Demirtaş: Türkiye’ye en uygun model demokratik özerkliktir

Kobanî Kumpas Davası, Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesinde görülüyor. Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş savunmasına bugün de devam etti.

Tarihe not düşelim 

 “Dün savunmamı ‘kendini bil’ desturu üzerine kurmuştum. Bugün yine savunmamı ‘hiçbir şey göründüğü gibi değildir’ temeli üzerine oturtmak istiyorum. Çok kısaca gerçekliğin göründüğü gibi olmadığını size açıklayayım. Öncelikle duyularımız ile elde ettiğimiz veriler beynimize ulaşır ama dış dünyada olan biten her şeyi ne alabilecek duyularımız ne de beynimiz var. Yüzde yüz çalışsa bile bir saniyelik temasta bize dönük akan verilerin bir saniyesinin tamamını alamaz. O nedenle dış dünyaya dair gerçeklik algımız son derece sınırlıdır. Birey olarak iç dünyamıza ve kainata dair bilgimiz sınırlıdır. Biz kendimizi kralı olarak görürüz, insan kendini dünyanın merkezi olarak düşünür ama dış dünya, veriler, bilgiler ve bilimsel işleyiş göz önünde bulundurulduğunda bir noktadan ibaretiz. Çoğu zaman sosyal ve toplumsal olayları incelerken çoğu şeyi algılayamayız. Şöyle tarif edeyim. Herhangi bir nesneye bakıyoruz, ısısını hissediyoruz, nano saniyede bile veri akıyor beynimize. Şu anda heyete bakarken, ekrana bakarken gerçek bilgilerin trilyonda biri bile değildir.”

“Ben savunmaya başlarken bile edindiğim bilgi şurada gördüğüm bilgi ile sınırlı kaldı. Çok sınırlı bilgi beynime ulaştı. Bu sınırlı bilginin tamamını da alamadım. Bu ortamın fiziki koşulları, kimliğim, yetiştirilme tarzım hepsi bir elek görevi gördü ve gerçek bilginin çok az bir kısmının beyne ulaşmasını sağladı. Bizim, ‘kainat bilgisine sahibiz’ gibi bir iddiamızın olmaması lazım. Bilgi akışkandır, değişkendir. Biz bu verilere asla tamamıyla hakim olamayız. Gördüğümüz şeye hakikat deriz, bilgi deriz ama mutlak değildir. Doğada renk sadece ışıkta var. Ama biz dünyayı renkli görürüz. Şu anda biz renk görebiliyoruz çünkü ışık var. Her elementin ışığın frekansına göre yansıması farklıdır ve bu şekilde oluşan rengi görürüz. Biz her şeyi renkli görürüz, oysa hiçbir şey renkli değildir. Her şey renksizdir. Sadece ışık renk oluşturur. Bu iki bilgiden yola çıkalım şimdi. Sosyal ve toplumsal olaylara ışıksız bakarsanız gördüğünüz her şey yanlıştır. Bugün savunmada değineceğim meseleler de böyledir, gerçeğin çarpıtılmış halidir. Herkes kendi çapında ulaştığı kanaattir. Hendek meselelerinde de böyledir. Bu davada da böyledir. Heyetinizin, bizi yargılayan devletin, hükümetin ve medyanın gördüğü gerçeklik gerçeklik değildir.”

“Barikatlar, hendekler kazıldı, çatışmalar yaşandı. Bunları Demirtaş da savundu, öyle mi? Değil. Biz kendi iddiamızı, iddianamemizi ortaya çıkaralım. Biz suçlu değiliz. Başka suçlular var. En başta suçlama konusu yapılan demokratik özerklik nedir onu anlatarak başlayalım. Biz kafadan mı uydurduk bunu? Seçim beyannamelerimizi hatırlatmak istiyorum. Örneğin Demokratik Toplum Partisi (DTP) 2010 yılında bir tutum belgesi yayınladı. Başlıklardan bir tanesi demokratik özerklikti. Uzun uzun okuyayım size ama temelinde halkın karar sürecine katılımını savunur.” 

Ne demek istediğimizi seçmene anlattık

“Kapatılan veya değişen tüm partilerimizin savunduğu ve programlarında yer alan hususlardandır. Partimiz kapatıldı ama bu hususlar kapatılma gerekçesi olmadı. Barış ve Demokrasi Partisi sonra kuruldu. DTP’nin seçim beyannamesini köy köy, mahalle mahalle dağıttık 2014 seçimlerinde. Kampanyamızın sloganı bile ‘Demokratik Özerklik ile Özgür Kentlere’ idi. Bu sloganımız yasaklanmadı, yasaklanamaz. Ne de illegalize edilmiş. HDP’yi kurduk. Programını açıp size okuyayım. Bu partimizde de demokratik özerklik kısmı var. Kadın çalışmaları da özgün bir başlıkta yer alıyor. 7 Haziran seçim beyannamesinde de aynı şekilde yer alıyor. 7 Haziran’dan sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde de anadil, kadın başlığı ve özerklik başlığı yer alıyor. Ne demek istediğimizi seçmene anlatmışız.”

Demokratik özerkliği hep savunduk

“Demokratik özerkliği bugüne değin hep savunduk. Sistematik bir biçimde hiçbir taviz vermeden bir düşünceyi siyasi program olarak savunmuşuz. Kadın çalışmalarını, anadil çalışmalarını da savunmuşuz. Partimizin bütün programlarını tüm aşamalarda seçmene vaat etmişiz. Merkezi iktidara gelirsek gücümüz ile yapacağız. Çok sayıda çalıştay yapmışız bu konuda. Dolayısıyla özerklik fikri bir anda ortaya çıkmış, barikat-hendek ile ortaya çıkmış bir şey değildir. DEM Parti programında da vardır. Dolayısıyla özerkliğin terör faaliyeti olarak görülmesi doğru değildir. Şimdi bu hendek-barikat dönemine dönelim. Orada bir terör mü var, yoksa terör mü estirilmiş birlikte bakalım. Ayrıca devlete beğendirmek zorunda da değiliz. Biz halka konuşuruz, devlete konuşmayız.”

Özerklik bir yönetim biçimidir

“Özerklik bir yönetim biçimidir ve savunulması bölücülük değildir. İnsanlar bağımsız Kürdistanı da savunabilir ki bu da suç olamaz. Nedir demokratik özerklik? Bir yönetim modelidir. Başka bir parti başkanlık sistemini önerir. Bir başkası parlamenter sistemi önerir. Bunlar hepsi fikir düzeyinde tartışılır. Faşizmi oylamaya götüremezsiniz, ayrımcılığı ve kadın düşmanlığını sunamazsınız ama devlet mimarisi için modelleri sunarsınız. Mesela başkanlık sistemini önerenler ve hayata geçirenler serbest, bir başka modeli savunmak ise suç. Neden?
Çünkü Abdullah Öcalan da PKK de özerklik demiş.”

Hayata dair her şey söylenmeli 

“Eğer beni duyuyorsa Abdullah Öcalan’a da çağrı yapmak istiyorum. Bence iki kere iki de dört eder de demeli, hayata dair her şeyi söylemeli. Çarpım tablosundan da çıkarılacak mı görelim. Bir fikrin hayata geçme biçimi önemlidir. Eğer şiddet ile hayata geçirirseniz suç olur. Bugün kullandığımız bilimin ve teknolojinin çok büyük bir kısmı Yahudiler tarafından kazandırılmıştır. Şu anda Yahudilerin şirketlerini falan protesto ediyorlar ya bence yerçekimini protesto etsinler. Kuantumu tanımayın ya da uzayı tanımayın. Bir bakalım ne olacak. Mesela asansöre binmeyin, gavur icadıdır. Önünüzdeki mikrofonu icat eden kişi Türk’e karşı olan biri olabilir mi bilmiyorum ama örneğin onu da kullanmayın. Telefonu örneğin kullanmayın.” 

Kürtler 100 yıl sonra bir fikir gerçekleştirmişler, anlatmaya çalışıyorlar

“Bir başka şey ile devam edeyim. Hilafeti savunmak, şeriatı savunmak suç değil. Bence de ifade özgürlüğüdür, kesinlikle savunabilirler. Bunu hileyle, suçla isteyenler yapamazlar. Kürtler 100 yıl sonra bir fikir gerçekleştirmişler, anlatmaya çalışıyorlar. Bırakın Meclis’te, basında anlatmamızı, hakimlere karşı savunmak zorunda kalıyoruz. İşte bunun adı Kürt sorunudur. Bugün İstanbul’un ortasında hilafeti savunabilirim, başım okşanır ama Kürtlerin savunduğu bir modeli savunamam.” 

Bu elbiseye sığmıyoruz

“Peki, nasıl bir arada yaşayacağız? Anayasa herkes Türk’tür diyor. Türkçe dışında anadilde eğitim yapılamaz diyor. Geriye kalan hiçbir dil anadil değildir diyor. Ortak tarihimiz vardır diyor. Orta Asya’dan geldik, kurt asenadan bugüne destanlarımız vardır diyor. Bizi millet yapan ortak değerlerimiz vardır diyor. Bunlar dayatılıyor. Örneğin Topal Osman'dan kıvanç duymalıyız. Bunlar olursa tek dil, tek bayrak, tek millet olarak yaşamak mümkün. İyi de biz bu elbiseye sığmıyoruz. Sığmamız için itiyorlar ama sığmıyoruz. Türkiye’nin yarısı sığmıyor. Olmuyor niye zorluyorsunuz? Bir Çerkes Türk’üm diyebilir bir Ermeni de diyebilir onu suçlayamayız. Problem de yok burada. Ama Türk değilim diyenler konusunda sıkıntı var. Türk’üm diyenlerin başımızın gözümüzün üstünde yeri var. Kimseye bir şey diyemeyiz. Ben ne olacağım, ben Kürt’üm dediğimde ne olacak? Sorum budur. Devlet şu anda bizi bölücü, terör, işkence, sürgün parantezine oturtuyor. Ben Kürt’üm, sosyalistim, Boşnak’ım, Çerkes’im diyenler ne olacak? İşte demokratik özerklik bunun için bir çözüm önerisidir. Anadolu, Mezopotamya, Trakya’sı ile çok kimliklidir. Sosyolojik birliğini hiçbir zaman sağlamamıştır. Buna yeltenenler katliamlar yapmıştır. Ancak hiçbir zaman tek dil, tek millet olamamıştır.” 

20 bin yılda burası tek dil, tek kimlik olmadı

“Yaşama en elverişli yer burası. Zaten insanlık buradan yayılmış. Kuzeye göç edenlerin teni açık kalmış. Güneye indikçe yoğun güneş nedeniyle oradaki canlıların yaşayabilmesi için tenleri giderek koyulaşmıştır. Ama ilk medeniyet burada kurulmuştur. Kurulduğu yer Mezopotamya Havzasıdır. 20 bin yıl önce dünyanın merkezi burasıydı. Ama asla, hiçbir zaman tek dil, tek kimlik olmadı. Anadolu coğrafyasını tek dil ile yönetemezsiniz.” 

Bize yeni bir model lazım

“Tek adam ile yönetemezsiniz, tek millet ile yönetemezsiniz arıza çıkar. Kimseye kabul ettiremezsiniz. Duruşma salonunda bulunanlara kabul ettirirsiniz belki. Milyonlarca kişiye, halka kabul ettiremezsiniz. İsyan ederler. Ne lazım bize o zaman, yeni bir model lazım. Kürt halkı, siyaseti ve hareketi yıllarca bunu tartıştı. 100 yıldır bunu tartışıyor. PKK bunun son halkasıdır. Biz bir çözüm üretmek istiyoruz, mağdurlar olarak çözümü biz üretiyoruz. Birlikte yaşamak istiyoruz mağdurlar olarak ama muhatabımız yargıçlar, hakimler oluyor. Bu bir sorun işte. Adı da Kürt sorunudur.” 

Türkiye’ye en uygun model demokratik özerkliktir

“Neden Türkiye için en uygun model demokratik özerkliktir? Yerelin ihtiyacı her zaman farklıdır, acildir, hızlıdır. Bu talepler de sürekli değişir. O yüzden dünyada bütün ülkeler yerel yönetim modellerini uygulamak zorundadır. Oysa en çok ihtiyaç duyan coğrafya burasıdır. Herkesi demokratik ilkeler çerçevesinde yönetime dahil etmektir. Herkes bu devlet, bayrak benim diyebilsin diye. Küçük bir elit grup ya da tek adam yönetirse kutuplaşma oluşur. Dikkat edin Kürtler ve Türkler şeklinde de kamplaşma oluşmuyor. İktidar ve muhalefet olarak kamplaşma oluşuyor. İkiye bölünür. Bir belediyemiz vardı bu modeli uygulayacak ama kayyım atandı. Muhtarlara bile kayyım atandı.” 

Yozgat’ta demokrasi olmazsa rahat edemeyiz

“Herhangi bir yerel yönetim mekanizması diğerine baskınlık, büyüklük taslamaz. Görevleri eşit olmalı ve Anayasada bu eşitlik sağlanmalı. Kimliğe dayalı olmamalı. Bunu biz öneriyoruz. Örneğin federal bir bölge de önerilebilirdi ya da bağımsızlık. Ancak Türkiye’de de demokrasinin gelişmesini istiyoruz. Bu siyaseten de doğrudur ama en çok ahlaki olarak doğrudur. Onun için de demokrasi istemek zorundasınız. Yozgat'ta demokrasi olmaz ise biz rahat edemeyiz. O yüzden geniş bir uzlaşma ile Türkiye’de bunu sağlamalıyız. Bunu savunuyoruz.” 

İkinci, üçüncü resmi dilin kime ne zararı var?

“Genel adalet, güvenlik, sınır güvenliği ve diğer politikalar merkezi parlamentoda olmalı. Yerel meclislerin aldığı her karar Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmalı. Tabii özgürlükçü bir anayasadan bahsediyorum. Bunlar seçimle gelmeli ve seçimle gitmeli. Belediye meclisi ile halk meclislerinin ayrı olması gerekiyor. Vali seçimle iş başına gelmeli. Bütün özerk bölgelerin resmi dili Türkçe olmalı ama her bölge hangi kimlikten olursa talep olması halinde ikinci ve üçüncü resmi dili kullanabilmeli. Türkçenin yanında Trakya, Boşnakça resmi dil olarak kabul etmek istiyorsa bunun kime ne zararı olabilir? Örneğin Kürdistan'da Kürtçenin ikinci üçüncü resmi dil olmasının kime ne zararı olur? Hindistan’da onlarca resmi dil var. Avrupa'nın pek çok ülkesinde aynı şekilde resmi dil var." 

İnsanlar yüz yüze olduğunda doğrudan demokrasi gelişir

"Türk’ü yeniden tanımlayalım ya da Türkiyeli diyelim. Ya da istiyorsanız 100 yıl boyunca Kürt diyelim. Türk’ün ne olduğunu Anayasa’da tanımlayalım. Diyelim ki bu anayasa bütün etnik kimliklerin, dillerin ortak anayasasıdır. Bütün yerel ve merkezi yönetimlerin ortak anayasasıdır. O zaman bu sorun olmaz. Bu mümkün mü? Türklüğü bir etnik kimlik olarak çıkarıp bu hale getirebiliriz. Türk milleti diye bir millet var. Tarihi var. Bunlar kalsın. Tekçi ulus değil çok kültürlü ve dilli bir ulus olabilir. Biz buna demokratik ulus, özerklik diyoruz. Sivil demokrasinin gelişmesi için bölge meclisleri, köy meclisleri kurulabilir. İnsanlar mescide gidiyor, cemevine gidiyor. Aynı şekilde bu meclislere de gider, kendi arasında seçim yapar, kararlarını bir üst meclise götürür ve taleplerinin karşılığını alır. İnsanlar birbirleri ile temas ettiği için, yüz yüze olduğu için doğrudan demokrasi gelişir. Halk kendisini yönetmeye başlar. Artık bir mahalleye kanalizasyon ya da park yapılıp yapılmayacağını ancak oradaki halk bilir. Meclis veya hükümet bunun kararını veriyorsa bu yanlıştır. Demokratik özerklik yüz yıllık Kürt sorununun bitirilmesinin bir vaadidir." 

Öcalan devrede olmalı 

“Hiçbir zaman bunu zorbalıkla dayatmadık. Eğer hükümet olsaydık referanduma götürürdük. Kürtler olarak teklif olarak sunuyoruz, 100 yıllık Kürt sorununu gelin bitirelim. Abdullah Öcalan devrede olmalı. Kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın. İki kere iki dört. PKK’ye savaşı yürütüyorsun gidip ETA ile müzakere yürüteceksin. Böyle olur mu? Demokratik özerklik uzlaşma ile olur. Rıza üzerine inşa edilir. Silah ile olmaz, hendek ve barikat ile olmaz. Ben bunu ilk günden beri böyle savundum. Demokratik özerklik silah zoruyla olmaz. Sadece ikna ile olur. Bir arada yaşamak zorla olabilecek bir şey değildir. Abdullah Öcalan’ın yapmaya çalıştığı buydu. Siyaset ve müzakere ile. Silahın özerklik ile alakası yoktur. Kim ne yapmışsa, niye yapmışsa kendisini de izah edebilir. O dönemde yaptığım konuşmalara da bakalım. Bahçeli ve Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar ve devletin müdahalesi ile ortaya çıkan sonuçlara dair konuşmalar yapmışız. Bizden istenen şuydu; hükümetin yaptığı şeylere sesini çıkarma. Bir tarafta devlet bir tarafta örgüt ise hukukun uygulanmasını devletten istersin. İnsan haklarını bir parlamenter olarak kimden beklersin? Devlet olmanın gereği budur. Devlet o dönem ne yaptı? İddianamede yok. Ondan önce biz ne yaptık onu da anlatacağım.” 

Bu bir algı operasyonudur

“Yine gerçeklik burada göründüğü gibi değildir. Bir algı operasyonudur. Birkaç ilçede özerklik ilan edildi. Gençler polisin ilçelere girmesini istemiyordu. Ellerinde de silah yoktu. İlk başlarda böyleydi. ‘Gidip copluyorsunuz, baskı uyguluyorsunuz, cezaevine atıyorsunuz. Hendek kazmasın da ne yapsın?’ demişiz. O sırada henüz çatışmalar başlamamıştı. Biz o dönem heyet göndermişiz. Bugün hakkımızda atıp tutan Altan Tan ile Sırrı Süreyya, Pervin Buldan ve Hatip Dicle’yi bölgeye göndermişiz. Bölgede giriş çıkış uygulanmış. Görüşmeler yapıyoruz. Kime ulaşabildiysek bu durumun bitirilmesini istedik. Örneğin Silvan'da başladığında Nimetullah Erdoğmuş ve Altan Tan başta olmak üzere Diyarbakır Valiliğine gitti. Diyarbakır Valisi de gençlerin oradan çıkmayı kabul etmesi halinde elinden gelen ne ise yapacağını söyledi. O da dedi ki ‘Komutanları ikna etmek istiyorum’. Çatışmaları bitirmek için. Böyle bir uzlaşma sağlamak için elimizden geleni yapıyorduk. Biz kendi görüşmelerimizi, onlar kendi görüşmelerini yaptı. Bir uzlaşma sağlandı ve bir akşam sokağa çıkma yasağı kaldırıldı ve Silvan'daki grup orayı terk etti. Dönemin içişleri bakanlığı ve valisi bunu biliyor. Aynı şeyi Yüksekova için uygulamaya çalıştık. Çünkü halk istiyordu. Ama başaramadık.” 

Efkan Ala çıksın konuşsun 

“Şırnak için bir korucu geldi. Kandil’de üst düzey kişiler ile görüştüğünü söylüyordu. Ankara’ya gelmişti. Sırrı Süreyya Önder bize söyledi. O dönem güvenlik müsteşarı Muhammet Dervişoğlu yanına gitti, ‘Bu korucubaşı bunu söylüyor’ dedi. Şırnak'ta operasyonların durabileceğini söyledi. Onlar da konuyu ciddiye aldılar ve bir gün uğraştılar. Ordunun bir kademesinde tıkandı. PKK’nin içinde de tıkandı. Biz çıkmalarını istiyorduk. Ordunun izin vermesini istiyorduk ama bunu sağlayamadık. En çok Sur için uğraştık. O dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala çıksın konuşsun. Ne kadar uğraştık? Ben Kandil’e gittim. Ulaşamadım ama aracılar aracılığıyla söz almak istedim. Oradan çıksınlar diye.” 

Siyasetle halletmeye çalıştım


“Partimiz bu doğrultuda çalışıyordu. Bir gel git yaşandı ve en son ikna oldular. Çünkü biz kabul etmiyorduk. Onların da çağrı yapacağını hükümete ilettik. Hükümetten de aynı şekilde söz aldık. Dengeli bir konuşmayla ne devlet ne da başka bir tarafı kimseyi kırmadan bir konuşma yapmaya çalıştım. Siyasetle bunu halletmeye çalıştım. Devlet benim ne konuşma yaptığımı, niçin yaptığımı biliyordu. Ancak medya öyle bir şekilde verdi ki siyasetçilerden zehir zemberek konuşmalar geldi. Efkan Ala, Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan hepsi öyle sert açıklamalar yaptı ki bir iki gün geçti ve Kandil’den daha sert bir açıklama geldi. Onlar da herhalde Demirtaş bizi kandırdı diye düşündü. Daha sonra hükümetin, devletin kontrolünden çıkan bir şeye dönüştü.” 

Darbenin önü açılmaya çalışılıyordu

“Özyönetimlere yönelik Sur’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Hakkari’de operasyon düzenleyen komutanlar, valiler, hatta operasyonun bir numaralısı darbeden tutuklandı. Biz çözmeye çalıştıkça neden tırmandığını anlamaya çalışıyorduk. Darbeden sonra öğrendik. Çünkü darbenin önü açılmaya çalışılıyordu. Devlet, ülke bölündü bölünecek görüntüsünü yaratıp darbe yapmak istiyorlardı. Günah keçisi kim oldu? Kürtler. Gençlerde sadece silah vardı. Sen ise karşısına tank ve helikopterle çıkıyorsun. Biz o dönemde de ‘Sen nasıl böyle bir şey koyarsın?’ dedik. ‘Şehri niye yıkıyorsunuz?’ diye soruyorum, bana teröristlere arka çıkıyorsun diyorlar. Helikopterle müdahale eder mi ya küçük bir mahalleye sıkıştırdıkları bir gruba karşı. Bir devlet bunu neden yapar? Nedenleri daha sonra ortaya çıktı. Devlet Bahçeli ve Erdoğan bunu biliyordu.”

Silahların susması için çağrı yaptık

“Devlet Bahçeli Nusaybin için ‘Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın’ diye açıklama yaptı. Bu şiddet çağrısı mı değil mi? Bir de size okuduğum bizim açıklamalar ile karşılaştırın. Bizim açıklamamız mı bu açıklama mı terör? Terör işte budur. Sivil gözetmeksizin orayı yerle bir etmek. Erdoğan da Bahçeli’den iki sonra açıklama yaptı. Ülkenin Cumhurbaşkanı top atışları ile vurulmasını istedi. F-16 neden kullanılmıyor diye tartışıldı. Gazze'ye yapılanın aynısı o dönemde yapıldı. Şimdi biz bundan yargılanıyoruz. Savcı Bahçeli’nin, Erdoğan'ın, Davutoğlu’nun konuşmalarını niye koymuyor? Kürt halkının yaşam hakkını savunduk. İddianamedeki konuşmalarım orada duruyor. İddianamede olmayan konuşmalarımızı okuyayım size. Eylül ayında bütün bu hendek ve sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerde miting yapma kararı aldık. Her yere gittik ve silahların susması için çağrı yaptık. Tek birinin burnu kanamasın diye konuşmalar yaptık. Bunlar niçin iddianamede yer almıyor? Eller tetikten çekilmeli şeklinde açıklamalar yaptık. Bunu dediğimiz için neredeyse bize küfür ediyorlardı. Müzakere çağrısı yapıyorduk ama ‘Terörist ile müzakere olmaz’ diyorlardı. Ama üç yıl boyunca yaptı değil mi?” 

Sonuna kadar barış dediklerini söyleyen Demirtaş, o dönemde sarf ettiği sözlerini ve Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’na karşı açıklamaları okuyarak anımsattı. 

“Bakın konuşmalarımda ‘Barış için, özgürlük için direndikçe arkanızda olmaya devam edeceğim’ demişim. Bakın bu konuşmayı iddianamede bulamazsınız. Konuşmalarımızın büyük bir bölümü çarpıtılmış. Bütün çağrılarım müzakere masasına dönülmesine dönüktür. Bu konuşmalarda da tek bir gencin silah tutmasına gerek olmadığını söylüyordum. Ben böyle dediğim sırada ‘taş üstünde taş kalmasın’ diyenler vatansever, biz ise terörist olarak gösteriliyorduk. Devlet barış istese bugün barış olur. Hemen bugün diyalog masası kurulur ve barış sağlanır. Diyalog ile sorunun çözümü mümkün iken bunu yapmıyorlar. Türk halkı bunu sormayacak mı? Ülke işgal altında, bölünme tehlikesi var yalanlarını daha ne kadar sürdüreceksiniz?”

Üç beş genci bahane ederek ilçeleri yıktılar 


“Adem Huditi, medyada Sur ve Cizre’yi temizleyen komutan olarak duyurulurdu. Aynı medya darbenin ardından ‘baş hain’ diye manşet attı. Bu adam oradaki operasyonların baş sorumlusu. Gerçekten hukuka uygun hareket ettiklerine inanıyor musunuz? O zaman parlamentonun bombalanması da yalandır. Kökü yalan. O zaman iftira atıyorsunuz bunlara. Kim emir verdi bunlara. Ahmet Davutoğlu. Ev ev, mahalle mahalle temizleyin dedi. Üç beş genci bahane ederek ilçeleri yıktılar. Karşıda bir direniş var mı o da bilinmiyor. Bakın aylarca çatışma yokken bombaladıklarını biliyorum. Bakın bir askerin itirafları var, onları da şimdi paylaşacağım. Bunların kafalarında darbe planları var. Birkaç ay sonra bir darbe planları var. Sizce kafalarında darbe planı olanlar vatanı ve milleti mi koruyorlardı?” 

Hem Kürt’ün evini başına yık hem de darbe yapıp devleti ele geçir

“Bir devlet bunlar hiç yokmuş gibi nasıl davranır? Alnı secdeye giden duymuyor, sosyalisti duymuyor. Kardeşim siz bunları yaptınız. Bize iftira attınız. Kürt halkına zulüm yaptınız. Siviller, çocuklar ölüyor dedikçe bize terörist dediler. Aha size devletinizin komutanları. Bir kişi çıksın savunsun bakalım. Yüreği yeten çıksın savunsun bakalım. Hepsi darbeci ve tutuklu. Ama bunların işlediği suçlardan dolayı biz tutukluyuz. Şırnak’taki operasyonların komutasını sürdüren Semih Terzi Ankara’da devlet kurumlarını bastı, Kürt’ün evini mi basmayacak! Tank ile şehirlere girmişler. Öyle yıktılar. Hem Kürt’ün evini başına yık hem de darbe yapıp devleti ele geçir. Böyle bir rezillik olabilir mi? Semih Terzi darbenin bir numaraları arasında yer alıyor. Bunların bir kısmı cezalarını yattı bitirdi bu arada ama biz hala içerideyiz. Sizin Kürt’e madalya takmanız gerekiyordu. Siz de darbecilere karşı savaştınız diye ama bunu görmüyorsunuz. Ancak size göstereceğiz.” 

Demirtaş, katledilen bebeklerin ve çocukların kanlı fotoğraflarını mahkeme heyetine göstererek, “Bunları kim yaptı? Bakın anneler çocuklarını günlerce soğutucuda tuttu cenazesi bozulmasın diye. Burası Gazze değil Şırnak'ın ilçesi Cizre. Buyurun, bunların ben mi yaptım? On beş kişilik bir militan grup mu yaptı bunları? Burası da Cizre bodrumları, çoğu sivildi. Çıkarmaya çalıştık. Üçlü konferans yaptık. Karşıda Sağlık Bakanı vardı. Kafalarını çıkardıklarında ateş ediyorlardı. Cizre bodrumlarında onlarca genci diri diri yaktılar. Daha sonra ‘Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim’ dediler. O bodrumlar işte bu bodrumlar. Kürtler bunları biliyor. Bunlar insan, armut değil.”

Demirtaş, Gazze’de katledilen çocukların ve kentin fotoğrafları ile Cizre’deki katliamların fotoğraflarını göstererek, “Bunu Hamas yaptı diyebilir misiniz? Bakın biz yapmış olabilir miyiz? Ya da az önce size gösterdiğim komutanlar yapmış olabilir mi? Hangimiz daha şüpheliyiz. Biz bu halkın seçilmişleri olarak sessiz mi kalsaydık? Zulüm yok mu deseydik?” dedi. 

Demirtaş, daha sonra “Katliam yaptık, emri senden aldık uzun adam” şeklindeki fotoğrafı göstererek, bunun bir itiraf olduğunu ve bunların yargılanıp yargılanamayacağını sordu. 

Demirtaş, şöyle devam etti: “Duvara ‘Devlet geldi’ diye yazmışlar. Devlet nereye geldi, Silvan’a. Kürt’ün duvarına ‘Piçler nerede?’ diye yazmışlar ve üstüne de Türk bayrağı çizmişler. Ben Türk bayrağını bir siyasetçi olarak Kürt’e nasıl sevdireceğim? Hadi gel de sev sevebiliyorsan. Bakın bir başka duvar yazısında Allah’ı da işin içine karıştırmışlar. Allah’ın zaferi diye yazmışlar. Halkları birbirine düşürmek için neler neler yaptılar.” 

“Hiçbir savcı hakim de darbeden önce sen Şırnak’ta, Hakkari’de ne yapıyordun diye sormadı onlara. Biz mi halkları kışkırtıyoruz? Biz zavallı, korkak olduğumuz için mi barış diyoruz?  Bunlar yüzünden 7 yıldır bizi hücrede tutuyorsunuz. Bunların işlediği suçtan dolayı Kürt’ü cezalandırıyorsunuz. Bakın burada (fotoğraf gösteriyor) Kuran’ı Kerim yakmışlar. Hakkari’de yaktılar. Bunlar bulundu mu, ceza verildi mi? Bu döneme ilişkin savunmaları bu detaylarla yapmak da istemiyorum. Neler yapmadılar ki bize? Bütün o acıları durdurmaya çalışırken yetmezmiş gibi terörist katil olarak cezaevine atıldık. Bunu yapanlar ise keyif yapıyor.” 

Devlet şehirleri yaktı 

“Tek tek evlere girerek altınları, paraları çaldılar. Kadınların makyaj malzemeleriyle, çamaşırlarıyla neler yaptılar bunları anlatmak dahi istemiyorum. Af Örgütü, İnsan Hakları Derneği, Diyarbakır Barosu ve pek çok kurumun raporları buradadır. Okumak isterseniz duruyor. Evlere, yaralılara, cenazelere yapılanların tek tek hepsi yer alıyor. Ancak biz bu raporları okuyarak öğrenmedik, biz bunları yaşadık. Vergi ödediğimiz devlet gelip şehirlerimizi yıktı, bizi öldürdü. Devlet kendisine silah çekene gül mü uzatacak? Hayır, yasa var. Ama sen on iki şehri, kasabayı nasıl kökünden silersin!” 

Barış dediğim için bana kızgınlar

“Silvan’da Figen Yüksekdağ’ı öldüreceklerdi. Olayların büyümesi için bu provokasyonu yapacaklardı. Ancak biz bunu engelledik ve Yüksekdağ’ı oradan çıkardık. Efkan Ala, Meclis oturumunda Mithat Sancar’ın sorusu üzerine itirafta bulundu. Diyor ki ‘Evet, bizim de kontrol edemediğimiz güçler var’. Bu Meclis tutanaklarına geçti. Ben ne yapmışım o dönemde? Onlar duvarlara bu yazıları yazarken, ben ne yapmışım? Belki de Kürtlerin bir kısmı bu sözlerimden dolayı bana kızgındır. Hala da diyorlar. Sırf barış dediğim için bana kızgınlar. Çünkü namuslarına el uzatılıyordu. Bu yetmezmiş gibi bu halkın temsilcilerini de cezaevine koymuşsunuz. Bunların Müslümanlığı sahtedir. İnsan olan yapmaz da Allah’a ve Kuran’a inanmış biri bunları nasıl yapabilir? Bunlara insan dahi diyemezsiniz. Bu kadar kul hakkı nasıl yenilir? Kimin katliam yaptığı ortadadır. Yapılan şey Kürt’e zulümdür. Biz bunları yapmadık diye ve insan haklarını savunduk diye kimse bizi suçlayamaz.” 

Demirtaş, Ahmet Gün takma adını kullanarak konuşan bir askerin yaptığı itirafları paylaştı. Bu kişinin kendisini ülkücü olarak tanımladığını ve daha sonra ihraç edildiğini söyleyen Demirtaş, bu askerin Kürt halkına yönelik saldırı ve katliamlara dair beyanlarını paylaştı. Demirtaş tarafından aktarılan Gün’ün sözleri şöyle: “Devlet tamamen bir suç makinesine dönüştü. Orada üç bodrum vardı. İçinde kadınlar, çocuklar ve gençler vardı. Onların terörist olmadığını biliyorduk. Medyada hepsine terörist deniliyordu. O bodrumlarda 120 cenaze çıkarıldı. Örgüt militanları en fazla 7 veya 10 kişi bir arada durur. Orada görev yapan tüm güvenlik mensupları bunu bilir. Savaşa hukuku bile ortada kalmadı. Ambulanslara ateş açılıyordu. Çok kirli bir işti. Maalesef daha önce bunu görmemiştim. Emir de yoktu. Emir olsaydı sınır olurdu. Ancak sınır yoktu. Asker ve polis kimi zaman kavga ediyordu. Devlet onları oradan çıkarabilirdi. Ancak tanklar ile müdahale edildi. Size düğmeyi gösterseler yaparsınız. Polisi ikinci faktörde tuttular, askeri sürdüler. İş başından kurguydu. Hendekler göz göre kazındı. Esedullah Timleri bir anda türedi. Nereden geldiklerini bilmiyorum.” 

Demirtaş devamında şunları söyledi:

Netanyahu ile ne farkınız var? 

“İktidar bizi içerde tutmanın nimetlerini yiyor. İki dönemdir bu nedenlerden ötürü kayyım atıyor. Burada gördüğünüz kişiler Kürt ve Türk halkının onurudur. Yıllarca barış için çabaladık. Hepsi yoksul halk çocuğudur. Türkiye’nin yönetiminin nasıl teslim alındığını görün. Yapamıyorsunuz davadan çekilin ama bu ahlaksızlara alet olmayın. Burada tek yalan konuşmadık. Netenyahu ile aranızda ne fark var? Kanlı cenaze fotoları, parçalanmış cenaze fotoları, sokakta bırakılan cenaze fotoğrafı…Taybet Ana 7 gün sokakta kaldı. Çürümeye terk edildi yaşlı bir kadının cenazesi. Cenazesini almak isteyen bir çocuğu öldürüldü, bir çocuğu ayağından vuruldu. Sokağın başında keskin nişancı vardı. Ateş eden de kendine Müslüman diyordu. Ahmet Davutoğlu da kendine Müslüman diyor. Bunları yapan alçaktır, namussuzdur. Ona emir veren de yapan da namussuzdur. Terör örgütü propagandası bu ise bin defa söylüyorum.” 

Onurluyuz, teslim olmayacağız 

“İddianameyi yazan savcı savunuyordu. Siz bu askerleri savunuyor musunuz? Bu hadsizlere hadlerini bildirenlere de terörist diyorsunuz. Meclis’i bombaladılar ya! Siz yargılamadınız mı bunları? Şimdi de bizi aynı salona tıkmışsınız. Allah, halk, kanun katında da masumuz. Zulme uğruyoruz. Ama onurlu ve gururluyuz, teslim de olmayacağız.”

Demirtaş, Ertugrul Özkök’ün Devlet Bahçeli ile yaptığı bir röportajı paylaştı. Demirtaş, Bahçeli’nin bu röportajda, özyönetim ilanları sonrasındaki operasyonlara ilişkin “Ben ilk gün sıkıyönetim ilan edilmesini istemiştim. Ancak daha sonra oradaki askerlerin darbe yaptıklarını öğrendim” şeklinde ifadeler kullandığını söyledi. Demirtaş, bu konuşmaların delil olduğunu ve Bahçeli’nin yanı sıra Erdoğan ve Davutoğlu ile diğer yetkili kişilerin tanık olarak dinlenmesini istedi.” 

Kim hakkımızda fezleke hazırlarsa kurtuluyordu

“Kürt çocuğu Kürt dilinin anadili olmasını istemesin de kim istesin? Keşke Türkler çıkıp istese. Bakın size bir devlet büyüğümüzün bir demecini okuyayım. Benim de katıldığım bir demeç. Demiş ki ‘Ey Almanya! Sen benim vatandaşımın anadilini nasıl yasaklarsın? Sen nasıl Türkçeyi yasaklarsın?’ Erdoğan diyor bunları. Biz de sonraki gün çıkıp kendisinin haklı olduğunu savunmuşuz. Almanya’da bir Türkiye bölgesi yok bu arada. Ama Türkiye’de Kürdistan var, yahu Kürdistan! Ancak anadilde eğitimi bırak isim koymasını yasaklıyorsunuz. Bu da iki yüzlü siyasetin başka bir örneğiydi. Erdoğan ya da Bahçeli çıkıp anadili savunsun ben yapmayacağım. Bahçeli bizim yerimize bizim hakkımızı savunuyor deyip yapmayacağız.” 

“Kürtçenin eğitim dili olması için yaptığımız etkinliğin üzerinden 9 yıl geçmiş, FETÖ’cü savcı hakkımızda fezleke hazırladı. Kim hakkımızda fezleke hazırlasa kurtuluyordu. Kim ki bize çok ceza verdi, bakan yardımcısı oldu, HSK’ya alındı. Bu fezlekeleri hazırlayanlar ödüllendirildi. Bakın bir konuşmada ‘Putin ile görüşmek için dört takla atıyorsunuz’ demişim. Bana cumhurbaşkanına hakaretten 3 buçuk yıl ceza verildi. Bu hakimi bana sırf ceza versin diye Mersin Mut’tan getirdiler. Bu da seçim ayarlıydı. Bu sırada Akın Gürlek de ceza verdi.”

3 Ocak 2024