Merkez Yürütme Kurulumuzun açıklaması:  

1972 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı’nın kararıyla Dünya Çevre Günü ilan edilen 5 Haziran’da, aynı zamanda 31 Mayıs-5 Haziran Ekolojik Yıkımlara Karşı Mücadele Haftası nedeniyle herkesi bir kez daha ekolojik dengelerin bozulduğu, doğa ve canlı yaşamının tahrip edildiği, sermayenin kar hırsının an be an tükettiği, yaşam ve tarım alanlarının adım adım yok edildiği ekosistemi ve yaşamı korumak için mücadeleye ve dayanışmaya davet ediyoruz.

On yıllardır insanlığın gündemine oturmuş olan bu sorunlar, dünyanın bütünsel bir yaşam alanı olarak ciddi tehlikelerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Hızlı ekolojik yıkım, kapitalizmin kar ve tüketme hırsının tetiklediği bir döngüdür. Bu nedenle de yaşamsal sorunların çözümü, bu kısır döngüye uyum sağlayacak önlemlerin alınması ile sağlanamaz.

Sular, dereler, ormanlar, meralar, yeraltı katmanları sermaye birikimine dahil edilirken; ekosistemin döngüsüne müdahale ile bölgelerde mikro klimada oluşan değişikliklerin dünyadaki ağır maliyetleri seller, kuraklıklar, sıcak hava dalgaları, siklonlar ve kontrol edilemeyen yangınlar gibi afetler oluyor. İklim değişikliği, ekosistemin tahribatı, halkın gıda ve suya erişebilmesinde yaşadığı sorunlar, altyapı ve yerleşim birimlerinde zarar, hastalık ve ölüm oranlarında artış ve zihinsel hastalıklara yol açarak toplumların hayatında kalıcı tahribatlara ve halkların ağır insani bedeller ödemesine neden oluyor.

Bu sorunlardan en ağır etkilenenlerin başında yoksullar, siyasal ve sosyal olarak dışlanmış olanlar, güvencesiz koşullarda yaşamaya ve çalışmaya mahkum edilenler, kadınlar ve çocuklar geliyor.

Dünyadaki bu gelişmelerin ağır yansımaları ülkemizde de yaşanıyor. Şu çok açık ki, AKP Hükümeti de bu tür sorunları aşacak politikalar izlemekten son derece uzaktır. Çevrecilikten ağaç ve çiçek fidesi dikmeyi anlayan Başbakan Erdoğan ve hükümetinin, doğa tahribatına, ekolojik dengelerin altüst edilmesine yol açan politikaların hepsinde parmağı, desteği, sorumluluğu vardır.

Gezi Parkı’nda görüldüğü gibi kentsel çevreye yönelik ortak yaşam alanlarının gaspı denilebilecek ihlallerden tutun; en son İkizdere Şimşirli Köyü’nde görüldüğü gibi su ve yaşam haklarını ve alanlarını savunan köylülere karşı şiddet kullanılmasına kadar, hükümet, yurttaşlara ve çevre haklarına yapılan saldırıların başındadır. Anadolu’nun pek çok yerinde santrallar, maden işletmeleri, kaya gazı sondajları, enerji nakil hatları yapan sermayenin tahribatlarına karşı mücadele edenlere; Hopa’da, Gerze’de, Karaçam Köknar’da, Tortum’da, Dersim’de Peri Suyu’nda, Hewsel Bahçeleri için Amed’de, ODTÜ ormanları için Ankara’da direnenlere karşı şiddeti yine AKP iktidarı kullanıyor.

Siyasi iktidar, çevre adaleti ilkesini yok sayarak, toplumun ortak varlıklarının ve halkın kuşaklardan beri yararlandığı doğanın gaspına çanak tutuyor. Doğaya ve çevre haklarına karşı bu saldırının arka planında sürdürülemez bir kalkınma ideolojisi yatıyor. Hükümet, neo liberal politikalarla sadece ekonomik adaletsizlikleri büyütmüyor, aynı zamanda doğayı ve yaşam alanlarını da tahrip ediyor.

Hükümetin bu sürdürülemez politikalarının mağduru emekçiler, köylüler, demokrasi ve doğadır. Ranta dayalı kentsel dönüşüm projeleriyle sermayeye yeni alanlar açılıyor. Ekolojik felaket projeleri demek olan 3. Havaalanı, 3. Köprü ve Kanalİstanbul gibi projeler doğa düşmanı bir büyüme anlayışının lokomotifleri olarak kurgulanıyor. Soma’da madencilerin can güvenliğini, Ergene’de, Büyük Menderes’te çiftçinin geçimlik yaşamı için su hakkını, Karadeniz köylülerinin derelerini, su ve yaşam hakkını kar ve maliyet alanı olarak gören bir zihniyetle karşı karşıya bulunuyoruz.

Sürdürülemez bir kalkınma anlayışı, sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş enerji politikaları, doğa tahribatının durdurulamaz, geri döndürülemez noktaya gelmesine yol açıyor. Bu nedenle sermayenin değil, toplumun ihtiyaçları üzerine planlanan enerji politikalarını savunmakta kararlıyız.

Halklarımız ortak varlıklara musallat olan bu tahripkar anlayışa karşı direniyor. Bu direnişler, öngördüğümüz demokrasinin, herkesin kendi yaşamını etkileyen kararlara katılımının sağlanacağı, ekolojik dengenin ve çevre adaletinin temel alınacağı bir demokrasi olmasının önemini vurguluyor.

Bizler yaşam ve tarım alanlarını savunmaya devam edeceğiz. Suyun ticarileştirilmesi karşısında suyun doğanın hakkı olduğunu söylemeye; sermayenin doğaya saldırılarına karşı canlı yaşamını ve çevre hakkını savunanların yanında mücadele etmeye kararlıyız. Ekoloji mücadelesi tüm canlılar için verilen bir mücadeledir, demokrasi mücadelesinden koparılamaz. Kapitalizmin sürdürülemez kalkınma ve kar hırsı uğruna, doğanın ve demokrasinin yok edilmesine göz yumulamaz.

HDP Merkez Yürütme Kurulu
5 Haziran 2014