düzeni iktidarın talimatları ile işliyor, iktidar tarafından kadrolu yorumcular oluştu, 7 yıldır her gün aynı insanları dinlemekten bıktık. Yahu yeter artık! Kadrolu goygoycular her gün oturup savaş da savaş, beka da beka, daha fazla vurma edebiyatı yapıyorlar. Birilerinin goygoyuna gelmeyin, şu iktidarın varsa bu ülkeye bir vicdan duygusu şunu öneriyorum; dönüp etrafına bu medyada kendisinden aldığı paralarla palazlanan insanlara kendisini nasıl kışkırttığını, ‘Sen yaparsın vurursun’ diyenlere bir baksın. Bana bunu yapanlara zerre itibar etmem. Seni pohpohlayan, kendini yaşatmaya çalışan insanlar senin dostun değildir, dost senin yanlışını söyler. Bu kadar paralar verip kendisinin reklamını yapmaktan bir vazgeçsin. Medyanın gücü savaş politikalarını konuşmak için değil, barışı konuşmak için, toplumsallaştırmak, ortak aklı ortaya çıkarmak için değerlendirebilir. Medya denilen şey budur.
Barışa inanmazsan kuramazsın
Her defasında yarım kaldı, kesildi bu ülkeye bir barışı getiremedik. Ama en azından öyle ya da böyle çabalarımız vardı. Kendi deneyimlerimizi samimiyetle önümüze koyup, beraberce bakıp buradan dersler çıkarabiliriz. Doğru bir başlangıç yapmak için buna ihtiyacımız var. Geriye bakıp, biz ne adımlar attık, neler yaptık, neden bir sonuç olmadı, eksik neydi? Bunlara bakmakta fayda var. En önemlisi geleceğe, barışa inanmak lazım. Barışa inanmazsan kuramazsın. STK’sı, siyasi partisi de, iktidarı da, Kürdü, Türkü herkesin barış bizim hayrımıza diyerek, buna inanması lazım. Eğer inanırsak gerçekleştirmek için kararlılıkla mücadele ederiz ve önümüzdeki engelleri aşabiliriz. Barış inanmak, cesaret, kararlılık, adalet ister. Oturup hep beraber savaşa değil barışa ihtiyacımız var diyerek hedef haline getirirsek hep beraber çalışırız. Bunu yapmalıyız.
Halka umut, barış, eşitlik, demokrasi umudunu götürdük
Ben, Sebahat, Selahattin, Ayla ‘Bin umut adayları’ olarak yola çıktık. Bir seçim şarkımız vardı, ‘Bîne bîne aştî, azadî, demokrasî bîne’, ‘Getir getir barışı, demokrasiyi getir’ böyle yola çıktık. Evet memleketin sorunlarına kayıtsız kalmadım ama aktif siyasete milletvekiliğiyle başladım ve bu şarkıyla başladım. Zorlu bir süreçti, DEP milletvekillerinin parlamentoda yaka paça atılıp, demokratik siyasetin engellenmesi üzerinden 13 yıl geçmişti. Yeni bir başlangıç ve iddia ortaya koymak için seçim barajını da anlamsız hale nasıl getirebiliriz diye bağımsız adaylar olarak yola çıktık. Halka umut götürdük. Barış, eşitlik, demokrasi umudunu götürdük. Gittiğimiz her yerde büyük bir coşkuyla karşılandık. Gittiğimiz köy meydanlarında gençler, kadınlar bizi böyle karşılıyordu. Bize bu sorumluluğu yüklediler, bizden bunu beklediler ve biz de elimizden geldiği kadarıyla halka götürdüğümüz seçim şarkısında söylediği gibi elimizden geldiğince sözcüsü ve temsilcisi olmaya çalıştık. Eksiklerimiz mutlaka olmuştur ve tüm halklara özeleştirimi veriyorum. Ben ve arkadaşlarımız canla, başla yapabileceğimiz ne varsa bu ülkenin barışı, özgürlüğü, demokrasisi için yaptık. Keşke daha fazlasını yapabilseydik, demokrasi sorununu, Kürt sorununu çözebilseydik. Ama büyük bir samimiyetle söyleyebilirim ki kendimize imkan ayırmadan bu mücadeleyi başarıya ulaştırmakta gayret ettik, gücümüz yetmedi ama bu mücadeleyi halklarımızın, kadınların, gençlerin büyük bir umutla yüklenip gittiğini görüyoruz ve yüreğimiz ferah.
Türkiye toplumuna çağrı: Bu ülkedeki kanı durduralım
Şimdi de DEM Parti bu mücadeleyi yürütüyor. Tüm baskılara, ısrarlara rağmen demokratik siyasette ısrar ediyor, barışı, demokrasiyi, çözümün sözüyle siyaset yapmaya çalışıyor. Siyasi aktörlere, STK’lara, kurum ve kuruluşlara aynı çağrıyı yapıyorum; gelin bu ülkedeki akan kanı durduralım, barışı Kürt, Türk annelerine armağan edelim. Tutuklanıncaya kadar, 8 yılık süreç içerisinde yürüttüğüm mücadelede inanılmaz duygusal anlar yaşadım, beni bağrına basan halkımıza kucak açtım, dertlerini dinledim, dertleştim, güç ve moral alarak yola devam ettim. Bizim barış analarına, evladını yitirmiş asker analarına, evladı hala dağda ve askerde olanlara tüm topluma bir barış sözümüz var. Bu barış sözümüzün ömrümün sonuna kadar arkasında olacağım. Çünkü gittiğim her yerde bununla karşılaştım, benden bunu beklediler ve bunu söylediler. Sayısız kez analar, ‘Benim evladım artık yok, başkalarının yüreği yanmasın’ dedi. Genç kadınlar bana, ‘Benim de kardeşim, eşim, amcam, babam dağda barış olsun onlar da gelsin’ dedi.
Bu davada sanık değil davacıyım
Türkiye'nin batısında yaptığım çalışmalar sırasında, ‘Biraz daha çalışın çözün bu sorunu’ diyenler oldu. 2015’te Aydın’daki seçim sürecinde yaşlı bir amca toplantı yaptığımız köy kahvehanesine gelerek, -Alevi yörük bir amcaydı, ‘Kızım duydum ki sen de Alevimişsin musahipliğin var mı, yoksa musahip olalım, Kürtler ve Türkler dünya ahiret kardeş olsunlar’ dedi. Çok etkilendim. Alevilikte musahiplik olmak istiyorsan Cem’de sana sorulur, ‘Sen bu musahipliğinle yoldaş olacak mısın, yanlışının önünde duracak mısın, yüreği yandığında senin de yüreğin yanacak mı? Bir tülbentin güneşte kuruyacağı süre kadar küs kalırsın ondan fazla kalamazsın’ der. Amca bana musahiplik teklif etti. Benim için çok önemliydi. Beni ayakta tutan bu manevi değerlerdir, her birine verdiğim sözü unutmadım, nefesimin son anına kadar da mücadele edeceğim. Silvanlı amcaya da, Nazilli’deki amcaya da, Kütahya’daki amcaya da, barış analarına da, Türk analarına da herkese verdiğim barış sözünün arkasında duracağım ve gücüm yettiği kadar mücadele edeceğim. Bu mahkemede kendimi hiçbir zaman sanık olarak görmedim, davacıyım. Bu kanı durdurmayanlara karşı, çözüm sürecini heba edenlere, Kürdün, Türkün acısını hissetmeyenlere karşı davacıyım. Kendimi hep böyle gördüm, böyle konumladım ve böyle mücadele ettim. Bu dava süreci de benim için bir mücadele süreciydi.
İnsanlarda nefret yok buna tutunabiliriz
‘Ortak bir gelecek kurmak istiyoruz’ dersek bunu yapmanın imkan ve olanakları vardır. Bunu nereden biliyorum. Şu son 40 yılda akan kana ve ocaklara ateş düşmesine rağmen hala bu toplumun yüreğinde karşılıklı bir kin nefret isteseler de yaratamazlar. Evet, tepkisellik var, dilde öfke var, karşıtlıklar var, birbirini anlamama var, karşı mahalleye kulağını kapama var ama yüreğinde hala bir nefret yok insanların ve bu çok kıymetli, buna tutunabilmeliyiz. Ben 2011 yılında ortalık karmaşık ve problemli olduğu bir dönemde Antalya’ya seçim çalışması için gitmiştim. Oradaki arkadaşlar ben gitmeden önce aradılar, ‘Başkan iyi mi olur kötü mü ama MHP’ye yakın bir yerel kanal var seni programa çıkarmak istiyorlar’, ben de düşündüm ve ‘Benim cevabını veremeyeceğim hiçbir soru yok ki neden provokasyon olsun, istediği kadar sorsun, kabul edin’ dedim. Katıldım ve birkaç soru sordu, ‘bölüneceğiz mi’ dediler. Burada anlattığım şekilde cevap verdim, ‘ayrı bayrak mı olacak’ diye sordular. Ve şunu söyledim bu ülkede herkesin değeri olan bayrağı tabi ki cezaevinde, her yerde bize karşı işkence aracı olarak kullandılar ama hala ben o bayrağa saygı duyuyorum, bir halkın bir ulusun temsilidir kimse kimsenin sembolüne bir saygısızlık yapmaz yapılmasına da izin vermez. Ayrıca sana şunu sorayım dedim, Almanya eyalet sistemidir değil mi peki Almanya’nın bir sembolünü hatırlıyor musun yok dedi, bu kadar gazetecisin, biliyorsun, neyi hatırlarsın, Almanya’nın ulusal sembolünü hatırlıyorsun işte bizim belediyelerimizin de bazı sembolleri var altı üstü budur.
Çözemeyeceğimiz sorun yok
Bunun içerisinde neden ayrı bayrak olacak, ülke bölünecek yaygarası koparılıyor? Sunucu döndü canlı yayında dedi ki ‘Sevgili seyirciler bu sorunun cevabını duymaya ihtiyacımız varmış, programı iptal etmemiz için bize baskı yapılıyordu ama bizim bu sözleri duymaya ihtiyacımız vardı.’ İşte böyle bir şeye bizim ihtiyacımız var, birbirimizin sözünü dinlemeye, anlamaya, kulaklarımızı sağır etmeyecek ortamlara ihtiyaçlarımız var. Bunu yaparsak çözemeyeceğimiz, konuşamayacağımız hiçbir sorun yok.
Özal’ın sis perdesi hala kalkmadı
Kürt sorununun bu kadar büyümesinin birçok nedeni var ama en önemlisi 200 yıllık tarih boyunca buna Osmanlı’nın son 100 yılı da dahil derin devlet ya da devlet aklı denilen grubun içinde bu konunun çözümü için bir ittifak olmamasıdır. Sürekli orada bir grup ‘Böyle yapalım’ bir grup ‘Böyle yapalım’ diyor ve didişiyor. Bu Osmanlı’nın son yüzyıllardaki kavgaları, İttihat ve Terakki’nin kavgaları ve farklı görüşleri de biliniyor. Çözüm için adım atmak gayretinde olan herkesin önüne bir engel çıkarıldı. 90’lardan bu yana olanlara tanığız, yaşadık, biliyoruz. Rahmetli Özal bu işi çözmeye kalktığında bedeli ölüm. Buna Eşref Bitlis de dahil ve o dönem neler yaşandığını bu devletin arşivleri şeffaf bir şekilde açıldığında ortaya çıkacaktır. 93’te gördüğümüz en ciddi süreçler yaşandı ve sonuçlanmaya en yakın süreçti fakat heba edildi. Bir taraftan silahsız 33 asker vuruldu bir taraftan Eşref Bitlis’in uçağı şüpheli bir şekilde düştü öldü, Özal’ın sis perdesi hala kalkmadı.
Çözüm süreçlerinde yaşanılanları anlattı
Rahmetli Erbakan, PKK Lideri Öcalan’a mektup göndermiş biridir, bunu herkes biliyor. Fakat o çözüm için mektup gönderdiğinde bombalar patladı. Sonra da Şubat Darbesi yapıldı. İşte bu devletin derin yapısındaki kavgadır. Onun için 28 Şubat Darbesi’ni manşete atıp gazete çıkardılar. Bunların farkındayız. Son çözüm süreci başladığında, ben niyet okumuyorum birileri gibi en nihayetinde bir diyalog süreci vardı. Oslo’da görüşmeler yapılırken burada çeşitli operasyonlar adı altında partinin bütün yöneticileri, üyeleri, kadınları, yerel yönetimlerdekiler absürt suçlamalarla tutuklandı. Buna rağmen diyalog kesilmedi. Şu an internette Hakan Fidan ve Oslo görüşmelerinin nereden, nasıl sızdırıldığına, sürecin nasıl provoke edildiğine dair çok ayrıntılı bilgiler var. Yeniden bir çözüm ve diyalog ortaya çıktı, bizler çalışmalara başladık; Paris’te 3 Kürt kadın katledildi. ‘Silahları arkada bırakabiliriz’ mesajı vermek için Habur’dan gelenler 24 saat kasıtlı olarak bekletilip insanların ‘Acaba bunlar tutuklanacak mı?’ diye kaygıya kapılmasına ve gösterilerin gelişmesine neden oldular. Yoksa o insanlar sessiz sakin bir şekilde gelecekti, yok ne gösteri olacaktı ne de Türkiye’nin batısı tahrik olur diye bir gündem olmayacaktı. Çünkü gelecek kişilerin daha önce hakkında bir soruşturma yok bir tutuklama kararı olmadığına dair çalışma yapılmıştı. Her şey bu kadar konuşulmuş kararlaştırılmıştı. Bu işi çözebiliriz, silahlara veda edebiliriz mesajı vermek, bu mesajı güçlendirmek ve çözüm sürecini ilerletmek için yapılmıştı ama ona da tahammül etmediler. 200 yıllık sorun, bir yanıyla devletin Kürtlerle çatışması bir yanıyla kendi içindeki çatışmasıdır.
İktidar çözüm sürecine sahip çıkamadı
İşte Kobanî olaylarındaki provokasyonu tertipleyenler 2014 yılında hükümetin ‘çöktürme eylem planı’nı da uyguladılar. Bunu yapmazsak aman aman isyan çıkacak, bunu yerine koydular. Artık iktidar çözüm sürecine sahip çıkamaz hale geldi. 7 Haziran seçimlerinde de istediği sonucu da alamayan iktidar her şeyi dağıtarak başladılar kumpaslara. Arkasından bütün samimiyetimizle anlattık, hendek ve barikat dediğimiz meseleler bu kadar büyük ağır tahribatlar yaşanmadan çözülebilecekken bilerek ve isteyerek kasıtlı olarak darbeciler tarafından uzatıldı, büyütüldü, kentlerimiz yıkılıp yakıldı, insanlarımız yaşamlarını yitirdi. Bu ülkede çözüm karşıtı güçlerin bu kadar etkin olması gözümüzü korkutuyor. Ama dün de söyledim korku insanın en büyük zaafıdır, bununla baş etmeyi başaramazsak hiçbir şeyi çözemeyiz. Onun için bu korkuyu yenmek ve devlet içindeki asıl bu farklı yaklaşımlarla yüzleşmek zorundayız. Çünkü bu meseleleri başka bir noktaya getiriyor. Bu açıdan çözümden yana bir devlet aklının ortaya çıkması lazım.
Kürt sorunu demokrasi sorunudur
Bu yüzyıllık hatta Osmanlı’nın son yüzyılı da dahil olmak üzere 200 yıllık süreç bir taraftan devletin Kürtler ile kavgası öte yandan devletin kendi içerisindeki kavgasıdır. Onun için de meseleler yerli yerine oturmuyor. Yazık değil mi? En son geldiğimiz aşama anayasal rejimi ortadan kaldırma pahasına tartışmaların zemini haline geldi. Kürt sorununun çözümü aynı zamanda cumhuriyetin daha sağlam temellere oturması, demokratik bir hukuk devletinin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi anlamına gelecek. Kürt sorunu bir demokrasi sorunudur. Tavuk mu yumurtadan çıkmış, yumurta mı tavuktan çıkmış demeye hiç gerek yok. Birbirlerini etkileyen iki şeydir. Kürt sorunu çözülürse demokrasi gelişir, demokrasi gelişirse Kürt sorunu çözülür. Demokrasi ve insan hakları olursa Kürt sorunu çözülür, Kürt sorunu çözülürse demokrasi ve insan hakları gelişir. Bu ikisi birbirini karşılıklı etkiliyor olumlu da olumsuz da.
Bu salonda olmamızın tek nedeni Kürt sorunu
Kürt sorunu bir hak ve özgürlük sorunu, bir demokrasi sorunu, bir insan hakları sorunu. Bu ülkenin demokratik cumhuriyet olup olmayacağına dair vereceğimiz cevabın altında yatan bir sorundur. Buradan bakarsak bu sorunu çözmek kolaylaşır. Bu sorun çözülemeyecek, içinden çıkılamayacak bir sorun değil. Evet bir yönüyle bu sorun daha da derinleşti, çok farklı çok katmanlı bir soruna dönüştü ama çözme iradesi olursa çözülemeyecek bir sorun değil. Ne yapabiliriz, nasıl çözeceğiz? Benim elimde hazır bir cevabım yok. Hem uluslararası sorunu çözerken hem onları nitelendirirken çözüme dair belirlenmiş ilkeler var. Bu konuda karar verilirse biz de rol alabiliriz. Bir kez sorunun varlığını kabul edeceğiz. Bir sorunumuz var, yokmuş gibi davranmaktan vazgeçeceğiz artık. Hani Erdoğan çözüm sürecini buzdolabına kaldırdıktan sonra Rusya dönüşü ‘düşünmezseniz yoktur’ demişti ya böyle olmuyor. Var. Bizim bugün bu mahkemede olmamızın bir tek nedeni var; Kürt sorunu.
Kışanak’ın beyanlarının sona ermesinin ardından öğlen arası verildi. Duruşma öğleden sonra avukat beyanlarıyla devam ediyor.
17 Ocak 2024